DOKİKA KEMANLI KIZ
Roman
FLAMUR BUCPAPAJ
Arslan Bayır – Baygenç Yayıncılık: 259 Roman Dizisi : 19
ISBN: 978-625-6023-23-9
Baygenç Yayıncılık Adına: Arslan Bayır Sayfa Hazırlık: Abdullah Tülel
TC Kültür Bakanlığı Yayıncı Sertifika No: 35793
Basım Yeri Sertifika No: 45514
- Baskı Ağusts 2024
Baygenç Yayıncılık Adresi:
Kadıpaşa Mah. Alanay Sk. Badem Apt. 6/13 Alanya / ANTALYA – Tel.: 0532 409 45 21
Yazışma: PK: 66 Alanya / ANTALYA e-posta: [email protected]
Baskı Yeri: Yiğit Grafik Tasarım Yayıncılık Matbacılık Reklamcılık Kağıtçılık Tic.Ltd.Şti. Tel: 0532 522 62 57
Yayınevinin ve yazarın izni olmadan tanıtım dışında alıntı yapılamaz.
DOKİKA KEMANLI KIZ
Roman
FLAMUR BUCPAPAJ
Bugün, 7 Şubat 1996’da… Vlorë’deki ‘Petro Marko’ ti- yatrosu yakınlarında kaçırılmamın bir yılı geçti. Bu sözleri ünlü bir yazar ve gazeteci olan Ardjan Vusho okudu. Doni- ka’nın günlüğünü okumaya karar verdi. Siyah deri bir defterin içine yazılmış ve çok sayfadan oluşan bu günlük çok gergin ve heyecanlıydı. Geçmişi ne kadar unutsak da, o her yerde cehen- nemden gelen bir hayalet gibi karşımıza çıkıyor. Mutlu olmak için acı çekiyor ve bu dünyadan memnuniyetsiz ayrılıyoruz. Tüm hayatımız bir mutluluk için acı çekmekle geçiyor. Defteri açtı ve elleri titreyerek okudu: Ben Donika Malaj ya da Ke- manlı Kızım. Yatağımda oturuyorum ve tüm notlarımı ve anı- larımı tekrar hatırlıyorum. Tekrar küçük bir odada, Milan’ın merkezinden çok uzakta. Duomo di Milano’ya hiç gitmedim, çünkü artık Tanrı’ya yalvarmak istemiyorum. Çünkü benim için şimdiye kadar hiçbir merhameti yoktu. Tanrı’ya olan inancım hala var, ama çok şüpheciyim. Yine de onu reddet- miyorum. Bacaklarını kanepe üzerinde çaprazlayarak uzattı ve hayatının sonsuzluğunu hatırlamaya başladı. Bir sinemada iz- lediği bir film gibi. Şimdi 26 yaşında, evli ve çocuklu. Ve hala Vlorë’nin merkezinde kaçırıldığı ve İtalya’ya ticareti yapıldığı çete hapishanesinden kaçamadı. Dışarıda hafif bir rüzgar esi- yor, tepelerden doğrudan eski villa evinin penceresine doğru uçuyor. Bu eski mahalledeki diğer tüm villalar gibi, çok uzun zaman önce inşa edilmiş ve şimdi küf kokuyor. Spor giysiler
giymişti, saçları uzun ve dağınıktı, yüzünü ve yastığın bir kıs- mını örten bir takı takmıştı. Konforlu bir pozisyonda yazmak için, başını yastığın arkasına koydu. Bileklerine ve ayaklarına prangalar takılmıştı, ama hala günlüğünü yazmak ve kaçırılma hikayesini anlatmak için bu fırsatı buldu. Küçük villa pencere- si açıktı ve rüzgar saçlarını yavaşça okşuyordu. Kalemini eline aldı ve yazmaya başladı. YENİ BİR BLOK, ÇOK SAYFALI BOŞ BİR ODADA BULDUĞU Hiçbir engel onunla olmamı engelleyemez. Onun eşi olacağım ve birlikte yaşlanacağız. Hayatımızın sonuna kadar aşk.
Yaşlanmayı düşündükçe güldü. O gün ona uzak görü- nüyordu ve hiç yaşlanmak istemiyordu ama o da yer çekimi ve diğer fiziksel yasaların yaşlanmaya neden olduğunu iyi biliyordu. Hücrelerin kırışmasına, yani üreme faaliyetlerinin azalmasına neden olan ağırlık ve yer çekimi olduğunu biliyor ve yaşlanacağız. Ve ben de kırışacağım. Ne kötü! Hayat hızla geçiyor. Sakin bir nehir gibi. Ve biz geldiğimiz yere geri dö- nüyoruz, – diye güldü.
Ayaklarını, o zamanlar moda olan tel yaylı ve metal yan- ları olan yatağın tellerine uzattı ve düşündü: Aşık olduğum için zaman nasıl geçecek? – dedi. – Şimdi onsuz duramam. Başı- ma ne geldi! Rahattım, sadece iş-oda ve tersi. Aşk benim için sadece iş ve kitaplar demekti. Kütüphane benim esas evimdi. Tek bildiğim bu. Şimdi hayat beni gerçekten heyecanlandırı- yor. Aşığım. Ne yaptığımın farkındayım. Nişan gelecek, evli- lik ve hemen düşündü: Peki ya benim dünürlerim kim olacak? Kimsem yok, – dedi. – Ne kardeşim, ne annem var. Hiç kendi ailem olmadı. Parti çocuğuyum, – Hahahaha, – diye gül-
dü. – Ben partinin yeni insanıyım.
Bana her zaman böyle dediler, babamın anti-komünist ol- duğunu bilseler bile, parti beni affetti, çünkü beni o büyüttü ve ona bağlı oldum. Çok komik! Bu biraz nazizm gibi mi görü- nüyor? Hitler de yetim çocukları seçerdi ve onları SS yapardı. Bu yöntem komünistler tarafından, özellikle de Çavuşesku ta- rafından kopyalanmış, ebeveynleri parti için çocuk doğurmaya zorladı. Saat ilerliyordu ve öğle yemeği vakti yaklaşıyordu. Ya yemek yemesi ya da uyuması ve akşam çıkması gerekiyordu. Ve öyle yaptı, hatıraların ve tahminlerin alacakaranlığına dal- mış halde uyudu. Dışarıda yurt sakinleri gelip gidiyordu.
Kuşlar bile çok sık odasının penceresine gelirdi, zemin katta. Bu odayı zor bulmuştu, kimse ona daha iyi yerleşmesi için yardım etmemişti.
Orası hem yatak odası hem de ofisiydi. Ona göre fazlasıy- la yeterliydi, çünkü bu insanlar ona acıyı ve ayrıcalığı hak et- miyorlardı, bu eski ve ihanet dolu dünyada her türlü cezayı hak ediyorlardı. Örtüsüz uyudu. Hayalleri gerçekleşmeli, çünkü bu durum devam edemezdi. Mecburum, – dedi kendi kendine, bu rejime karşı ilk çıkan ben olmalıyım çünkü muhalif bir sınıf yok. Muhalifler yok, çünkü Enver hepsini yok etti.
Etnik soykırımla tüm milliyetçi aileleri öldürdü. Yurtdı- şında okuyan insanları işten çıkardı, zulmetti ve tüm bu süre boyunca en iyilerini seçerek her yıl grafikle öldürdü.
Tam olarak Gestapo gibi, aynı yöntemlerle siyasi muhali- fini ortadan kaldırdı, öyle ki yüz yıl boyunca bu siyasi partiler bir daha ortaya çıkmayacak.
Bu nedenle, direniş ve muhalif unsurların yokluğunda o çıkmalıydı.
Amerika’nın sesi ve uyuyan muhalif gruplarla, özellikle de idamdan kurtulan rahiplerle bağlantı kurmalıydı.
Öyle derin uyudu ki karşıdaki okulun yurt sakinlerinin gü- rültüsünü duymadı. Kesintisiz uyumak istiyordu ama uyandı, yüzünü ve boynunu yıkadı, havluyla kuruladı, saçlarını eliyle düzeltti, ardından ince ve sarı dokuma pantolonlarının kırışık- larını eliyle suyla düzeltti, son moda göre dikilmiş, yani boru şeklinde. Onları kötü bir geçmişe sahip bir terziye diktirmişti. Şehrin en iyisi, kötü bir geçmişe sahip olmasına rağmen. Ona giden insanların sırası büyüktü. Adı Drane idi. Kaçak kardeş- leri vardı. Babası da siyasi mahkumdu. Hiçbir zaman rejime boyun eğmedi. Kendi alanında çok yetenekliydi. Müşterileri hiç eksik olmazdı.
Ayağa kalktı ve dışarı çıktı. Akşam oluyordu. Gün, dün- yanın kendi ekseni etrafında dönmesinin zirvesinde geçmişti. Her akşam ya da öğlen, subaylar evinde yemek yerdi. Bu öğle yemeğinde de orada yemek yiyecekti ama uyuyakaldı. Akşam yemeği için yanına börek aldı ve onu yazı masasının üzerine bıraktı. Akşam olurken, Donan’ı aramayı unuttuğunu hatırladı ve bu kesinlikle onun onu Shkodra’ya varır varmaz aramasını bekleyecekti.
Bunu yapmalıydı ama kendi rutininin peşine düşerek sadece gazete işlerini yaptı. Telefon görüşmesini tamamen unuttu… Hemen kalktı, tişörtünü giydi ve hafif bir ceket giyip şehir merkezindeki PTT’ye doğru yola çıktı, büyük kafenin karşısında. Beş katlı bina, Mayıs Bir Parkı’nın yanında. Adım- larını hızlandırdı çünkü PTT kapanabilir ve kızların, özellikle Donan’ın başına ne gelecekti? Çok geç hatırladığı için ceza- landırılacaktı ve bu yüzden adımlarını hızlandırdı. Elleri cep- lerinden çıkardı, adımlarını hızlandırdı ve daha da hızlandı.
- Merhaba! – Ardjan’ın sesi – Merhaba arkadaş, –
dedi telefon santrali çalışanı. – Ne istiyorsun arkadaş? – dedi.
- Tiran’la bağlantı kurmak Olur mu? – dedi. – Evet arkadaş, – dedi. – Şanslısınız, şu anda Tiran’la herhangi bir bağlantı yok. – Öyle mi? – dedi. – Çok güzel! Kabine girmek için beklerken cevap bekliyordu. Cam kabinin arkasındaki kadından, tipik bir komünist operatör olan, orta yaşlı bir ka- dından cevap bekliyordu, hemen Ardjan’ı tanıdı. – Aaa, siz büyük şair Ardjan mısınız? İşiniz hemen halledilecek, – dedi gülümseyerek. Bir kağıt aldı, bir şeyler yazdı, ardından tele- fonun ahizesini kaldırdı, santralle konuştu ve ardından cevap verdi: – Ardjan Bey, altıncı kabin Tiran’la sizin için hazır. – Teşekkür ederim, – dedi, kapıyı açmak için acele ederken.
On birinci binayla bağlantı kurmak için telefon numara- sını çevirdi. Orada binanın sorumlusu yüksek sesle bağırarak yanıt verdi: – Buyurun! – dedi. Arayanın sesine yanıt verdi:
- Ben gazeteci Ardjan Vusho. Moza Buna ile konuşmak isti- Onu çağırabilir misin? – Nezaketle sordu. – Tabii, – dedi binanın sorumlusu, – elbette gazeteci bey. Hızla masadan kalktı, yazı yazıyordu ve Moza’nın odasına gitti, o da gecik- meden birinci kata indi, telefonun bulunduğu yere. Kapıyı açtı ve telefonu kaldırdı: – Buyurun şef!
Ben Ardjan, – dedi. – Evet, biliyorum, – dedi Moza. – Nasılsın? İyi misin? Çok meşguldüm Moza. Bütün gün çalı- şıyordum ve sizi arama fırsatım olmadı. – Hemen kendini sa- vunmaya çalıştı. Moza, beni anlamanı istiyorum! Çok işim ve görevim var. Hatta uyuyamıyorum. Anlıyor musun? – Tamam Ardjan, görevinin ne olduğunu anlıyorum, – dedi onu azarla- madan. Ardından ekledi: – Benimle işin kolay, ama Dona çok üzüldü. O kadar dedi ve sen bir daha aramayacaksın. Trende
birlikte olduğumuz sadece güzel bir yolculuktu. Bu kadardı,
- diye bitirdi Moza’ya konuşmasını. Daha fazla beklemeye- lim, – dedi Dona çok üzgün bir şekilde. – Biliyordum, – dedi Ardjan, – böyle konuşacağını, çünkü tren yolculuğu sadece bir yolculuktu ve herkes gerçeği tahmin – Dona sana aşık oldu Ardjan, – dedi Moza kısaca. – Hiçbir kötü yanı yok, – dedi. – Ben de ona aşık oldum.
Aaa, – dedi şaşkınlıkla Moza. – Hahaha, – ardından gül- dü. Biliyordum. Sen de onu seviyorsun. Yani iş tamam. Tek taraflı bir aşk olduğundan korkuyordum. Her şey iyi. Ama ona karşı dürüst ol ve çok dikkatli ol. Kendin gibi ol. Bu aşkı kay- betme. Ona güvenmelisin. O çok iyi bir kız ve iyi bir aileden geliyor. Duygusallıktan uzak ve aklı başında. Senin için iyi. Dikkatli ol, – dedi Moza. – Elbette, – dedi Ardjan. – Ona gü- venmeliyim. Ve şimdi bunu düşünmeye başladım. Korku ve endişe olmadan, – dedi. Teşekkür ederim, – dedi. Ona iyi ge- celer diledi ve telefonu kapattı.
Tiran’da Moza telefonu kapattı ve ardından odasına geri döndü. Ve Dona onu merakla bekliyordu, elinde kitaplar, gözleri başka bir dünyaya dalmış gibi. Beklediği tek şey Mo- za’nın geri dönmesiydi. Geri döndüğünde, Moza ona bakarak:
- Dona, seni seviyor! Gerçekten! – Ne? Şaka yapma! – Hayır, ciddi anlamda, – dedi – Aşık ve seni seviyor. Bana böy- le dedi. Gözyaşları birikti gözlerinde Dona’nın. Dudaklarında bir gülümseme belirdi ve kendini yeniden doğmuş gibi hissetti. Yeni bir blok, terk edilmiş bir odada bulduğu çok sayfalı beyaz kağıtlarla dolu. Yakında güzel ve sanatsal yazılarıyla dolacağını düşündü. Şimdiki zamanlar geçmişe göre daha zor. Çoğulculuk Arnavut halkına büyük yaralar açtı, diye düşün- dü. Benim gibi birçok kız ve kadın İtalya’nın sokaklarında.
Uzun zamandır beklenen demokrasi, işsizlik ve aşırı yoksulluk getirdi. Herkes gibi, yalnız ve desteksiz kaldım, benim gibi kemanım da. Offf.. dedi, saçlarını düzeltmek için elini alnına koydu ve terlerini silmek için eliyle yüzünü sildi. Çok fazla nefesi yoktu, ama her gün ve gecesi Milano’nun sokakların- daki korkunun neden olduğu stresten doluydu. Milano, or- kestrasında çalmak için hayal ettiği şehirdi. Daha doğrusu ‘La Scala’ tiyatrosunda, insanların onun güzel müziğini tadacağı kırmızı polyester koltuklarda otururken, yanında erkekler ve kadınlarla. Altı katlı binanın tüm yerleri rezerve edildi ve kır- mızı perdeler açıldığında sunucu Arnavutluk’tan gelen bir ke- mancıyı, Tirana’dan Donika Malaj’ı tanıtırdı. Orkestrası onu alkışlayarak desteklerdi. Ehhh, diyerek hayal etti, gerçekmiş gibi. Belki de binlerce kişi ona alkış tutardı. Her şey sadece eski yatağının üzerindeki bir rüya gibiydi, son ne zaman yı- kandığı bilinmiyordu. Yoksulluk, savaş, türler arası kısıtlar olmadığını düşündü. Hayatta kalmak için nefret ve öldürme. Bir kişinin ölmesi, diğerinin yaşaması için. Belki de fiziksel veya doğal yasalarla ilgilidir, Tanrı’nın insanlık tarihinde icat ettiği bir şeydir. Ve böylece, hayatta kalmak için mücadele et- mek zorundayız. Yaşamak için birkaç yıl veya birkaç gün daha zenginlik ve yoksulluk ormanındaki hayatımızda. Bu denklem ölümle savaş arasındadır. Bugün her şey bir mücadele hali- ne geldi. Bu mücadele akrabalık veya kardeşlikle ilgili değil, dedi ironik bir şekilde. Hepimiz birbirimizle mücadele ediyo- ruz. Kendi şehrimdeki bir kurt beni siyah giydirerek, beni köle olarak sattı, beni yaraladı, vb. Arnavut olduğum için. Ama aşkı para için terk etti ve insan varlığını unuttu… Ne yazık ki, birisini tanıyorum, ama beni tanımıyor. Diktatörlük düş- tüğünde kötü şeyler oldu çünkü biz kuyruklu insanlardık, bir-
birimize saygı ve sevgimiz yoktu. Eskiden Vlora halkını çok seviyordum, onları kardeşlerim ve kız kardeşlerim olarak ad- landırırdım. Yaptıkları işlerde başarılı olmaları için onlara çok yardım ettim ve teşvik ettim. Hiç aklıma gelmezdi bir gün bu insanlar tarafından rahatsız edileceğim. Şimdi suçlu gruplara ayrılmışlar, vicdansız insanlar haline gelmişler, ne yasalara ne de intikama saygıları var. Sadece her şeyi yemek istiyorlar, aç gözlülükleriyle. Utanç verici davranışlarını iyileştirmek için her şeyi yapabilirler. Aç kurtlar gibi davranıyorlar, tek hedef- leri et yemek. Onlar sadece “Kim olduğun önemli değil, senin etin ve kemiklerin yeterli” gibi bir sloganları var. Her şey tica- ri amaçlarla yapılır ve seni satmak istiyorlar. Seni canlı canlı yemek istiyorlar. Ne zaman susarsın diye sormuyorlar, ama kemiklerini yavaşça ve merhametsizce yiyorlar, korku filmi sahnelerindeki gibi.
Stiloluğu cebinden çıkardı ve eski evin duvar aralarında sakladığı defteri aldı. Defteri açtı ve büyük harflerle “Donika Hanım, Kemanlı Kız: Olmaması Gereken Hikaye ve Olaylar” başlığı yazdı. “Aaa” diye mırıldandı Donika Hanım, “Olma- ması gereken şeyler…”. “Haha” diye ironik bir şekilde gül- dü. Donika Hanım eskiden herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan biriydi, yeteneği ve okulda aldığı notları onu yıldız haline getirdi. Gerçekten her yerde başı çekti, hatta diktatör- lük döneminde bile ona “Yıldız Bayan Donika, Kemanlı Kız” denirdi.
Biraz geçmişe daldı ve yazmaya başladı, kalemi kırabi- lecek kadar sert bastırdı. Dizlerinin üzerine çöktü ve Milano hakkında yazmaya başladı. Lanetli bir şehir. Beyaz sayfaların
kapaklarıyla birleşen beyaz renklerine ekledi. Gerçekten bu- raya nasıl geldiğimi bilmiyorum, sakinleştiricilerin etkisinde olduğum için. Ama yolculuğumun nasıl gittiğini biliyorum ve bana karşı yapılanlar… Şimdi onlarla yüzleşeceğim, Arnavut soydaşlarımdan olan tecavüzcülerimle. Bana yaptıkları tüm kötülükleri geri alacak ve intikamımı alacağım. Tekrar konuş- tuğunda daha düşük bir sesle konuştu: “Hala kimse beni yaka- layamadı. Herkes beni tanıyor ve beni tanıyor. Arnavutluk’taki öğrenci protestolarına katılan ilk kişi benim. Tirana’dan gelen bir kız, her gün öğrencilerin protesto ettiği meydanlarda bu- lunuyordum. Polis kordonlarına karşı keman çalıyordum, bizi bastırmak veya öldürmek için gelen komünist polislerin önün- de. Onların emirlerini biliyordum. Her gün öğrencilere liderlik eden bir kız.” Kemanı ve uzun, sarı kuyruğuyla birlikte vücu- du koşan bir ceylan gibi görünen, O’nun gibi güzel bir varlık yoktu. Heykeltraşın stüdyosunda yaratılmış gibi görünüyordu, yabancı dergilerdeki modellerden daha seksi formlara sahip… Safkan bir ırka sahipti, yarı dağlıydı. Annesi Shkodralı, baba- sı ise Vlora’lıydı. Başını biraz kaldırdıktan sonra düşündü ve tekrar kağıda eğildi.
“O eski günlerdeki Donika Hanım artık yok,” diye kendi kendine gülümsedi. “Sigorta devletinin istediği gibi, her şey kötü bitti. Ama uzun ve kanlı hükümdarlıklarının sonunda bana zarar verenlerden intikam alacağım. Artık konserler, ke- manlar ve parkta gezintiler yok. Her şey kayboldu. Sonuçta, fiziksel olarak her şey geçicidir. Hiçbir mutluluk uzun sürmez. Ne güzellik ne de medeniyet. Her şey doğar, yıkılır ve çöker. Yerçekimi her şeyi yaşlandırır ve çürütür. Hiçbir şey sonsuz değildir. Artık her şey yok oldu, ben de dahil. Sadece uçuyo- rum…”
Donika Hanım kendi kendine ironik bir şekilde güldü. “Bu krimineller benim unvanımı elimden aldılar,” diye düşün- dü ve korkunç bir intikamın işaretini veren başını salladı. “Her biri ödeyecek, onlara ne yaptıklarını hatırlatacağım. Hayatta kalabilenlerin hepsi, en düşük seviyeden en yüksek seviyeye kadar, ödeme yapacaklar. Bu şarkının başlığı gibi, hayat sade- ce güçlüler içindir, her canlı hayatını kaybeder.”
Donika Hanım, yazdıklarını toplayarak bir küçük top ha- line getirdi ve tekrar kağıda baktı. Sonra sessizce yemin etti: “Hayatın acımasız doğasından intikamımı almadan bu dünya- dan gitmeyeceğim… İntikamımı alacağım, herkes ödeyecek… En kötü oyunları oynayacağım, herkesi cezalandıracağım… Tigriden çılgın kadınlara kadar herkes. Hayatım artık sadece intikamla dolu.” E bedenini bir ceylan gibi koştururken ke- manı ve uzun sarı saçlarını taşıyan bu kadar güzel bir varlık yoktu. Heykeltraşın atölyesinde yaratılmış gibi görünüyordu ve yabancı dergilerdeki modellerden daha seksi formlara sa- hipti… Safkan bir ırka sahipti, yarı dağlıydı. Annesi Şkodralı, babası ise Vloralıydı. Başını biraz kaldırdıktan sonra düşündü ve tekrar kağıda eğildi.
“Eski günlerdeki Donika artık yok,” diye kendi kendine gülümsedi. “Sigorta devletinin istediği gibi, her şey kötü bit- ti. Ama uzun ve kanlı hükümdarlıklarının sonunda bana zarar verenlerden intikam alacağım. Artık konserler, kemanlar ve parkta gezintiler yok. Her şey kayboldu. Sonuçta, fiziksel ola- rak her şey geçicidir. Hiçbir mutluluk uzun sürmez. Ne güzel- lik ne de medeniyet. Her şey doğar, yıkılır ve çöker. Yerçekimi her şeyi yaşlandırır ve çürütür. Hiçbir şey sonsuz değildir. Ar- tık her şey yok oldu, ben de dahil. Sadece uçuyorum…”
Donika kendi kendine ironik bir şekilde güldü. “Bu suçlu- lar benim unvanımı elimden aldılar,” diye düşündü ve korkunç bir intikamın işaretini veren başını salladı. “Her biri ödeyecek, onlara ne yaptıklarını hatırlatacağım. Hayatta kalabilenlerin hepsi, en düşük seviyeden en yüksek seviyeye kadar, ödeme yapacaklar. Bu şarkının başlığı gibi, hayat sadece güçlüler içindir, her canlı hayatını kaybeder.”
Donika, yazdıklarını toplayarak bir küçük top haline ge- tirdi ve tekrar kağıda baktı. Sonra sessizce yemin etti: “Ha- yatın acımasız doğasından intikamımı almadan bu dünyadan gitmeyeceğim… İntikamımı alacağım, herkes ödeyecek… En kötü oyunları oynayacağım, herkesi cezalandıracağım… Tigris’ten çılgın kadınlara kadar herkes. Hayatım artık sadece intikamla dolu.”
Donika, kendi hatıralarına ve Ardjan Vusho adlı gazeteci sevgilisine dalmaya başladı. İşte o an, 1989 Eylül ayının saba- hında, Shkodra’da verdiği bir konserden sonra Tirana’ya geri dönerken yaşadıklarını anlatmaya başladı. Donika, keman ve çelloyla birlikte, o gün tren istasyonunda vagon numarası beşe binen ilk kişilerden biri oldu. Ancak, tren yolculuğu boyunca birçok kişinin olmaması garip geldi. Donika’nın da tren atla- yışında biraz zorlandığı, ancak sonunda içeri girdiği anlatıldı. Keman kutusunu zorla tren kapısından içeri soktuktan sonra, violinist adı Mozes’e döndü ve ondan yardım istedi. Böyle- ce, ikisi de kutunun her iki yanından tutarak içeri girdiler. Dar koridorlu vagonun içinde birkaç adım attıktan sonra, nerede oturacaklarını düşünerek neredeyse aynı anda “Buraya mı otu- ruyoruz?” dediler. Kısa bir aradan sonra, Donika başını onay-
layarak kafasını salladı. Arkalarında trenin hareket etmek için hazırlanan biletler vardı. İki koltuğu olan nispeten küçük bir bölümde oturdular. Vagon genel halka açık değildi, daha çok özel bir bölümdü. Beş kişi oturabileceği için, karşılıklı kırmızı koltuklarda oturdular. Koltuklar deri kaplı değildi, ama şık gö- rünüyorlardı. Keman ve çelloyu, trenin çatısında bulunan raf- lara yerleştirerek bıraktılar. Sonra, birbirleriyle şaka yaparak ve gülerek karşılıklı oturdular. Aynı zamanda, iki koltuğu da almışlar gibi görünmek için çaba sarf ettiler. Eğer başka yolcu- lar gelse, onlara “Bu yerler dolu, arkadaşlar” derlerdi ve başka vagonlarda yer aramaya devam ederlerdi.
Donika güzel bir fikirle konuşurken, tren koltuğunda ha- fifçe kıpırdandı ve pencereden dışarı bakarak insanların gelip gelmeyeceğini görmek için baktı. Yaklaşık on dakika sonra, birkaç öğrenci çocuğu geldi ve kızlar tarafından alınan kol- tuklara baktılar. Onlarla konuşmadılar, sadece “Yyy, ne gü- zel çocuklar” dediler, dişlerinin arasından tıkırtılarla gülerken. “Sadece yıldız yiyorlar” dedi biri ve diğeri “Yoksa gerçekten karıştırdın mı?” diye sordu. Sonra dar vagonun boşluğunda kayboldular ve boş koltukları aramaya devam ettiler. Donika gülerek dedi ki, “Onlar senin için Mozes, sen bir yıldızsın” ve hafifçe gülümseyerek cevap verdi. Mozes de hemen aynı şekilde yanıt verdi ve saçlarını düzeltirken şakalaştı. Sonra, göğsüne bir düğme çeken Mozes, Donika’ya döndü ve “Doni- ka, kime soktun bunu?” diye sordu. Sadece seni gördüm, Sen Şkodra Treninin süper yıldızsın, ayrıca Sanat Enstitüsünün de yıldızısın, uzun ve 4 numaralı göğüsleri olan tipik ilirya-albe- niyalı bir şekle sahipsin, Sanat Tarihi profesörü de böyle diyor
- Haha Donika güldü – Ne diyorsun sen kızım, boynun yük-
sek, taraklı saçın var Hahah yeniden güldü. “Sadece güzelimle ilgili mi söylüyorsun?” Bugün bana neden söylüyorsun? dedi Mimozes’e, aynı ironik tonla cevap verdi. “Çok geç kaldın sev- gili Moza” dedi Donika ekleyerek. “Git işine Shkodranja, se- nin gibi değilleriz, Valonjatlar hiçbir şey değil, güzel değiller” dedi ve annana sormak istersen, belki sen de bir Shkodran’la bir şeyler yaşadın, çünkü sen de uzun ve mavi gözlüsün. Ta- mamen bizim gibisin – Hhaha diye güldü. Mozë, “Annem çok güzeldi ve %70’i çocuklarına benziyor …” diye cevap verdi ve ona döndü. “Nasıl biliyorsun bunu? Adn-annenin izinden gidelim ve senin kim olduğunu gösterelim” dedi. Hhaha biraz daha yüksek sesle güldü. “Nasıl emredersin?” diye yanıtladı Donika, alaycı bir tonla. “Kızına otur, onları al. Ve aptallık- ları bırak, aklına nereye gittiğine dikkat et, sen çok şeytansın Shkodranja” dedi ve Donika arkasından ekledi “Böyle derdi yakın arkadaşı Mozë, o da bu binada 11 numarada yurtta ka- lıyordu, Dona ise her gün onun yanına gidiyordu ve birlikte ders çalışıyorlardı ve çok zaman geçiriyorlardı. Dona, sadece ders çalışmış ve müzik aleti olan kemanını sürekli olarak ça- lıştırmıştı. Okulu bitirdikten sonra, tiyatro, opera ve bale or- kestrasında bir yer için yarışacaktı ya da başka bir yerde, ancak müzik öğretmeni olmayacaktı, çünkü öğretmenlik stresli hale gelmişti. Öğrenciler müzik dersine gereken önemi vermiyor- lardı ve ders sırasında çok fazla gürültü yapıyorlardı. “Sesini kıs” dedi Donika. “Ne oldu, sen konuşuyordun” diye cevap verdi Moza ve trenin penceresinden bakarken döndü. “Arka- daşım, yapmak istemiyorum.” Ben sekizinci sınıf müzik öğ- retmeni oldum ama sen değilsin, diğer arkadaş cevapladı. Sen Enstitü’deki en iyi öğrencisin, hepsi on üzerinden. Sen güvenli bir yerde keman öğretmeni veya operada olacaksın. Evet, evet,
Donika güldü. Bugün biyografiyi ve diğer şeyleri kararlaştıra- lım ama otoriteyi değil. Merkez komitenin çocukları ve takip- çileri her yerde iyi pozisyonlarda. Ve Bakanlıkta. Diplomatik hizmette bile, diye ekledi.
“Ve madenleri yönetiyorlar. Burada, ilçe parti komiteleri- nin hepsinin başında onlar var. Kapalı bir çember. Arnavutluk onların,” dedi, biraz yüksek sesle. Devam ederken gömlek ya- kasını düzeltti ve göğsünü hafifçe aşağı doğru bastırdı, yolcu- ların etkilenmesi için çok büyük görünmesini sağlamak için.
Moza Donika’nın rejime karşı sözlerine biraz daha geniş gözlerle baktı. Shkodra’lıydı ve komünist rejime karşı olma- sı normaldi. Kendisi güzel bluzlar ve şapkalarla kot pantolon giyerdi. “Sen tam Rait orkestrasısın,” arkadaşları derdi, o da inkar etmezdi. “Eee, öyleyim işte,” diye gülerdi. Hatta bugün bile, tel üzerinde şarkı söyleyen bir ispinoz gibi giyinmişti.
Dona’ya bir şeyler söylemek istedi, ama sonra dalga ge- çeceği korkusuyla bıraktı. “Sen bir yıldızsın,” Donika arkada- şına tatlı tatlı gülümseyerek ekledi.
Kardeşi olmadığı için, bağı çok güçlüydü. “Dinle, Moza, bugün annemle sadece bir kez konuştuğumu hatırladım, ve bana Kosovalı bir Arnavut’a bir kez aşık olduğunu söyledi. Yugoslavya’dan intikam almaktan Shkodra’ya kaçmak için geldiğinde birlikte olduklarını düşünüyorum,” Dona ekledi ve biraz güldü. “Evet, doğru,” Moza araya girdi. “Ve senin gü- zelliğini, boyunu ve zekanı o Kosova prensinden aldın. Uzun boylu, mavi gözlüler,” diye güldü.
“Seni neden bu kadar güzel, uzun boylu ve zeki olduğunu öğrendim,” Dona dedi ve Moza cevap verdi: “Sen bir gene- tikçisin.” “Annem babamı hiçbir zaman ihanet etmedi,” Dona ekledi. “Oh, hadi, kapat ve sakla onları. Seni tehdit ederlerse, dava aç,” Moza dedi. “Tamam mı?” Dona kabul etti ve Moza “Tabii, müdür,” dedi ve Donika artık konuşmadı.
Bakışını pencereye çevirdi ve hemen düşüncelere daldı, annesiyle Kosovalı adam arasındaki aşk sahnesini yeniden canlandırdı. “Aptal,” sonunda arkadaşına doğru güldü ve Sh- kodra halkı gibi bir mizahçı olan Moza’ya baktı. Tren insan- larla dolmaya devam etti ve gürültü, sohbet ve şarkı söyleme hiç durmadı. Faturinat, aralarındaki dolandırıcılığı vagonda birbirlerine bildiriyorlardı. Donika ise baştan beri biletleri kes- mişti. Her biri beş yeni lek tutuyordu. Onları cebinden çıka- rıp kontrolör gelince göstermeye hazırladı. Yolcular için ara koltukların ortasındaki banka koydu. Siyah camlı bir tabağın üzerine koydu. Sol eliyle onları mühürledi. Onları cebine koy- duktan sonra, orada nasıl yerleştirdiğini hatırlamadı ama cepte yeterince boşluk bırakmadığını fark etti, çünkü mühürlerken birbirine karışmışlardı. Moza’nın sesi duyuldu: “Orada bırak ve kontrolörü kendin gör.” Moza alaycı bir tavırla konuştu. Donika başını kaldırdı, arkadaşından gözlerini çekti ve eks- tra söz söylemeden ona boyun eğdi ve onları orada, bir emir gibi bıraktı. Sonunda başını kaldırdı. “İşte, yani isteğini ye- rine getirdim,” diyerek Moza’ya döndü. “Adeta insan hakla- rını savunuyormuşsun gibi. Burada kimse hiçbir hakkı yok,” diye karşılık verdi Moza. “Hayır, bizim biletimiz,” diye ikisi de aynı anda konuştular. “Belki de sadece bizim basılı bilet- lerimizdir… Burada herkes aynı kardeş. Basılı biletler gibi,”
diye tekrar konuştu Donika. O zaman, o zamanlar iktidardaki rejime karşı açıkça konuşmaya başlayan ve kurs ve 11 numa- ralı binalardaki diğer arkadaşlarıyla ve arkadaşlarıyla açıklık- la konuşmaya başlayan Donika, bu hükümete karşı bir darbe yapmak için fırsat kollayanlar arasındaydı. Tüm kızlar öyle söyledi, özellikle Kavaja’da sabahları ekmek, çay veya reçel yediklerinde. Öğrenciler onunla dalga geçtikleri gibi “Lej bi- letat” dediler. “Biletleri bana ver,” dedi Moza. “Saat kaç ve ne zaman hareket edeceğimize bak, çünkü burada kaldık, canım arkadaşım,” diye ekledi. “Yedi buçukta, arkadaşım,” diye ce- vap verdi Donika saatindeki saate bakarak. Saatı iki bin leklik bir pil ile çalışıyordu. Nervozluğunu belirtmek için elini aşağı indirdi, çünkü o saatleri o yıllarda dolaşan birçok kişi vardı. Herkesin bir tane vardı. Saati kontrol etmek istemiyordu, çün- kü asla saat kaç olduğu veya tarihin ne olduğu gibi şeylerle il- gilenmiyordu. Saatin hikayesini biliyordu. Dışarıdaki hava ile saatini karşılaştırmak için güneşe baktı. Tarabosh’un üzerinde doğmuştu, bir tepecik. Coğrafyasına göre kendi saati ile aynı zamana denk geliyordu. Donika tekrar elini kaldırdı, güneşin gözlerini rahatsız etmemesi için, ve saati arkadaşına gösterdik- ten sonra birkaç adım attı ve tekrar koltuğunun üzerine oturdu ve kendi kendine konuştu. Sadece pencereden bakıyordu. As- lında çok küçük bir odada gibi görünüyordu, ortada iki sandal- ye vardı? İşkence odası veya güvenlik vagonu olabilirdi. Kim bilir, diye düşündü, ama işkence vagonu gibi, daha büyük ve- daha karanlık olurdu. O, bir aşk sahnesi için ayrıcalıklı bir va- gon ya da belki de güçlü insanlar için bir vagon olabileceğini düşündü. Eskimiş Çinli tren kabininin görüntüsünü alaya alan Varja, “Ne dedin?” diye sorduğunda Moza, “Güzel bir adamın gelip boş yerlerin olup olmadığını sormasını mı bekliyorsun?”
diye yanıt verdi. “Neden olmasın,” diye karşılık verdi Dona. “Belki de yakışıklı bir adam gelir ve seni kurtarır. Senin dışın- da kimseyi sevdiğim yok. Tüm arkadaşlarım erkek arkadaşları var.” “Evet, haklısın,” dedi Moza. “Peki, burada bulabilir mi- sin?” “Haydi, haydi,” Dona ironik bir şekilde tekrarladı. “Nasıl bilebilirim?” “Belki unuttun,” dedi Moza. “Vlonjatlar işlerini bitirdikten sonra atlarına binerler,” diye güldü. “Özür dilerim, ancak metin Türkçeye çevrilemez çünkü Arnavutça’dır. Baş- ka sorularınız veya daha fazla yardıma ihtiyacınız olursa, lüt- fen bana bildirin.” “Bu doğru,” dedi Dona. “Bir an için sustu ve manzarayı dışarıdaki trenden izledi. Moza sonra sessizliği bozdu, “Haydi aşağı, sosyalist ve komünist hükümetlerin yanı sıra,” dedi ve ayaklarını yere vurdu. “Aşağı” dedi Dona ve ar- kadaşının yumruğuyla birlikte çakıştı. “Hapishaneye gidiyo- ruz kız kardeşim,” dedi Moza Shkodranja. “Neden hapisha- nede olduğumuzu söylüyoruz?” diye sordu Dona. “Çünkü ne olduğunu bu Arnavutluk köyümüzde gösteriyoruz.”
“Kaç milyonuz?” diye sordu Dona. “Sanırım üçüz,” dedi Moza. “Tam olarak bilmiyorum, çünkü ben bir coğrafyacı de- ğilim.”
“Evet, ama retorik bir soru sordum,” diye yanıtladı Dona. “Üç milyonuz. Kapitalizmin ve revizyonizmin kepenklerini indiriyoruz ve sermayeye karşı mücadele ediyoruz. Politika- cılarımız beni güldürüyorlar. Işıklı fanlarla birlikte filmlerdeki gibi yaşayan blok sakinleri varken, biz bir fakirlik içinde ya- şıyoruz. Onlar Paris veya Roma’da tüm hizmetleri alırlarken, biz hayatta kalıyoruz. Partizan düşüncesi var, ancak herkes birbirini eleştiriyor ve birbirlerini anlamıyor.”
“Komünist insanlar olarak kapitalizmi eleştiriyoruz, an- cak bu ofis çalışanları tüm hizmetlerini Paris veya Roma’da alıyor,” diye ekledi Moza. “Onlar iyi beslenirken, biz süt tozu, reçel ve çayla besleniyoruz. Ve sen, evde ne yiyorsun? Patates bile yok. Boş mağazaları görüyorum ve ekmek rasyonu var. Köyde açlıkla mücadele ediyoruz ve şehirde rasyonla besleni- yoruz. Bu tamamen saçma,” dedi Dona ironik bir şekilde.
“Tamam, bırakalım şimdi,” diye sözünü kesti Moza. “Bizi dinleyenler var ve Spaç hapishanesinde yerlerimiz ha- zır. Burrel hapishanesinde de boş yer olacak. Şükürler olsun ki varlar,” diye ekledi ve ikisi de güldü.
“Evet, haklısın,” dedi Dona. “Ancak kızgınlıkla patladım ve kötü konuştum ders saatimde partiye karşı. İyi bir eğitmen beni şikayet etmedi,” dedi Moza. “Küçük olan dışında okuldan atıldın, güzel arkadaşlarla vakit geçirdin,” diye bitirdi Moza Shkodranja. “Adı geçtiği zaman kimse sana cevap vermez,” diye gülümsedi Dona. “Sadece Shkodranja diyecekler. Nere- ye gitti o Shkodranja? Okula gitti, Shkodra’ya gitti, vb. Eyy Moza, sen Shkodra’nın milletvekilisin, değil mi?” diye sordu Dona. “Hayır, öyle değilim,” diye yanıtladı Moza. Arkadaşı kesintiye uğradı, “Evet, doğru söylüyorsun,” dedi Donika. “Sana tüm halkın ve öğretmenlerin yönelmesi gerekiyor. Sh- kodra Normal’da kardeşim iyi, güzel ve zeki bir kızdır,” diye cevapladı. Donika dışarıyı izliyordu ve cevap vermiyordu. Bir saniyelik bir duraklamadan sonra, Moza konuştu. “Sen çok güzelsin. Seni kardeşim olarak sevdiğim için kıskanmamalı- yım değil mi?” Normal olarak, ailemizde birbirimize çok ben- ziyoruz,” diye espri yaptı Moza.
“Donika,” diye kesintiye uğradı. “Babaannem senin anne- ni görmüş, o bir yıldız gibiydi ve biraz romantizm yaşadılar,” diye ekledi ve Donika güldü. İkisi de kabinlerinin önünden geçen insanlara aldırmadan konuşuyorlardı. Kabinlerinin ca- mında biri uzun, mavi gözlü ve atletik görünümlü biri hafifçe vurdu ve “Günaydın” dedi.
“Başka yerlerde ücretsiz yerleriniz var mı yoksa arka- daşlarınızı mı bekliyorsunuz?” diye sordu. Ardjani bacağının yarısını içeri soktu ve kafasını hafifçe eğdi ve cam kapısını elleriyle tuttu. İkisi de şaşkın bir şekilde cevap verdiler ve bir- birlerine bakarak şaşırdılar. Tamamen hazırlıksız bir şekilde karşılaştıkları bir işi yaparlarken şaşırdılar. “Bize izin verilmi- yor,” dedi Donika.
İlk önce kendine geldi ve bir rüya ya da gerçekliğin bir dizisi gibi hatırladığı bir sırayı hatırladı. “Kahve fincanında anlatılan bir dizi ya da gerçeklikte söylendiği gibi, aşkı trenle bulacaksın ve o senin gelecekteki kocan olacak,” dedi. O za- manlar gülmüştü ve buna çok önem vermemişti. Ama şimdi güneşin doğuşundan hemen sonra gerçek bir sahne ve tanık- larla gerçekleşiyor, olanları doğrulayanlar var. “Hadi arkada- şım,” dedi ve Moza yanıt verdi. Bir küçük sessizlikten son- ra, terini sildi gibi görünen Donika, diğer kişinin karşılarında oturmasını teklif etti. Donika ve Moza yan yana oturdular. Yol arkadaşlarından biri Tiran’a gitmek için yolda kalmıştı. “Te- şekkürler,” dedi Ardjani, küçük bir çantası ve elinde bir paket sigara tutuyordu. Ekstra giysi ya da bagajı yoktu. Karşıların- da oturdu ve trenin camını açtı. Siyah tutacakların arasındaki paketi koydu ve hiçbir ses çıkarmadan oturdu. Yan cebinden
bir gazete çıkardı ve sessizce okumaya başladı. Önlerindeki yolculardan hiçbiri kendini tanıtmadan işaretler yapıyordu. “Ne yapmalıyız?” diye sordular ve el işaretleriyle cevap verdi- ler. Bu normal bir insanın yapamayacağı bir işaretti. “Bu fakir adam gitti,” dedi ve ikisi de güldü. Ama yol arkadaşlarına bak- madılar. Ato dikkatle vücudunu inceledi. Normal bir vücuttu ama oldukça büyüktü ve Ato daha önce hiç kimseyi boyutla- rına göre giyinirken görmemişti. Saçları siyah, teni esmer ve siyah kaşları vardı. Mavi gözlere sahipti. Yaklaşık 2 metre 20 santim boyundaydı. Herhangi bir aktör veya boksörden daha uzun görünüyordu. Hatta içişleri bakanlığı ekiplerinin disk atma veya çekiç atma sporcularını bile onun yanında küçük kaldığını doğruladılar. Olimpik bir sporcu kriterlerini karşılı- yordu hatta daha fazlasını bile. Yakından görünce 45 numara ayağındaki beyaz spor ayakkabıları fark edildi. Ünlü bir mar- kadan olduğu anlaşılıyordu. Ato ve diğerleri buna şaşırmıştı ve tren kalkmadan önce bekliyorlardı. Tüm biletçiler, konuklar ve kalkışın mavi bayrakları hazırdı. Tren hareket edip, gürül- tüsü havada yükseldi. Loko motive çıkan duman, tren istas- yonuna yakın olan üç katlı binaların çatılarına tırmandı. Tren uzaktan bakıldığında güzel görünüyordu ama kooperatif veya tarım işletmelerinde yaşayanlar için gerçek bir komünist ka- busuydu. Tren, Shkodra’yı geride bıraktı ve şehir alanından geçip, Lezha’daki diğer istasyona gitmek için düzlüklerde ilerledi. Kabinlerinde kimse gelmedi. Belki de bizi güvende tutmak için aldılar ya da bir şeylerden şüpheleniyorlar dedi Moza, her zamanki gibi şaka yaparak. Herhangi bir durum- da ya da olayda, ironik yaklaşımı ile suçlanan ilk kişi olduğu doğruydu. “Bizi güvende tutmak için aldılar” diye yanıtladı Donika. “Ne söyleyeceğimi bitirdim” dedi Moza, alçak bir
sesle Donika’ya yaklaşarak. “Seni rahatsız etmiyorum değil mi?” diye sordu Donika. “Hayır tabii ki hayır” diye cevapladı Moza. “Sadece birkaç dakika önce konuştuğumuz için sormak istedim. Arkadaş olabilir miyiz?” dedi Donika. “Tabii, arkadaş olabiliriz” diye cevapladı Moza. “Senin için tam da uygun bir boydasın, ikiniz de mavi gözlüsünüz ve bir erkek kardeş gibi görünüyorsunuz” diye ekledi ve Donika gülümsedi. “İyi kal, şimdi ciddileşeceğim” dedi Donika. “Karşımızdakiler var ve konuşmamız gerekiyor. Sadece birkaç dakika önce konuştuğu- muz şeyleri unutalım mı?” diye sordu. “Tamam, konuşmaya- lım” diye cevapladı Moza. “Bir dakika önce ne söylediğimizi unutalım. Şimdi sessiz olalım.” Tamam ciddiydi, ancak Dona ağzını kapatarak dişlerini sıktı ve “Bırak ben hallederim” der gibi oldu. Moza arkadaşının emrine uymuştu. Karşılıklı otur- dukları kabindeki diğer tarafla konuşma yoktu ve bir konuşma başlatmak için hiçbir öncülük yoktu. Hepsini saran sessizlik, insanların konuşmaları ve raylar üzerinde ilerleyen lokomoti- fin gürültüsü dışında etrafı kapladı ve onların kabininde daha çok duyuldu. Güneş ufka doğmuştu ve dış hava sıcaklığı artı- yordu veya yükseliyordu.
Eylül’dü ve sonbahar henüz yazın yerini almamıştı, adeta mevsimler birbirinin yerini barışçıl bir şekilde ve karşılıklı ko- nuşma yoluyla değiştiriyordu. Yeryüzünün milyonlarca yıldır Güneş etrafındaki hareketi, eliyle belirlenmiş gibi hiçbir de- recede yanılmadan elips şekilli yolunu takip ediyordu. Dona düşündü, ya yeryüzü rotasyonu aksarsa ve diğer gezegenlerin çekiminden habersiz olarak sonsuz uzaya doğru belirsiz bir yö- rüngeye doğru hareket ederse ne olurdu? O derin düşüncelere daldı, arkadaşı gazete okuyor ve hiçbir şekilde duyulmuyordu.
Moza ise genellikle kırık bir radyo gibi sürekli konuşan biri- siydi, ancak birkaç dakika sessiz kalmıştı. Dona şaşırdı, o kızın tüm o enerjiyi nereden aldığını düşündü. Ve her zaman kendi- siyle gülerdi. Moza iyi bir kızdı, sevilen birisiydi ve okuldaki iyi notlarıyla da çok zeki birisiydi. Shkodra kızı olarak hayat ve sanatsal bir kariyer için pozitif ve hırslıydı. Politikayı da çok iyi biliyordu. Dünya politikasını Radio Station aracılığıyla takip ederdi, bu “komünistler”in o zamanlar “dünya ve kapita- lizme bağlayan tek pencere” olarak adlandırdıkları yerdi.
Dona kendi kendine düşündü, umarım o bir komünist ol- maz, yoksa kendisine konuşan ve kendini onaylayan bu saç- malıkları dayanmak zorunda kalır. -Hahaha, kendi kendine güldü. Anında ciddileşti, ancak Dona ağzını kapatarak dişle- rini sıktı ve “Ben hallederim” der gibi oldu. Moza arkadaşının emrine uymuştu. Karşılıklı oturdukları kabinde diğer taraf ile konuşma yoktu ve konuşmaya başlamak için hiçbir öncüllük yoktu. Hepsi saran sessizlik, insanların konuşmaları ve raylar üzerinde ilerleyen lokomotifin gürültüsü dışında etrafı kapladı ve onların kabininde daha fazla duyuldu. Güneş ufka doğmuş- tu ve dış hava sıcaklığı artıyor veya yükseliyordu.
Eylül ayıydı ve sonbahar henüz yazın yerini almamıştı, adeta mevsimler birbirinin yerini barışçıl bir şekilde ve kar- şılıklı konuşma yoluyla değiştiriyordu. Yeryüzünün milyon- larca yıldır Güneş etrafındaki hareketi, eliyle belirlenmiş gibi hiçbir derecede yanılmadan elips şekilli yolunu takip ediyor- du. Dona düşündü, ya yeryüzü rotasyonu aksarsa ve diğer ge- zegenlerin çekiminden habersiz olarak sonsuz uzaya doğru belirsiz bir yörüngeye doğru hareket ederse ne olurdu? O derin
düşüncelere daldı, arkadaşı gazete okuyor ve hiçbir şekilde du- yulmuyordu. Moza ise genellikle kırık bir radyo gibi sürekli konuşan birisiydi, ancak birkaç dakika sessiz kalmıştı. Dona şaşırdı, o kızın tüm o enerjiyi nereden aldığını düşündü. Ve her zaman kendisiyle gülerdi. Moza iyi bir kızdı, sevilen birisiydi ve okuldaki iyi notlarıyla da çok zeki birisiydi. Shkodra kızı olarak hayatta ve sanatsal bir kariyer için pozitif ve hırslıydı. Politikayı da çok iyi biliyordu. Dünya politikasını Radio Sta- tion aracılığıyla takip ederdi, bu “komünistler”in o zamanlar “dünya ve kapitalizme bağlayan tek pencere” olarak adlandır- dıkları yerdi.
Dona kendi kendine düşündü, umarım o bir komünist ol- maz, yoksa kendisine konuşan ve kendini onaylayan bu saç- malıkları dayanmak zorunda kalır. -Hahaha, kendi kendine güldü. Ardjani, hafif bir tebessümle, “Ne dediğimizi anladın, sen gerçekten sempatik bir adamsın, büyük arkadaşım” dedi. Moza da ekledi, “Bana sık sık böyle şeyler söylenmez,” diye cevap vererek, teşekkür etti.
Ardjani, gözlerine baktığı kızın kendisi gibi mavi gözlü olduğunu fark etti ve biraz şaşırdı. “Sen de benim gibi mavi gözlüsün, kızım,” dedi. “Avrupa’da mavi gözlü insanlar az sa- yıdadır, ama belki de Arnavutluk’ta farklıdır,” diye düşündü ve başını hafifçe öne eğdi.
Dona, “Biz Arnavutuz, kardeşim,” diye devam etti. “Hit- ler bizi rahatsız etmedi, bize huzur bıraktı. Ama Ardjani bizi kardeş diye çağırdı,” diye espri yaptı.
Moza, “Almanlar yenildi ve biz Rus-Slav işgaline düştük. Bizi kardeş halklar olarak adlandırdılar, ama belki de babamı- zın oğulları diye düşünmüşlerdir,” diye ekledi, her zamanki ironik üslubuyla konuşarak.
Ardjani, “Ne yazık ki, bizim halkımızın kaderi, Alman- ya’nın savaşı kaybetmesiyle belirlendi ve biz de Slav egemen- liği altında kaldık. Siz burada, biz orada,” diye devam etti.
Dona, “Peki sen ne iş yapıyorsun, arkadaşım? Tanışma- dın bile,” diye sordu.
Ardjani cevapladı, “Ben işçiyim, Koman’da bakır çıkartı- yoruz. Sondajlarla araştırma yapıyoruz ve sonra maden çıkar- tıyoruz,” diye açıkladı.
Dona, “Yani, jeolojiyle uğraşıyorsun,” diye sordu.
Ardjani, “Hayır, sadece bir lise mezunuyum ve pek bir şey bilmiyorum,” diye cevap verdi.
Moza, “Peki, sen grup lideri olmalısın ya da en azından patronun,” diye espri yaptı.
Ardjani, “Belki de sen gruptaki en güçlüsüsün, kızım,” diye cevapladı ve biraz ironik bir şekilde başını salladı. Bu güçlü kadın arkadaşım benim en yakın arkadaşım, 180 cm bo- yunda bir erkek. Ya seni görmüyorum, dedi. “Çok güzel bir kadın görüyorum,” dedi ve sessiz kaldı. Sessizliğinden farklı olarak, senin gibi tüm yol boyunca konuşmamıştı. “Neden bizi
dinlediğini söyledin, arkadaşım?” diye sordu, yanıt alamadan. “Yoo, ama sesiniz düşük bile olsa, sizi duyabiliyoruz,” diye cevapladı ve “Ben öğrenciyim” dedi. “Öğrenci misin?” diye sordu Dona. “Evet, öğrenciyim,” diye yanıtladı Ardjani. “Ör- neğin, senin arkadaşın çok fazla konuşmuyor ama çok düşü- nüyor, ya da benim böyle görünüyor,” dedi. “Tamam, gerçeği söylemiyorsun,” dedi Dona. “Ellerini görüyorum, benimkiler- le aynı gibi görünüyor. Hiçbir öldürme ya da kürek kullanımı yok,” diye espri yaptı. “Sen bir kriminalistik uzmanı değilsin, arkadaşım,” diye yanıtladı Ardjani. “Hayır, arkadaşım, ama bunun açık olduğunu düşünüyorum,” diye basitçe yanıtladı Dona. Sonra, kırmızı bir pasaportu çıkardı ve onu gösterdi. “Bak, bize yalan söyledin, bir gazetecisin ama işçisin,” dedi Dona. “Evet, işçiyim ve orada çalışıyorum,” diye yanıtladı Ardjani, kendi yalanını açıklamaya çalışarak. Ardjani kızlara şaşkınlıkla bakıyor, özellikle de güzel Donika’yı gözlerinden ayıramıyordu. “Esi,” dedi Donika, “sözünü ettiğin gibi bir iş- çisin ama gazetede çalışıyorsun, bu çok farklı bir şey.” “Evet, farklıdır, ama sonuçta çalışan olarak adlandırılırım, orada mı yoksa değil mi?” diye yanıtladı Ardjani. “Evet, çalışan olarak adlandırılırsın. Bizde özel mülkiyet yoktur, işçi olarak adlan- dırılırsın,” diye espri yaptı Dona ve ona tanışma kartını uzattı. “Sen çok sempatik bir adamsın,” dedi Dona. “Ama bizi daha uzun süre kandırmayın, tamam mı?” İkisi de tekrar gülümse- di ve “Umarım birlikte konuşuruz,” dedi Ardjani, ironik bir şekilde. “Evet, umarım,” dedi Dona. “Her şey bir başlangıç yapar,” dedi Ardjani ve kısa bir sessizlikten sonra hepsi de gü- lümsedi. “Hey Moza, sen Shkodra’dan bir milletvekili misin, diye düşünüyorum,” dedi arkadaşı.
“Evet, öyleyim,” cevapladı Moza.
“Donika, bütün millet ve profesörlerin seni hedef alma- sı gerektiğini söylüyordu. Sen normal, kız kardeşim, güzel ve akıllısın,” arkadaşı ekledi.
“Kıskanma Dona,” Moza dışarıya bakarak cevap verdi ve hemen yanıt vermedi. Kısa bir duraklamadan sonra devam etti, “Sen de çok güzelsin. Eğer kardeş olmasaydık, bu kadar yakın olmayacaktık, değil mi? Aynı kanı paylaştığımız için kuzen gibiyiz. Hahaha,” Moza güldü.
“Evlenme konusu gündeme geldi,” dedi Donika.
“Ah, hadi canım. Babam senin anneni gördü, bir yıldız gibi parlıyor. Ve aralarında bir romantizm oldu. Hahaha,” Do- nika yanıtladı.
İnsanlar kabin kapılarından geçerken, bazen duruyor, ba- zen de durmuyordu. Yüksek bir adam mavi gözleri ve kaslı görünümüyle kabin penceresine hafifçe vurdu. “Günaydın,” dedi.
“Başka oturacak yerlerin var mı yoksa arkadaşlarını mı bekliyorsun?” diye sordu Donika.
Ardjani kabinin içine girdi, yarısını bacağına bastırdı ve başını içeri soktu, elleriyle cam kapıyı tuttu. İki kız şaşkınlık- la tepki verdi, sanki hazırlıksız yakalanmışlardı. İzin almadan yaptıkları bir şeyden ya da yollarına aniden çıkan bir şeyden şaşırmış gibi tepki verdiler.
“Boş yerimiz yok,” dedi Donika.
Ardjani girişim aldı ve bir rüya ya da gerçeklik dizisi ha- tırlatılmış gibiydi. Bir kahve fincanında anlatılan bir şeydi. Trenle sevgiyi bulacağı ve gelecekteki eşinin olacağı söylen- mişti. O zamanlar gülmüştü ve ciddiye almamıştı, ama şimdi güneş doğduktan sonra gerçek bir sahne oldu ve olanları doğ- rulayan tanıklar vardı.
“Hadi arkadaş,” dedi Moza, kısa bir tereddütten sonra sessizliği bozdu. Terlemiş gibi alnını sildi ve onu yanlarına oturmaya davet etti. Donika ve Moza yan yana oturdular, arka- daşlarının Tiran yönüne giden yolunda ayakta kaldılar.
“Teşekkür ederim,” Ardjani, sadece küçük bir çantası ve bir paket sigara tutuyordu ve hiç ekstra kıyafeti ya da bagajı yoktu, diye cevap verdi. Karşılarında oturdu, tren penceresini hafifçe açtı ve siyah tutacak arasındaki paketi koydu, ses çı- karmadan.
Kendisini koltuğuna yerleştirdi, arka cebinden bir gazete çıkardı ve okumaya başladı. Önündeki diğer yolculara konuş- madan veya kendini tanıtmadan parmak işaretleri yaptı, nor- mal ya da hayal gücü dışında olan bir kişiye yapılır gibi. “De- liler mi?” İki kız gülmeye başladı ve dikkatle onları izleyen diğer yolcuya dikkat etmediler. Normal bir vücudu vardı fakat çok büyük görünüyordu ve onlar böyle bir bedeni hiç görme- mişlerdi. Siyah saçları, koyu kaşları, biraz esmer bir cilt rengi ve mavi gözleri vardı. Yaklaşık iki metre yirmi santimetre bo- yunda olan bu kişi her aktörü, boksu yapanları hatta disk atma
veya çekiç atma milli takımı sporcularını da geride bırakıyor- du. Bu gerçek daha da doğrulandı çünkü beyaz renkli, tanın- mış bir markanın spor ayakkabılarına sahip olan kırk beş nu- mara ayakları da vardı ve bu ayakkabılar yurt dışından gelmiş gibi görünüyordu. Onlar şaşkına dönmüşlerdi ve trenin kalk- masını bekliyorlardı. Tren gecikmedi ve kalkış işareti verildi. Bütün düdükler, konduktörler ve mavi renkli kalkış bayrakları hazırdı ve tren hareket etti. Gürültüsü ortamda yankılandı ve lokomotifin dumanı, tren istasyonuna yakın üç katlı binaların çatısına tırmandı. Treni trenden izlerseniz güzeldi ama o ko- operatiflerde veya tarım işletmelerinde yaşarsanız gerçek bir komünist korkusuydu. Tren, Shkodra şehrini geride bırakarak bu şehrin düzlüklerinde hareket ederek Lezha’daki diğer is- tasyona gitmek üzereydi. Kimse kabinlerine gelmedi. Sanırım bizi güvenlik için aldılar ya da ne olduğumuzu bilmiyorlar… Ya da ekledi Moza, her zaman olduğu gibi gülerken. Aslında, herhangi bir durum veya olayda her ikisine de suç atmak için ilk olan odur. Bizi şüpheli kişiler olarak aldılar, diye fısıldadı Donika’nın kulağına yaklaşarak. Hah? Ne söylüyorsun? Artık anlamsız konuşuyor. Kelimeleri bitirdi. Bir yol arkadaşı isti- yor musun? İşte, bir tanesi senin için burada, dedi yumuşak bir sesle. Hayır, dedi Donika ama… Neden artık konuşmuyoruz? Ya da evet, konuşalım. Bırak, dedi Moza, onu görünce tükür- dü. Sen Moza kartalısın, hahaha, Donika konuşmasını bitirdik- ten sonra biraz güldü. İyi kal, arkadaşım, dedi Moza yumuşak bir sesle. Bu senin için tam iki metre ve bir şey, ve birbirinize çok yakışıyorsunuz ya da değil mi, ikiniz de mavi gözlüsünüz gibi görünüyorsunuz. Kardeş ve kız kardeş gibi, karışık gö- rünüyorsunuz. İyi kal. Mizahı bırak şimdi, Donika cevapladı. Önümüzde insanlar var ve artık konuşmuyoruz. Tamam, bırak
gitsin. Bir dakika önce veya on dakika önce gibi.” Taman cid- diydi, ancak Moza kocamanına döndü. Eşin önünde değilsin, kapa çeneni, cadı, diye konuştu Dona ve dişlerini sıktı, sanki ona bir şey anlatacaktı. Haydi, Moza artık konuşmadı ve arka- daşının emrine boyun eğdi. Aynı kabinde seyahat eden ve kar- şılıklı koltukları olan iki parti arasında konuşma ve başlamak için hiçbir neden yoktu. Sessizlik etrafı kapladı ve insanların konuşmaları ve raylar üzerinde hareket eden lokomotifin sesi dışında, çoğunlukla kabinlerinde duyuluyordu. Güneş ufuk çizgisinin üzerine çıkmıştı ve dış hava sıcaklığı artıyordu veya artıyordu.
Eylül ayıydı ve sonbahar henüz yazın yerini almamıştı, sanki mevsimler yer değiştiriyordu, barış ve mevsimsel karşı- lıklı konuşma ile anlaşarak, milyonlarca yıldır dünya’nın gü- neş etrafında yaptığı hareket, elips trajektöründen asla sapma- dan, sanki birisi tarafından belirlenmiş gibi. Dünya’nın dönüşü yanlış olsa ne olurdu, Dona düşündü, sanki dünya diğer geze- genlerin çekimlerinden etkilenerek bilinmeyen bir trajektöre veya sonsuz uzaya doğru hareket etseydi? Derin düşüncelere daldı, arkadaşı sadece gazete okudu ve hiç hissedilmedi, Moza ise genellikle bozuk bir radyo gibi çalışır, sürekli konuşur. Dona şaşırdı, o kız nereden o enerjiyi alıyor, hep kendisiyle düşünür ve kendisiyle gülerdi. Moza’dan daha iyi ve sevgili bir kız yok, ancak çok akıllı ve derslerinde iyi sonuçlar alıyor. Shkodra’dan gelen bir kız, hayatta ve sanatsal kariyerinde çok pozitif ve hırslı, aynı zamanda çok ciddi ve hırslı.
Ayrıca politikayı da çok iyi biliyor. Dünya politikasını Shkodra ve Tirana’da yayınlanan Radyo İstasyonu aracılığıyla
takip ediyor. O istasyon, o zamanlar “komünistlerin” dediği dünya ve kapitalizmiyle bizi dünyayla bağlayan tek pencerey- di. Bir kariyer yapacak, diye düşündü Dona kendi kendine. Umarım komünist olmaz ve kendini doğrulayan bu tür saçma- lıklara dayanır – Hahaha, güldü.
Burunun karşısında Taman ciddiydi, ancak Moza arkasını döndü. Eşin karşında değilsin, sus cadı, dedi Dona ve dişle- rini sıktı, sanki ona bir şey söyleyecekti. Tamam, Moza artık konuşmadı ve arkadaşının emrine uymuştu. Aynı kabinde se- yahat eden iki taraf arasında hiçbir konuşma ve başlamak için hiçbir önkoşul yoktu. Sessizlik tüm etrafı kapladı ve insanların konuşmaları ve raylar üzerinde hareket eden lokomotifin sesi hariç, kabinlerinde çoğunlukla duyuldu. Güneş ufkun üzerinde yükselmişti ve dış hava sıcaklığı yükseliyor veya artıyordu.
Eylül ayıydı ve sonbahar henüz yazın yerini almamıştı, adeta mevsimler yer değiştiriyordu, barış ve mevsimsel kar- şılıklı konuşma ile anlaşarak, milyonlarca yıldır dünya’nın güneş etrafında yaptığı hareket, elips şeklindeki yolundan hiç sapmadan devam ediyordu, sanki biri tarafından belirlenmiş- ti. Dona düşündü, dönüş yanlış olsaydı, dünya bilinmeyen bir yörüngeye veya sonsuz uzaya diğer gezegenlerin çekmeleriyle etkilenerek hareket eder miydi? Derin düşüncelere daldı, arka- daşı sadece gazete okuyordu ve hiç hissedilmiyordu, Moza ise genellikle kırık bir radyo gibi çalışır, sürekli konuşur. Dona şaşırdı, o kızın tüm o enerjiyi nereden aldığını düşündü? Ve her zaman kendi kendine gülmeyi bitirirdi. Moza’dan daha iyi ve sevimli bir kız yok, ama aynı zamanda çok akıllı ve ders- lerde iyi sonuçlar alıyor. Shkodra’dan gelen bir kız, hayatta ve
sanatsal kariyerinde çok olumlu ve hırslı, aynı zamanda ciddi ve hırslı. İKİ KERE
Ayrıca politikayı da çok iyi biliyor. Tüm dünya politi- kalarını Shkodra’da ve Tiran’da yayınlanan Radyo İstasyonu aracılığıyla takip ediyor. O zamanlar “komünistlerin” dediği dünya ve kapitalizmle bağlantı kurduğumuz tek pencereydi. Dona kendi kendine düşündü, kariyer yapacak. Umarım bir komünist olmaz ve kendini doğrulayan bu saçma konuşmalara dayanır – Hahaha, güldü. Merhaba, çeviriye başlıyorum:
Moza, “Birine mi hatırlattın? Bak karşındakine” dedi. Anılarını geri verdi Moza. “Sessiz ol, işaret etti. Bizi dinli- yor ve kim olduğumuzu hatırlıyor. Kızlarız… Anlıyor musun? Başkası ciddiye almaz bizi. Ooo, büyük kafa,” diye bitirdi Dona konuşmasını, alçak bir sesle.
Ardjani, önde bulunan meslektaşlarının kahkahalarını ve sözlerini duydu, gazeteyi tren koltuğunun üzerine koydu ve “Merhaba arkadaşlar. Tanışmadık… Ama sizin için yanlış an- laşılmamak için ben de konuşmadım. Yani, sizi rahatsız etmek ya da sohbete girmek için fırsatı kullanıyorum,” dedi.
“Ben Ardjani Vysho. Babam Pejan’dan Kosova kökenli, ama annemi bilmiyorum, çünkü çocukluğumda sırtımda bü- yüdüm. İlk önce bir çevrede, sonra Shkodër’de. Yani yarım Shkodran, ya da Pukëli bir Shkodran,” dedi ve güldü.
Kızlar konuşmadılar ama sadece biraz güldüler. Ardından birbirlerinin onayını aldıktan sonra konuşmaya devam ettiler.
“Merhaba. Biz Moza ve Dona’yız, Shkodralı ve yarım Shkod- ralı,” dedi Dona tamamladı. İkisi de doğru düzgün durdu ya da doğru düzgün tren koltuğuna yaslandı.
“Nasılsınız? İyiyim,” dedi ikisi de, Ardjani uzun kollu beyaz gömleğinin cebine sigara paketini koydu ve siyah uzun saçlarına dokundu. Büyük eli ve altın rengi parmaklarıyla bir düzenleme yaptı. Onu taşıyana kadar indirdi ve “Migjeni Ti- yatrosu’nun müzisyenleri misiniz? Hayır,” dedi.
“Üç günlük bir konser yaptık ve ayrılıyoruz,” diye ekle- di Ardjani ve pantolonunun arkasındaki cebe dokunarak bir elini oraya koydu. “Ben Dona’yım,” dedi Dona. “Sanat Ensti- tüsü’nde üçüncü sınıfta öğrenciyim, viyolonsel ve keman, bu arkadaşım,” Moza ekledi, dişlerini gülerek ve titreyerek.
“Merhaba Moza,” dedi Ardjani tekrar. “Tam da şimdi ba- şından beri tanışıyormuşuz gibi ve bir saatlik bir yolculuk yap- tık.” Gazeteyi elinden çıkardı ve üç parça halinde sıkıştırarak arkadaki cebe koydu. Tekrar oturum pozisyonunu düzelttikten sonra “Bunlar üstte keman mı? Yoksa değil mi kızlar?” dedi.
“Hayır, sadece biri,” cevapladı Dona. “Diğeri viyolon- sel,” dedi büyük olan.
“Tam da öyle. Büyük olan sana uyuyor,” dedi Moza, gu- rurla. “Sen daha küçük gövdelisin ve büyük bir enstrümana oturuyorsun. Güzel,” dedi Ardjani.
“Sevimli bir çiftsiniz,” dedi ve kızlar biraz güldüler.
Ardjani, çok açık ve iletişim kurmaya istekli biriydi. Her- kesle konuşmaya hazırdı ve ilginç hikayeler paylaşmaktan hoşlanırdı. Kızlar, özel bir kişinin yanında olduklarını anla- dılar ve sohbeti merakla takip etmeye başladılar. Tren birkaç saat daha devam etti, bu üçün ve müzik hakkında sohbet ede- rek zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden yolculuklarını ta- mamladılar. Sonunda, tren istasyonuna vardıklarında, Ardjani kızlara iyi şanslar diledi ve ayrılmadan önce onlarla fotoğraf çektirdi. Kızlar, Ardjani’nin sıcak ve samimi kişiliğini sevdi- ler ve onunla tanıştıkları için mutlu oldular. Merhaba, çeviriye başlıyorum:
Moza, hafif bir gülümsemeyle eşlik ederek sözleri “Ard- jani, çok sempatiksin, büyük bir arkadaşsın” dedi.
“Aaa, çok teşekkür ederim kompliman için” diye yanıt- ladı Ardjani, “Bana pek sık duyulmayan bir kelime” ekledi. “Evet, dedim” diye devam etti Moza, “Her zaman bir ilk defa var” dedi Dona.
“Siz de mi kemancısınız?” diye sordu Ardjani ve gözle- rinde bakarak Dona’ya hitap etti. “Gözlerin mavisi, benimkiler gibi, ne güzel,” dedi, biraz şaşırtıcı. “Mavi gözlü insanlar Av- rupa’da azdır, ama Arnavutluk’ta değil,” diye düşündü ve ba- şını hafifçe eğdi. “Biz Arnavut ırkıyız, arkadaşım,” dedi Dona ve konuşmasına devam etti.
“Hitler bize hiç dokunmadı, bizi sakin bıraktı,” diye ekle- di Ardjani. “Bizi Arjan kardeşler diye çağırdı,” diye espri yaptı Moza. “Hehe,” diye güldü. “Almanlar gitti ve biz Rus-Slav
işgalinin altında kaldık. Almanlar bizi kardeş halklar olarak çağırdılar,” dedi Dona. “Ama babamızın söylediği gibi, belki de kardeşlerimizdi,” diye ironi yaptı Moza ve gülerek devam etti. “Doğru dedin, vay be, komünist misin?” diye sordu Ard- jani ve Dona’ya baktı.
“Hayır, değilim,” diye yanıtladı Dona. “Ne iş yapıyorsu- nuz?” diye sordu Ardjani ve her ikisine de baktı. “Ben maden işçisiyim, Koman’da bakır çıkarıyoruz. Orada sondajlar ya- pıyoruz,” diye yanıtladı Ardjani. “Yani jeolog musun?” diye sordu Dona. “Hayır, sadece biraz lise okudum, daha fazlası değil” diye yanıtladı Ardjani ve gülümsedi. “Sen grup lideri olmalısın” diye espri yaptı.
“Evet, ben de öyle düşünüyorum” dedi Moza ve hafif- çe başını salladı. “Bir şeyim yok, ama şu anda işteyim,” dedi Dona ve hafifçe başını salladı. “Siz işçi gibi görünmüyorsu- nuz, ama hadi yiyelim” diye espri yaptı Ardjani. “Ama şim- dilik, sen grup liderisin” diye devam etti Moza ve içinden ge- çirdi, “Ama seni sevdim, güçlü bir grupta gibi görünüyorsun.” Merhaba, çeviriye başlıyorum:
“En yakın arkadaşım, 180 cm boyunda bir kız. Ama sen onu göremiyor musun?” dedi.
“Ben çok güzel bir kız görüyorum,” diye yanıtladı kişi, sessiz bir şekilde. “Senin gibi tüm yol boyunca konuşmayanlar gibi değil.”
“Neden bizi dinledin ve konuştun?” diye sordu, cevapsız bir şekilde.
“Hayır, ama sesinizi duyuyoruz, ne kadar sessiz konuşur- sanız konuşun, arkadaşım,” diye espri yaptı kişi.
“Ama öğrenciyim,” diye yanıtladı kız.
“Örneğin,” diye devam etti kişi. “Arkadaşın çok fazla ko- nuşmaz ama çok düşüncelidir, öyle değil mi?”
“Evet, öyle düşünüyorum,” diye yanıtladı Moza ve hafif- çe başını salladı. “Benim bir şeyim yok, ama şu anda işteyim,” dedi Dona ve hafifçe başını salladı.
“Sen bir işçi gibi görünmüyorsun ama hadi yiyelim,” diye espri yaptı kişi. “Ama şimdilik, sen grup liderisin,” diye de- vam etti Moza ve içinden geçirdi, “Ama seni sevdim, güçlü bir grupta gibi görünüyorsun.”
“Neden gerçeği söylemiyorsun?” diye sordu Dona. “El- lerin bizimkiler gibi görünüyor. Kazma veya kürek kullanımı gibi bir iş yok.”
“Sen bir suç uzmanısın gibi görünmüyorsun, arkadaşım,” diye espri yaptı Ardjani.
“Hayır, ama açıkçası şüpheli görünüyor,” diye yanıtladı Dona ve elini cebinden çıkardı. Gazeteci kimliğini gösteren bir kart çıkardı. “Burada çalışıyorsunuz,” diye ekledi. “Bizi daha fazla kandırmayın.”
“Ama sonuçta işe alınmış biriyim, orada veya burada,” diye yanıtladı Ardjani ve gülümsedi. “Siz sempatik bir kızsı- nız,” diye ekledi.
“Tamam, ama lütfen bizi daha fazla yalan söyleyerek yolda tutmayın,” diye yanıtladı Dona. “Haydi, tanıştığımıza memnun oldum,” diye ekledi ve kartını geri verdi.
“Aynen öyle,” diye devam etti Ardjani ve hafifçe gülüm- sedi. “Ama birbirimizi tanıdığımıza sevindim.”
“Konuşmaya devam edelim, sohbet edelim, ne yapıyorsu- nuz çevremizde?” diye sordu Dona.
“Ben kuzey muhabiri olarak çalışıyorum,” diye yanıtladı Ardjani, ciddi bir şekilde. Ben tam bir çeviriye başlayayım:
“Ben Kuzey’de bulunan bir odada kalıyorum, Shko- der’de. Orada uyuyorum, orada kalıyorum ve bazen yemek yapıyorum. Bazen de gülerim,” dedi.
“Bravo arkadaşım, sen sürekli Shkoder’de misin? diye sordu Dona.
“Hayır, üç gün oradaydım. Üç gün Tiran’daki ofisteydim.
Gazete yayınladıktan sonra ofisimiz var,” dedi. “Orada hiç bulunmadık,” dedi kızlar.
“Sadece Zeri i Popullit’i biliyoruz. Başka bir gazete yok,” dedi kızlar suçlu bir şekilde.
“Üzülmeyin, başka gazeteleri de öğreneceksiniz. Sanatla ilgili bağlantılarınız var. Hatta Shkoder’deki konserimizde sa- natçıları görürseniz, orada olabilirsiniz,” dedi.
Kızlar başlarını eğdiler ve sanatçı olarak adlandırıldığı için memnun olmadılar, ama mesleğinin takdir edilmesi için minnettar oldular. Çünkü herkesin bu mesleği takdir etmediği doğrudur. Eğer orkestrada yer alamazsanız, müzik öğrenmeyi bırakabilir ve uzak bir köyde yaşayabilirsiniz. Kendi yaşam tarzınızı seçebilirsiniz,” dedi ve ardından “Merak etmeyin, gü- zel bir meslek seçtiniz. Belki bir gün Rtv Shqiptar’da ya da operada sizi görebilirim. Kim bilir?” diye ekledi.
Dona cevap verdi: “Biz harika öğrencileriz ve şimdilik ne yapacağımızı biliyoruz. Geleceği kimse bilemez ama biz bu meslek için çok çalışacağız. Kimse bizi engelleyemez. Bizim yeteneğimizi kimse takdir etmese de, arkadaşlarımız ve biyog- rafimiz bize yardımcı olacak. Kendimizi kanıtlayacağız.”
Ardjani da konuşmasına katıldı: “Ben de sizin söyledikle- rinizi destekliyorum. Bizim için hak ettiğimiz yerde iş bulama- yız. Ama siz de biliyorsunuz ki biyografi ve arkadaşlık önem- lidir. Deneyin ve başarılı olun. Ama önce iyi bir eğitim alın, sonra iyi orkestralarda çalışmak için nedeniniz olacak. Ama kim bilir, belki de başka yerlerde çalışabilirsiniz,” diye ekledi.
Kızlar, Ardjani’nin konuşmasına gülerek yanıt verdiler, “Evet, her zaman aynı fikirdeyiz. Bizi alay etmeyin,” dediler. “Ama asıl konuşmamız gereken şey, mesleğimiz, değil mi?”
Adam gülerek cevap verdi: “Neden gülüyorsunuz? Siz iki kız olarak istediğiniz yere gidebilirsiniz.”
“Sen bize dikkat etmiyorsun, biz şaka yapıyoruz,” diyen kızlar, adamın kendilerine alay ettiğini düşünüyorlardı.
Adam, kızların üzüldüğünü anladı ve konuşmasına devam etti. Kızlar, bu söylediğim doğru olmasa da, gerçekle yüzleş- meniz gerekiyor. Sizler gülmeyi bırakın ve gerçekleri kabul edin. Biz biliyoruz ki güçlüler arasındaki çatışmada güçlü olan kazanır. Bu xhungla yasasıdır,” dedi Dona.
Tamam, dedi adam. “Hayat böyledir, kızlarım. Savaş, re- kabet ve sonunda ya mutlu son ya da karanlık bir çukur. Biz sosyalist bir toplumda yaşıyoruz ve herkes için eşitlik oldu- ğunu söylüyoruz. Ancak gerçek şu ki, tam tersi oluyor. Tüm yeteneksizler iyi pozisyonlara yerleştiriliyor. Bu yüzden, biz her yerde sonuncuyuz. Yurdumuzu yok ettik. Sosyalizm tüm alanlarda başarısızlığa neden oldu. Biz Arnavutlar toprağımız için hiçbir şey yapmadık. Bunu biliyor musunuz?”
Kızlar, “Bu söylediğinizin doğru olmadığını biliyoruz,” diye yanıt verdi.
Adam, kızların üzüldüğünü anladı ve konuşmasına devam etti. “Bu hikayeleri sadece yalan söyleyenlerin uydurduğunu biliyorum. Yarısından fazlası topraklarımız komşularımızın elinde kaldı ve onlar hiçbir şey hissetmiyorlar. Ama beni pro- vokatör olarak etiketlemeyin. Bu genç adam provokatör değil, ama bu rejime karşı olması daha kötü. Neyse, başka bir ko- nuya geçelim. Sizler zeki insanlarsınız ve son zamanlarda bir kitap yayınladığınızı duydum. Doğru mu?” dedi.
Dona, “Evet, doğru. Şimdi adınız da kitabımızda geçi- yor,” dedi.
“Ayıptır söylemesi, sizi tebrik ediyorum. Televizyonda kitabınızı gördüm,” diye ekledi adam.
“Çok sayıda kitap yazdınız ve RTSH festivali için birçok şarkı yazdınız,” dedi kızlar.
Adam, “Evet, gazeteci ve yazar olarak çok iyisiniz. Basın, özellikle Drita gazetesi kitaplarınız hakkında çok iyi makaleler yazdı. Yoksa yanılıyor muyum?” diye sordu.
Kızlar, “Evet, doğru. Drita gazetesini okuyoruz ve mil- li kütüphanede hemen hemen her gün öğreniyoruz. Sadece müzisyen değiliz, aynı zamanda şiir ve öykülerin hayranıyız. Yabancı romanları ve kendi yazarlarımızın eserlerini de oku- yoruz. Ancak, onlar yetersiz ve Rusya’nın taklitçisi,” dedi. Bravo, gazeteci hayret etti. “Beni bu kadar çok okuyan mü- zisyenleri şaşırtıyorsunuz, daha önce hiç böyle bir şey görme- dim” dedi. “Sizi gazeteme konu yapabilir miyim?” diye sordu.
“Benim gazetemde bu tür haberler yok maalesef,” diye cevapladı müzisyen.
“Ama yaptığınız konser hakkında bana bilgi verebilir mi- siniz? Kronik kültür sayfalarında yayımlayabilirim. Sonra da gazetemiz Drita’nın bir portresini yazabilirim.”
“Gerçekten mi söyledi o?” diye sordu bir diğer müzisyen. “Teyit etmek istiyorum,” diye ekledi diğeri.
“Trenle şaka yapmayın, zamanımız yok,” diye uyardı ga- zeteci. “Ben nadiren şaka yaparım, özellikle de iki güzel mü- zisyenle konuşurken. Özellikle bu kardeşime çok benzeyen Donika gibi,” diye ekledi.
“Gerçekten mi çok benziyor muyuz?” diye sordu Moza. “Evet, gerçekten benziyorsunuz. Biz kuzeyliler olarak
birbirimize çok benziyoruz. Temelde aynı ırkız. Benzer görü-
nüşümüz ve geleneklerimiz var,” diye açıkladı Ardjani. “Tamam, kabul ediyoruz,” diye itiraf ettiler üçü de.
“Ama şimdi sizi röportaj yapmak için Tirana’ya gönder- mek istiyorum,” diye devam etti gazeteci.
“Her hafta yazılarımı merkeze gönderiyorum ve diğer ya- zılar için talimatlar alıyorum. Yaptığınız eleştirel yazıları da yayımlıyor musunuz?” diye sordu müzisyen.
“Biz bir tür mizah dergisiyiz. Küçük bürokratlardan, iş- letme yöneticilerine kadar herkesi ironize ediyoruz. Ama daha fazla ileri gidemiyoruz. Eğer benden olsaydı, siyasi bürolara kadar eleştirirdim. Bu dolandırıcıları ve ruhsuz hırsızları or- taya çıkarırdım. Onları hapisten çıkarmazdım,” diye yanıtladı gazeteci.
“Bizim için konuştuğunuz şey gerçekten de böyle. Ama neden hapishane hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordu mü- zisyen.
“Gerçeklik bu değil mi? Konuştuğumuz şey gerçekten de bu. Ama hiçbirimiz konuşmak istemiyoruz, çünkü her zaman olduğu gibi bizi susturacaklar. Ama şimdi bizim için bir fırsat var. Köylerdeki komünist yoksulluğu ve ilkel prensipleri gö- rün. Hadi birlikte hareket edelim ve şeyleri değiştirelim,” diye önerdi gazeteci.
“Bugün hükümete karşı üç kez yürüdük. Aşağı hükümet!” diye ekledi Dona.
“Hepimiz açlıkla karşı karşıyayız. Her gün çay içiyoruz ve yurtta reçel yiyoruz,” diye açıkladı diğer müzisyen.
“Hala reçel var mı?” diye sordu Ardjani.
“Evet, hala aynı. Hiçbir şey değişmedi,” diye yanıtladı diğerleri.
Bu konuşma sırasında trene binmişlerdi ve tren raylarının üzerinde yürüyorlardı. Ardjani bir süre sessiz kaldı ve sonra diğerlerine baktı. “Aslında, bu tren rayları aşkın rayları olabi- lir,” diye düşündü ve sonra söylemedi. Doğru söze pür melâ- hem dediğiniz gibi, Ardjani cevap verdi: “Shkodra Pedagojik Enstitüsü’nden mezun oldum, tarih ve coğrafya bölümü. Ne- den edebiyatı bitirmediniz?” Kızlar şaşırdılar. “Hayır,” dedi
- “Ve onlar beni yüksek öğrenime gitmeme izin vermezlerdi. Çünkü ben bir Kosovalı antikomünistin oğluyum. Biyografimi biliyorlar, kızlar,” dedi. “Parti kadrosu ve örgüt var. Her şeyi biliyorlar.”
“Sizin yaşamınızda büyüdüğünüze rağmen,” dediler kızlar. “Evet, ama öyle. Biyografimizi biliyorlar, yedi kuşaktan
beri. Beni rahatsız etmiyorlar,” diye cevap verdi ve kızlar gül- dü. “Shkodra Enstitüsü nasıldı?” diye sordu Dona. “Şöyle,” dedi o. “Orada ders veriyorlar. Komünist öğretmen veya pe- dagog. Bilgi içinse, ikinci seviyede olduğu anlaşılıyor. Sadece ders okuyan ve öğretiler hakkında sorular soran pedagoglar. Başka hiçbir şey değil.”
“Parti örgütü, değil mi, tarih kürsüsü,” diye güldü o. “Özellikle ortaçağ tarihinin bir şakşakçısıydı. Tipik bir
körü körüne komünist, gizli polis casusu. Partiyi gözü ve kula- ğıydı. Kendi arkadaşlarını hapsederek casusluk yapmıştı. Kor- kunçtu,” dediler kızlar.
“Adı neydi?” diye sordular.
“Tanolo Saqellari. Aklıma geldi,” dedi o. “Çünkü adını unuttum. Tanolo Saqellari. Ortodoks komünist,” dedi Ardjani. “Çünkü komünizm ortodokslardan geldi. Ruslar bizi kötüledi. Bizim kaderimiz onlardı ve öyle kalacaklar. Çünkü komüniz- min kökleri derin, kızlar. – İşte bunu söylüyorum size. Bu kö- tülüğü yok etmek yüz yıl bile sürer,” dedi gazeteci açıkça.
“Uaa,” dediler kızlar. “Ardjani bizi dinliyor ve bizi suç- luyor.”
“Ne olacak,” dedi o. “İşitsinler. Bu rejim uzun sürmez. Edi ve Bufi Berlin Duvarı’nın düşmesine neden oldu. Gorbac- hev serbest bıraktı,” dediler kızlar.
“Ama bizimkisi hayır – Pisi,” dediler ve o. “O, ortaçağ tarihçisi gibi.”
“Gazeteci gülümsedi. “O benim bir yazar olduğumu ve üniversite öncesi yıllarda kitaplar yayınladığımı biliyordu. Asla tarih öğretmeni olmayacağımı biliyordu. Ama bana kötü
davrandı ve haksızlık yaptı. Ona ve gizli polise inanmadığım için bana kızdı. Sınavımız olduğunda, ikinci yılda üç gün Sh- kodra’ya mahkum oldum. Ve gece yarısında, bana sınav ver- mesi için onun pisliğiyle karşı karşıya kaldım. – Ne oldu?” dediler kızlar.
“Hatta iyi bir yazılı not aldığım halde,” diye cevap verdi
- “O bana ayrılmadı. Bana banal sorular sordurdu, benimle tartıştı ve beni kötüledi. Bu tür insanlar, kurbanlarının zihni- ni tahriş etmek ve bozmakta ustalardır. Sigortimden aldıkları öğretilerle. Derslerinin amacı budur,” dedi. Kızlar beklemek yerine sordular: “Peki, ne oldu sonra?” Uaa bunları söyledi, ne notlar verdin, normal dedi. Sekizden fazla hak ettim ama şüphelerim var çünkü senaryoya göre hareket ettim. Kanlı ol- duğumu biliyordu, beni kışkırttı ve ben de onu dövdüm ama şimdi yapacak bir şeyi yok. Kızlara söyleyin, o kalbinde ölü- yor. Evet, evet, dedi. Unutmuştum ama hatırlattınız. Arkadaş- larının gözleri önünde beni aşağıladı. Nerede bu ünlü yazar diye, ben derste değildim. Ama neyse ki gece boyunca onu dövdüm. Hahaha, kızlar güldü. Kardeşim, tuzaktan kurtuldun ve şimdi Arnavutluk’ta bir numarasın. En çok satan yazar di- yebiliriz. Partinin iyi yazarları gibi değil, ben onları eleştirdim, dedi Dona. Büyük yazarları kopyalıyorlar gibi görünüyorlar. Rus sosyalist yazarları kopyalıyorlar. Rusça okusan bile kim olduklarını bilmiyorsun. Rusça biliyor musun Dona diye sordu gazeteci. Çok sayıda dil biliyorum, İngilizce, İtalyanca mü- kemmel ve Rusçayı da okulda öğrendim. Tebrikler, sen beni geçtin, dedi Ardjani. İkisinin de notlarını yüksek tuttum. Kızlar harika dedi. Ama öğrenci olarak iyi değildin, dedi. Tüm ders- leri biliyorum ama onları öğretmek istemedim. Geçmek için öğrendim, öğretmen olmak istemiyordum. Edebiyat, yabancı
dil vb. istedim. Shkodra’daki tüm öğrenciler kötü bir geçmi- şe sahipti, kızlar güldü. Shkodra’yı eleştirmiyoruz ama gerçek bu. Lisede tam not aldım ama tarih öğrenmedik, coğrafya hak- kında az şey okuduk. Ben fizik ve astronomide en iyisiydim. Aklımıza gelmiyor, dedi Edi. Hayır, dediler kızlar. Bize hala ünlü olduğunuza inanıyoruz. Sen bizimle burada oturuyorsun, festival şarkınızda yazdığı gibi, bahar geldiğinde Tiran’a gi- den tren gibi. Bir an sessiz kaldılar, sonra Dona şöyle dedi: Çok sevdik o şarkıyı, Tiran’a giden trende aşkı anlatıyor. Her gün şarkınızı söylüyoruz. Beğendiniz mi diye sordu gazeteci? Evet, çok dediler. İçeride bir profesyonel olduğunu hissedi- yoruz, dedi Dona. Sonra devam etti ve şaka yollu “Sen tarih öğretmeni olarak mı çalışıyorsun?” diye sordu. Kızlar güldü. Tüm bu yeteneğin öğretmenlik yaparak sona ermesi komik, dediler. Emos’a bak, dedi. Ben kurallara uyan bir öğrenciy- dim. Birçok kez poliste kaldım. Hatta jeomorfoloji sınavının gecesi Shkodra polis bölgesinde tutuklandım. Çok komik, diye ekledi ve hesap ödedi. İzolasyonda kaldığın üç günün hesabını yaptılar ve seni gece yarısı sınavına gitmeye zorladılar. Göz- lerini açtılar.. Aynı anda kızlar “Kim yaptı bunu?” diye sor- dular… Kesinlikle o pis pedagog yaptı Çünkü kötü davrandı Ve iyi bir not aldığım halde şüphe duydu bana Karne notumu saklıyorum hala Daha sonra yayınlayacağım. Hahaha, kızlar güldüler Çok sinirliydi O komünistti ve kurallara sıkı sıkıya bağlıydı Zamanın yasalarını çiğneyenleri cezalandırırdı Uzun saçlarından başlayarak Modayı takip eden tüm öğrencileri bile Bastırırdı ve karşı çıkanları kötüleyerek sustururdu -Hehe, Ar- djani güldü Biz ne moda yapıyorduk ki Biz fakir, desteksiz ve çaresizdik Ben öksüzdüm, ne yapabilirdim ki bu rejime karşı Ne pantolonla ne de binlerce liralık elbiseyle ne yapabilirdim
Hahaha, kızlar güldüler Sen güçlere karşı mısın kardeş gaze- teci Biraz önce dediğim gibi, bu rejim yeterince düşmeli Artık ekonomik krize giriyoruz Elinden cebine doğru baktı ve biraz düşündü Saçlarını düzeltti Sonunda dedi: Mağazalara bakın, yoksulluğa bakın Afrika’dan daha kötü durumdayız Anlıyor musunuz… Bu yolda birisi fedakarlık yapmalı Ama diğerle- ri kurtuluyorlar Gerçekten dedi kızlar Çok zor bir durum ve bu işi yapmamız gereken biziz Tirana, Shkodra Üniversitesi öğrencileri gibi Ama eklediler Ardjani’nin konuşmasına ce- vap olarak Eğer hala öğrenci olsaydım dedi Ardjani, doğrudan Shkodra’nın merkezinde protestoya başlardım Çünkü bu ağır komüniste karşıyım Bizi sahte sonuçlarla yalan söyleterek ka- ralamaları var Hiçbir şey üretmiyoruz ve hiçbir şey yemiyoruz dedi Ardjani.. Trenin zeminiyle ilgili olarak “Çok güzel bir düşman” dedi şakayla kızlar Donika başını kaldırdı ve Mo- zeyi onayladı Ne kadar güzel bir düşman, çok yakışıklı, uzun boylu ve çok zeki Tam bir erkek dediler işaretlerle İkisi de gazeteciye hoşlandı ama Dona kısaca kesti “O benim” dedi ve aynı işaretle cevap verdi Moza’ya.. “Anladın, kutlu olsun” dedi o, kızlar gülerken Tren, batı düzlüklerinin küçük tepeleri ve çöküntüsünün tortulu ve çöküntülü arazisinde hızla ilerler- ken, Ardjani’nin jeomorfoloji dersi aklına geldi Çünkü o çok iyi biliyordu tüm dersleri Ama bu derslerde pek görünmüyor- du çünkü amacı sadece okulu bitirmekti ve gazeteci olmaktı Ve… en iyi gazeteci oldu Arka planda konuşan öğretmenlerle tanışmak istedi ve onlara şöyle dedi: “Şimdi ben Şimdi en ünlü gazeteciyim” dedi ve gazeteci oldu. “Bu arada geçmişi düşü- nürken, öğrenci düşüncelerini böldü. Gözlerini ondan ayırma- yan keman çalan kız Dona’ya döndü ve “Sizi sevdik” dedi. “İlk görüşte arkadaş olduk.” Rasti kralı izotu. “Ama neden
bahsetmiyorsunuz?” Dona cevap verdi. “Gazeteci olduğunuz için hemen soruyorum, sevgiliniz var mı yoksa evli misiniz?” “Neden soruyorsun?” diye sordu ve sol gözünü kapatırken işa- ret yaparak devam etti. “Belki ilginizi çektim?” “Tabii ki ha- yır, oğlum. Bana bakan her kız” diye güldü. “Ama gerçekten sevgilim yok ve bekarım. Ayrıca hiçbir yerde durmuyorum, ihtiyaç duyulan her yerde hizmet veriyorum.” “Oh, öyleyse özgürsünüz. Ne kadar güzel!” dedi Dona şaşkınlıkla. “Sen de güzelsin,” diye cevapladı Ardjani ve devam etti. “Nasıl olur da ikimizin de mavi gözleri var?” “Gerçekten çok benziyo- ruz,” diye ekledi Moza. “Ama öyle görünüyorsunuz, kardeş ve kız kardeş gibi,” diye ekledi Shkodranja. “Hayır!” dedi Dona ciddiyetle. “Ve diğer kız da öyle. Büyük aşklar tren yolculu- ğunda doğarlar, değil mi?” “Öyleyse nasıl açıklayabilirsin?” diye sordu Moza ve tren koltuğuna yaslandı. “Tanımadığımız insanlarla trende karşılaşıyoruz ve bir anda her şeyi konuşu- yoruz, hem kendimiz hem de diğerleri. Psikolog önünde açı- lıyoruz. Yıllardır tanıdığımız arkadaşlar gibiyiz.” “Yani aşık olduğunu söylüyorsun?” dedi Dona’ya kulağına. “Kapat hadi aptal!” diye bağırdı Dona. “Gazeteci seni dinliyorsa yakala- nırsın, aptal!” diye dalga geçti Moza. Ve konu değişti. “Aşk hakkında çok yazdınız,” dedi Moza. “Ve parti için hiç şiiriniz yok,” diye güldü tekrar Shkodranja. “Arkadaşım, şanslıydım,” diye cevapladı Ardjani. “Bu sınıf savaşları bazen hayal gücü- mü kaybederler ve ben kaybeden kitabımı yayınladım. Hala üniversiteye gitmedim. Rrethi Nëntori dergisinin yarışmasında cumhuriyetin ilk yerini aldım ve bu bağlantıyı kurmama yar- dımcı oldu. Biyografime bakmaksızın üniversiteye gitmek için yolumu açtılar.” “Ve daha çok astrofiziğe ilgi duyuyorum,” diye ekledi. “Gerçekten mi?” diye güldüler. “Bugün başka bir
şey konuşmuyoruz, değil mi?” “Evet, bugün seninle birlikte konuştum. Açıkça söyledim. Bugün başıma gelenler hakkında hiçbir fikrim yok. Ama sizin gibi bir güzelliğe yakın olup ko- nuşmamak imkansız,” diye bitirdi Ardjani. “Gerçekten mi?” diye sordular ikisi de aynı anda. “Evet, kardeşim, özellikle bu Dona gibi,” diye yanıtladı.
“Evet evet kardeşim, özellikle bu Dona, dergi kapağı için ne söyledi acaba? Gerçekten dedikleri doğru mu? Ve na- sıl başlık atacaklarını söyledi Moza ironik bir şekilde düşü- nüp, “Peki, bu kez ‘Kemanlı hanımefendi Donika’nın eseri’ diyelim” dedi. Ardından her ikisine de baktı ve “Gerçekten söyledikleri doğru, evet” dedi. “Bu güzel arkadaş da bir yete- nek. Güzel besteler yapıyor. Şarkılarını festivalde söylemek için gönderdik ama kabul etmediler. ‘Bizim tanıdığımız yok’ dediler. Sen besteciymişsin, Donika hanım” dedi ve Dona’ya doğru bakarak sözlerine devam etti. Dona şaşkınlıkla Ardja- ni’ye baktı ve cevap verdi. “Evet, evet, ben de bir şairim. Ama kimse hiçbir zaman bestelerimi kabul etmedi” dedi. Ardjani ciddi bir şekilde cevap verdi, “Gerçekten mi? Öyleyse bu fes- tivalde ben sözleri yazacağım ve sen de müziği yapacaksın. Kabul edilir mi, edilmez mi, bakacağız.” O, gözleri o kadar açıldı ki, hayal gibi geldi, tren hayali. Sonra başını salladı ve gerçekten seyahat ediyormuş gibi göründü. Önceden yazı ya- zanlar bile onu dinliyordu zamanında. Ve en sevdiği aşkına düşmüştü. Diğer şeylerin yanı sıra, çok güzeldi. Verior da öyleydi – Poo bile. “Benim için çok daha iyi,” dedi. “Koso- valı olduğunu söyledi. Ama Tanrı’nın bana getirdiği gibi bir şey. Bir masalda gibi ya da fallarda söylendiği gibi mi?” dedi kendi kendine. “Görelim,” dedi Shkodranja. “Kendine cevap veriyor gibi görünüyor. Ne dedi Moza? Seni yakaladığını sa-
nıyorum,” dedi ve güldü. “Hiçbir şey içmedim,” dedi Moza. Ardjani, “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. “Buradan manza- rayı görmek için dışarı çıkacağım,” dedi Moza. “Tamam, iyi kız,” dedi Ardjani. Ve Moza’yı Dona ile yalnız bıraktığını fark etti. Dona’ya “Gerçekten festival için bir işbirliği yapabiliriz. Edyta ile tanıştık çünkü. Seninle böyle yakın olan biriyle hiç karşılaşmadım,” dedi. “Kardeş miyiz?” dedi Dona, “Çünkü çok benziyoruz.” “Kim bilir?” dedi Ardjani ironik bir şekilde. “Baban güzel anneni görmüş ve… Aha, ne güldü. Gerçekten annem ben doğduğumda öldü, babamla Shkodra’dan ayrıldık ve o zamandan beri Tiran’a yerleştik. Bu yüzden belki baban annemi tanıdı. Ama o babamın sevgilisiydi. Sadece babamdan önce tanışmış olabilir,” dedi ve sonra ironisine cevap verdi. “Kim bilir?” dedi. “Annem uzun süre Shkodra’da kaldı ve bi- lindiği gibi…” “Aha, ikiniz de güldünüz. Umarım kan bağı yoktur,” dedi Ardjani. “Hayır, hayır,” dedi Moza. “Bırakalım bunları.” Birkaç dakika sessiz kaldılar ve ardından “Hayat ironiktir ama bizim başımıza neden böyle ironik şeyler geli- yor?” dediler. “Hayır, olamaz. Ellerimiz çakışır gibi görünü- yor,” dediler. Ardjani şöyle devam etti: “Ben bir yetimhanede doğdum, babam Kosovalıydı, kötü bir anti-komünist geçmişi vardı ve annem Shkodra’dan geliyordu. Ancak doğumhanede beni bana getiren bir Yahudi kadın olan Jasemin tarafından beslendi. Beni bir yıl emzirdi ve sonra bir türlü besleyeme- yeceğini anlayınca yetimhaneye bıraktı. Bu kadar biliyorum. Öyleyse, gerçeği bulmak için gideceğim ve doğru annemi bulacağım. Ben parti çocuğu olarak büyüdüm. Anlıyorsunuz, ben genç bir bayanım. Aha, ikisi de güldüler. Komünistlerin nasıl hatırlandığını hatırlıyor musunuz? dedi genç adam. On-
lar şakalaştılar. “Neden gülüyorsunuz?” dedi Moza, geldi ve yerine oturdu. “Evet, işi bitirdin, bir araya geldin mi?” dedi. İkisi de şaşkınlıkla “Nasıl bir bağlantınız var?” dediler. “Bıra- kın şimdi bunları,” dedi Moza. “Tamam, hadi devam edelim.” Birkaç dakika sessiz kaldılar ve sonra “Hayat ironiktir, neden bize böyle ironik şeyler olur?” dediler. “Hayır, olamaz. Elleri- miz çakışır gibi görünüyor,” dediler. Ardjani şöyle devam etti: “Ben bir yetimhanede doğdum, babam Kosovalıydı, kötü bir anti-komünist geçmişi vardı ve annem Shkodra’dan geliyordu. Ancak doğumhanede beni bana getiren bir Yahudi kadın olan Jasemin tarafından beslendi. Beni bir yıl emzirdi ve sonra bir türlü besleyemeyeceğini anlayınca yetimhaneye bıraktı. Bu kadar biliyorum.”
Moza’ya döndü ve “Sizi festival için işbirliği yapmaya davet ediyorum. Edyta ile tanıştık çünkü. Seninle bu kadar yakın olan biriyle hiç karşılaşmadım,” dedi. “Kardeş miyiz?” dedi Dona, “Çünkü çok benziyoruz.” “Kim bilir?” dedi Ardja- ni ironik bir şekilde. “Baban güzel anneni görmüş ve… Aha, ne güldü. Gerçekten annem ben doğduğumda öldü, babamla Shkodra’dan ayrıldık ve o zamandan beri Tiran’a yerleştik. Bu yüzden belki baban annemi tanıdı. Ama o babamın sevgilisiy- di. Sadece babamdan önce tanışmış olabilir,” dedi ve sonra ironisine cevap verdi. “Kim bilir?” dedi.
Bir süre sessiz kaldılar ve sonra konuşmaya devam etti- ler. Ardjani, “Sana şaşırdım, sen bir filozofsun. Neden sanat enstitüsüne gittin, boşuna gitmiş olabilirsin. Filozofiye gitsey- din daha iyi olurdu,” dedi. “Çünkü Sanat Enstitüsü, içinde en az komünist ideoloji olan tek yerdir,” diye cevapladı Moza. “Diğer fakültelerde her yer komünist ideolojiyle doludur. Bu hayatı bize zehir ediyorlar. Bu kardeşlerimizin hayatını mah-
vediyor. Ama umutlu olmalıyız, Reagan-Gorbachev görüşme- si komünist dönemi sona erdirdi. Bunu unutmayın, bir arada mıyız, değil miyiz? Bu olacak mı ya da olmayacak mı?” İki- si de gözlerini açtılar. “Gerçekten mi?” dediler. “Evet,” dedi Moza, “komünizm sona erdi. Ama komünistler hala iktidarda olacaklar. Bu ülkeyi asla barışa bırakmayacaklar. Unutmayın, size söylediğim şeyi. “İkisi de sessizce dinlediler. Ve sonra “Lütfen Ardjani, yüksek sesle konuşma, bizi rahatsız etme,” dediler. ” Bu metinde, “Bu kişiler bizi casusluk yapmasınlar” sözü geçiyor. Varja şöyle dedi: “Ben öğrenci olmadığımdan ve onlar beni tanıdıklarından dolayı bu kişilerin bizi casusluk yapacaklarından korkmuyorum. Eğer ben Lenin-Stalin-En- ver Hoxha gibi ölü heykelleriyle birlikte komünizmi yakmış olsaydım, bu onların provokasyonu olabilirdi. Ama ben ku- lak değilim, belki öyleydim ama şimdi ulusalcıyım. Ben Av- rupa’yı ve tüm Avrupa’nın Shqiperya, Kosova, Çamerya ve doğal olarak herhangi bir bölgesini seviyorum. Bu komünist- lerimiz hiçbir şey yapmadılar, sadece bizi bastırdılar, ordu- muzu geçit törenleri ve kendi çıkarları için kullandılar. Bizi korkutmak için değil, Arnavut topraklarını özgürleştirmek için kullanmadılar. Ama NATO, buna müdahale edeceğini söyledi ve bize saldıracaklarını söylediler. Ama biz bir çatışma başlat- mazsak, doğru değil dedi. Onlar bizi özgürleştirecekler, işgal etmeyecekler. Edi, senin bu korkuların komünist ideolojisin- den kaynaklanıyor. Ama NATO komünizmi, Sovyetler Birli- ği’ni vb. sevmez. NATO bizim orada olma hayalimizdir. Aynı fikirdeyiz dediler, arkadaşlarının sözlerinden şaşırdılar. Ama nasıl olacak? Bu adamların devrilebilme ihtimali var mı? diye sordular kızlar.
Bu gangster ve komünist kliğesi devrilecek ve bir gün NATO’ya gideceğiz dedi adam. Kızlar, hatırlayın, bu konuş- ma bitti dedi. Ama bize ders vermen gerekiyor, dediler. Ama gerçekten bizi şaşırttın, biz de bildiklerimizi öğrendik dediler. Birbirlerine baktılar ve bu adamın bir casus olmadığına karar verdiler. Bilgili bir kişi olduğu için ona hayran kaldılar. Adam, “Nereden öğreneceksiniz, nereden öğreneceksiniz? Sadece yabancı televizyonlara bakın ve dediklerimi doğrulayın” dedi. “Evet, evet, haklısın” dediler kızlar, sözleriyle şaşkın ve kork- muş bir şekilde dolu olan bu cesur konuşmaya. Arkadaşların- dan bu kadar etkileyici ve inandırıcı bir konuşma yapabilen bir yazar olmasaydı, herkes onu provokatör olarak görürdü. Ama her ikisi de sonunda onun temiz bir insan olduğu sonucuna vardılar. Birbirlerine baktılar ve içtenlikle ona güvendiler ve casus olduğu korkusunu ortadan kaldırdılar.
Tren sadece raylar üzerinde hızla ilerliyordu ve görelilik prensibi her zamankinden daha gerçekti. Gazeteci ile birlikte zaman duymadan veya bilmeden geçiyordu. Kızlar onlara on iki katlı binalarda yaşadıklarını söylediler. Öğrenci şehrinde. Onlara tam adreslerini ve her şeyi anlattılar. Okulda ne zaman ders aldıklarını, ne zaman bittiğini vb. anlattılar. Moza bir öğ- renci yurdu öğrencisiyken Dona ona her gün gelir ve birlikte çalışırlardı. Okulun en sevilen çifti ve Deshmorët e Kombit Bulvarı’ndaki en popüler ikisiydi. Ünlü yönetmenler bile on- ları filmlerinde oynamaları için davet etmişlerdi ama onlar sadece eğitimlerini tamamlamak ve özellikle müzik alanında kariyer yapmak istiyorlardı. Keman çalan kızlar her yerde ta- nınırlardı ve Donika Sanat Enstitüsü’nün en yetenekli öğren- cisiydi.
Bu akademideki en yetenekli öğrenci olan arkadaşı hak- kında Ardjani’ye açıklama yaptı.
Büyük aşklar baskıcı ve aldatıcı rejimlere karşı çıkan in- sanlarla doğar. Diktatörlükler tarafından yönetilen ve halkı ezilen devletlere karşı çıkanlarla doğar. Ve şimdi bu büyük aşkların sonu hızlı geliyor.
Büyük aşklar Tanrı’nın verdiği bir armağandır ve Tanrı, erkek ve dişi iki yaratık aracılığıyla onları hayata geçirir. Kut- sal gökyüzü ruhu aşktır. Aşk felsefesi nesilden nesile devam eden hayattır. Herkes aşktan doğar ve hayat yeniden canlanır. Ardjani düşüncesini tamamladı ve tüm felsefi teorilerin sürekli yaşamdan kaynaklandığını kanıtladı. Hepsi aşktan doğdu ve dünya, galaksiler vb. dahil olmak üzere her şey aşktan doğdu. Bu teoriyi okuyup öğrendiği için kendisi de şimdi deni-
yor. Tren yolculuğunda tanıştığı ve kendisine çok benzeyen bir kıza aşık oldu. Gözleri, burnu, boyu, cildi rengi ve hatta az miktarda sivilcesi bile tamamen aynıydılar. Bu kızın ünlü der- gilerin yıldızlarından daha üstün olduğunu söyledi. “Bu kızı nasıl sevmezsiniz?” diye sordu. O tamamlanmış bir insan ve nadir güzelliklere sahip. Yüksek okul eğitimi de var ve yarı kuzeylidir. Biraz milliyetçi teoriye güldü. “Kendine köyden bir kadın al. İyi bir icadı var.” dedi. Yani tanıdığı biriyle ev- lendi. Çünkü iyi tanıdığı biriyle evlenirse ayrılık ve boşanma olmaz. Bu yüzden ona sarıldığında, oyun bir hayaldir. Koso- va şarkısını hatırladı, Mutluluk ve biraz korku. Kendi kendine şarkının ritmiyle cevap verdi.
“Sonunda aşık oldum,” dedi ve düşüncelerinin uyku- sundan kafasını kaldırdı, ama gözlerini değil. Bu iki müzis- yen kızla yaptığı yolculuk boyunca ne anlattığını hatırladı. Birkaç dakika boyunca düşünüp hiç konuşmadılar. Belki de
onları casusluk yapacağım korkusu vardı diye kendi kendi- ne düşündü. Ve önemli bir şeyi açıklamak için uyandı. İşte gerçekten rejime karşı olduğu ve onların en iyi arkadaşları oldukları, Tanrı’nın hediyesi olarak getirdiği en iyi arkadaş- lar oldukları. “Tanrı sizi trende getirdiğinde gerçekten var,” dedi. “Yani sizi tanıştırmak için Tanrı sebepti.” “Gerçekten mi?” dedi Ardjani. “Evet,” dedi Donika, çok şaşkın bir şekilde söyledikleriyle, gözlerini biraz daha açtı. Ardjani, gülümseye- rek, “Gerçekten öyle söyledim,” dedi. “Şakayla karışık değil, ciddiyim. Ama sen gerçekten çok güzelsin,” diye devam etti Donika’nın sözleri üzerine. Donika, kendisine cevap vermek için düşündü ve sonra şöyle dedi: “Peki, sen kendini aynada gördün mü? Ne kadar güzelsin Ardjani ya da Ardian, ne dersen de,” dedi. “Evet, Ardjani. Hayır, şaka yapmıyorum. Ama iyi bir kalbim var ve dürüst bir insanım,” dedi. Sözlerini tamam- ladıktan sonra tekrar Donika’ya döndü ve “Sen çok güzelsin ve her seferinde Tiran’a geldiğimde seni görmek istiyorum. Eğer bana izin verirsen,” dedi. Donika, “Tabii ki gelmeni is- terim,” diye cevapladı. “Sözünü tutacağını biliyorum, şimdiye kadar söylediğin her şeyi tuttun,” diye ekledi. Ardjani, “Her zaman sözümü tutarım,” dedi. “Eğer Allah bana yaşamak ve bu bedende kalmak için izin verirse, tekrar geleceğim,” diye devam etti. Donika, “Elbette geleceksin,” dedi. “Allah’a dua ediyoruz, senin iyi olman için,” diye ekledi. Arka planda bir aşk rüzgarının doğduğu ve birçok gökyüzü işaretinin düştüğü görüldü. Gökyüzü her zaman yaşam işaretleri ve sevgi getirir. Ancak Tanrı’nın insanlar arasında sevgi ve dostluk getirdiği de görülüyor. Tren, partiye olan nefret ve birbirlerine olan aşk- la dolu bir yolculuğun sonuna yaklaşıyordu. Karakterler, rejim ve yoksulluk tarafından baskı altında tutuluyordu. Zihinleri,
ideolojik düşüncelerle doluydu. Ancak alt kültürü bilenler, gerçekliğin farkındalığına sahipti. Hayatın burada korkutucu ve umutsuz bir gerçeklik olduğunu biliyorlardı. Sigortadan ve siyasi cezalardan korkuyorlardı. İzole yaşamak istemiyorlardı ve Stalinist topraklarından uzak kalmak istiyorlardı.. Gökyüzü onların yeri ve ruhunun yeri. İki kuş gibi kıtaları aşarak yük- seklerde uzaklaşmak istiyorlar. Güneş ve baharın olduğu yer- de olmak istiyorlar. Çünkü uçuş özgürlüğü getirir ve özgürlük tüm mutlulukları getirir. Sonra batıya doğru uçmak istiyorlar ve güneşle birlikte olmak istiyorlar.
Yerden ne kadar yükseğe çıkarsanız, o kadar güvenlidir. Zaman ve yerçekimi anlamsız hale geldiği yerde, siyah çukur- lar her suçlu ve diktatörü emer ve doğal bir seçilim yapar. İyi kötüyü yenmek ve bu küçük yerimizi, Ortodoks, Slav ve Ma- sonik ideolojiye köle yapan liderlerimiz tarafından istila edilen bir yerimizi yok etmek için. Liderlerimiz her zaman bizi Karl Marx, mafya ve arkadaşları gibi bazı hastalıklı insanların kö- lesi yaptılar. Ama başka bir yere gitmek ve yaşamak yerimiz yok. Bu yüzden acı çekerek kaderimize mahkum olduk.
Gazetede iş numarası, uyku için Shkodra’daki binanın nu- marası veya evin numarası, akademideki santralin numarası, hepsi trende birbirleriyle değiştirdikleri numaralardır. Onları çantalarına koydular ve numaraları hatırlamak için beyaz bir kağıdın üzerinde keserek güvende tuttular. Belki de hayatları boyunca bu trenddeki buluşmayı hatırlayacaklar, aşkı ve Do- nika’nın eşini getiren buluşmayı.
Kader ve ölüm her zaman insanların teninin yakınında, takip ettikleri bir gölge gibi. Kader ve aşk birlikte olmalı ve insanlar onları aramalıdır. Gölgede kalan insan asla gölgeden çıkmaz. İnsanlar kaderi aramalı ve ona ulaşmak için yapabile-
cekleri her şeyi yapmalıdır. Aşk her zaman oradadır, sonuna kadar, kıyamete kadar. Tüm teoriler, Tanrı’nın kaderi ve aşkı getirdiği sonucuna varır. Sen insan olarak onları aramalısın! Ardjani Donika’yı kucakladı ve kaderin ve aşkın her zaman sonuna kadar birlikte olduğunu ifade Gökyüzü onların yeri ve ruhunun yeri. İki kuş gibi kıtaları aşarak yükseklerde uzak- laşmak istiyorlar. Güneş ve baharın olduğu yerde olmak isti- yorlar. Çünkü uçuş özgürlüğü getirir ve özgürlük tüm mutlu- lukları getirir. Sonra batıya doğru uçmak istiyorlar ve güneşle birlikte olmak istiyorlar.
Sayıları yazmak için iyi yazmamız önemli değil, düşüncelerimiz aynı olmalı. Hahaha, bu komikti. Ardjani, ka- falarını sallayarak, onların düşünceleriyle aynı fikirde olduğu- nu söyledi. Bugün tüm düşünceleri aşk öyküsünde birleşti, ilk bakışta kader ya da Tanrı tarafından trende getirildi. Bakın, yolculuğun sonuna yaklaşıyoruz. Gerçekten de bu yolculuğun daha uzun sürmesini istedim ama zaman ilerliyor ve hiçbir şey eskisi gibi değil. Hareket devam ediyor ve doğadaki canlılar ve gezegenler arasında çekim kuvvetleriyle bağlantılar kuru- luyor. Her şey başlangıçtan doğar, her gün güneş doğar ve her gece batarken kaybolur. Tren yolculuğu gibi sonunda bitti. Komünizm de sona erecek. Ciao, sizi seviyorum. Kelimelerim burada sona eriyor. Ne yazık ki, günler çok hızlı geçiyor. Gü- neş yok. Hiçbir şey kalıcı değil. Hayat kısa bir gölgedir ve ge- çer. Hiçbir gölge kendini takip etmez. Sadece ay var ve çekim gücü, denizlerin üzerinde ve dünyanın her yerinde. Her şey geçicidir, sadece farklı ölümler farklı zamanlarda var. Ardjani, filozofik düşünceleri yeni trendeki karakterlerle birleştirdi. O aşık ve daha da fazla heyecanlanıyordu, Donika’ya olan hisleri onu titretiyordu. Ama ona açıkça söylemedi ki onu seviyordu,
ama karşılıklı aşk açıktı ve bu onaylanacak bir şey değildi. Bi- linmeyen her şey sonunda eşitlendi. “Ama lanet olsun” diye düşündü, kendine sordu: “Onlardan ne anladım?” Puppu, ken- disiyle dalga geçti. Ama savaşçı ve filozof olduğunu düşündü. “Git cesur ol ve kızla buluş, o seni seviyor.” “Ama bu kız ol- madan ne yapacağım?” dedi kendi kendine. “Pupupup, yoksul bir adam olarak ne yapacağım? Sonra tüm hayatım boyunca ağlayacağım.” Sonunda kendisiyle konuşmayı bıraktı ve ay- rılmaları gerektiğini fark etti. Ardjani, “Yolculuğun sonuna geldik” dedi. İki taraf da aynı fikirdeydi ve kızlar, kemanlarına yardım etmelerini istedi. “Çünkü ağır olduklarından zor taşı- nıyorlar.” “Taşıyabiliriz” dediler kızlar. “Sadece bize yardım et, insanlar kalabalık ve sıkışıktı ve birbirlerini ittiriyorlardı.” Herkes gülümsedi ve Ardjani “Bir daha birlikte çıkmalıyız” dedi. Sonra herkes kendi yoluna gitti. Ciao.” “Dona” dediği- ne göre herkes kendi işinde olacak, kimse bize bakmayacak mı dedi? Kim dedi ki kimse bize bakmayacak diye, ben tren istasyonunun yanındaki Zëri Popullit gazetesinin ofisindeyim ve çok uzun yolumuz yok, anlıyor musunuz? Yine konuşacak, öyle ki burunlarınızdan çıkacaklar. Hahaha, kızlar güldü. Bi- zim istediğimiz bu, bizi burunlarından çıkarmanız erkekler. Gel bize gel, ve işte, biz işte bu zorluklara hiçbir şikayetimiz yok, diye ekledi Dona…
Tren istasyonda durdu. Bu tren binlerce aşk taşıyor, dedi içinden Ardjani. Ve acı, yoksulluk, rejime karşı suçlamalar ve farklı düşüncelere sahip olan herkesi susturmaya çalışanlar. Ne kadar kötü, bu tren yolculuğu bu şekilde sona erdi. Bu be- nim kaderim, diye düşündü Ardjani. Bu kadar çok kötü insan olamaz, diye düşündüm, çoğu insan kötü, birbirlerini yiyorlar,
diye ekledi. Kardeşler, Tanrı bu iki kızı koru, özellikle Do- na’yı, dedi. Hahaha, erkekler güldü. Ve ben sadece kendim için düşünüyorum, biraz bencil olduğumu düşünüyorum, ama geçecek. Asla senin için yalvarmaktan hayal kırıklığına uğra- madım, ey Tanrım. Ve kendi kendine biraz güldü.
Kızlar ne dedi diye sordu. Hiç düşündüm, bu trende ne tür insanlar var. Ne kadar iyi ve ne kadar kötü. Bir hesap yaptım, dedi Dona, Kosova lehçesiyle. Biz büyük okyanusta birkaç su damlasıyız, Tanrı yarattı ve iyi yaptı, ölümlüyüz. Çok aşağılı- kız. Her et yiyen hayvanı geçiyoruz. Tanrı’ya şükürler olsun, biz acımasızız, hizmetkar ve lekesiziz. Tam bir Makiavelist, dedi. Maksat aracı haklı çıkarır. Makiaveli’yi okudunuz mu diye sordu Ardjani şaşkınlıkla. Evet, dediler kızlar. Ama ayrı- ca bazı ifadeleri Marksizm’de öğrendik. Yani, her şey burada başaşağı ve komünist ideoloji ve parti öğretileri altında yo- rumlanıyor. Bu insanlar tek başlarına ekmek yiyorlar ve ezili- yorlar. Hiçbir gelişimleri yok, ne kültürel ne de bilimsel. Ama hepsi ellerindeki oyunu veriyorlar. Bu adamlara yani kısacası düşünceye kıymet vermiyorlar, dedi.
Üçü de gülümsedi. Çok kötü durumdayız, bu yüzden se- çim yapmamız gerekiyor. Herkes doğabilir ve toplumu kir- letebilir. Örneğin, hepsi komünistler ve özgürlük, eşitlik ve gelişme isteyen bizim gibi insanlara aldırmazlar. Bu adamlar çoğunluğu oluşturuyor ve oylarımızın değeri aynı, karşı veya destekleyici. Neden böyle konuştuğunu kabul ediyorsun? – Evet, evet, kızlar doğru söylediler. Kirli insanların kirli bir yerde olduğu. Casuslar ve saraylılarla dolu bir yer, dediler. Benim böyle yaşamamıza izin verilmediği için kendimizi böy-
le hissetmek istiyoruz. Eğer ayaklanırsak on binlerce insan ölecek, ama diğerleri özgürlük kazanacak vs. dedi Ardjan ve ekledi: Sessizliğin adaletsizliğe uğramış olanlar için bir hile olduğunu kimse unutmamalıdır. Eğer hepimiz ayaklanırsak hayatımız veya ölümümüz mümkün. NATO doğrudan müda- hale edecek ve bu insanların ordusunu ve yöneticilerini kısa sürede yok edecek, dedi Ardjan öfkeli bir şekilde. “Yedi daki- kada NATO bunları kıracak” dedi. Yedi dakika mı, diye sordu kızlar? “Daha az bile” dedi Ardjan.
Umuyorum, dedi kızlar. Sözünüzü Tanrı’ya verin ve o gün gelinceye kadar bekleyin. İkisi de aynı anda konuştular: Dönüşüm gerçekleşecek, eminim. Ama neden bu fikirlerle deli oluyoruz ve bu kötü adamı iktidarda bırakıyoruz? Demokrat gibi görünen ama gerçekte iki yüzlü olan bu adam sınırlarımız- da insanları öldürüyor ve tutukluyor, herkesin açıkça sistemi eleştirmesine karşı. Ve hükümette bir parti varken, halk açlık- tan ölüyor. Bu ne kadar saçma, dedi Ardjan. Amerika bu hü- kümeti nasıl bıraktı, bilmiyorum. Batılılar bazen istikrar için demokrasiyi feda ederler, dedi. Ancak bu insanları kabul etme- yeceklerdir, ne Amerika ne de Avrupa. Bu onların hatası, dedi Ardjan. Şimdi onlar yüzyıllık hatayı düzeltmeli. Bir komünist Kore’yi Avrupa’nın kalbinde kabul etmezler. Bu bir zaman meselesidir ve bu yaşlıları yıkacaklar. Avrupa da sosyalistler gibi düşünmüyor ve onları kucaklamayacak. Her gün bu insan- ların iktidarda kalması, Arnavutluk için zararlıdır. Sosyalizm masonik ve ortodoks diktatörlüktür, şeytani prensiplere daya- nır ve herkesin birbirini öldürmesine izin verir. Dolayısıyla, her ne pahasına olursa olsun devrilmeleri gerekiyor.
Neyse, kızlar, komünizme karşı felsefe ve düşmanlıkla yoruldum. Ama her zaman böyle oldum ve bugün de öyleyim. Ben arkadaşlarımla tanıştığımda, sizinle aynı fikirde olduğu- mu göreceksiniz. Siz benim insanlarım olarak kabul ediyorum ve başkalarından daha yakınım bile, dedi. Teşekkür ederiz, dediler ve minnettarlık gösterisi olarak kalplerine dokundular.
O zaman gidelim, dedi Ardjan. Bugün ayrılıyoruz ve yakında enstitüde veya yurtta buluşacağız. İyi şanslar, dedi Dona. “Sorun değil” dedi Ardjan. Kimse seni tanışmayacak güzel hanımefendi. Ve sen de çok güzelsin, Ardjan dedi açık- ça. Ayrıca gerçekliği çok iyi anlıyorsunuz ve komünist değil- siniz. Hahaha, Ardjan güldü. Önünde güzelliği ve ince zekası olan herkesi unutuyor. ok teşekkür ederim. Aşağıdaki metni Türkçe’ye çevirdim:
Kız iyi olduğunu söyledi ve kolayca onu sarıldı. Dona’yı arkasına sıkıca sardı. Her şey çok hızlı gitti, kızın kemanıyla Donika’yı gördü. “Bak ve hatırla, keman çalan kızı” dedi. “Sen Skenderbeu’nun Donika’sından daha güzelsin” diye ekledi.
O kollarında kaldı ve onu öpmek istedi. İlk aşkı, hiçbir şe- yin silinemediği veya unutulmadığı kalbine yerleşti. İlkbahar- da açan çiçeklerin simfonisi gibi, yavaşça yaprakları sallanan ve yere düşen, henüz yerçekimi veya dünya etrafında dönen gezegenlerin etkisi hakkında hiçbir şey bilmeden düşen yap- raklar gibi. Onlar Tanrı’nın yapraklarıdır. İkisi de öyle.
Tekrar sıktı ve yanaklarından öptü. “Gidiyorum sevgi- lim” dedi. “Seni öpeceğim” dedi. “Ama şimdi tren istasyonun-
dayız.” Güldü. “Seninim” dedi yüksek sesle ve tekrarladı. “Se- ninim.” Sonra gitti ve aşkının ağırlığıyla başı dönen bir şekilde kızı geride bıraktı. Donika’nın ne zaman gelin olacağını sordu. Ayrılırken, tren park yerinde bıraktığı motorunu aldı ve ateş- ledi. Arkasında birkaç duman bulutu bıraktı ve ilk danslarının müziği hava arasında yankılandı. “Sizi göreceğim” dedi. “Aşk büyük bir bakışta doğar ve sabah trenlerinde” dedi. Kızlar gül- dü ve onayladı. Hiçbir itirazları yoktu. Dona’nın antikomünist bir yazarla aşık olduğu gerçeği, Tiran’a giden tren yolculu- ğunda gerçekleşen en büyük tesadüftü ve kimse bu genç yazar olan Ardjan’ın sosyalizmin ve komünizmin çürümüş felsefe- lerine olan nefretini ve öfkesini bilmiyordu. Bu rejimlerin ya- rattığı acı, yoksulluk ve baskıya karşı savaşan bir adamdı. “Bu komünistler suçludur” dedi Donika. “Felsefeleri yoksulluk ve baskı üzerine kuruludur. Zenginler fakirleri öldürdü ve zengin kaldılar. Bu sol parti devrilmeli, devrim bile silahlarla olsa. Bazılarımız öleceğiz ama diğerleri özgürleşecek ve Avrupa’ya katılacağız. Biz Avrupa’nın halkıyız, Hristiyanlığı kurduk ve onu genişlettik.” us kızılardan ve komünist masonlardan hiç- bir bağımız yok,” dedi Ardjan, sadece kızlarla değil, patronu ve diğer güvenilir insanlarla da konuşuyordu sürekli. İlk hare- ket eden kişi olmadığını düşünmek onu delirtiyordu, ama ak- lıyla önde gitmesi gerektiğini biliyordu. Yabancı elçiliklerin önünde tek başına bile olsa ilk protesto eden kişi olmalıydı. Bu ülkenin herhangi bir bedelle özgürleşmesi gerekiyor, ko- münist sapkınları ve homoseksüellerin kanımızı emmelerine izin vermeyeceğiz. Özgürlük pahalıdır ve bedelini kanla öde- yeceğiz. Ne zaman patlayacağına bağlı, ama patlayacak.” Ard- jan, Amerika’nın bir planı olduğuna inandığını söyledi ve bizi yakında kurtaracaklarını düşündü. “Tanrı büyüktür, o bizim
bedenimiz, ruhumuz ve nefesimizdir. Biz geçiciyiz, ama öz- gürlük havada gülümsüyor… İsa Mesih gibi bizi Golgota’da feda etti, biz de özgürlük için fedakarlık yapacağız. Özgürlük Avrupa ve gelişme demektir. Özgürlük altında çocuklarımız doğacak, devletimizi ve demokrasimizi kuracağız. Bu yüzden bu sapkınlara karşı broşürler yazmak gerekiyor. Siyasi tutuk- luların serbest bırakılması, insan haklarına saygı gösterilmesi gerekiyor. Helsinki Sözleşmesi dahil. Ama bazen kafamda bu konularla ilgili bir sorun olduğunu düşünüyorum, bu sapkın- larla, ahlaksızlarla ve komünist mason homoseksüellerle ta- kıntılıyım.”
“Ardjan, sanki konuşma yapıyormuş gibi dedi. Ve sanki arkamdan biri gelecekmiş gibi kimse hareket etmiyor. Güven- lik herkesi bastırdı ve entelektüel ve eğitimli insanların sınıfını dışarıda bıraktı. Her şeyi öldürdü ve ölüme mahkum etti. Bu yüzden kimse ayaklanamıyor. Sonuçta, herkesin aleyhine so- nuçlandı, korkak insanlar. Korku her yerde takip eder. Ama güneş yokken, karanlıkta bile lider olmak gerekiyor, doğru mu yoksa değil mi? Korku hayatı boğar, herhangi bir alternatif düşünemezsiniz. Sonra dedi ki, “Eğer herkes kalkarsa ölme- yecekler ya da cezalandırılmayacaklar. Ben ve diğerleri bir- leşirsek, devrim yaparız. Onlar korkuyorlar, hayatları acıyor. Bu normaldir. Ama ben korkmuyorum. Bu yüzden korkaklar- la uğraşmam. Onlar başka bir grupta, korkaklar ve kertenke- lelerin bulunduğu grupta. Bu insanlar tarih öncesi dönemde yaşıyorlardı, beyaz maymunlar gibi ağaçlarda zıplıyorlardı.” “Mantıklı insanların korkusu normaldir, ancak gelecek cesur- ların ve kahramanların elindedir. Bazıları için korkuyu haklı göstermiyorum. Halka göre korku cehennemden gelmiştir, an-
cak bazıları mutlu yaşadığımızı düşünüyor. Özellikle işçiler rapor için gittiklerinde şaşkına dönmüşlerdi. Kimse konuşmu- yor, sadece yalan söylüyorlar. Adeta standartları karşıladıkla- rını ve 2020 için çalıştıklarını söylüyorlar. Ahaha, ne büyük bir şaka. Hepsi turşulu domatesli ekmek yiyorlar. Hatta pey- nirleri bile var. Ve bazı yumurtalar. Mısır ekmeği ve bazıları şekerli. Hatta şeker bile sekiz leke mal oluyor. Hangi maki- neleri var? Tanrı korusun. İlkel insanlar tarafından çalıştırılan ilkel makineler. Hayatın nasıl olacağını bilmeden uzak bir yıl için çalışıyorlar. Sadece komünistlerin düşmesi için dua edi- yorlar. Ve bunları yeni yıl skeçleri olarak sunacağız. İki katlı gazete binasına yaklaştığında, düşüncelerini havada bıraktı ve “Bu rejime karşı eleştiri kabul eden gazete” dedi. Hah, doğ- ru değil. Eleştiri işletmenin direktörüne kadar gider. Hepsi bu kadar. Stalinist Arnavutluk’ta olanlar ve olacaklar için suç- lu tutulurlar. Gazetenin avlusunun köşesine yaklaştı ve mo- toru yavaşça bir yerde bulunan birkaç burjuvanın el konulan iki katlı villalarının yerine park etti. Ve hırsızlık arttığı için motoru zincirledi. Hatta kurutulmak için tellere asılı kıyafet- ler bile çalındı. Dona’nın düşüncesi ve yüzü önünde yavaşça merdivenlere tırmandı. Karşılaştırma yaparsak, hayatının son günlerinde kışa meydan okuyan bir bahar gibi çıkıyor ortaya. Ve arka planda, kalp tellerini ilk karşılaşmada çalan güzel sa- rışın eşin yüzü var, keman kızıyla sosyalizmle savaş karışık. Gerçekleştirilmesi gereken iki hayal var. Ondan büyülendim. Eee, şaka yaptı. Aşık olan insanlar yavaş yürüyen ve kaybolan gözlere sahip olanlar tarafından ayırt edilir. Ahah, bir yazarın bir sözünü hatırladı çünkü. Aşık olanlar zamanımızla paralel bir evrende yaşıyorlar. Ya da Samanyolu sütununun yolunda. Onlar galaksileri oluşturan kozmik tozlar. Kıtaların oluşumu-
nun nebülleri. İlk nötron çarpışmasının havası ve ilk ateşin oluşumu olan güneşi ve diğer gezegenleri oluşturan nötron- ların ilk çarpışması.” Aşık olanların yavaş yürüyen ve kaybo- lan gözlere sahip olanlar tarafından ayırt edildiğini söyleyen bir yazarın sözünü hatırlayan kişi, biraz güldü. Aşık olanlar, zamanımızla paralel bir evrende yaşıyorlar, ya da Samanyolu sütununun yolunda. Onlar galaksileri oluşturan kozmik tozlar. Kıtaların oluşumunun nebülleri. İlk nötron çarpışmasının ha- vası ve ilk ateşin oluşumu olan güneşi ve diğer gezegenleri oluşturan nötronların ilk çarpışması. Aşkım da böyle oldu. O, benim aşk dünyamı yarattı. O, hiçlikten her şeyi yarattı. Bu yüzden biz de aşkın varlığını hissediyoruz. Bizim gibi sevgiye düşkün insanlar, Tanrı’nın evrenindeki paraleliz. Biz kıyılmış bir çöldeki su gibiyiz ve evrenin boşluğundaki hava gibiyiz. Bizim görevimiz, ölümü hayattan ayıran sınırı korumak olan atmosferi yaratan melekleriz. Biz, dünyayı yaratan aşk gezege- ninden geliyoruz. Birlikte sonsuza kadar birleştiğimizde, nef- reti yenmek için buradayız. Savaşların ve dünyanın yaralarının üstüne sevgi ve hayat getiriyoruz. Bu düşüncelerle, Tanrı’nın bize verdiği aşk ve yardımı hatırlayan kişi, kariyerine devam etmek için işe gitmek üzereydi. Siyah ceketini düzeltti, saçla- rını düzeltti ve baş editör Qemal Deniz’in kapısına vurdu. İyi bir adam, emekliye yakın, iyi bir mizahçı. Çok şakacı, çok iyi bir insan ve ideolojik olmayan. Uzun süredir işte kalmıştılar ve onu emekliye ayırmamışlardı. Ama onu seviyorlar. Ardjani şakayla karşılık verdi. “Hadi, arkadaşım,” dedi kalın sesiyle. “Hadi, ofise gir.” “Shkodra’dan biri mi geliyor?” Diye sordu Qemal babasına. “Evet, babacığım,” Ardjani yanıtladı. “Ya- zıyı bitirdim. Yazma makinesiyle basacağım ve teslim edece- ğim.” “Hayır,” dedi Qemal, “ben görmek istiyorum.” Sonra el
sıkıştılar ve “Şef” dedi. “Bize bir kahve getirin,” dedi sekreter ve bir bardak su uzattı. “Susuzum, şef,” dedi Ardjani. “İçmesi temiz.” “Dajti’den doldurdum,” diye cevapladı babası. “Ai- lemle gitmedim. Gazete uçağıyla gittim ve eğlendik. Manzara güzel, babuş. Ama çalışmamız ve büyümemiz gerekiyor.” Ar- djani ironik bir şekilde cevap vererek işini tamamladı: “Yazı- yı verin ve laf etmeyin.” Ve iyi şeyler hakkında konuşmayın, yoksa bizi hapse atarsınız. “Yyy, başlıyorsun,” dedi şef, güler- ken. Ardjani kahkahalarla gülmeye başladı ve şef de aynısını yaptı. “Tamam, konuşmayalım,” dedi. “Her şeyi sonra anla- tacağım. Bana yazıyı ver,” dedi şef. “Kelimeler akıp gitsin, çünkü bu gece yayınlamak istiyorum. Gelmen için teşekkürler. Yukarıdakiler raporunu bekliyorlar. Yani, Koman’daki yeni bakır madenini kapsayacak muhabirleri göndermek istiyorlar. Haha,” şef güldü. Sonra sordu, “Oradan bir şey çıktı mı?” “Ha- yır,” cevapladı şef. “Orada sadece taş var. Ama istedikleri bu, o yüzden alacaklar.”
“Ben yazıyı senin dediğin gibi yazdım,” dedi Ardjani. “Devrimci fikirlerle ve başarılarla dolu. Planlardan çok daha yüksek, her şey yolunda. Şkodra’daki sigara fabrikası ve çelik fabrikasıyla benzer. Haha,” şef güldü. “Gerçeklik benim için önemli değil, oğlum. Sadece bu insanların istediğini istiyo- rum. Biz proletaryanın ışığıyız. Dünyanın ilkleri.” Ve ekledi, “Senin ifaden, Ardjani, dipnotta kaldı. Yani, en alttakilerden- sin.” Haha, ne olduğunu sen de biliyorsun, çocuk?” şef dedi. “Akıllısın.”
Düşüncesini basit bir cümle ile kapattı. “Haha,” ikisi de güldü. “Çok kötü yazılar yazdın, oğlum. Pirelerin bacakları
gibi. Ama sen bir profesyonelsin. Taslağı çizdin. Gerçekten öyle olduymuş gibi. Sen bugünün en iyi yazarısın.” “Teşekkür ederim, şef,” dedi Ardjani.
“Ama benim işim düşmeden hapisten kaçmaktır. Bana karşı çıkan herkesle savaşacağım. Ben hapishaneye gidiyorum ve canım yanıyor, anladın mı?” “Benim oğlum gibisin. Ta- mam aptal,” şef ekledi. “Bu insanların duvarı o kadar güçlü ki, senin ve tüm yazarların kafasını kırar.”
“Akıllı ol, sevgilim. Seni yanımda var, seni kurtaracağım. Sadece sekreter geldiğinde aptal gibi konuşma. O dogmatik bir komünist ve doğrudan bir ihbarcı, parti komitesinde güçlü arkadaşları var.” “Dediklerini anlıyorum, şef,” Ardjani dedi.
“Ama ben kötü bir çocuğum, şef. Yetimim, nasıl iyi ola- bilirim ki? İşte buldun,” dedi şef. “Ama sakın söyleme, o ge- liyor. Onu çıkaramam çünkü parti komitesinde güçlü arkadaş- ları var. Seni önceden haber verseydim keşke. Tüm zamanımı parti sloganları söyleyerek geçirdim. Kaşlarını çatıyor. Her gün partiyi övmeyin. Allah korusun, nereye geldim?” dedi şef, isyan eden gazetecisi tarafından yazılmış olan beyaz formatlı sayfaları karıştırırken, antikomünist ve çok sevilen.
Bugün Ardjani akıllı ve sevilen biri gibi hissediyordu, sanki üzerine bir aşk meteoru düşmüş gibiydi. “Tanrı bu cesur çocuğu korusun,” şef kendi kendine söyledi, ideolojik hatalar- dan kaçınmak için dikkatle sayfaları tarayarak okudu. Tanrı’ya şükür, bugüne kadar hayatta kaldık, ama endişe ve saçma işler doğuyor dedi şef kendi kendine. Korku, korkaklık ve beyin
yıkama, kurbanın tepki göstermemesine neden olur. Bunların yapılması ve yapılmakta olanlar için sevdikleri insanlar katil- lerini seviyorlar ve her gün ondan çalınıyorlar. Bu manipüla- törlerin propaganda çöplüğünde boğuluyorlar. Köpekler bile inanmıyorlar. Bu oy satın alıcıları ve zorlama satın alıcıları. İki tarafın birleşmesi, büyük bir zarar veriyor, yüzyıllık Arna- vutlukluların zararını görüyorlar. Yani işlerin bu kadar kötü olduğu bile değil. Sonunda, düşünen insanlar kazanır, Ardjani ekledi, çünkü çok sabırlı ve adil kalırlar. Ben, şef olarak dedim ki, eğer negatif biri ve bir casus olsaydım, bu adamı daha önce casuslamış olurdum. Çünkü bu adamın söylediği ve yaptığı şeyler için çok şey feda ediyor. Ama eminim ki güvenlik pe- şinde. Ve ofisimi kontrol etmek istiyorum, çünkü bunlar pire- lerdir ve casusluk oradan gelir. En sevdiğin adam sana sık sık geliyorsa, evinde, yerelde, sokakta vb. Buluştuğunuzda, seni kötü konuşmaya, partiye küfretmeye vb. Programlanmıştır. İlk önce iş arkadaşları takip ederler. Ardından, seninle ilgili so- ruşturmanın 2A veya 2B dosyası gelir. Sana eskiden yaptıkları tüm kanıtları tekrarlıyor. Ardjani’nin yazdığı tüm sayfaları ta- rarken, hepsini çok dikkatli bir şekilde inceledi. Ve daha sonra bunları seninle kullanmak için kanıt olarak kullanacaklar. Be- nim yapabileceğim bir şey yok, dedi kendi kendine. Bu adamı herkesten daha fazla seviyorum. Binlerce insanımın üzerinde. O, tipik bir dağ insanı, dürüst, adil ve yetenekli. Rahatsız eden hiçbir şey yapmaz ve herkesi üzüyor. İnsanlar bile onun acı- sını hissederler, hatta yasal insanlar bile. Ardjani, Tanrı’nın adaletine inanıyorum, dedi. Karma, dünyadaki intikamın ya- zılmamış yasasıdır, her gün söylerim. Tanrı intikam alır. Şef başını kaldırdı ve hiçbir hata yapmadığını söyledi. Şükürler olsun seni bekledim. Bu deli çocukla ideolojik bir korkum var-
dı. Hatalar yapar ve sonra hapishaneye gidersin, her gün ve her gece yaptığı gibi. Bu deli çocuk. Bir gün, Shkodra’daki subay evinde ekmek yemek için gittiğinde, şef evin arkadaşı Ardja- ni’ye dert yandı. Evet, bana dedi. Subay evi şefi, ona hizmet ettiği Ardjani’ye dert yandı. Benimle birlikte askerlik yapan subay evinin başı, gazeteciniz Ardjan’ın kulüp personeli ve su- baylarımızla partimize karşı konuştuğunu bana bildirdi. Yakın ol ve konuşmamayı öğren, korkarım yakalanacaklar. “Ne ya- pacağımı bilmiyorum,” dedi, “arkadaşım olan baş editör beni tuzağa düşürmesin.” Onu tuzaklarından kurtaracağım ama na- sıl ve hangi şekilde bilmiyorum. Neyse ki, her şey iyi olacak,” diye teselli etti gazete editörü.
Ardjan uyandığında, kafasında dolaşan kötü düşünceler- den kurtulmuştu. Gazetecinin makalesi, hem içerik hem de form açısından doğruydu. Çiziminiz, partimizin inşa ettiği yeni sosyalist hayata enerji ve iyimserlik doluydu. Masalar ve dosyalarla dolu şef odasında sesinizi duyduk. Şef, gazetecisini çağırmak için kapıdan işaret verdi. “Sekreter ve gazetenin dak- tilografı geliyor,” dedi şef. Ardjan uyarıyı aldı ve sessiz kaldı.
Sekreter ve gazete daktilografı odaya girdi. “Merhaba,” dedi sekreter, “günaydın.” Ardjan’a ve sonra şefe döndü. Kırk- lı yaşlarında olan sekreter siyah bir takım elbise ve siyah bir etek giymişti. Birkaç kırışıklığı ve hafif eğik bir omuzu var- dı, bu da yaşını ortaya koyuyordu. Mirdita, ellerini pantolon cebinden çıkararak Ardjan’a döndü. “Gazetemiz bugün çok parlak görünüyor, teşekkür ederiz,” dedi sekreter. “Çok hızlı geldiniz, bize Puka-Komani’den bir rapor getirmeliydiniz,” diye şaka yaptı gazete editörü. Mirdita biraz şaşırmış gibi
göründü. Sonra hafif alaycı bir tonla konuştu: “Ne kadar şa- şırtıcı, şimdi biz eşitiz.” Sekreter alkışladı ve beyaz kağıtla- ra doğru elini uzattı. Ardjan’ın yazdığı içerikler vardı. Kendi patronunun elinde mahsur kaldıklarını görüntüleyen elleri be- yazlaşmış bir şekilde kaldırdı. Eterde yüzü ölü gibi görünen Şef sessizce gözlerine baktı ve sonra bir an için suskun kaldı. Sonra, “Arkadaş sekreter, kontrol görevi benimdir. Hem sa- natsal hem de politik açıdan her şeyi yönetiyorum. Yani, bu gazetede her şeyden ben sorumluyum, en azından emekli ola- na kadar. İki yıl daha var,” diye devam etti ve kadın gülüm- sedi. “Lütfen yanlış anlamayın, benim demek istediğim, şef olarak sizin olduğunuz anlamda değil. Ama ben yardım etmek istedim, işlerinizi kolaylaştırmak için. Sizi kısalttım ve doğ- rudan daktilografiye geçtik. Lütfen yanlış anlamayın, şefim,” dedi sekreter. Şef alaycı bir şekilde güldü ve “Sen burada ne olduğumu bilmene gerek yok. Konuşma böyle devam ederse söyleyeyim, ben parti sekreteriyim ve Tiran Bölgesi Parti Bü- rosu üyesiyim. Sen de hatırlamıyor musun, şef? dedi ve kararlı bir şekilde elini masaya koydu. “Ben burada şefim ve partinin politikasının uygulanması bana ve kıdemli editöre değil, gaze- teciye bağlıdır. Siz ne kadar uzun süredir burada olduğunuzu söylüyorsunuz? İyi bir işbirliğimiz var, değil mi?” dedi. Sekre- ter alkışladı ve beyaz kağıtlara doğru baktı. Ardjan’ın yazdığı makaleler oradaydı.
Sekreter, “Tamam, bu konuşmayı uzatmayalım. Parti bize görevlerimizi verdi ve sadece parti ve halka hizmet edeceğiz. Haydi, dedi ve Ardjan’ı ziyaretine davet etti. Daktilografi işi- ne başlayalım.” Ardjan patronuna bakarak devam etti ve daha fazla eylem için ondan izin almak istedi. Bu önemli mücadele-
de ona karşı bir düşmanlık hissetmedi. Sekreter okulu bitirmiş- ti ve Parti Okulu’nda altı ay parti kursu almıştı. O da bir sıra işçisi olmuştu. Ardjan içinden geçirdi ve patronunun emirleri- ni beklemek zorunda kaldı. Onu ofiste tutmak veya gitmesine izin vermek arasında bir seçim yapması gerektiğini düşündü. Bu ofiste kalmak mı yoksa sekreterin peşinden gitmek mi? Ofiste sessizlik oldu. Patron başını öne eğdi ve bir iç çekiş çıkardı. Ardjan’a döndü ve “Daktilografi odasındaki sekreteri- mize git ve işini yap” dedi. Ardjan emrine uymak istemiyordu, ama sekreterin gözleri önünde itiraz etmek istemiyordu. Orada sadece bir patron yoktu, aynı zamanda bir baba figürü vardı. Başını tekrar eğdi ve “Tamam, anladım” diye cevap verdi ve sekreterin odasına doğru hareket etti. Sekreter, patronun tepki- sinden şaşkına döndü.
Birkaç saniye sonra Ardjan, patronun emriyle gözleri açık bir şekilde sekreterin odasına gitmek zorunda kaldı. Ama sek- reterin gözleri önünde itiraz etmek istemedi. Çünkü orada sa- dece patron yoktu, aynı zamanda bir baba figürü vardı. Başını tekrar eğdi ve “Tamam, anladım” diye cevap verdi ve sekrete- rin odasına doğru hareket etti. Sekreter, patronun tepkisinden şaşkına döndü.
Ardjan ve sekreteri birlikte odalarına girdikten sonra, gazeteci arkadaşına gelecekleri ile ilgili sorular sorar. Ardjan kendisine verilen görevi yerine getirmek için patronun emri- ni takip etmek zorunda kaldığını ama idealinden dolayı değil sadece iş nedeniyle konuştuğunu açıklar. Sekreterin patrona karşı bir isyanı olmadığını söyler.
Patron kapıyı kapattı, saçlarını biraz eliyle düzeltti ve masaya yaklaştı. Sekreter parti sekreteridir, benim problemim değildir, dedi. Kimin birinci ve ikinci olduğu burada önemli değil. İkinci olarak, görevler yasaya göre ayrılmıştır. Üçüncü olarak, burada komutan o. Ancak parti toplantısında seni ara- yabilir ve görev verebilir. Orada ne yaptığını bilemem, burada patron benim, dedi. Sekreter, parti lideri olduğunu ve her za- man işçi sınıfının liderliğinde olduğunu söyler. Patron onunla hiçbir sorunu olmadığını ama bugün neden isyan ettiğini anla- madığını sorar.
Patron masaya doğru eğilir ve “Parti sekreteri, birincisi bu benim sorunum değil. Burada kimin birinci ve kimin ikinci olduğu önemli değil. İkincisi, görevler yasaya göre ayrılmış- tır. Üçüncüsü, burada komutan o. Ancak parti toplantısında seni arayabilir ve görev verebilir. Orada ne yaptığını bilemem, burada patron benim. Ama sen parti liderisin ve her zaman işçi sınıfının liderliğinde olduğunu iddia ediyorsun. Bu yüz- den sana hatırlatmama gerek yok. Şimdiye kadar senden hiç- bir şikayetim yoktu. Gazeteci arkadaşım, bugünkü isyanı nasıl açıklarsın?” dedi.
Patron kapıyı kapattı, saçlarını biraz eliyle düzeltti ve masaya yaklaştı. Sekreter parti sekreteridir, benim problemim değildir, dedi. Kimin birinci ve ikinci olduğu burada önemli değil. İkinci olarak, görevler yasaya göre ayrılmıştır. Üçüncü olarak, burada komutan o. Ancak parti toplantısında seni ara- yabilir ve görev verebilir. Orada ne yaptığını bilemem, burada patron benim, dedi. Sekreter, parti lideri olduğunu ve her za- man işçi sınıfının liderliğinde olduğunu söyler. Patron onunla
hiçbir sorunu olmadığını ama bugün neden isyan ettiğini anla- madığını sorar.
Patron masaya doğru eğilir ve “Parti sekreteri, birincisi bu benim sorunum değil. Burada kimin birinci ve kimin ikinci olduğu önemli değil. İkincisi, görevler yasaya göre ayrılmış- tır. Üçüncüsü, burada komutan o. Ancak parti toplantısında seni arayabilir ve görev verebilir. Orada ne yaptığını bilemem, burada patron benim. Ama sen parti liderisin ve her zaman işçi sınıfının liderliğinde olduğunu iddia ediyorsun. Bu yüz- den sana hatırlatmama gerek yok. Şimdiye kadar senden hiç- bir şikayetim yoktu. Gazeteci arkadaşım, bugünkü isyanı nasıl açıklarsın?” dedi.
Patronun sözleri sekreteri şaşırttı. Patronunu sevdiğini söyleyen sekreter, patronun kendisine karşı bir sorunu olma- dığını öğrenince rahatladı. Ardjan da patronun emrini yerine getirdiği için kendisini kötü hissettiği için iş arkadaşı onu te- selli eder. Sonrasında ise, işlerini tamamlamak üzere masala- rına geri dönerler. Sonra gün gelir ve patronla anlaşırız. “Hadi patron, bu işi yapmaya karar verdik. Sen çalışmana devam et,” dedi bu kişi biraz ironik bir şekilde. “Ya da ben yaparım, sen kahveye git,” diye cevap verdi patron. “Hayır,” dedi sekreter, “burada ciddi işler yapıyoruz. Ben işimi yapacağım.” “Tamam patron, sen yıldızsın,” dedi bu kişi ona hitaben. “Her şeyi yaz- dım, her şey yolunda. Sadece işi bitirip kapatmalıyız, çünkü yine Shkodra’ya döneceğiz.” “Sesini yükselt,” diye sordu sekreter. “Motorun var mı?” “Evet, patronum,” cevap verdi Ardjan. “Kaza yapmadın, değil mi?” “Hayır patronum,” diye cevapladı Ardjan. “O zaman suçlu ben miyim yoksa?” diye
şaka yaptı patron. “Trafik polisi beni suçsuz buldu, değil mi?” “Evet patronum,” diye yanıtladı Ardjan. “Ama dikkatli ol, o motor çok tehlikeli. Onunla seyahat etmek çok riskli,” diye uyardı sekreter. “Tamam, sana güveniyorum,” diye yanıtladı patron. “Seni nereye götüreyim?” “Hayır,” dedi sekreter. “Bir- birimizi sevdiğimizi düşünüyorlar. Bizi yanlış anlayacaklar. Ve ben ne yapacağım? Siz ne olursunuz?” “Asla birlikte seya- hat etmeyeceğiz,” diye ekledi Ardjan. “Ve ikinci olarak, başı- nıza bir şey gelirse, ben buradayım. Ve üçüncü olarak,” dedi ve başını onaylama işaretiyle salladı, “her şey çözüldü. Sen ne diyeceksin patronum?” “Debattanlar organizasyonumuz için iyidir,” diye yanıtladı patron. “Ama seni asla kötüleme- dim, değil mi?” “Eskiden sana hayranlıkla bakardım,” diye iti- raf etti sekreter. “Bugün neden böyle konuşuyorsun?” “Artık yarışta değilim,” diye yanıtladı patron. “Hatırlatmak istedim, kim patron, kim emir verip alan kişi.” “Evet, tabii,” diye onay- ladı sekreter. “Ama bugün özel bir açıklama yapacağım. Özel olarak sana söyleyeceğim,” diye ekledi. “Tamam, bir açık- lama yapın,” diye yanıtladı patron. “Birbirimizi sevdiğimize dair yanlış bir algı var. Bu tür şeylere izin vermeyeceğiz, değil mi?” “Tamam,” dedi patron gülerek. “Tek tek açıklamanızı yapın, lütfen.”
Shefi: Peki, işi hallettik. Şimdi sen devam et ve çalışmaya devam et.
Çalışan: Ya da ben yapabilirim, sen kahve içebilirsin. Sekreter: Burada ciddi işler yapıyoruz. Ben işimi yapa-
cağım.
Çalışan: Tamam patron, sen yıldızsın. Shefi: Her şeyi yazdın mı?
Çalışan: Evet, her şey yolunda. Sadece işi bitirip kapat- malıyız, çünkü yine Shkodra’ya döneceğiz.
Sekreter: Motorun var mı? Dikkatli ol, o motor çok teh- likeli.
Çalışan: Evet, patronum. Kaza yapmadım. Shefi: Trafik polisi beni suçsuz buldu, değil mi? Çalışan: Evet patronum.
Shefi: Ama dikkatli ol, o motor çok tehlikeli. Onunla se- yahat etmek çok riskli.
Sekreter: Tamam, sana güveniyorum. Çalışan: Nereye gideceğimizi söyleyin.
Sekreter: Hayır, birbirimizi sevdiğimizi düşünüyorlar.
Bizi yanlış anlayacaklar.
Çalışan: Asla birlikte seyahat etmeyeceğiz. Ve ikinci ola- rak, başınıza bir şey gelirse, ben buradayım.
Shefi: Debattanlar organizasyonumuz için iyidir. Sekreter: Eskiden sana hayranlıkla bakardım.
Shefi: Artık yarışta değilim. Hatırlatmak istedim, kim patron, kim emir verip alan kişi.
Sekreter: Bugün özel bir açıklama yapacağım. Birbirimizi sevdiğimize dair yanlış bir algı var. Bu tür şeylere izin verme- yeceğiz, değil mi?
Shef: Tamam, açıklamanızı yapın. O anlama sahipti ve onu açıklamak için söyledim. Tamam, budala dedi – Aha, o güldü – Öyleyse açıkla. Ne bekliyorsun? İyi dedi, senin söy- lediğin gibi yapacağım. Tamam dedi adam – Hayır, istemi- yorum dedi adam. Siz biliyorsunuz değil mi? Sen bir taraf ve büyükbaba diğer taraf. Tamam, hadi gidelim, bu adamla şaka yaptı. – Evet, dedi kadın – Senin söylediğin gibi değil. Bugün neredeyse beni ofisten çıkardı. Sen bir zarar vermedin, Ardjan.
- Yok Patron, hiçbir şey yapmadım. Onu hiçbir zaman red- Bilirsin, onunla asla iki kere tartışmam. Onu canlı olduğum sürece seveceğim ve saygı duyacağım. Büyükbabam olmadan hiç kimse olmazdım, Patron. Beni işe aldı. Her yerde benimle kaldı. Ve o, bir numaralı faktör. Beni kim yaptıysam bugün odur. Bu yüzden bana merdivenlerden atlamamı söyle- di, bu adam ekledi. – İyi dedi kadın – Hadi şimdi şiirlerini oku. Sana bir şey sormuyorum. Sadece bugün iyi konuşmadı ve ka- pıyı gösterdi. İyi, öyle dedi adam – Gel kahve içelim beraber. Kendinizi açıklayın ve bu kadar. Basit bir cümle, Ardjan ekle- di. Sonunda bir nokta koydu. Yazım kongresi bunu belirledi. Bu adam güldü. – Evet, evet. Senin galaktik teorilerinle bizi yordun. Hahaha, kadın güldü. – Başlayalım senin astronomik aptallıklarından. – Hayır Patron, bugün zamanım yok. Ve bu- gün bir kadınla tanıştım. – Yyyy, bu adam ekledi – Haa, o da mı? Güzel miydi? – Biraz söylediler. Çok güzel, Patron. Ama onu patrona söyleme, tamam mı? – Evet, dedi kadın – Söyle- medim. Haa, ne yaptın birlikte? – Hayır Patron, ama hoşuma gitti. İyi dedi kadın. Ama biyografisine dikkat et. Kimin aile- sinde olduğunu görmeden bağlanma. Siyasi mahkumları, ka- çak amcaları, teyzeleri ya da ballistleri yok mu? Biyografisine baktım, sonra harekete geçtim ve aşık oldum. Tamam, dedi diğer adam – Seni seviyorum ama beni kötülemiyor musun? Ee, sen de beni çok seviyorsun. Hadi benimle onları bırak. İyi, kötü bir çocukla birlikte oldum, kadın güldü. İyi, seni sevi- yorum patron. Ama beni kötüleme lütfen. Tamam, sen şefine aşıksın ve bu kadar. Onları benimle bırak. Tamam, seni sevi- yorum patron. Sen de kabul ediyorsun. Tamam, dedi kadın – Senin için bir numara o. Ve havada söylediği fikri onaylayarak başını yukarıya kaldırdı. Bu adamı buldun. Ama ellerini ver ya
da ben bitireyim yazıyı. Hayır, dedim ki yapma. Ben bitirece- ğim ve nokta. Ve başkalarının burada boşta olduğunu düşün- melerine izin vermeyin. Hiçbir iş yapmıyorum. Ben bitiriyo- rum ve nokta koyuyorum ve diğerleri burada boşta olduğumu düşünmesinler. Kötü sözler hiçbir zaman bitmez, biliyorsun. Ama sen bir başkansın, bunu biliyorum. Evet, dedi adam ve yaklaştı, biraz eğlenmek istiyor gibi görünüyordu. Sen bir ko- münistsin, dedi adam. Bu senin başlıca niteliğin. Tamam dedi kadın. Sen de komünist değilsin, Ardjan. Benimle aynı fikirde misin yoksa değil misin? Evet, ya da değil, dedi adam. Ama sen bir komünistsin. Seninle aynı fikirde değilim, Ardjan. Seni kötülemiyorum, sen iyi bir insansın. Senin idealin nedir? diye sordu kadın ve daktilo yazısına başladı. Sonra Ardjan tekrar konuştu. Sen bir yıldızsın, Shefe. Tamam, işimizi bitirelim ve sonra kutlamak için dışarı çıkalım. Tamam dedi kadın. Ne is- tersen yapabilirsin. Hayır dedi adam. Partiye gidemem. Ama sen istediğin yere gidebilirsin. Tamam dedi kadın. Belki de benimle konuşmak istediğin birkaç kelime var. Ardjan, seninle ilgileniyorum. Bir lider olarak nasıl olunur ve asla yanılmaz- sın? Partimizin öncülüğünde yaşa dedi adam ve ellerini çırptı. Tamam, dedi kadın. Partimiz sonsuza kadar yaşayacak. Fakir- ler iyi bir şey yapmak için bir araya geldiler. Hiçbir burjuva beni işe almazdı. Ve asla işçi sınıfını yönetmeyecektim. Prole- taryanın sadece kendi çalışma kolları var, bu yoksulların kapi- talistler tarafından acımasızca sömürüldüğü anlamına geliyor. Bak, Ardjan, sen çok iyi yazdın. En azından bu sayfaları geç- tim. Kadın gazetecilerinin üstünlüğünü onaylamak için dedi. Bak çocuklar, Shefe’mizi çok seviyorsunuz ve o da seni sevi- yor. Tabii ki, dedi adam ciddi bir şekilde ve masaya doğru bir adım attı. Shefe, nereye gideceksiniz? Anlamıyorum. Ve biraz
daha yaklaştı, vücuduna dokundu ve kısa olduğu için başını eğdi ve ekledi – Shefe, açıkça konuşun. Şefimle mi, benimle mi bir sorununuz var? Bugün sinirli ve alaycı görünüyorsunuz. O, yazmayı bitirdi ve noktayı koydu, diğerleri onun boşta ol- duğunu düşünmesin diye biraz eliyle düzeltip yeniden başla- mak için gönderdi. Bir sonraki bölüme veya sayfaya geçmek için ekledi.
“Bir şeyim yok,” dedi kadın. “Onu seviyorum ve takdir ediyorum. Bize ve sizlere çok şey yaptı,” dedi ve klavyenin üzerine ellerini koydu. Gözlerini ona çevirdi. Saat yaklaşık on iki civarındaydı ve hava diğer saatlerden daha sıcaktı, yaz sonu veya sonbahar başı olmasına rağmen. Bir taraftan diğer tara- fa kolayca geçilmiyordu, mevsimler birbirine meydan okuyor gibiydiler.
“Mevsimler birbirine devrediyor gibi,” dedi kadın. “Biraz bekleyelim,” dedi Ardjan ve ofisin penceresini açtı. “Sizi bu- rada seviyorum,” dedi. “Ailem gibisiniz. Ben öksürük ve sizi burada seviyorum. Çünkü sizden başka kimsem yok. Şefim, beni buraya getirdin ve bugün buradayım – seni gerçek bir ba- bam gibi seviyorum.”
“Aynı şeyi ben de sana karşı hissediyorum, Ardjan. Seni babam olarak adlandırabilirim ve hiç kimse seni küçümseye- mez veya kötü söz söyleyemez,” dedi kadın ve başını salladı. “Bak çocuklar,” dedi sekreter şefi. “Ben bir komünistim ve partinin bölge sekreteriyim. Bunu biliyor musunuz?” Ardjan başını salladı. “Evet, ben biliyorum şef. Seni burada olmak gerçek bir zevk,” dedi.
“Seni çok seviyorum,” dedi Ardjan. “Babamı kıskanma- yın ama, onu daha çok seviyorum,” diye ekledi ve kadın gül- dü. “Ben onunla ilgili çok şey yaptım. Kimse onu veya beni aşağılamaya veya değersizleştirmeye cesaret edemez,” dedi kadın. “Bak çocuklar,” diye devam etti. “Ben her zaman onu savundum. Her parti toplantısında onun için çok iyi bilgiler verdim. Tabii ki, o çok iyi çalışıyor ve yardıma ihtiyacı yok. Parti hattını hepimiz takip ediyoruz. Gazetemiz, toplumumuz- da görülen olumsuz olgulara ve bürokrasiye eleştirel bir yak- laşım sergiliyor, ancak politik bir suç işlemiyor. Yani, parti düşmanları değil ama bürokratik hale gelmiş insanlar. Kendi- lerini partiye soktular ve rahatladılar. Gazete veya dergi gibi bir yayını yönetmek zordur. Biz, mizah ve hicivle, toplumu- muzdaki olumsuz olgulara vuruyoruz ve eleştirel bir bakış açı- sı sergiliyoruz. Ancak ideolojik hatalara düşmemek ve eleşti- rel çizgiyi aşmamak zor. Biz her zaman birlikte olduk ve her yazıya, karikatüre vb. daha fazla dikkat ettik. Farklı olgulara mizah yoluyla yaklaştık. Edi ve Ardjan konuşmayı bitirdiler ve noktayı koydular, diğerleri onun boşta olduğunu düşünme- sin diye biraz eliyle düzeltip yeniden başlamak için gönderdi. Bir sonraki bölüme veya sayfaya geçmek için ekledi.
“Benimle bir ilgim yok,” dedi kadın. “Onu seviyorum ve takdir ediyorum. Bize ve sizlere çok şey yaptı,” dedi ve klav- yenin üzerine ellerini koydu. Gözlerini ona çevirdi. Saat yak- laşık on iki civarındaydı ve hava diğer saatlerden daha sıcaktı, yaz sonu veya sonbahar başı olmasına rağmen. Bir taraftan di- ğer tarafa kolayca geçilmiyordu, mevsimler birbirine meydan okuyor gibiydiler.
“Mevsimler birbirine devrediyor gibi,” dedi kadın. “Biraz bekleyelim,” dedi Ardjan ve ofisin penceresini açtı. “Sizi bu- rada seviyorum,” dedi. “Ailem gibisiniz. Ben öksürük ve sizi burada seviyorum. Çünkü sizden başka kimsem yok. Şefim, beni buraya getirdin ve bugün buradayım – seni gerçek bir ba- bam gibi seviyorum.”
“Aynı şeyi ben de sana karşı hissediyorum, Ardjan. Seni babam olarak adlandırabilirim ve hiç kimse seni küçümseye- mez veya kötü söz söyleyemez,” dedi kadın ve başını salladı. “Bak çocuklar,” dedi sekreter şefi. “Ben bir komünistim ve partinin bölge sekreteriyim. Bunu biliyor musunuz?” Ardjan başını salladı. “Evet, ben biliyorum şef. Seni burada olmak gerçek bir zevk,” dedi.
“Seni çok seviyorum,” dedi Ardjan. “Babamı kıskanma- yın ama, onu daha çok seviyorum,” diye ekledi ve kadın güldü. “Ben onunla ilgili çok şey yaptım. Kimse onu veya beni aşağı- lamaya veya değersizleştirmeye cesaret edemez,” dedi kadın. “Bak çocuklar,” diye devam etti. “Ben her zaman onu savun- dum. Her parti toplantısında onun için çok iyi bilgiler verdim. Tabii ki, o çok iyi çalışıyor ve yardıma ihtiyacı yok. Parti hattı- nı hepimiz takip ediyoruz. Gazetemiz, toplumumuzda görülen olumsuz olgulara ve bürokrasiye eleştirel bir yaklaşım sergi- liyor, ancak politik bir suç işlemiyor. Yani, parti düşmanları değil ama bürokratik hale gelmiş insanlar. Kendilerini partiye soktular ve rahatladılar. Gazete veya dergi gibi bir yayını yö- netmek zordur. Biz, mizah ve hicivle, toplumumuzdaki olum- suz olgulara vuruyoruz ve eleştirel bir bakış açısı sergiliyoruz. Ancak ideolojik hatalara düşmemek ve eleştirel çizgiyi aşma-
mak zor. Biz her zaman birlikte olduk ve her yazıya, karika- türe vb. daha fazla dikkat ettik. Farklı olgulara mizah yoluyla yaklaştık.”
“Ben de seni çok seviyorum,” dedi Ardjan. “Ama seni de kıskanıyorum, çünkü sen partide çok önemli bir pozisyonda ve çok saygın bir kişisin. Bana da yardım ettiğin için minnet- tarım,” diye ekledi. “Siz sekreter şefi olarak partinin ideolojik kontrolünü yapıyorsunuz ve bize doğru yolu gösteriyorsunu. Bu çok önemli bir görevdir ve takdir edilmesi gereken bir şeydir. Ayrıca, seninle birlikte çalışmak benim için gerçek bir zevktir,” dedi Ardjan ve kadın gülümsedi.
“Teşekkür ederim Ardjan. Sen de benim için çok değer- lisin ve seninle çalışmak benim için de bir zevktir. Partimizin ideolojik kontrolünü yapmak benim için önemli bir görevdir ve bu görevi yerine getirirken her zaman doğru yolu gösterme- ye çalışıyorum,” dedi kadın.
Ardjan ve kadın birbirlerine gülümsediler ve ofislerinde sessizce oturdular. Dışarıda hava hala sıcaktı ve mevsimler birbirine yine meydan okuyor gibiydi. Ancak, içerideki ikili birbirlerinin şirketinde kendilerini güvende hissettiler ve bir- birlerine karşı sevgi dolu bir saygı gösterdiler. ” Öyle sessiz- ce seviyorlar ama gerçekten seviyorlar, herkesten daha fazla. Öyle durumlar var ki, sevdikleri kurbanlarına bile zarar ve- renler olabiliyor. Umarım bu bir aşk değildir ya da öldürücü olmayan bir aşktır. Parti sekreterinin görüntüsünü hayretle ve dikkatle izlerken, sessizce gülümsedi. Aşk nefrete dönüştüğün- de, kurbanın çok fazla zararı olabilir. Eğer sevdikleri kadınlar
güce ve kuvvete sahipse, onların aşkına inananlar genellikle olumsuz sonuçlarla karşılaşırlar. Çok kez okudum ki, güçlü kadınlar herkese karşı acımasız olurlar ve çok kötü kalpli ola- bilirler. Takipçilerini terörize ederler ve kurbanlarını işkence ederler. Yani, patronumuzun bu şekilde biri olmaması gere- kiyor. Bu bizi mahveder. Patronumuza “Arkadaş patron, bu kadınla daha fazla uğraşma. Bugün gördüklerimden anladığım kadarıyla, seni istediği zaman kötü yapabilir. Bana aptal biri gibi göründü, okuma yazma bilmeyen bir daktilografi sekrete- ri gibi. Ayrıca, patronumuzun yapmacık bilgeliğinin arkasında ne olduğunu biliyoruz. Hem parti hem de güvenlik buradaydı. Ardjan sözünü uzattı ve tekrar pencereye doğru yürüdü. Sek- reter makineden başını bile kaldırmadan çalışıyordu. Ardjan ona “Çok şükür senin yazdığını anlıyorum. Çok zayıf olduğu- nu düşünüyorum, sanki hiç alfabe bilmiyorsun. İlkokul öğret- menin seni kötü tutmuş gibi görünüyor.” dedi. “Hayır patron, hiçbiri doğru değil. O çok katı bir öğretmendi.” diye karşıladı. “Ve ben onun en iyi öğrencisiydim. Hala bana öğrenciler ve diğer öğretmenlerin önünde övünürdü. Ben her yerde en iyi- siydim.” Lisede bile, kötü biyografisine rağmen, yaptığı hiçbir şeyi bilmiyordu. Ardjan’a göre, fizik öğretmeni Koplik’ten bir aptal ve ona göre not vermişti. Kendisi ondan daha fazla şey biliyordu. O bir Sigurimi ajanı olmalıydı. Partiyi aldatıyordu. O kötü davrandı ve bize karşı şikayetler ve hoşnutsuzluklar ya- rattı. “Ve o kendi sözlerine bile inanmıyordu. Fizik öğretmeni- nin üç yıllık bir okuldan mezun olduğunu söyledi ama hiç okul bitirmedi ya da zamanında okulu bıraktı ve liseye öğretmen olarak atandı. Patron, bu ne absürt bir espri?” O, söylediği ke- limelere inanmıyordu ve onları radyoda yayınlamalarını bile istemiyordu. İşte o, eski öğretmeni hakkında söylediği şeyler
doğru değildi. Başkalarını kötülemek için zaman harcıyordu. Ama ben onun gibi biri değilim. Başkalarını kötülemek yeri- ne insanları anlamaya çalışırım. Partimiz için çalışıyorum ama bu, kişisel değerlerimden ödün vermem anlamına gelmiyor.
Bu tür insanlar genellikle sessizce sevdikleri şeyleri ya- parlar. Ancak bazen, sevdikleri insanlara bile zarar verirler. Umarım patronumuz böyle bir insan değildir ya da bu, öldürü- cü olmayan bir aşktır. Patronumuzun bu kadınla uğraşmama- sını öneriyorum. Bugün gördüklerimden anladığım kadarıyla, kadın istediği zaman kötü yapabilir.
Eski öğretmenimiz bir Sigurimi ajanıydı ve bizimle işbir- liği yapıyordu. Ancak benimle ilgili sorunlar yaşadı ve beni haksız yere cezalandırdı. Ayrıca, negatif bir kişiliği vardı ve her zaman bana kötü davrandı. Sonunda, onu görevinden al- dılar. Bana çok kötü davranmasına rağmen, fizik öğretmenim sayesinde başarılı oldum. O, benim için çok önemli bir figürdü ve hala en iyi öğrencisi olduğumu söylerdi.
Bazı insanlar arasında bir çift gibi davranırlar. Ancak ger- çekte birbirlerini sevmediklerini, sadece birbirlerine ihtiyaç- ları olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar arasındaki bu mücadele acımasızdır ve insan neslinin ölümlü olmasının sebeplerinden biridir. Bu yüzden, sevgi ve anlayışı teşvik etmek önemlidir.
İki iş arkadaşı arasında bir benzetme yapılıyor. Biri ko- munist, diğeri ise güç kazanmayı bekliyor. Birisi partiyi terk etmek gibi davranıyor, diğeri gerçekten istiyor gibi görünü- yor. Onlar bir çift gibi davranıyorlar, ancak gerçekte birbirle-
rini sevmiyorlar. İnsanlar arasındaki bu mücadele acımasızdır ve insan neslinin ölümlü olmasının sebeplerinden biridir. Bu yüzden, sevgi ve anlayışı teşvik etmek önemlidir. Yerli yerin- de sözler söyleyenlerin radyoda yayınlanmasını bile isteme- yen biri vardı. Eski öğretmeni hakkında söylediği şeyler doğru değildi. Başkalarını kötülemek için zaman harcıyordu. Ancak ben böyle biri değilim. İnsanları anlamaya çalışırım ve kişisel değerlerimden ödün vermeden partimiz için çalışırım.
Bu tür insanlar genellikle sessizce sevdikleri şeyleri ya- parlar. Ancak bazen, sevdikleri insanlara bile zarar verirler. Umarım patronumuz böyle bir insan değildir ya da bu, öldü- rücü olmayan bir aşktır. Patronumuzun bu kadınla uğraşma- masını öneriyorum. Gördüğüm kadarıyla kadın istediği zaman kötü yapabilir.
Eski öğretmenimiz bir Sigurimi ajanıydı ve bizimle işbir- liği yapıyordu. Ancak benimle ilgili sorunlar yaşadı ve beni haksız yere cezalandırdı. Ayrıca, negatif bir kişiliği vardı ve her zaman bana kötü davrandı. Sonunda, görevinden alındı. Bana çok kötü davranmasına rağmen, fizik öğretmenim saye- sinde başarılı oldum. O, benim için çok önemli bir figürdü ve hala en iyi öğrencisi olduğumu söylerdi.
Bazı insanlar arasında bir çift gibi davranırlar. Ancak ger- çekte birbirlerini sevmediklerini, sadece birbirlerine ihtiyaç- ları olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar arasındaki bu mücadele acımasızdır ve insan neslinin ölümlü olmasının sebeplerinden biridir. Bu yüzden, sevgi ve anlayışı teşvik etmek önemlidir.
İki iş arkadaşı arasında bir benzetme yapılıyor. Biri ko- münist, diğeri ise güç kazanmayı bekliyor. Biri partiyi terk et- mek gibi davranıyor, diğeri gerçekten istiyor gibi görünüyor. Onlar bir çift gibi davranıyorlar, ancak gerçekte birbirlerini sevmiyorlar. İnsanlar arasındaki bu mücadele acımasızdır ve insan neslinin ölümlü olmasının sebeplerinden biridir. Bu yüz- den, sevgi ve anlayışı teşvik etmek önemlidir.
Bir kişi, patronunun yanındaki ofisinde oturuyor. Kendisi komünizm dönemini yaşamış ve ülkenin yoksulluğunu ve geri kalmışlığını gözlemlemiş. Ancak patronu konuşmaktan kaçını- yor ve boş konuşmalar yapıyor. Kişi, özgürlüğünün özlemiyle eski zamanları hatırlıyor. Ülkenin savaştan sonra Avrupa’daki en zengin ülkelerden biri olduğunu hatırlıyor. Ancak komünist partinin iktidara gelmesiyle birlikte zenginler yoksullaştırıldı ve fakirler soyuldu. İdeolojik düşmanlar da infaz edildi. Kişi, bu düzenin sonunun yakın olduğunu düşünüyor ve devrimle- rin başlayacağını tahmin ediyor. Ayrıca, kişi kendine aşık olan bir kadınla ilgili hayaller kuruyor. Ancak genellikle kadınlara güvenmediğini düşünüyor. Dediği gibi, Dona ile buluştuğunda her gün tekrarladı: İnsanlar pozisyon için ya da şehre, hatta başkente gelmek için sevdikleri. İnsanlar kirli yaratıklardır, dış görünüşleri ne kadar kirli olduklarını gösterir. Hiçbir hayvan insanın kokusu gibi kokmaz. İnsan her şeyi yemez, ama ken- di kendine kirli bir varlıktır. Farelerden daha kirli, en azından onların beyni yok. İnsan doğduğunda ve büyüdüğünde espriy- le dolu, sahtekarlık ve ihanetle dolu hale gelir. Menjher ör- neğin zenginlik ve güç için kötü karakteri öldürdü. Menjher, hak etmediği bir zenginliği almak için öldürdü. Gücü elinde tutmak için insan sonunda, en kötü hayvan olduğunu söyledi.
İnsan öldürür, manipüle eder, masum insanları öldürür, politik rakipleri vb. Sadece farklı düşündükleri için. İnsanlar, uzun bir ömre sahip olmadıkları için, köpeklerden daha kötüdürler. Farklı dünyalarda yaşamak için iyi şeyler yaparlar. Tanrı onla- rı ömrün sınırıyla yarattı, her şeyi yerler. İnsanlar birbirlerini doyuruncaya kadar yerler, masallardaki kargalar gibi. Karga Tanrı’ya minnettardır ve masallardaki yaşlı adamla birlikte yemek yediği domuz ve ineklerden daha minnettardır. Ve tek tavuğu boğdular, onu kendi kızı gibi sevdikleri için. Plaka, Tanrı’nın insanlara iyilik örnekleri vermek için çaba gösterdi- ği pozitif karakterdi. Ancak insan nereden öğrendiğini bilmi- yor ya da babasının oğlu değil. İnsan hiçbir zaman öğrenemez, Tanrı’yı bile tanımaz. Bizim insanımız, sadece komünist de- ğil, dürüstlüksüzlük ve sahtekarlık geniyle doğmuştur. Ancak daha kötü durumdaysak, biz Arnavutluklular geri kalmış bir halkız ve birçok dolandırıcı tarafından yönetiliyoruz. Siyaseti değil, ekonomiyi, edebiyatı, sanatı, sporu yönetiyorlar. Ulus- lararası oyunları kazanamıyoruz çünkü aldatıcıyız. Hak eden- leri almadılar, ama iyi bir biyografiye sahip olanlar oldu. Her şeyi yaparlar, ama boşluktalar. Beyin seviyeleri kayıp orman soyguncularıyla eşit. Bu kadar hayal kurdu ve felsefe yaptık- tan sonra, bu aptallığı bitirmediyse Shkoder’e gitmeli. Tanrı o kadar çok kötü insan tanımladı ve onlarla savaşıyor. Bu yüz- den onları cezalandırmakta gecikiyor. Sıra bu aptalların başı- na geldiğinde göreceğiz. Şefin sesi kesildi ve bu söylenirken cebinden ellerini çıkardı ve teşekkür etti. “Tamam, bitti,” dedi kadın. “Gerçekten güzel yazdın ve parti için de çok güzel ima ettin. O iyi şeylerin fikir babası. Siyasi açıdan doğru olduğunu düşünüyorum.” “Patron onu daha fazla kontrol edecek,” dedi adam. “Ama benimle aynı fikirdeyim.” Ve senin anlatan Ard- jan, yani “Sonlardan birinci” Hahaha, – ne kadar kötüsün oğ-
lum! – patron ekledi. – Mantığı kapatıyorum. Basit bir cümle. Sonunda nokta var.
Hahaha, – her ikisi de güldüler. Ne kadar kötü yazıyorsun oğlum: tavuk ayakları gibi ama profesyonelsin. Sen eskizini yapmışsın gibi, gerçekten öyle olmuş gibi. Bugünün en iyi genç yazarı değilsin boş yere, sen aptalsın, – patron ekledi… – ama görevim seni hapisten kurtarmak. Vuracağım, ama karşı çıktığın herkesle konuş.
Patron kötü bir çocuğum, patron. Yetim çocuğum patron. Nasıl iyi olabilirim?! – Tamamen iyi olamazsın. Buldun! – patron dedi, ama sustur, çünkü o komünist dogmatik ve seni doğrudan takip ediyor. Suçsuz. Konuşursan, tanığım var, seni dövecekler.
Siz kötü bir çocuksunuz, patron. Kötü bir çocuk buldu- nuz! – dedi patron, bu da gelmekte olan bir arkadaşın her yere tırmanmaması gerekiyordu. Ben sürekli parti sloganları, ko- münist alıntıları söyledim, çünkü o her gün partiye iyi şeyler söylemiyor. Tanrı, nereye düştüğümü hatırlıyorum! – patron ekledi, isyancı gazeteci tarafından yazılmış beyaz kağıtları in- celeyerek.
Antikomünist ve her yerde sevilen, Ardjan bugün bilge ve sevgi dolu gibi hissetti, sanki üzerine aşk meteoru düşmüş gibiydi.
Tanrı bu cesur çocuğu korusun! – patron kendi kendine dedi, kağıtları dikkatlice inceleyerek, tüm ideolojik hataları yakalamamak için. – Şu ana kadar kurtulduk, ama anksiyete
ve saçmalık iyi işler doğuruyor, – patron kendi kendine söy- ledi. – Endişe, korku ve beyin yıkama, kurbanın kendisine ve ona yapılanlara tepki vermemesine neden olur. Bu insanlar tecavüzcüyü ve her gün gasp edileni seviyor, yalan propagan- da ile boğuluyor, köpekler bile bu manipülatörlerin bu oyları, alımları ve zorla karşılıklı olarak birbirine zarar verdikleri ka- dar inanmıyorlar, iki tarafın da milyon yıllık zararına neden oluyor. yıl Arnavut.
Ama sonunda dürüst insanlar kazanıyor – Ardjan ekledi, çok sabırlı ve adil kalıyor. – Ben, – patron dedi, negatif biri ve casus olsaydım, bu adamı daha önce casuslardım, çünkü dediklerini ve yaptığı şeyleri çok feda ediyor.
Ama eminim ki güvenlik arkasında sıkıştı ve ofisimi kontrol etmeyi düşünüyorum, çünkü bunlar pireler ve casus- luk oradan gelmez. En ‘sevdiğim’ adam, sık sık sana gelir, ev, yerel, yol, vb. Gelir, çünkü seni kötü konuşmana, partiye la- net etmene, vb. Programlanmıştır. İlk başta işbirlikçileri takip eder. Sonra 2A veya 2B dosyası gelir. Soruşturmalar senin için ne aşamada olduğuna bağlı olarak değişir. O, geçmişte sana ne yaptıklarını tekrarladı, Ardjan’ın yazdığı sayfaları gözden geçirirken, tüm harfleri ve anlamlarını dikkatlice görüyordu, böylece daha sonra güvenlik onu yazar ve gazeteci olarak ka- nıt olarak kullanamazdı. .
Hiçbir hata yapmadı, – başını kaldırdı patron. Şükür ki seni bekledim, böylece bu işi şu sıçmanın ellerine bırakma- dım, bu deli her gün ve gece bize ne yapıyor.
Bir gün Shkodër’deki subay evinin şefi bana şikayet etti, burada ekmek yediği kraliçe Ardjan’ı hatırlattı. – Evet, Subay
Evi şefi bana meslektaşlarımla beraber ordu arkadaşı olduğu- nu ve benimle birlikte birçok şeyi bana bildirdi. İçinde Ardjan, gazetecin, personel ve ofislerimizle partiye karşı konuşuyor. Yanında kal, konuşma öğren, beni dava edebilecekleri korku- yorum. Yayın yönetmeniyle ne yapmalıyım, “o yoldaşla bağ- lantı kur ve bize söyleme ki meseleleri çözmemiz için bize fırsat yok. Biz gerçeği biliyoruz, ama bizimle düzeltemez. Ve unutma, ”dedi,“ benden asla kötü olma! Ciao! ” Subaylar evi- nin patronu, Shkodër. Şef, gazeteciye parti tarafından verilen cezaları veya dışlamaları düşündü. En iyi ihtimalle işten çıka- rılır, ama sınıf savaşı şu anki en üst düzeyde ise, o yargılanır ve doğrudan hapis cezası alır. Oh merhamet! – patron kendi kendine dedi, ama ne yapacağımı bilmiyorum, ama bu yılanı kurtaracağım. Nasıl ve nasıl olacak, ama iyi olacak, – gazete şefini teselli etti. Bak Ardjan,” dedi, kafasındaki kötü düşünce- lerin uykusundan uyanıp ağır ağır. Kendi gazetecisinden yazılı notları aldı, bir kez düzenledi ve dik durdu: “Ardjan, röportaj yazınız hem içerik hem de form açısından doğru. Çiziminiz yeni sosyalist hayatımız için canlılık ve iyimserlikle dolu.” “Eh!” diye sesi duyuldu aralarındaki eterde, patronun odası, masalar ve dosyalarla dolu dolaplarının arasında. Patron, ga- zetecisini ve gazetenin sekreteri ve daktilografisini haber ver- mek için kapıya işaret etti, bu yüzden risk aldı: Dikkat! Ardjan anladı ve sadece ellerini cebindeki sarı dökümlü pantolonuna soktu, son moda ama ucuz pantolonlar. Kapı çaldı ve ofise ga- zetenin sekreteri girdi. -Günaydın Bay Ardjan!- dedi. -Günay- dın tekrar patron!- gazetenin patronuna hitap etti.
O, 40 yaşlarında, siyah takım elbise ve siyah etek giyiyor- du. Yüzünde biraz hayal kırıklığı veya kötümserlik izlenimi
veriyordu. Başında, omuzlarla birlikte hafifçe kıvrılmış beli- ne kadar yaşını belli eden birkaç kırışıklık vardı. “Günaydın patron!” dedi Ardjan, ellerini cebinden çıkarırken, pantolonun üzerine düşmüş olan gömleğini düzeltti ve biraz eğildi, sanki gazetenin sahibi ve şefi Qemali değilmiş gibi, aynı zamanda onun şefi de olan biri. Kadın biraz şaşırmış gibi göründü, sonra biraz ironiyle konuştu: “Bugün gazetemiz ne kadar ışık aldı!” “Neyse ki çabuk geldiniz, Puka-Komani’den haber getirmeyi beklerken.” “Getirdim patron,” dedi Ardjan, aynı ironiyle ba- şını sallayarak ve vücudunu “Bayanlık!” diyormuş gibi yön- lendirerek, “Biz şu anda aynı seviyedeyiz, değil mi?” “Bra- vo!” dedi sekreter ve Ardjan’ın yazdığı kâğıtlara doğru beyaz elini uzattı ve patronun elinde rehin tutulan kâğıtları gözden geçirmesini istedi. “Patrona biraz göstereyim,” dedi, eterde eli ölüm gibi açık kafatasını ya da… Daha iyi bir ifadeyle, bir is- keletin yüzünü. Patron bir an için konuşmadı, sadece gördü ve kısa bir mola sonrasında şunları söyledi:
“Bayan sekreter, denetim görevini ben üstleniyorum, hem sanatsal hem de politik açıdan. Yani,” diye devam etti, sesi- ni uzatarak, “bu demektir ki bu gazetede olan her şeyden ben sorumluyum. En azından emekli olana kadar, ki bu iki yıl ve biraz daha.” “Hahaha!” diye güldü, “Başredaktör Bey, beni yanlış anlamayın, senin gibi kastetmiyordum,” diye sekre- ter kahkaha attı. “Biliyorum ki sen patronun ve parti sana bu görevi güveniyor, ama senin işini kolaylaştırmak istedim ve doğrudan daktiloya geçelim. Beni yanlış anlama patron!” diye dişlerinin arasından konuştu, “ama senin burada kim olduğu- mu bilmen gerekmiyor. Bu muhabbet böyle çıktı, parti sekre- teriyim ve ‘Tiran Bölge Parti Bürosu’ üyesiyim, unuttun mu
patron?” Kadın durdu, elini aşağı indirdi ve Ardjan’a döndü, sanki “Ben burada patronum!” demek istiyordu ve parti poli- tikası, burada uygulanması gereken anahtar nokta, emekliye ayrılmak üzere olan başredaktör değil. “-Hayır,” dedi patron, “Kızımızı daktilo yaparken de göreceksiniz. Tabii ki burada parti temsilcisisiniz ve uzun yıllardır çok iyi bir şekilde birlikte çalışıyoruz. Değil mi? Ama lütfen beni yanlış anlamayın, çün- kü gazeteciye sanatsal ve politik yönlerini kontrol ediyorum, iyi ya da kötü durumda, ikincil olarak benim sorumluluğum ve değil sizin kızım. Ama ahlaki ve politik sorumluluk, ama hepsi benim üzerimde. -Tamam,” diye cevap verdi sekreter, “Gereksiz uzatmayalım bu konuşmayı! Parti görevlerini bize bölüştü ve biz sadece partinin ve halkın bize belirlediği cephe- de hizmet etmek istiyoruz.” “Haydi o zaman,” dedi, “Bay Ar- djan, benim ofisime gidelim ve daktilo işine başlayalım.” Ard- jan patrona bakıp, önemli vekiller arasındaki savaşta herhangi bir tereddüt olmaması için onay istemek için baktı. O lise me- zunu değildi. Parti okulunda altı ay süren kurslar sonucunda Laprak’taki “Parti Okulu” ndan mezun oldu ve bize bu çöp oldu!- diye mırıldandı, patrona bakarken, onun emri olmadan bir santimetre yol yapmadı, ona katılmadı ya da onun emrine gitti. Ardjan tekrar şefinden kafasını çevirdi, ama bu kez doğ- rudan, sanki onun emrini bekliyormuş gibi. Ofiste bir sessizlik oldu. Patron bir kez daha başını eğdi, “Bunu yaptığımız yok, bu bize çarptı ve bir ya da iki saniye sonra, dedi: -Bay Ardjan, sekreterimize daktilo odasına git ve işinizi yapın! Ardjan göz- lerini onun emrinden açtı, ama onunla anlaşamadı, onunla bir baba olarak değil sadece patron olarak değil. Tekrar bir işaret yaparak başını eğdi Yani git, bizi kendi halimizde bırakma! Ardjan da başını sallayarak anladığını işaret etti, ve sekreterin
masasından dönüp kapıya doğru ilerledi. Sekreter patronunun bu isyan dolu tepkisinden şaşırmış gibi durdu çünkü böyle bir tepkiyi patronundan hiç görmemişti. ‘O sinirlendi,’ dedi sekre- ter Ardjan ve o, ikisi de odasına girdikten sonra. ‘Gazetede ge- leceğimiz biz gençlere mi, yoksa arkadaş gazeteci değil mi?!’ dedi. Koltuğuna oturduktan sonra büyük poposunu korumak için sünger tipi bir minder yerleştirerek düzenledi. Yazı maki- nesinin önüne dikildi ve şöyle dedi:
Bugün patronu anlamadım. O sinirlendi. Ardjan, sen bir şey mi yaptın yoksa bugün patronun ne işi var?!
Hayır! dedi Ardjan. – Sadece işle ilgili konuştum, bu kadar. Hayal için değil, dedi kadın, o bir şeyler biliyor!
Hayır patron! dedi o, yok, o hiçbir şey yok, hadi işimizi bitirelim ve ben Şkodra’ya döneceğim bu akşam.
Bak gazeteci dostum, dedi kadın, patronun burada benim parti olduğumu bilmeli, çünkü Parti her yerde liderlik ediyor, işçi sınıfı her yerde yönetiliyor, bu yüzden hatırlatmaya gerek yok. Şimdiye kadar hiçbir çatışmam olmadı.
Ee! Bugün patronun bu isyanı nasıl açıklıyorsunuz gaze- teci dostum?!
Patron dedi ki, kapıyı kapattı, saçlarını biraz eliyle karış- tırdı, masasına doğru yaklaştı ve üzerine eğildi ve dedi: ‘Parti Sekreter Partisi! İlk olarak, sorunum kimin burada birinci ve
ikinci olduğu değil; ikinci olarak, görevler yasayla belirlen- miştir; üçüncü olarak, burada komutan odur, ama parti orga- nizasyon toplantısında seni çağırabilir ve görevler verebilir. Ben orada ne yaptığını bilmiyorum… işte burada, dedi, patron odur ve ben ona son güne kadar itaat edeceğim. Senin için, sen partisin ve normal olarak seni takdir ettim ve sana itaat ettim. Değil mi patron?! dedi, sesini uzattı, sonra yüz yüze yüzleşme- den geri çekildi ve ekledi:
En iyisi yazıyı bitirelim, liderlik bekliyor ve işin komu- tasını bırakalım, çünkü ben sonuncusuyum ve hiçbir yetkim yok!
Haha, dedi kadın, sana yetki vermiyor, ama sen alacaksın, çünkü emekli olunca seni partiye öneririm.
Aaa, teşekkür ederim! dedi.
Bir kere şefimiz var, sonra gün gelir ve konuşuruz, tamam patron?!
Ee, dedi, yarım ağızla başla işine ya da ben yaparım, dedi.
- Hayır! dedi. – Şeyler ciddileşiyor burada. İşimi yapacağım!
Anlaştık patron yıldız dünyası! dedi, yanağıyla, sadece bitir.
Patron, dedi, her şeyi düzgün yazdığını söyledi, hadi işe başlayalım ve ben Şkodra’ya geri dönmeliyim. Lütfen!
Araban var mı? dedi kadın Ardjan’a. – Evet patronum, var. dedi. – Arabayı kaza yaptın mı? – Hayır, patronum. Bu yüzden suçlu değilim, değil mi?! Çünkü trafik polisi suçsuz çıktı, değil mi? – Evet, ama o arabayla dikkatli ol, aman! dedi, çok tehli- keli bir yolculuk. – Şefim, ellerini aldım, ekledi. – Ya?! – Yok, dedi. – Biz ne olduğumuzu düşünüyoruz. Sevgili olarak alın, sonra nerede boğuluyoruz…! – Aşk için!? dedi şaşırdı. Ardjan biraz kafa salladı, sonra konuştu: – Hayır, patronum, seni o iş için kimse suçlamaz. Sonra dedi ki, sana varlık bu hain! … ve başını salladı. – Ee, Ardjan, güzel görünüyorum? – Evet, patronum. Adam şanslı ki seni! – Adam, kısa umutları kesildi. Kafa kaldırdı ve konuşma değişti. – İkimiz asla birlikte seya- hat etmeyeceğiz, Ardjan, diye ekledi ve ikinci olarak, başını kaldırıp, benim için kafasını kaldırma, onu kafama koydum.
- Ve üçüncüsü, dedi, bu mesele kapatıldı. Bana ne derseniz, patron Dedi ki patronum ve seni ve sizinle bir aile gibi, sevgili arkadaşım ve gereksiz şeyler için kavga etmeyeceğiz, değil mi? – Tamam, dedi. – Ama anlayışımı sadece onunla netleştirmek istiyorum. – Hahahaha, ironisiyle dedi, yani nasıl açıklamalıyım? – Hayır, dedi. – Yalnızca onu açıklayacağım. Tamam, aptal mısın? – Aha, dedi. – Yani neler bekliyorsun? – İyi, dedi, hepsi bana. – Doğru, dedi. – Biz bir tarafız ve babam bir diğeri. Eski dama! dedi. – Evlilik umarım! – Evet, dedi, yok, söylediğin gibi değil. Bugün bana ofisten çıkarabilir veya Ardjan’a bir şeyler yapmışsın, çünkü zarar vermezsin, dedi. “Patron yok şef, ben hiçbir şey yapmadım. Ona hiçbir zaman karşı gelmedim. Biliyorsun ki ona hiçbir zaman iki kere söz edemem, ne zaman ki canlıyım. Babamı sevecek ve saygı gös- tereceğim, çünkü patron olmadan hiç kimse olmazdım şef, işe aldı, her yerde destekledi ve beni bugün olduğum kişi yapan
numara bir faktördür, bu yüzden bana ‘Atla!’ dedi, bu ekledi. İyi, dedi bu, şiirlerini at şimdi, bir şey istemiyorum ama bugün bana iyi gelmedi ve bana kapıyı gösterdi. İyi o zaman. -Hey! Bu, dedi bu, birlikte kahve içelim, anlaşalım ve bu kadar, nok- ta. Basit bir cümle, ekledi Ardjan, sonunda nokta var. ‘Dil Bilgisi Kongresi’ yerleştirdi, bu güldü. -Evet evet, teorilerin hakkında bize yeter, galaksiler! Hahaha, bu güldü. -Astrono- mik aptallıklarından başla bir kez. -Patron yok, bu dedi, bugün vaktim yok. Bugün bir kadınla tanıştığım kadar. Yyyy! Bu ek- ledi bu. -Hey, bu güzel az demek istiyorum, çok güzel patron, ama patrona söyleme. Anlaştık mı? -Hayır, bu dedi bu, anlat- mam. -Hey, ne yaptınız? Eeeee … Çıktınız mı? -Hayır patron, ama hoşuma gitti. -İyi, bu dedi bu, ama biyografiye dikkat et, ilişkilendirme, bak kim var ailede. Politik mahkûm olabilir; kaçak amca, halalar veya ballistler olabilir…! Bir kez biyogra- fiye bak, sonra hareket et ve aşık ol! Tamam mı, bunu ekledi.
-Şef, bu dedi bu, seni seviyorum ama bana kötü söz söyleme!
-Evet öyle, sen beni çok seviyorsun… Ne kadar… Sen şefi seversin ve bu kadar. Beni bırak, kötü çocuk! Bu güldü bu.
-Tamam, bu ekledi bu, patronu takip ediyorum, anlaştın mı?
-Şimdi, şimdi evet! Bu dedi bu. -Senin için ilk o ve fikri mü- hürlemek için kafasını aşağı doğru çekti. -Tamam patron, sen buldun, ama ellerini ver ya da bırak beni yazmayı bitireyim.
-Hayır patron, benim için hayır, ben bitireceğim ve nokta. Ve, diğerleri benim burada boşuna oturduğumu düşünmesinler…
-Kötü diller kapanmaz patron! Biliyorsun. -Evet, bu dedi bu, ama sen lider gibi bir komünistsin, bunu biliyor musun? -Bili- yorum, bu dedi bu ve ona doğru biraz yaklaştı. -Şef, sen birinci sınıf bir komünistsin! Bu unvanı hak ediyorsun! -Tamam, bu dedi bu, ama sen komünist değilsin Ardjan. -Ben mi?! Evet
veya hayır, bu dedi bu, ama sen birincisin, ikinci şef, ben so- nuncuyum. Sonra, diğerleri gelecek sırayla. -Haha, bu güldü bu, sen kötü bir adam değilsin Ardjan! Bir ideali için değilsin! Bu ekledi bu ve Ardjan konuşmayı tekrar başlattı: Şef, yıldız dünyamız, e hani, işi bitirelim ve sonra bitirmeyi kutlamak için mi gidiyoruz?! İstersen, herhangi bir şeyle yıkayabilirim seni.
-Hayır, bu dedi bu. Partimin bana kutlama yapmasına izin ver- miyor, ama sen nereye gitmek istersen git. -Gidecek misin? Bu dedi bu ve çıkması için hazırlandı. -Hayır şimdi, çünkü belki bana düzeltilmesi gereken bir kelime veya ifadeye ihtiyacın olur, bu dedi bu. -Evet, bu dedi bu, bu yüzden tam olarak bu.
-Neden, benimle duramıyor musun? Bu alay etti. -Eee Ardjan.
-Hayır o anlamda değil patron. Bugün kötü uyanmışsın, yıldı- zımız, bu dedi bu. -Hayır, ben kötü uyanmadım, sadece sana nasıl lider olunur öğretmek istiyorum… Asla partimizin yüce hattasını yanlış yapma. -Partiye yaşa! Bu dedi ve ellerini pat- lattı. -Tamam, bu dedi bu. -Partiye yüzyıllarca yaşasın! Yok- sullar iyi bir şeyimiz var, bir burjuva asla beni işe almayacaktı ve asla işçi sınıfı ülkeyi yönetirken bırakmazdı. Proleterler sa- dece işlerinin kanatlarına sahipler, bu aşağılık kapitalistlerin acımasızca sömürdüğü. Bak Ardjan, bu dedi bu, iyi yazdığını gördüm. En azından geçtiğim sayfalar. Gazetecinin yazısından memnun oldu ve gazetelerindeki üstünlüğünü onaylamak için dedi: – Bak oğlum, sen şefimizi çok seviyorsun ve o seni. -Ta- bii ki, hepiniz seviyorsunuz, bu dedi bu ve ciddi bir duruş aldı, pencereden uzakta olduğu yerden bir adım attı. Sekreter şefin masasına yaklaştı tekrar.
-Shefe, bu dedi bu, gözlerine bakarak, nerede çıkmak is- tediğinizi bilebilir miyim, çünkü hiçbir şey anlamıyorum, bu
yüzden biraz daha vücuduna yaklaştı. Başını biraz eğdi, çünkü o çok uzun ve o çok kısa ve ekledi: -Shef, açıkça konuş, o za- man patronumla bir sorunun var mı? Yoksa bana mı? Çünkü bugün bütün ironi ve sinirin üzerinde gibisin. Hayır, bu dedi bu ve yazma makinesinin gözünden çekti, onu yeniden başa göndermek için biraz el ile gönderdi, başka bir bölüme veya bir sonraki sayfaya başlamak için ve ekledi: – Hiçbir şeyim yok oğlum, bu dedi bu. – Seni seviyorum ve seni çok değerli buluyorum. Çok şey yaptı bizim için ve siz, bu dedi bu, ellerini klavyenin üzerine koydu ve ona doğru baktı. Saat on iki civa- rında ve hava diğer saatlerden daha sıcaktı. Yazın sonu ya da sonbaharın başı olsa da, bir mevsimden diğerine kolayca ayırt edilemiyordu. Biraz nem başladı ve Ardjan ofisin penceresi- ni açtı ve sonra ekledi: -Shef, seni burada herkesi seviyorum, Ailem gibi benim de, yetim olarak sadece siz varsınız. Şefim, yani babam, beni bugünlere getiren kişi oldu. Onu çok sevi- yorum ve gerçek bir baba gibi değer veriyorum. Onu kimse incitmesine veya küçük görmesine izin vermem!
“Bak oğlum,” dedi parti sekreteri, “ben komünistim ve bölge parti sekreteriyim. Bunun farkında mısın?”
“Evet, shefe, çok iyi biliyorum. Sizin gibi bir şefim oldu- ğunuz için memnunum.”
Ve seni çok sevdiğimi söyledim, ama kıskanma, çünkü babamı, yani şefimi daha çok seviyorum.
“Hahaha,” güldü, “ben bunun için kıskanmıyorum. Şefi çok sevdiğini biliyorum. Ama her şeyi benim dediğim gibi ya- pılıyor ve benim iznim olmadan hiçbir şey olmaz! Şef bunu
iyi biliyor. Hatırlatmama gerek yok sanırım!” diye kıyıcı veya alaycı bir tonla dedi büyük editör ve şefine karşı.
“Ben,” devam etti, “her parti toplantısında onu her zaman savundum. Onun için çok iyi bilgiler verdim. Tabii ki o çok iyi çalışıyor ve yardıma ihtiyacı yok; tabii ki partinin çizgi- sini hepimizle uyguladı. Gazetemiz olaylara, bürokrasiye ve bürokratlara eleştirel bir şekilde yaklaşırken, politik bir suç oluşturmayan negatif olgulara karşı biraz eleştirel bir şekilde yaklaşır. Yani, parti düşmanları değil, bürokratlaşmış ve kendi zevklerine girmiş insanlar. Bir gazete veya dergiyi yönetmek hassas bir konudur, sosyalist toplumumuzun negatif fenomen- lerine hiciv ve mizah yoluyla vururken ideolojik hatalara düş- memek ve eleştiri sınırlarını aşmamak zordur, bu yüzden her zaman birlikte olduk. Her yazı, karikatür vb. için daha fazla dikkat ettik, ya da her gün başımıza gelen farklı olaylar hak- kında mizahi yazılar yazdık.
“Sen de biliyor musun Ardjan,” diye ekledi, “her zaman sana yardım ettim ve çıkan her sayıyı imzaladım. Politik ve ideolojik kontrol altında olduğumuzu bile bile imzaladım. Kendim için ve sizin için gereksiz yere bir yöneticiyi eleşti- rirken bazen hata yaparız. Yani, her yazı ve bilgiyi iki veya üç kez kontrol etmemiz gerekti ve bunu yaptık mı? Her şey için ben yardım ettim değil mi? Üç kişilik bir iş yaptım, sadece kendim için değil, büyük şefimiz için de… ve kişisel olarak bana yardımımı ve parti sekreteri olarak unutmaması gerekti- ğini düşünüyorum. Kısacası, burada Parti benim, sevgili Ard- jan!” dedi.
O, hayretle ve merakla ona bakıyordu. Daha önce hiç sek- reterin böyle bir konuşma yapmasını görmemişti. Normalde toplantılarda konuşmazdı. Parti emirlerini yazıyla verir ve her şey partinin dediği gibi uygulanırdı, yani, sekreter, şefi.
“Bugüne kadar seni böyle mutsuz görmedim,” dedi. “Bak, sen bizim ideolojik liderimizsin! Bir yıldızsın! Seni
olduğun gibi seviyoruz, ama seni ideolojik hatalara düşme- mizde bırakmadın, ya da tekrarlamak ve kendini beğenmişlik- te düşmemize izin vermedin.”
“Gerçekten mi?” dedi. “Bu düşünceyi mi hakkımda ta- şıyorsun Ardjan?! Wow, ruhuma dokundun!” dedi. “Bekar olsaydım seni öperdim, ama bugün sadece yanaklarından öpe- ceğim.” Ardjan’ı öptü ve tekrar kendi koltuğuna oturdu, ofis masasının karşısında, çok büyük olmayan ama güzel bir masa.
“Shefim, teşekkür ederim,” dedi, “ama lütfen, şefle birlik- te kavga etmeyin. Her şeyi birlikte tartışın. Zor zamanlar, bir- birimize saldırmamız gerekmiyor. Birlikte olmalıyız ve sahip olduğumuz şef için gurur duyuyorum, ama tabii ki senin için de gurur duyuyorum, beni anladın mı?”
Başını hafifçe eğdi, onu yeniden eski haline getirmek için.
O kafasını eğdi ve tekrar yazmaya başladı, gözünden bir damla yaş süzüldü. Sol elini kaldırdı, sildi ve tekrar yazma ma- kinesinin tuşlarına vurmaya başladı. Bugün çok üzgündü ve büyük şefin sözlerinden rahatsız oldu. Ardjan ona bakıyordu. “İki olasılık var,” diye düşündü kendi kendine. “Birincisi, bu eğitimsiz aptal bir kadın; ve ikincisi, şefimizle, büyükbabamla aşık olmuş.” “Hahaha,” sessizce güldü. “Gel büyükbaba, gel,
şimdi sevgili olarak yaşlanıyoruz. Hayır,” dedi kendi kendine tekrar, “sekreterlerin patronlarıyla aşık olduğu durumlar var. Onlar sessizce kalır, şeflerini hayranlıkla beklerler. Yani, ses- sizce seviyorlar, ama gerçekten hiç kimse kadar seviyorlar. Sevgililerini öldürmek için kurban olurlar.
Umarım bu aşk ya da cinayet aşkı olmasın,” diye gülüm- sedi ve patronunun, Parti sekreterinin görüntüsünü hayretle ve dikkatlice inceledi.
Yani, aşk nefrete dönüşürse, kurbanı çok kötü sonuçlar bekler. Aşklarına boyun eğmeyenler, kadınlar güç ve güçleri varsa, olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalırlar. Güçlü kadın- ların herkese acımadığını ve çok acımasız olduklarını defalar- ca okudum. Takipçilerini ve işkence kurbanlarını çok korku- tuyorlar.
Yani, bu bizim şefimiz olmasın, bu bizi kaldırır. Şefimize söyleyeceğim. “Dostum şef, artık bu kadınla uğraşma, çünkü bugün gördüğüm bu şeylerle, ona kötülüğü istediğinde bunu yapacak. Aptal bir insan, eğitimsiz ve sahtekâr, sekreter, dak- tilografçı ve gerçekten şefimizin sahte bilgeliğini gizlediğini bilmiyordum. Parti de o, ve “Burada Sigurimi var. Bakma! – Ardjan sözü uzattı. Üç adım geriye doğru gitti ve tekrar yazı makinesinden başını kaldırmadan çalışan kadının yanına gel- di. -Ardjan, dedi, yazını anlayabildiğim için şükürler olsun, çünkü çok zayıf yazıyorsun. Harfleri bile düzgün yazmayı bil- miyorsun gibi. İlkokul öğretmenin seni zorlamış gibi duruyor.
- Eee, hayır efendim, hiçbir şey doğru değil! Çok sert bir öğ- retmeniydi, doğrudan cevapladı. Ben de onun en iyi öğrenci-
siydim. Ta ki beni uzaklaştırana kadar, diğer öğrencilerin ve öğretmenlerin önünde benimle gurur duyardı. İlkokuldan son- ra, kötü biyografiye rağmen, nedenini bile bilmiyorum, dedi. Onur tablosunda yer aldım. Fizik öğretmeni, Koplik’in yatak- larından biri, bana kötü notlar verirdi, bilgimden çok daha faz- la bilgim olmasına rağmen. O yatakta olmalı, onun kandırdığı partiyi ortaya çıkardı ve sonunda kötü bir biyografiyle ortaya çıktı. Ve benim düşünceme göre, düşman için çalıştı. Bize kar- şı çok kötü davrandı, Parti’nin paltosunun altında, dedi. – O negatif bir insandı, düşmanlık yapar ve herkesi rahatsız ederdi. Ve o gözlerini açtı ve kelimelerine inanmıyordu, onları üç yıl- lık fizik öğretmeni olarak sıraladı, sonuçta ‘Pedagojik Ensti- tü’ne, belki de hiç bitirmedi ya da onun zamanında bitirdi ve şimdi liseye öğretmen oldu. Ne şaka, efendim, anlıyor mu- sun?! Güldüler. Kendisine yaklaştı, cümleyi açıkladı, hatta daha güzel bir şekilde düzenledi ve iş hoşuna gitti ve düzeltil- mişti. İki aynı gazetenin insanı arasında uyum ve anlayış vardı, ama politik rakiplerdi. Ve böylece, karşıtların bir araya geldi- ğini söylemek saçma değil. Her şey çok iyi gidiyordu. Yazıyı bitiriyordu ve durumu sakinleştirdi Ardjan. Daha fazlasını pat- ron için yaptı, kendisiyle asla böyle konuşmayacaktı, ama ba- rış sağlandı diyebiliriz. İki işbirlikçi arasında, biri komünist, diğeri iktidarı isteyen. Biri partiyi istemiyor gibi görünüyordu, diğeri gerçekten istiyordu. Aşık veya evli bir çift gibi, biri di- ğeri gibi davranıyor ve diğeri gerçekten seviyor. Aslında, iki insan arasında gerçek bir aşk yoktur. İnsan ırkı içindeki savaş acımasızdır, bu yüzden Tanrı insan ırkını ölümlü yaptı, seçil- meseydi, canavarların sayısı sonsuz olurdu. Kimse kimseyi sevmez! Herkes birbirini çıkarları için seviyor. Aslında, bizim
Adem’imiz böyle dolup taşmış ihanet ve ihanetle dolu. Bak, ben burada kısa bir aptallıkla duruyorum ve hesap veriyorum. Burası parti ve burası beni ve patronu dibe vurdu. Her şey son- ra hayat, iş ve insan aşkı gibi geriye gider. Boş sözler. Yoksul- luğu ve bu partinin yönetimi boyunca getirdiği toplam geliş- memişliği alay eder ve alay eder. Kimseye açıkça konuşamam. Ve o bazı durumlarda anlamsız konuşur. Kurtuluş’tan önce, sadece biz Avrupa’daki en zengin ülkeydik. İkinci Dünya Sa- vaşı’ndan sonra altın ve gümüş açısından nüfus açısından. Bu partinin iktidara geldiği yerde başladı. Zenginleri fakirleştirdi ve yoksulları soydu, Ekim Devrimi’nde veya Paris Komü- nü’nde olduğu gibi ideolojik düşmanlar işlenmeye başladı, Marat’ın listelerinde olduğu gibi ilk komünar devrimin fikir babası. Şimdi, asma! Dedim. Bununla daha fazla tartışmam gerektiğini düşünmüyorum. Uyan Ardjan! Kendisine söyledi. Dayanmalı ve düşünmemeliyim, çünkü bu rejimin sonu yakın. Ahlaksız, din ve fikir olmadan bu rejime karşı isyanlar başla- yacak. Bir düşünceye odaklandı, patronun ofisinin köşesine, ve düşüncesi boşlukta. … Bu rejimin sonu hızlı olacak ve rüya uyandıktan sonra, dedi: “Tabii patron! Söylediklerinizin hepsi doğru!,” dedi ve gözlerini ondan çevirdi, çünkü bir süredir bul- vara bakan pencereden tren istasyonuna doğru bakıyordu ve sürekli olarak rejime karşı düzenlenen hayali isyan ve karışık- lıkları kurguluyordu. Aynı zamanda Dona’yı da düşündü, tren- de tanıştığı kızı. Onu anti-komünist gösterilere katılmış olarak hayal etti. Her şeyin bir başlangıcı var! dedi. Hem isyanlar hem de benim bir aşkım var. Ben de insanlık gibi, bilinç sahibi bir varlık olarak evleneceğim, kadınlara veya aşka hiçbir za- man inanmadım. Ama işte bana da oldu. Aşkı buldum. Beni iyi tanıyan herkes, bunu öğrense şaşırırdı: Bu imkansız! Bu
kadın karşıtıya ne oldu böyle?! İşte kıyamet koptu. Dünya dönmeyi durdurdu. Ardjan Vusho, ilk ve son aşkını buldu. O, temelde aşka en çok inanmayan adamdı; kadınları sevmeyen adam. Onun tekrar tekrar yaptığı ve üzerinde düşündüğü her kavram, sonuçta ona aşkın var olmadığını, her şeyin çıkar ol- duğunu ve her şeyin bir tarafın zararına para veya kazanç ge- tirdiğini gösteriyordu. Bir çift gerçekten sevgili olamaz! dedi- ği her gün, Dona ile tanışana kadar. İnsanlar sadece statü veya şehre gelme nedeniyle seviyorlar, dediği gibi. İnsanlar pis var- lıklar. Dışkıları, ne kadar pis olduklarını gösterir. Hayvanların dışkısı gibi hiçbir insanın kokusu yok. İnsan her şeyi yemez, ama kendisi pis. Hayvanlardan daha pis, en azından onların beyinleri yok. İnsan doğar doğmaz ihanet etmeye ve inanma- maya başlar. Hemen zenginlik için kardeşini öldürdü; hemen zenginlik karşılığında öldürdü; gücü elinde tutmak için öldür- dü. İnsan sonuçta, dediği gibi, en kötü, en ihanetkar ve en nan- kör canlıdır. Katletmek, manipüle etmek, masumları öldür- mek, politik rakipleri vb. sadece farklı düşündükleri için. Güce gelince, insan yasal, ruhsuz, katil olur. İnsanlar kurtlardan daha kötüdürler… Daha uzun bir ömürleri olmasaydı, dünyayı kirleteceklerdi, bu yüzden Tanrı onların ömürlerini sınırlı kıl- dı, çünkü her şeyi yerler. Birbirlerini bile… İnsan eti yiyor, doymuyor. Masallardaki kargalar gibi. Karga Tanrı’ya ve ma- salların yaşlı adamına minnettar, onunla birlikte inek ve tek tavuğunu yedi. Yaşlı kadın pozitif bir karakterdi, insanlara iyi- lik örnekleri vermek için Tanrı’nın ona çabalarına karşı diren- di, ama insan veya insanın oğlu nereden bilebilir ki! O ahlak- sızlığa devam etti ve onu miras aldı. İnsan hiçbir zaman düzelmedi. Tanrı’yı bile tanımaz. Onu reddeder. Bizim insanı- mız sadece bir komünist değil, inançsızlık ve sahtekârlık gen-
leri ile doğmuş bir varlık. Biz Arnavutlar daha kötüyüz, geri kalmış bir halk ve birçok yollar yönetiyor, sadece politikayı değil, ekonomiyi, edebiyatı, sanatı ve sporu. Hiçbir yerde uluslararası oyunlarda kazanmıyoruz, çünkü sahtekârız. Onlar hak edenleri almaz, iyi biyografili olanlar alır, öderler, iş alır ve her şeyi yaparlar, sadece içi boş. Zihinlerinin seviyesi kay- bolmuş orman hırsızları ile eşittir. Ee…, dedi. Çok hayal ettim ve filozofluk yaptım. Bu aptallığı bitirmem gerekiyorsa, Sh- kodra’ya gitmeliyim, çünkü Tanrı bu kadar kötü insanı tanıdı ve onlarla ilgileniyor, bu yüzden bizimkinin intikam alması gecikiyor, çünkü sıra bunlara uzun. Cezalandırmanın zamanı geldiğinde görülecek. Bu düşüncelerle kafayı yorarken, patro- nun sesi duyuldu: -Bitirdim! Şükürler olsun! diye cevapladı ve cebinden ellerini çıkardı ve teşekkür işareti olarak ona tokalaş- tı. -Başardık, dedi. -Aslında güzel yazdın! Parti için de çok güzel ima etmişsin, çünkü hayatımızdaki tüm iyi şeylerin fikir babası olduğunu ima ettin. Yani, politik olarak düşündüğü- müzde iyi olduğunu düşünüyorum, dedi. -Daha fazlasını pat- ron kontrol edecek, ama ben ideolojik ve sanatsal açıdan hem- fikirim, sen en iyisisin. Sana düzeltme yapamayız! diye patron gülümseyerek ekledi. -Ben her zaman parti için çalışırım, pat- ron, dedi yarı şaka yarı ciddi bir şekilde. -Evet öyle, dedi, Par- ti yetimlere alıp ortaokula ve yüksek okula götürdü, biyografi- ni bilmen olumlu, ama babayı veya anayı bilmediğin için suçlu değilsin, bu yüzden parti doğru şekilde seninle hareket etti ve işte neredeyiz, ülkenin tepesinde, yayımlayarak, çalışarak ve hayatını çok iyi yaşayarak. Ardjan biraz düşündü, çok sert bir cevap vermek istedi, ama sonra bu işe değmeyeceğini hatırladı ve dedi: -Evet patron. Partiyi ve sizi yönetici kadro olarak se-
viyorum. Benim için her şeylersiniz. -Ama, ekledi, şükür ki böyle bir partimiz var, ki kendi çocuklarıyla sınıf savaşı yap- mıyor. Bir gün aklıma geldi mi? patron eklendi. -Ne? -Bu par- ti sekreteri olarak, merkeze önermek istiyorum ki parti adayı olasın. Ne diyorsun Ardjan? dedi. -Ee patron, dedi, kısa bir sessizlikten sonra cevap verdi. -Öncelikle, biyografimi bili- yorsunuz ve ikincisi, beni üye yapmanızı istedim, tam bir so- ruşturma yapacaklar ve o soruşturmadan sonra işimi kaybetti- rirler. Yani geçmişimi iyi öğrenirler. Patron, ben neredeyse üretimde yaşıyorum, neredeyse her gün inşaatlardayım. Ve dördüncüsü ve en önemlisi, partiyi kalbimde tutuyorum, teste ihtiyacım yok. -Ardjan, kendini çok iyi bir avukat olabilirsin, çünkü kendini mükemmel bir şekilde savundun. Bravo oğ- lum!- dedi bu.
-Evet şef, seni sevdim. Çok akıllısın ve partimiz için çok güvenilir birisin. Seni seviyor ve saygı duyuyoruz. -Şefim beni seviyor mu?! – diye sordu şaşkınlıkla Ardjan. -Evet, o seni politik olarak sağ eli gibi görüyor ki ideolojik hatalar yapma- yalım, neyi yayınladığımızı biliyoruz. -Gerçekten mi Ard- jan? – dedi şaşkın bir şekilde. -Evet, gerçek!- doğrudan cevap verdi. -Şefim ya da babam beni çok seviyor. Aksi mümkün değil. Anlaştık mı şef?! -Ne güzel! Beni sevindirdin oğlum, dedi. -Sen Ardjan iyi bir adamsın ve çok tuhaf. Sık sık seni dü- şündüm. Yemeğini nasıl yiyorsun, nasıl giyiniyorsun, vb. Bir gelin lazım sana, dedi. -Bu konuyu da göreceğiz,- dedi adam.
-Sen düğünümde başkan olacaksın. -Anlaşıldı,- dedi. -Çok is- teyerek. Var mı birini? – diye sordu, – ya da kuzenimi tanıta- yım sana?! Yüksek okulu var. -Evet şef,- dedi adam,- biriyle aşık oldum. Nasıl desem, güzel bir yıldız ve çok zeki. Hala öğrenci şef. Kabul ederse tanıtacağım onu. Ama endişelenme.
İyi bir biyografiye sahip. -Çok şükür!- dedi şef, Ardjan’ın de- diklerinden şaşkına dönmüş. -Bunlar nasıl oldu? – diye sor- du. -Bugüne kadar söylemedim çünkü kimseyi istemiyordum. Kadınlar, nasıl olduklarını biliyorsun. Ve sen iyi bildiğimi biliyorsun. Çok az iyi ve değerli ve artmaya değer var. Şef!- dedi,- benim gibi olmamak için üzgün olma. Benim ideolojik meselelerim yok, ama kaç kişinin boşandığını, kaçının aldat- tığını ve vb. gördüm. Aceleyle birbirleriyle evlenmeye karar verdikleri için. Sen tanımıyorsan neden yabancı bir kadına ya da adama aşık olursun?! Sonra hepsi yanlış kararlar verirler evlenmek için. Anlıyor musun? Ve benim durumumda çocuğu yedi. Yetim ya da kötülerin avı. -Biliyorum,- dedi şef. -Suçsuz değilsin. Sen ebeveynsiz bir ağır yaşadın ve parti sana yar- dım etti, sana yardım etti, sizi eğitti,- dedi onuncu kez. -Parti hakkında konuşmuyoruz burada, dedi. -Evliliklerini ve sonra boşanmayı kararlaştırma konusundaki çiftlerin sorumsuzlu- ğundan bahsediyoruz. Çocukları hakkında hiçbir şey sorma- dan. Ben çocukları koruyorum. Benim gibi acı çeken başkaları olmasın istemiyorum. Aşk ve bölünme olmalıdır. Anlıyor mu- sun? Ve ayrılık ebeveynlerin sorumsuzluğundan geliyor. Hiç istemedi, hiç de istemedi vb. boşuna sözler. Olay kökenlerinde incelenmelidir. Sorun ve sonuç. Yani kadınların aceleci ka- rarları genel olarak, sonra suçlu erkekler, benim gibi, sadece benim gibi,- dedi. -Ben cinsiyet ayrımcılığı yapmıyorum şef. Beni yanlış anlama! Sonra, hevesle ekledi: -Böyle durumlar için çok sert yasalar olmalı, sorumsuz insanlar için uygundur, insanlığın yarattığı insanlar ve topluma açık yaralar bırakır. Hiçbir zaman bilmeyeceksiniz, aynı zamanda köpekler gibi, doğum yaptılar, koşullarını seçebilirler, diğerleri doğurabilir. Hayır şef! Sıkı yasal yasa gerekiyor! Sorumsuz insanların do-
ğum yapmasını durdurun ve topluma sonsuz yaralar bırakma- yın. Yetim iyi olmaz şef! Unutma beni. Kötü kovalama her zaman hayatınız boyunca sürüyor. Kayıtsız yasadan. Öyleyse evlenmeden önce iyi düşüneceğim. Kişiyi iyi ve çok iyi tanı- malıyım, doğru yere kadar, benim ve nesillerimin geleceği de- ğil. Şefi biliyor, tanıma işlemi çok zor, yüzeysel veya duyusal tanıma yok. Ama biyografi şef. Gitmeden önce biraz felsefe göstereceğim. Üzülmeyin, on dakika giderim.
Hayır,- dedi. -Konuş, ağzımı bırak! Kimse seni suçlamı- yor haydut, – şaka ile dedi. -Bekle şef,- dedi,- beni dağıtma lütfen! Tanıma, tanıma hiçbir şey olamaz şef. Tanıma, yaratılış anındaki atom veya organik madde temeli üzerine bir araştır- ma. Yani tanıma sona ermez, kimse tam olarak bilinemez şef. Tanıma, atomun veya organik maddenin temelinde bir çalış- ma. Yani, tanıma bitmiyor. İki gün bunu doğrulamam gereki- yor. Ne diyorsun, pratiğin bir kişiyle uzun süre geçirmesi onun nasıl olduğunu öğretir: iyi, kötü, ahlaki veya ahlaki. Anlaşıldı şef,- dedi,- pratiğin bilginin annesi olduğu konusunda hemfi- kirim, ama bilgi kendisi değil. Bilgi sona ermez. Kimse bilin- miyor! “Bir profesör veya mucit için çok öğrendim” diyoruz, ama ekleyeceğim,- dedi,- kimse kesin bilgi değil! Bana ya da bilim adamlarına, atomu bölen, kimyasal silahı bulan, elektron ve nötronların özel ağırlığını bulan ve onları yok eden ve atom bombasını yaratan kişi, kimse daha zeki mi? Hayır şef! Bilim adamları bu bilimsel şeyleri buldu, ama kim doğurdu ve nasıl geldi dünyaya? Hangi yasaya? Tanrının gökyüzü yarattığı tüm maddeleri bilen kim? “Analar doğuranlar mı?! Sonra kız do- ğuranlar mı analar?! İlk oluşumun atomik veya hücresel zin- cirini anlıyor musun?! Büyük anne kimdir, şef?! Her şeyi bu
kadar doğru yaratan o mu???? Bilmiyoruz ya da bilmeyiz! Ve evrensel oluşum zincirinin tamamını veya çoğunu keşfetmiş değiliz, çevremizdeki doğayı, yani toplu oluşum zincirini. Bu yönde çok cahiliz. Örneğin: Dünya, milyarlarca yıldır Güneş etrafında aynı eksantrik yörüngesini nasıl koruyor?! Hiçbir derece değişmiyor. Öyle değil mi, şef?! Başka türlü olsaydı, Dünya bilinmeyene doğru kaçardı, Güneş’ten uzaklaşır ya da kara delikler ya da antimadde bizi yutardı. Sadece Dünya’yı değil, şef, Samanyolu galaksisini de. Eh, şef, bilginin sonu yok. Biz evrenin küçük yaratıkları veya hatalarıyız, şef, çün- kü bizi yaratan iyi biri olsaydı, bu kadar negatif ve bu kadar inançsız olmazdık… değil mi, şef?! – dedi ona.
Ardjan, şaşırdım oğlum! Hiçbir şey anlamadım ne dediği- ni. Fizikçi değilim ben evlat. Ama sen, bunları nerden biliyor- sun?! Şaşırdım…! – dedi kadın. -Biliyorum şef, çünkü sizin oğlunuzum. Zekisiniz ve beni iyi eğittiniz, bu yüzden çok şey biliyorum ya da çok çalışıyorum,- biraz daha yaklaştı, onu en iyi şekilde almak için.
Parti bizi aydınlatıyor, değil mi, şef?! – dedi bu yarı doğru ve yarı alaycı. Dalga geçse de, bu partiye olan sevgisini açık- ladı. Ve böylece, gerçeği ona verdi. Ama Ardjan, – dedi o,- Parti bize yol gösteriyor. Hatta seni bu çalışmalarınla daha çok aydınlatmış, onları bilimsel olarak adlandırabilirim, – dedi,- her seferinde bir araya geldiğimizde, sen her zaman, fizikteki buluşların hakkında konuşuyorsun. Ama yaz, evladım, kağıda dök, belki fizikte ‘Nobel’ ödülünü kazanırsın, edebiyatta zaten zirveye ulaştın. Ardjan hayretle baktı ona. -Sanıldığı kadar ap- tal değilim. Hatta lise mezunları da düşünüyor,- dedi bu, ama onlar lanetlenmiş ruhlara aitler. Ancak bu, kendi kendine. -Ve
şef,- dedi bu,- Bugün iyi bir gündesin, bugün seni seviyorum şef! Anlıyor musun, bugün bal gibisin sen! Hah! -Ve bir arka- daşının sözü aklına geldi:
“Cehalet bu ülkeyi sıkıntıya soktu! İşçi sınıfı yönetemiyor, Marx’ın bu sonuca nasıl vardığını bilmiyor, işçi sınıfının dev- rimi yönetmesi gerektiğini. O da yüksek okul mezunu. -Haha- ha,- dedi bu. -İşçi sınıfı kendi uzmanlık alanında iyi çalışabilir. İşçi sınıfı bunu biliyor! Diğerleri boş laf, der Türkler. Yönetim için, gelişim ve rekabet vizyonuna sahip bir insan gerekir, sa- dece kendisi için değil, komşularıyla da. Son haberleri okuyan, pazar ekonomisini ve Çin’in hibrit ekonomisini inceleyen bir insan. Kim daha iyi, biz mi onlar mı? Bu ekonomik yönde bize ne getirebilir? Bu yol bizi kendi izolasyonumuza ve tüm blok- larımızdan engellemelere götürür mü? Bu kadar küçük bir iç pazarla başa çıkabilir miyiz? Piyasamızda her şey eksik. Ne meyve ne sebze var; süt ve peynir yok; bir deli adamın gece rüyalarını görmesi ve bizi gündüz öldürmesi yüzünden. -She- fe,- dedi sonunda bu,- Çok yoruldum. Yap bana af! Gitmek, yukarıdaki patrona gidelim ve yazıyı teslim edelim mi? Yok- sa gideyim ve ona vereyim mi? Hey, ne diyorsun? -Hayır,- dedi o. -Sen götüreceksin! Belki artık bana bakmaz. -Hayır ya,- dedi bu. -O seni seviyor. Burada parti ve kötü bir insan değil. Sonuçta, hepimiz partiyi seviyor muyuz? -Evet,- dedi o,- Yine başlangıçtan mı başlayacağız? O, Parti yani, her şeyi- miz. Evet,- Ardjan devam etti, bir tür alayla, ama onun konuş- masını beğendi ve bu dalga geçmeyi anladı. Ve bu ironik yine devam etti: Parti, hava güneşi, su, yüksekten düşen yağmur ve tarlaları yönlendiriyor. Parti aynı zamanda oksijen,- dedi bu. -Senin istediğin şey parti şef! – ve konuşmasını bitirdi ve
ona biraz öpücük koydu. -Ardjan, şaka mı yapıyorsun?- dedi şaşkın bir şekilde. -Çünkü sen yarı Shkodran, Shkodranlar sa- dece mizah biliyor. Gerçekten nerede olduklarını bilmiyorlar ya da bilmiyorlar. -Haha,- dedi bu. -Ben parti çocuğuyum şef. Yetimim. Onun derslerini aldım. Parti demek, onuru almadan gidemem. Anlamış mısın mı bana hangi ilişkide olduğunu? O, parti hakkında bahsettiğinde hazır oluyor gibi görünüyordu. Sonra şunu dedi: O, şefime her şeyi verdi. -Evet,- dedi şefi.
-O bize onurunu verdi ve bize oğlum gibi olman gereken bir aile olmanı emrettik. Hayatında her yerde yardımcı olacağız, senin oğlun gibi olacağız ve başarın bizim başarımızdır, sade- ce meslektaşımız değiliz, aynı zamanda oğlumuzsun! – dedi şefi, ona baktı ve toplantıda olduğu gibi göz kırpıyordu. Sonra devam etti: -Senin için ve şanınız için gurur duyuyoruz! Ve gazetemiz de sizin için gurur duyuyor kardeşim Ardjan,- dedi. Ardjan gözlerini açtı ve başka gözleri inanamıyordu ve aşağı- layıcı sevgisi için partinin liderine gazetede. İyi o halde şef, dünya yıldızıdır,- ona döndü. -Patrona gidelim, belgemi teslim edelim ve benim Shkodra’ya gitmemi sağlayın, çünkü Bajzë tarım işletmemde bir haber var,- dedi, – ve patron bize bağır- masın. Onunla bozulmak istemem. Bilirsin onunla ilişkimizi. Tamam,- onu durdurdu şefi,- Yürü ve şu şekilde bırak. Ben giderken bir kahve içiyorum. Eğer istersen, beraber içebiliriz. Eğer istemezsen, ben giderim,- dedi o. Tabii ki, dedi bu, ama şefim beni bekliyor. Anlıyor musun? Aaa, dedi o. Peki! Eğer vaktin yoksa, hadi kardeşim. Önce işini hallet. Ben, kafede- yim. Onun ofisinden çıkarken iki adım attıktan sonra dedi ki: Şef seni seviyor! Bu cümlesi, biraz alaycı ve biraz da gülüm- seyerek söylendi.
-Ardjan, bak, şefle iyi konuş! Beni kötüleme! Tamam mı, biraz yaramazsın sen! Hahaha, güldü. -Hayır, şefim, yemin ederim seni seviyorum, dedi bu. Biliyorum ki beni seviyor- sun, ama orada iyi konuş. O benimle biraz soğuk. Onu dolaylı yoldan sor, dikkat çekmeden, ne olduğunu öğren. Tamam mı, güzel oğlum? diye ekledi.
-Haydi, şimdi yukarı çık ve beni iyi temsil et! Tamam mı? dedi ve biraz başını salladı. -Bunları söylüyorum çünkü aramızda çok iyi bir ilişki var. Ve ikincisi, sen arkadan ko- nuşmazsın, çünkü bir dağlısın. Üçüncüsü, benim tarafımdasın çünkü burada bir aile gibiyiz. Yıllardır birlikteyiz ve hiç kavga etmedik ya da birbirimizi kötülemedik. Değil mi, Ardjan? dedi
- Ama bir şey var ki, dedi o, hoşlanmadığım ve bugün açıkça söyleyeceğim. -Nedir? dedi bu.
-Sen çok espri yapıyorsun Ardjan ve ciddi konuştuğunda anlaşılmıyorsun, açıkladı o. Yarı Shkodralısın, yani bu yüzden mazur görülüyorsun. Demek ki biz mizahçıyız, şef, ve bana kızma, çünkü Shkodralılar mizah için en iyisidir, dedi bu. Son- ra ekledi: Hadi, hoşça kal tatlım! El salladı. -Şefe gidiyorum, konuşmasını bitirdi. Ardjan, şefin güzelce ve özenle yazılmış belgelerini aldı ve yola koyuldu. Şefi düşündüğünden daha bilgiliydi. Temel bilgileri, bir lise mezunundan daha fazlaydı. O, çok ideolojik biriydi, ama bunu hepimiz biliyoruz. Fakat, onun bir zamanlar romanlar okuduğunu bilmiyorduk. Yükse- kokula gitmek istemişti ve benzeri şeyler. Gazetede çalışmak ona iyi gelmiş gibiydi, dedi bu kendi kendine. -Parti çizgisine sıkı sıkıya bağlı olsa da ve affetmese de, onu seviyorum, dedi bu içinden. Sınıf duruşu bize çok yardımcı oluyor, dedi şef Ardjan’a. -Bu, propaganda ve ajitasyon için cezalandırılma-
mıza ve devlet kadrolarını kötülememize engel oluyor. Anlı- yor musun oğlum?! Şef sürekli böyle derdi. -Bu gazete, birçok müdürü ve bazı komite başkanlarını eleştirirdi. Onların gücü buraya kadardı, ama daha yükseğe çıkamazlardı, çünkü Spac’ı beklerdi. Müdürlerden de korkmak gerekirdi, çünkü Merkez Komitesi’nde çok arkadaşları vardı ve onlardan çok korkardık, şef hep böyle derdi. -Onların bu gazeteye karşı sayısız şikayet- leri vardı.
Bu gazete olarak birçok kez bıçak sırtındaydılar, çünkü birçok eleştiri, pamflet ve karikatür yayımlamışlardı. Bu, in- sanların onlara düşman olmasına neden olmuştu. -Birçok düş- man kazandık oğlum, dedi şef her zamanki gibi, ama bu gazete toplumdaki kötülüğe karşı duruyor. Bunu mazur görmek için söylemiyoruz. İyi niyetle çabaladık, ama dediği gibi, “Sık sık avcılar av olur!” avlanma taktiklerindeki hatalar veya daha zeki rakiplerin kurduğu tuzaklar yüzünden. Şef bize lazım, dedi şef. -Onunla iyi geçin çünkü burada parti o. Beni birçok kez kurtardı, çünkü çok tanıdığı var ve tuzaklara karşı yete- nekli. O bir tilki oğlum. Biz birleşik ve akıllı olmalıyız, yoksa yakalanırız ve tuzak seni bekliyor.
Evet, dedi Ardjan, başını sallayarak, Ciaoo şef! Seni se- viyorum Babush! dedi bu sevgiyle. İşimi başarıyla bitirdim ve memnunsun, gidiyorum. Belki Sanat Enstitüsü’ne uğrarım, ama Tiran’da fazla kalmayacağım, orada kahve içip en fazla işime geri döneceğim. Benzin karneleri verdin. Bir numarasın şef, bu yüzden seni işimle ödüllendireceğim. Tüm işleri hal- ledeceğim, sadece sen her yerde iyi görün, çünkü bunlar çöp babuş. Fırsat bekliyorlar, seni düşürmek için. Bunu biliyorum, ama asla fırsat vermeyeceğiz.
-Bak, o alt kattaki sekreteri biraz sev. İlginç bir şeye ihti- yacı var. Anlıyor musun babuş?! dedi bu alayla. -Seni biraz se- viyor gibi görünüyor. Samimi bir aşk!- ve büyük bir kahkaha attı. -Yeter be kopil, dedi bu. -Kimseyi sevmiyor. O sadece iki gözlü bir et parçası. -Hayır! Yanılıyorsun, ben de bir zaman- lar öyle düşündüm, çünkü onunla hiç konuşmamıştım. Şimdi onunla iki saat konuştum ve anladım. -O bir beyin, şef! Onu hafife alma! Burada parti de var ve anlıyor musun?! İyi geçin. Sana bir şey olmaz! dedi ve şefinin başını biraz okşadı ve son- ra dedi ki: Hadi hoşça kal baba, gidiyorum! Şef her zaman işini iyi yaptığında ona böyle okşardı. Şef onu eleştirmezdi, baba ve oğul gibi sabit bir ilişkileri vardı. Klasik bir ilişki sahnesi… Sadece sevgi, hiç nefret yok!
Ardjan yavaş adımlarla yürüyordu ve düşüncelere dal- mıştı. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz! dedi kendi kendine.
-Her şey birinden doğar. İyilik iyilikten doğar. Örneğin, şef bana kendi oğlu gibi davranır ve ben onun için parçalanırım. Her şey bir başkasından doğar. Gün geceyi getirir ve her şey döner. Ama neden kötülük her zaman galip gelir? Örneğin, ben bugün o ikisini barıştırdım, çünkü şef istemese babuşumu devirebilir. Burada parti o. İsterse çok kötülük yapar.
Kötülük dünya ile doğdu ve dünyayı her yerde yendi, beni ve şefi yenmeyeceği ne malum. Yyy, -dedi bu, -kötülük bizi boğdu. Bu, kanıt gerektirmeyen sonucumdur, -diye düşündü.
Mesela, cadıyı ya da kötülüğü sevenler de var. Parti bizi kapattı, izole etti, tüm felaketleri getirdi ve halk onu seviyor. Şimdi bunu açıklayın! Bu fakir halk, her gün kötülük yapan partiyi seviyor ve bu onlara hiç etki etmiyor. Nasıl sadece ben
ya da küçük bir grup insan, değişim isteyen, Avrupa’yı ve ge- lişimi isteyen insanlar olabiliriz? Olmaz yani! Azız ya da çok azız. Ne yapabiliriz sadece biz?! Felaket, -dedi, -hala Osmanlı Türkleri gibi İslam halkı olarak kaldığımız için, o özelliklerle: fakir, kardeş katili ve rezil, ama gururlu. Tıpkı 1901 yılında Konica’nın dediği gibi.
Dikkatlice bakarsan, bugün tüm İslam halkları geri kalmış durumda. Tek partili rejimleri var, gelişme yok. Yazık bize ki Batı’yı ve modern yaşamı istemiyoruz, her şeyin temelin- de oy olan bir yaşam. Ve elitlerin dolaşımını getiren değişim, bu gelişimin temelidir. Bu gelişmeler olmadan, asla bir Arna- vut milleti olmayacak ve komünist rejim altında hiçbir zaman toprakların birleşmesi olmayacak, çünkü onlar etnik Arnavut- luk’u istemiyor. Ayrıca, bunlar Sırpların hizmetkarlarıdır. On- lar onları iktidara getirdi ve bir parti olarak yarattı.
Motoruna ulaştı, ama eskisi gibi coşkuyla değil. Tama- men melankolik olmuştu. Aşk mı yaşıyor yoksa onu mu kay- betmişti? Güneşin batışı ne kadar güzel olursa olsun, arkasın- dan karanlık gelir, -diye düşündü. Ne kadar gün olsa da, er geç karanlık, gece gelir. Güzellik kısa ömürlüdür. Her şey altüst olur. Kötülük gelir. O, bizim antimadde. Hayatın kara delikleri her şeyi yutar. İyilik kısa ömürlüdür ve bu durumu nasıl açık- layacağımı bilmiyorum, -dedi, -ama her şey geç gelir. Hiçbir şey zamanında gelmez. Tıpkı o şarkı gibi… O, melankoli ve nefretin etkisi altındaydı.
Şef ve iş konusunda iyi olmasına rağmen, bu sınırsız ik- tidarı, Avrupalı bir halk olarak bizi, Arnavutları ezmek için kullanılan bu iktidarı, nefret ediyordu. Bu gücü her zaman,
ironisiz olmadan, insanlık dışı sınırlarımızı gösteren bir kibir olarak görüyordu. Bizim canavar yanımızı gösteriyor. Savun- masızlara karşı intikamı. Yüz yüze intikam almaya cesareti ol- mayanların, arkadan iş çevirerek intikam almaları. İşte güçlü Arnavutlar böyle yapıyor. Devleti kötüye kullanıyor, intikam almak, sürgün etmek, öldürmek için? Güç, tıpkı gölgeniz gibi. Arkadan gelir, tıpkı intikam gibi. İntikam ve gölge bir gibi görünüyor ve o, “Güneş yoksa, gölgen bile seni terk eder!” ifadesini hatırladı. Ah, ne kadar kötü! -dedi kendi kendine,
-Arnavutluk gibi acınacak bir yerde düştük. Burada doğduk, Arnavutluk’ta, intikam peşinde sınırı olmayan insanlarla dolu bir yerde. Bugün iyisin, yarın partinin düşmanısın. Burada hiç- bir şeyin sınırı yok.
İntikam hırsının bile sınırı yok. Biz Arnavutlar, intikam, kötülük ve ihanetle dolu yaratıklarız. Ve bunların hepsini ken- dimiz için istiyoruz. Başkasının hayatına, ailesine acımıyoruz. Başkalarına verdiğimiz zarara acımıyoruz.
Açık gözlerle rüya görmekten uyandı. Temiz hava almak için biraz durdu ve başını sağa sola salladı. O, sadece ken- disinin değil, tüm Arnavutların iyi bir hayat sürmesini hayal eden bir insandı. -Ne kadar kötü, -dedi, -ki bilmiyorlar, hay- vanlar gibi yaşıyoruz! Biraz sarsıldı, “film serisi bitti” der gibi ve motoruna yaklaştı. Onu çalıştırdı ve küçük bir dönüş yaptı. Redaksiyon olarak adlandırılan villanın çıkışına doğru yönel- di ve koruyucu kaskını kafasına taktıktan sonra, birinci vitese geçti ve yola çıktı. Havada biraz yoğunluk ve egzoz dumanı kaldı. Benzin kokusu havaya yayıldı, çünkü eylül ayıydı. Biraz rüzgar esiyordu, ama çok fazla değil. Ve o, sahipsiz kalan du- manı alıp her yere dağıttı. Hoşça kal redaksiyon! -dedi ironik
bir şekilde ve ana yola çıkar çıkmaz hızını artırarak, tren istas- yonunun yanından geçerek, Şkodra’ya doğru yola çıktı, çünkü şefinin emriyle orada yüksek tip bir çiftliğin açılışı hakkında başka bir yazı yazması gerekiyordu.
Ve tabii ki ilk biz yayınlamalıyız! -şefinin emriydi. -Biz her yerde ilk olmalıyız, -Hahaha, -güldü. Sonra, şefi ve onunla sohbeti hatırladı. Bizim komünist şefimiz duygulara sahip ve büyük şef ona bağırdığı için kırılmış! Şimdi bunu bul! Hahaha,
-yine güldü!
Dünya dönüyor! Herkesin kendi düşmanı ya da rakibi var. Hiçbir canlı huzur içinde yaşamaz. Hayatta kalma mücadelesi her yerde. Güçlü zayıfı yener.
En büyük ve en güçlü hayvan, en zayıf olanı yer. Neyse ki tavşanlar çok sayıda ürüyorlar, yoksa tür olarak yok olur- lardı, çünkü herkes onlara saldırıyor ve yiyor. Aynı şekilde küçük balıklar da korumasız. Çok sayıda ürüyor olmasalar, yok olurlardı. Biz de korunmuyoruz. Türümüz son sınıra ulaş- mış durumda. Varoluşun zirvesindeyiz. Yakında sel gelecek. Zayıflar yok olma yolunda. Güçlüler onları öldürür, mallarını gasp eder vb. Bir grup insan her şeyi gasp eder. Biz diğerleri onlar için oturur ve çalışırız. Onların her şeyi var, bizim ise hiçbir şeyimiz yok. Biz, sadece iş kollarıyız! Onlar hükme- der, çünkü biz zayıfız, bölünmüşüz ve casus ve dalkavuk bir halkız, alçak ve boyun eğmiş bir halk…! Artık kahraman yok, lider yok, her şeyi istihbarat kontrol ediyor. Hayatımız kapalı. Çıkışı olmayan bir kısır döngü. Biz ilkeliz ve ilkel bir halkın liderleri yoktur. Sadece zalimler ve ezilenler vardır. Halkımız böyle kaldı: Kırışmış, geri çekilmiş, çünkü birbirimizi öldür-
dük ve hiç birlikte olmadık. Sonra “neden en iyi topraklarımızı komşularımız aldı?” diyoruz. Cevap hazır: Çünkü onlar daha güçlüydü, daha gelişmişti ve Hristiyanlık bir süper güç haline geldi ve bizim yalancı ve tembel Müslüman dünyamızı boğdu. Vatanımıza bakın: ormanlar yok; yeşillik yok; güzel evler yok; güzel yollar yok; hiçbir şey yok. Sınırlarımızı geçer geçmez, her şey çiçek açıyor. Ormanları kesmediler, korudular. Çevre- yi ve vatandaşlığı korudular ve oy yoluyla en iyisini seçtiler. Burada halk oy kullanıyor, oyları parti sayıyor ve kısaca özeti casusluktur. Komşuya veya kardeşe nefret. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan özelliklerdir, çünkü onlar bizi bugünkü halimize getirdiler: çobanlar ve geri kalmış bir halk, yani boyun eğmiş bir halk. -Haha,- dedi kendi kendine, motor asfalt yolda Laç’a doğru ilerlerken. Nasıl bu kadar hızlı gel- diğini hiç anlamadı. Aklında iki şey vardı: Komünizme karşı savaş ve Dona ya da Donika, sonsuz aşık olduğu güzel kız.
Eskiden kadınlara asla inanmaz ve onları sadece çıkar için seven kötü yaratıklar olarak görürdü, ama onu da bir ka- dın doğurmuştu, onu sokağa bırakmasına rağmen. Kadınlar- dan nefret ederken, onlar aracılığıyla devam ettiğimizi sık sık unutuyordu. Kadınlara güvenmezdi, sadece annesi onu terk et- tiği için değil, aynı zamanda kendisi de onları hain ve değersiz yaratıklar olarak gördüğü için. Kadınlardan her şeyin doğdu- ğunu unutuyordu. Hem aşk hem ihanet, devamlılık, yani hepsi aynı değil. Onlar hayal kırıklığı ve ihanet de getirirler. Her şeyi getirirler, diye düşünüyorum. Sonuçta Tanrı bunu böyle yaptı, diye düşündü. -Tanrı, olmuş ve olacak her şeyi ezbere bilir, çünkü nihayetinde her şeyi o belirler. O iyileri ve kötüleri belirler, ırkları yeteneklerine göre şekillendirir. O ateistleri de
tanır ama bağışlar çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar; Darvi- nistleri de tanır ama bağışlar; Komünistleri iyi tanır ve hepsine olumsuz bir son verir. Onlar güç için birbirlerini öldürürler. Sağlam bir aileleri yoktur. Onlar antikrist ve acımasızdırlar. Her zaman Tanrı’nın onlara kötülükleri ve ihanetleri için ver- diği cezanın içindedirler. Dediğim gibi, kötülük sonunda ceza- landırılır. Ve bunlar da sonunda çok ağır bir şekilde cezalan- dırılacak. Sadece bunlar değil, onlardan sonra gelecek nesiller de zor bir ölüm yaşayacak, binlerce gün yatakta acı çekecek- ler. Karma intikam alacak ve onlara bize yaptıkları gibi yapa- cak. Her şey tekrar eder, başkalarına ne yaptıysan, Tanrı sana aynı şeyi yapacak! Ya da ona kötülük yaptığın kişi de aynı şeyi sana yapacak. Sonuçta, ölüm herkesi alır. Herkes gidecek. Hiç kimse yaptığı şeyler için cezasız kalacağını düşünmesin. Bunları, mezar bile kabul etmeyecek. Hepimiz geçiciyiz, ama eserlerimiz ve iyi işlerimiz yaşayacak. İsim unutulmaz, eğer Dona gibi bir kadınsan, saf bir ırk ve Tanrı’nın insanı. Aynı şey bir adam için de geçerli, eğer vatan, aile ve toplum için savaştıysan unutulmazsın.
Tanrı her şeyi bilgisayar gibi hesapladı. Sabah çiğini bile hesapladı; ve onu hemen kurutan güneşi; mevsimleri, mayıs çiçeklerini ve karla dolu kışı. Tanrı bizi yarattı; bize nefes ve oksijen verdi; bizi kendi yarattığı ve yaşam için uygun hale getirdiği gezegene getirdi. Su, hava ve güneş getirdi; ışık ve karanlık ve körlük getirdi. Kimse, bir şekilde ceza almadan gitmez. Herkese bu hayatta veya başka bir hayatta hakkı ve- rilir, eğer öteki hayat varsa. Onu Tanrı bilir. Tanrı, bariyersiz bir tarlada esen rüzgar gibidir ve her yere yayılır; Tanrı, rüzgar gibi, bir buğday tarlasında veya deniz üzerinde eser ve onla-
rı sevgiyle izlersiniz. Ne kadar güzel görünüyorlar! Tanrının yarattığı dalgalar rüzgarı her yere ve her yere taşır ve onun en güzel melodiyi yaratmasını sağlar. Esirken adeta bir sen- foni ile dans eder gibi. Bu Tanrı’dır,- diye düşündü. -Haha,- dedi kendi kendine. -Doğru muyum acaba? Acaba senfonik dansları Tanrı mı onayladı, çünkü çok güzeller. Bilmiyorum. Müziğe çok zayıftım. Sadece ben sınıfta şarkı söyleyemezdim. Pentagramlardaki notaları bile okuyamazdım. Solfeji bilirdim. Hahaha,- yine kendi kendine güldü. Kim bu işi düşünürdü ki?! Ve aşık oldum! Tanrı bunu iyi yapsın! Yüksek sesle kabul edi- yorum ve söylüyorum: O bana en iyi yaratığı gönderdi, adı Dona; en güzel kadını; en sağlam ahlaklıyı. Güçlü! Sadık ve çok güzel! Ama aynı zamanda antikomünist. Acaba kardeş mi- yiz? Çünkü çok benzerliğimiz var, değil mi? Sadece görünüşte değil, karakterde de. Bir paranın iki yüzüyüz, sadece ben mü- zisyen değilim! -Ahaha, tekrar güldü. Müzik bilmememiz aynı olmadığımız anlamına gelmez. O ikimiz için de biliyor,- diye kendine cevap verdi. Sonra çok sevdiğim bir senfonik müzis- yenim var. Adı Wagner. Tüm prelüdleri ve operaları kasette var. Öyleyse, göründüğüm kadar boş değilim…!
Eylül havası ona iyi geliyordu. Ne hızlı ne de yavaş yürü- yordu. Annesi duvar hatıralarına geldi. Kim olabilir ki o?! Ya babası, gerçekten kim? Çünkü yetimhanede pek bir şey söyle- memişlerdi. “Partinin çocuğusun!” bu kadar açıklama yapmış- lardı her zaman. Sonra babasının komünist karşıtı olduğunu, birkaç yıl Shkodër’de kaldıktan sonra hapsedildiğini ve ser- best bırakıldıktan sonra tekrar Kosova’ya, yani Yugoslavya’ya gittiğini söylediler. Her neyse, gerçek anne ve babamın kim olduğunu kimse kesin olarak bilmiyor. Eğer bulursam DNA
testi yapacağım -Hahaha, tekrar güldü. Ne kadar çok şüphem var! Her şeyin en iyisi olsun! Önemli olan Donika’yı, hayalle- rimin kızını bulmuş olmam, ki Tanrı onu Tiran treniyle bana getirdi. Romantik bir yolculukta yağmur, çiçekler ve güneş olmalıydı ki güneş çiçeklerin yapraklarındaki suyu kurutsun. Gerçekte, o gün romantik hiçbir şey yoktu, sadece trenle yapı- lan günlük seyahatler dışında. Tanrı böyle istedi, ama ben so- ruyorum: Bu kızı benim için Tanrı mı getirdi? Ama biliyorum ki Tanrı’nın yarattığı evrende hiçbir şey tesadüfi değildir. Her şey onun planıdır. Ve biz onun emrettiği şeyin oyuncularıyız. Kimse kaderinden kaçamaz. Bana verilen kaderim Dona. Onu artık bırakmam, gece gündüze ve güneş ateşe dönüşse bile. Yıldızlarda olacağım, yere düşeceğim ve onu alacağım, ve başka galaksilere yolculuğa çıkacağız. İkimiz birlikte, her za- man Donika ile. Onu artık bırakmayacağım. O kızı seviyorum! Onu gördüğümde doğrudan ona söyleyeceğim ki, seni seviyo- rum. Aşkımı itiraf edeceğim! Artık içimde tutmayacağım! Her türlü bürokratik nezaketi bir kenara bırakıp, “Seni seviyorum güzel Tiran treni kızı! Seni seviyorum, çünkü Tanrı seni bu demir trene, içinde aşkımla birlikte gönderdi. Tanrı bana bir kadına olan aşkı getirdi, çünkü annem beni yetimhaneye terk ettiğinden beri onu kaybetmiştim. Her gün “Anne” diye ses- leniyordum; Her zaman yetimhanenin girişinde annemin gel- mesini bekliyordum. Tam o şarkıdaki gibi: “Annemi görmek istiyorum!”
Hiç gelmedi. Artık benim için gelmesine gerek yok. An- nem yok ve bir anneden doğmadım, bir kadın beni doğurmadı. Belki mitolojik bir yaratığım… yoksa ben de aşktan mı doğ- dum?! Ama aşktan doğan neden yetimhaneye gitmek zorunda
ki! Doğru cevap şu: Aşktan doğan, aşkın ve çiftin geleceğine benzemelidir. Bir çiftin aşkından doğdum, belki sorumsuz bir çiftin, çünkü insan birini dünyaya getirmeyi düşündüğünde bi- linçli olmalıdır. Aşklarının uzun süreceğini düşündükten sonra çocuk yapmalılar. Hayata getirdikleri çocuğu düşünmeliler ki onu yolda bırakmasınlar, hayvanlar gibi. Hayvanlar bile yav- rularını bir süre severler, onları yolda bırakmazlar!- tekrar ha- tırladı. Ama büyüdüklerinde, onları hayatta kalma yollarında bırakırlar. Hayvanlar bile yavrularını kolayca unutmaz. Beyni olduğunu iddia eden insanlardan daha iyidirler. Beyinsiz in- sanlar veya eğitimsizler, yarattıkları canlının hayatta kalması- nı doğaya bırakırlar. Onu doğurup bırakırlar. Ebeveyn olmayı hak etmiyorlar, insan yüzlü canavarlar onlar. Canavarlar dedi- ğimde, insan denen türün en kötü doğasını kastediyorum. Ruh- suz ve hayvanlar. Arkaik geçmişin kalıntıları. Küçük bir canlı- nın, bir sokak köpeğinin ellerine veya bir yolun ortasına bırakılmış, bir battaniyeye sarılmış ve ömrü boyunca bir mil- yon acı çekmiş bir canlının ne kadar hayatta kalabileceğini bir kere bile sormazlar. Neyse ki bana gelen bir sokak kadını… Beni buldu ve yetimhaneye götürdü, yoksa ölmüş olurdum. O beni aldı, birkaç gün baktı, ama ekonomik olarak gücü yetme- diği için beni yetimhaneye götürdü. Ve benim gerçek annem olarak kaydedildi. Adını benim doğum belgeme yazdı. Ona bravo! O benim gerçek annem olmayı hak ediyor, ama aynı anda ne yazık ki, çünkü gerçek bir annem yok. Bir zamanlar annemi çok seviyordum, her küçük canlı gibi “Anne” diye ses- leniyordum. Ortaokul sekizinci sınıfa kadar bekledim, belki bir gün yetimhaneye gelir diye. O zaman tüm dünya benim olurdu. Sonra, anneme olan sevgim nefrete dönüştü. Annem için milyonlarca gün ağladım. Şarkıyı her duyduğumda tekrar
ağlıyorum: “Ben de anne istiyorum!”; “Annemle görüşmek is- tiyorum!”. Gözyaşları motor kaskına düştü çünkü motorla yol- culuk ediyordu. Hızı düşürdü ve her zaman yolun kendi tara- fında kaldı, çünkü annesine olan melankoli ve aynı anda Dona’ya olan aşk onu yakalamıştı. Çünkü o da bir kadınla aşkı buldu, kadınlara gerçekten saygısı olmayan biri olarak. Annesi tarafından terk edildikten sonra, bir kadına asla aşık olmadı. Motor, Shkodër’e giden yolda ilerliyordu. Nerede olduğunu anlamıyordu çünkü yanlara, geriye, sağa ve sola bakmıyordu, sadece ileriye bakıyordu, çünkü şehrin görünene kadar ilerle- yeceğini biliyordu, eğer o şehri kendisine ait sayabilirse. Ye- timhaneye orada gitmişti; Orada liseyi bitirmişti ve her geçti- ğinde o komünist öğretmenleri hatırlıyordu, ona düşük notlar vererek onu işkence edenleri. En kötüsü, ona edebiyat ve Ar- navutça dilini öğreten öğretmeni hatırlıyordu, ona düşük not- lar vermeye çalışan. Öğrencilere çok zayıf bir şekilde onuncu yılına geldiğinde her seferinde kendi kendine gülümsüyor Ar- djan. Bu sosyalizmin bu yıllarında herkes öğretmen olmuştu. O, okula gitmek için yürüdüğü yolu asla unutmazdı çünkü okul, yaşadığı yerden çok uzaktaydı. Otobüse para bulamadığı için bir saat yürüyerek giderdi. Bir öğrencinin normalde yaşa- maması gereken acıları çektiği yerde, iyi notlar almak için sü- per bir öğrenci olmanız gerekiyordu. Bir biyografik sistemde, parti sekreterinin izni olmadan hiçbir şey hayatta kalamazdı, bu yüzden bursla muamele gördü, kendi biyografisi yüzünden. Şaşırırdı: Parti sekreterlerinin hepsinin aynı ve eğitimsiz olma- sı mümkün mü? Bütün kötü insanlar, ruhsuzlar ve çok negatif insanlık özelliklerine sahip insanlar. Kendi kendine güldü: “Hayır, hayır, hayır.” Dünyanın en negatif insanları, onlara karşı ya çatışmalıyım ya da işbirliği yapmalıyım. Nasıl olabilir
böyle? Bana kozmik bir lanet gibi geliyor,” diye düşündü sü- rekli. Sadece bana mı oluyor böyle, yoksa dünya tamamen ne- gatif mi?” Sonra patronunun sözü hatırlandı. Bu tür insanlar çoğalmamalı. Her yerde varlar. Onlar her zaman toplumumuza kötülüğü getirecekler ve sadece onlar değil, aynı zamanda on- ların yaratıkları da aynı şeyi yapacaklar. Toplum onlara benze- yecek ve kötülük her zaman onlardan çoğalacak. Onların artı- rılması hak etmiyor. Bir ırk gibi yok edilmeleri gerekiyor!” dedi şefim. “Burada ahlaki bir durum yok! Ahlak, uygulayanın altında düşer, yani kişi kötü insanlar yetiştirir, katiller, hırsız- lar, ahlaksızlar vb. Miras, onların DNA’sıyla da açıklanan ge- netik bir türdür. Irkların aşağılığı gerçektir. İyi ve kötü ırklar olduğunu halk açıkça söylüyor: “Diken diken düşer.” Sapkın- lık insanlar arasında nadir değildir. Bu kolektiftir. Onların sap- kınlığı “Sınıf Savaşı” olarak adlandırılır, iktidardaki eğitimsiz- ler üstün ırkı ortadan kaldırır ve şimdi proletaryanın gücüyle her gün öldürürler. Bu sistem Sovyet Rusyası tarafından bura- ya getirildi, ama bu işçiler patronlarına karşı çok intikamcıydı- lar. Sonuçta, biz barbar bir halkız ve bunun sebebi sadece sis- tem değil, bu sistemde hak ettiğimiz için, ama aynı zamanda aşağılık, homoseksüel, entrikacı sadist insanların üremesine izin verdiğimiz için. Bilimsel olarak hastalığın davranışları ve zihni etkilediği ve çok negatif veya hastalıklı eğilimlere doğru yönlendirdiği doğrulandı. Gerçekte ahlak yok. Sadece yorum- lanır ve “Ahlaklı olalım” sloganlarıyla söylenir. Özellikle din ve parti kendi ahlakı üzerine çok teorik çalışmalar yaparlar ama hiç ahlakları yok. Bu parti ne kadar ahlaklı? “Hahaha,” diye güldü. “Tanrı canlı, bu insanlığın bizim üzerimizde hü- küm sürmesine izin verdiği bir sorun değil. İntikamı yakında gelecek, ama dediğim gibi: Bu kadar kötü insan var ki, bizimle
ve partimizle ilgilenmesi için çok zaman gerekir. Yani kötü insanların sırası öyle büyük ki, benim için geç kalıyor. Tan- rı’nın yaşadığını ve yaratıklarına bakım gösterdiğini görmeyi reddedersen, bu dinozorları yok ettiği gibi bir sel gönderirdi. Tanrı bizi korur ve bize yaratmıştır. Ama aynı zamanda bu kırmızıları, zorla iktidarı alan, eski Marksizmlerini saklayan, şimdi küçük bir pasa takımı gibi dönmüşlerdir, bloğun içinde kilitlenmişlerdir ve artık bize bir şey hakkında bilgi vermek istemiyorlar, oysa biz onların köleleriyiz. Onlar için kölelerin ahlakı yok, diyorlar. Onların sadece inançları ve itaatleri var. Köleler başka bir kaderi hak etmiyor, sadece Stalinist hapisha- nemizde. Bu onların bize olan düşüncesi, ben ise Tanrı’nın bizi cezalandırdığını düşünüyorum. Bu insanların iktidarda ol- maları hiçbir şekilde mümkün değil. Herkes onların ne yaptı- ğını ve bu vatan için ne yaptığını görüyor ve biliyor. Çok nadi- ren “Neden sadece ben konuşmalıyım?” diye soruyorum kendime. “Ben bu parti tarafından işe alınmış biri olarak. Beni yolda buldular ve beni ünlü yaptılar. Neden sadece ben karşı- yım? Neden Hristiyanlığın çarmıha gerilmesi gibi aynı şekilde çarmıha gerilmeliyim? Neden? O son bizi için kurban veren kişiydi, bu yüzden sık sık düşünmüşümdür: Neden bu insanla- rı kurtarıyoruz? Onlar bunu hak ediyor mu? Hristiyanlık bizi son kurbanı olduğunu kanıtladı. Ama ben, neden insanlar için kurban vermeliyim? O’nun çarmıha gerilmesinin anlamı ne- dir, ya da benimkisi? İlk olarak, insanlara şunu dedi: Her za- man dikkatli olun, her yerde kötü insanlar var! Ve aileniz de sigorta ajanı oldu. Ona bile güvenmeyin, çünkü Yahuda her yerde. İyi insanlar dikkat edin! İkinci olarak, Hristiyanlık in- sanların varoluşlarının sonuna geldiklerini kanıtladı; Tanrı ar- tık onları affetmeyecek. Ve ben ne istiyorum? Ben onları kur-
tarmak istiyorum, dediğim her seferde kendime, onların kötülüklerini unuttuğumda, çünkü onlar Tanrı’nın yolundan çıkmışlar, kiliseleri yıkmışlar. Sadece dağılmış değiller, aynı zamanda birbirlerine karşı hayvanca davranışları doruk nokta- sına ulaştı. O, Hristiyanlık insanları kurtarmak için uğraştı, on- lara birkaç gün daha yaşam hakkı verdi ve gelişmelerini sağla- dı. Kendi çarmıha gerilmesini kabul etti ve Tanrı’nın insanlığı kötülükten kurtarmasına izin vermedi, ama ben bu halk için hiçbir fedakarlığı kabul etmiyorum. O, insanları sevdi, onların toplam çöküşlerinin zirvesinde iyileşmeleri gerektiğini hatır- lattı. şte onun ahlaki budur. Peki, ondan sonrası ne kadar Hris- tiyan var? Bilmiyorum ve anlamıyorum. Teoride, bu dini tem- sil eden 4 milyar insan var, ama özgürlüğü ve öğretileri hak eden az sayıda insan var,” diye kendi kendine tekrar etti. “Onun fedakarlığından ders çıkarıldı mı? Çok az! Neyse, Tan- rı var. Her gün bizimle ilgileniyor, ama biz çok günahkarız ve her kötülüğü hemen cezalandırmak için zaman bulamıyor.”
“Evet, cezası da sırasında olacak. Aslında, en iyi intikam hızlı olanı, buzdolabından soğuk limonata gibi servis edilen- dir. Kötülük yapan cezalandırılmalıdır. Kötülük yapan, öldü- ren, bekleyen ve şiddet uygulayan insanlar için affedilmemeli. Onlara da aynı şekilde cezalandırma yapılmalıdır. Onun gibi, ailesinin de. Cezalandırma eşit olmalıdır. Kötü tohum,” halk der, “her zaman sosyal sorunlara yol açar. Bakın iktidardakile- re, kötü tohumları, ne yapıyorlar.”
- BURDA KALDIM
“Bunlar yedi nesle kadar hapse tıkıyor, internasyona edi- yor. Tüm düşmanları hapse atıyor ve onları hayvanlar gibi in- ternasyona gönderiyorlar. Arnavut, Kosova’da Sırp’tan daha kötü davranır. Bunlar milliyetçi sınıfı ortadan kaldırdılar. Ar- tık temsilcileri yok. Hepsi öldü ya da internasyona gönderildi. Bu bir ırkçı seçim değil mi?! Holocaust gibi, milliyetçilerin ve ballistlerin soyundan gelmeleri gerekmeyin. Bu onların slo- ganıdır. Bu saf bir soykırım, komünist teorisyenler tarafından doğmuştur. Yok edilme, ideolojik düşmanlarının nihai faktö- rüdür. Aslında, zamanımız geldiğinde, yeni bir milliyetçi veya ballist sınıfının oluşturulması zor olacak, çünkü bu kişiler her şeyi yok ettiler. Doğrudan soyundan gelen hiç kimseyi bırak- madılar.”
“Bu Arnavutluk adı verilen topraklarda, nüfuslarını tek- rar alacakları söylenen ve antikomünist gibi görünen sınıfla- rı alacaklar. Hahaha,” dedi. “Bu küçük Arnavutluk bizimdir, komünistlerin ve güneylilerindir. Bu gerçekliktir. Kuzey onlar için var değil. Onu tamamen terk ettiler. Ve bu komünistleri- miz, Katoviçe’nin öğretileri ile nasıl iktidarı ele geçirecekleri- ni yapmışlar ve Batı gözlerinin önüne baktılar. Bunlar aldatma yetenekleri. Demokrasi varmış gibi yapacaklar ve bizi korrüp-
te edecekler, çünkü aslında onlar kolayca korrüpte olur ve bi- zim için ilgilenmezler. Her zaman bizi satmışlardır, yüzlerce kez. Bir keresinde bizi Osmanlı İmparatorluğu’na bıraktılar. Sonra Rusya’ya. Şimdi sosyalizmde. Küçük bir değişimiz var gibi görünüyoruz. Pazar plakası gibi. Onları tazminat olarak Sırbistan’a ve Yunanistan’a veriyorlar, çünkü aslında biz sa- vaşçı bir halkız. Biz bölünmüşüz. Hiçbir lider birleşmeyi iste- medi. Özellikle komünistler, sadece kişisel tek parti iktidarına ve ailelerinin rahatlığına ilgi duydular, her türlü ahlaki ve top- lumsal normun dışında.”
“Bir kısmı çoğunluğun basınını kontrol ediyor ve yüz yıl daha gücü sağlıyor, Rus ve KGB yöntemleriyle, güvenlik ola- rak uyarlanmış. Bu zeki oldukları anlamına gelmiyor. Sadece Slav hilelerini kopyaladılar, her zaman halkımızın cinayetle- rini, işgallerini ve soykırımını getirdiler. Toprak ve genişle- me savaşlarının her yerde kazanmalarının nedeni budur çünkü karşılarında silahsız, düzenlenmemiş ve medeniyetten uzak bir halk buldular. Bu kelimeler kendi halkımız için iyi kelimeler değil, ama doğru çalışmaları ve hiçbir şey yapamazsınız. Ken- dimizi eleştirmek ve gelişmek daha iyidir, Slavların kölesi ol- maktan daha iyidir.”
“Motoru yavaşça ilerliyordu. Daha çok düşündü, Shkod- ra’ya yaklaştı. Teorik düşüncelerinden uyandı ve burada, bu ahlaksız gerçeklikte yaşadığını hatırladı. Kendi odasının önü- ne geldi, çünkü bu zamanda bisikletlerin ve motorların büyük çapta çalındığı başlamıştı ve bunlara dikkat etmek gerekiyor- du. Biraz dinlenecek veya birkaç saat geçirecekti. Sonra te- lefonla merkeze bağlanacak, yarın açılacak yeni tarım girişi-
mi hakkında rapor hazırlamak için talimatlar alacaktı. Küçük odasının kapısını açtı. Aslında, merkeze yakındı. Karşısında Polis Merkezi vardı, solunda ise Kızlar Öğretmen Okulu Yur- du vardı. Sabah jimnastiğiyle ve her gün okula gitmeden önce yaptıkları gürültüyle onu uyandırırlardı.”
“Onlara söylenecek bir şey yok, çünkü konuk evleridir. Fakirler, ama mutlular. Okuldan sonra onları ne bekliyor veya hayatlarına başladıktan sonra bilmiyorlar. Şimdi her şey uçu- yor ve sadece aşk var. Gençlerin beyni psikoloji dersinde, ebe- veynlerin sahip olduklarından daha fazla hücreye sahip değil, yani ortam, güç, ebeveynlerin ne düşündüğü vb.”
“Bunların bir kısmı, hayatın çok zor olduğunu ve ebevey- nlerin onlar için çok şey feda ettiğini biliyor. Küçük odasının kapısını açtı, dört üç metre. Orta bir masa, iki sandalye ve üç battaniyeli düzensiz yatağı ve pamuklu tekstil Berat’taki ya- tak çarşaflarının üstünde yayılmış bir pamuk. ‘Aha,’ dedi. ‘Bu yoksulluk işte. Ve bir su kanım var.’ Kitap rafı, şu an adını vermiyorum. Bu bir zenginliktir,” dedi, giysi dolabında çok sayıda yırtık gömlek ve yıpranmış pantolonlar vardı, belki de kimyasal temizlikte yıkanmayı bekliyorlardı. O, ne bir buzdo- labı ne de başka bir şeyi vardı. Yemek yemek için hazır yemek veya akşam yemeği “Subaylar Evi”‘nde yiyordu, ‘Republi- ka’ sinemasının karşısında. Ara sıra pazar yerindeki ‘Shkod- ra’ restoranında veya “Pedagojik Enstitü”ne giderken yemek yiyordu. “Tarih ve Coğrafya Fakültesi”ne geldiğinde ise, ilk kez yemek yediği restorandı. Hatırlıyorum ki çok sevimli ve misafirperver bir personeli vardı ve yemekleri çok iyi pişirir ve servis ederlerdi. Sonrasında sınıf arkadaşlarının düzenledi-
ği müzikli akşamlar yaparlardı. Daha sonra diğer grup üyele- ri için de aynı şey yapılırdı, burada öğrenci olan herkes için. Tabii ki diğerlerinden ayrı. Yatağa uzandı ve gözlerini kapat- tı. Dona’nın güzel yüzü ve annesinin yanına gidip onun elini isteme planı gözünün önüne geldi. Bu sahne her an zihninde tekrar ediyordu. Dona’nın elini annesinden istemek için birkaç hazırlık senaryosu yaptı ve hiçbirini beğenmeyince, bunu Do- na’ya sormaya karar verdi. Belki o, ona nasıl hareket edeceği konusunda yol gösterebilirdi. Belki de o, bizim eski adetleri- mizi daha iyi biliyordur.
Gece hızla geçti ve Ardian erken uyandı, Tiran’a doğru yola çıktı. Aynı kişi, aynı iş ve her zamanki gibi aynı yük.
O, kendi gazetesine Shkodra’nın çıkış yolunda buluşma noktalarında raporlar, kronikler ve her türlü yazıyı hazırlar- dı. Bu sabah Shkodra’nın çıkış yolunda onu buldu. Bugün çok hızlı gitmiyordu, fermaya yönelik yeni yazıyı zamanında teslim etmesi gerektiği halde. Umarım başkaları ondan önce yayınlamamıştır, çünkü patron çok sinirlenir. Bağırır ve onu azarlardı, çünkü patron her zaman her yerde birinci olmak is- terdi.
Patron onu çok severdi, ama aynı zamanda ona çok fazla iş yüklerdi. Neredeyse her şeyi ona yüklerdi, küçük gazete- de birçok başka gazeteci olmasına rağmen. Onlara fazla gü- venmezdi. Patron ile onun ilişkisi şöyleydi: Baba-oğul ilişkisi gibi. Hem güçlü bir sevgi bağı, hem de iş söz konusu olduğun- da sert tonlar kullanılırdı. Yanlış anlaşılmaya veya nepotizme yer bırakmazdı patron. İş dışında her zaman birlikte olurlardı,
ancak işte patron emir verir, o ise uygular. Bazıları: “Ardian nasıl bu kadar sabırlı olabilir?” derdi. Diğerleri ise kimsenin patron kadar onu sevmediğini söylerdi. Kısacası, ebeveyn sev- gisi. Başka bir anlamı yok.
Ardian gaz pedalına bastı ve hızını artırdı, patronunu ha- tırlayınca. Vücudu hafifçe titredi. Belki görevin öneminden, belki de açlıktan dolayı. Ferma partisinin sekreterinin evinde çok az yemişti ve şimdiye kadar böyle kaldı. Zdrale köşesin- deki konukseverlerin dükkanına bile gidememişti. Hiçbir şey yapamamıştı. Çok yorgundu. Üç kişinin işini yapardı ve asla şikayet etmezdi. Raporu bitirmiş ve fotoğrafları da hazırdı, an- cak haberi ilk yayınlamak için redaksiyona zamanında ulaşma endişesi onu yiyip bitiriyordu.
Motor uçuyordu. Onun dostu spor gazetecisinin arka- daşları tarafından servis yapılmıştı. O her yerde ona yardım ederdi. Onun sağ kolu gibiydi, Shkodra şehrinde her yerde. Motorunu sürdü ve aklı Dona’daydı, bulutsuz bir gecenin gü- zel yıldızı. Orta yolda durup onu öpmek ve herkesin önünde yüksek sesle: “Bu benim sevgilim!” diye bağırmak istiyordu.
Böyle düşünürken gülmeye başladı. – Belki de iyi deği- lim! Aşk beni deli edebilir. Olabilir! Beyin ince bir zar ve far- kında olmadan kayıp hayvana dönüşüyorsun. Beyin büyük bir şey!- diyor halk. Motor Torovica virajlarını yılan gibi dönü- yordu. Biraz daha sonra yolu geçecek ve Tiran’a daha da yak- laşacaktı. Bugün sevinci iki katına çıktı: hem raporu ilk teslim edecek, hem de Donayı görecek ve ona nişan yüzüğünü takma kararını bildirecekti. Planı yapmıştı ve Moza ile birlikte gidip
annesinin elini istemeye karar vermişti. Annesi de ünlü dama- dını görmek için sabırsızlanıyordu, onu sadece gazetelerden ve haberlerden görmüştü, ama yakından tanımamıştı. Hava pratikte annesinin duygularını taşıyordu, ama konuşmuyor- du. İçinde onu çok mutlu etmeyen bir hüzün vardı. Nedenini bilmiyordu, ama damadını görmek ve hikayelerinin devamını görmek için bekleyecekti.
Tabii ki, herkes o büyük adamı ve uluslararası ünlü kişi- liği görecekti ve bu, mahallelerinde damat olacaktı. Ve o gel- diğinde binanın önünde birçok insan toplanırdı. Geçen sefer de böyle olmuştu, Moza ile geldiğinde. Çok sayıda insan ünlü edebiyat ve gazetecilik kişiliğini yakından görmek için toplan- mıştı. Bu, o unutulmuş ve kentsel olmayan mahalle için az bir şey değildi, Tiran’ın son mahallelerinden biri. Burada genel- likle işçiler ve toplulukta özel bir statüsü olmayan insanlar ev alırdı.
Kırmızı tuğlalarla yapılan küçük apartman binalarını her yerde çamur ve su kuyuları takip ediyordu. Birçok apartman gönüllü çalışmayla yapılıyordu çünkü parti iş günlerinden ta- sarruf ediyordu. Çılgın bir yöntem, kimsenin aklına gelmemiş- ti, sadece bizim sevgili Arnavutluğumuzda.
Bilim, teknoloji ve her alanda sonuncuyuz, ama parti slo- ganlarında ve aptalca icatlarda birinciyiz. Her yerde karşıla- şılan geri kalmışlık. İnsanlar fakirliğe alıştı ve sosyalizm, Ar- navutluk olarak adlandırılan sosyalist köyümüze yerleşmişti. Başkent bile az sayıda asfalt yola sahipti.
Bolshevik şehri, tipik olarak geri kalmış. Hiçbir şey Av- rupa şehirleriyle karşılaştırılamaz.
Tamamen propaganda. Redaksiyona gitti, raporu ve ga- zete için hazır fotoğrafları bıraktı, sonra kızları kemanlarıyla tanışmak için Enstitüye gitti. Öğle vakti civarında, O’da Ensti- tüye gitti, motosikletisini kulübün önüne, binanın yanına park etti ve akademik saat bitene kadar kafede bekledi. Tüm öğren- ciler koridorlarda ve Sanat Enstitüsü’nün iç avlusunda görün- dü. Tesadüfen, her zamanki gibi birlikte olan ikisi de kafeye geldi. İkisi de uzun ve güzeldi. Hiçbir kıyaslama, Tirana inen o iki göksel yaratığa benzemezdi, diye düşündü. “Ee!” Mem- nuniyetsizliğini belli ederek başını salladı, “Tanrı nasıl olur da onları burada, sosyalist deneyin bu çölünde doğurmuş? Ay- dınlardan ve masonlardan daha iyi olan bir liderlik kubbesi ile. Bunlar, komünizm adına hizmet eden bir Türkofaj suç grubu- dur.” Onlar kafenin ortasına biraz daha yaklaştılar ve bir masa kapmaya hazırlanırken, lokalin penceresinden manzarayı izle- yen Ardjan’ı gördüler. Görünüşe göre ya onları fark etmedi ya da Sanat Enstitüsü’nün duvarlarına asılmış güzel manzaraları izleyerek dalmıştı. Gözlerini çevirdiğinde, onları hemen fark etti. “Donaa! Buradayım!” Kalabalık yüzünden sesinin duyul- ması için sesini biraz yükseltti. Öğrenciler her çıktığında, Ens- titünün içindeki o küçük self-servis kafe böyle dolardı.
“Merhaba!” dedi kızlara. Onlar biraz şaşırdılar, sonra se-
vinçleri onun yanına birkaç çığlıkla geldi: “Vay canına! Ard- jan! Bize gelmiş Ardjan!!! Bekle, oraya geliyoruz.” Biraz ka- labalıktı, ama neredeyse yarım dakika içinde onun masasına oturdular.
“Selam!” dedi. Ayağa kalktı ve ikisine sarıldı. Sonra Do- nayı daha uzun süre sarıldı, neredeyse dudaklarından öptü.
Herkesin onu izlediğini fark etti çünkü aslında onu neredeyse her yerde tanırlardı ve böylece burada, Enstitüde bile ciddi bir duruş sergilemek zorunda kaldı. “Oturun kızlar!” dedi. “Ta- mam!” dediler ve oturmak için ahşap sandalyeleri çektiler.
Sonbahardı. Neredeyse başlangıcındaydı ve doğa, yazın yeşilliği ile her şeyi almak için gelen sonbaharın güzel bir ka- rışımıydı, böylece kış başlayacaktı. Zamanı belirsiz, yüzyıl- lık ve bilinçsiz ama güzel bir ritüel. Her şey gelir, gider ve tam tersi. Biz ölürüz, unutuluruz. Yerimize başka yaratıklar gelir, savaştığımız ve çalıştığımız şeyi hiç düşünmeyen. Her şey unutulur. Mezarda mutluluk yoktur, diye düşündü. Orada sonsuza kadar unutulursun ve toprak seni alır ve seni humusa ya da hiçbir şeye dönüştürür.
“Nasılsınız kızlar?” dedi sesi duyuldu. “İyi misiniz? Ça- lıştınız mı yoksa yeni ne var?” dedi, sandalyesinde biraz daha dik oturdu. Siyah pantolon, terital ve siyah bir bluz giymişti, boğazı da açık olan siyah bir bluz. Kızlar beyaz elbiseler ve bluzlarla, neredeyse üniforma gibi beyaz giymişlerdi.
“Beyaz renk size çok yakışmış,” dedi gözlerini daha çok açarak onlara bakmak için.
“Kalbimiz gibi beyazız, bugün böyle giyindik,” dediler. “Ahaha,” üçü de güldü. “Sen de sevdiğin renk olan siyahı giy- mişsin.” “Evet,” dedi. “Daha fazla siyah kıyafetim olsaydı, her zaman siyah giyinirdim.” “Ahaha,” güldüler. “Bu siyah renk biraz faşist bir renk gibi görünüyor, değil mi? Öyle mi?” diye Moza onu iğneledi. “Sonra bize Wagner’in senfonik müziğini sevdiğini söyleme.” “Richard Wagner’i uzun zamandır dinli- yorum, nasıl buldunuz? Manyetofonumda sadece o kaset var yabancı opera müziğinden.”
“Sağda solda mısın? Böyle mi?” diye şaşırdılar.
“Evet, sağcıyım, Bayan Donika. Neden şaşırıyorsun? Evet ve köken olarak da sağcı olmalıyım,” dedi ve konuyu de- ğiştirdi, bakışlarını Donaya çevirdi.
“Umarım Wagner’in tarihini biliyorsundur,” dediler. “Nietzsche ve Hitler’in favorisi idi!” “Evet,” dedi. “Tam da bu yüzden onu seviyorum! Hahaha,” üçü birlikte güldü.
“Gerçek şu,” dedi, “konservatizmi ve tarihi sağı seviyo- rum. Nasıl söyleyeyim: Aile, mülk ve vatanı seviyorum. Bun- dan daha güzel sloganlar var mı? Tam olarak İncil gibi. Gök- yüzünde Tanrı ve yeryüzünde ailen. “Evet,” diye araya girdi Dona, “bu doğru. Aynı zamanda bilimsel. Tanrıdan sonra aile gelir. Sen ne zaman ailen kuruyorsun efendim?” diye onu iğ- neledi. “İşte bunun için geldim güzel hanım,” dedi. “Açıklasa- na o zaman,” dedi Moza.
“Nasıl söyleyeyim…!” dedi, hızla tezgahta iki bira ve kendisi için bir tek rakı sipariş etti.
O asla içmezdi, ama kızların önünde konuşmasını güç- lendirmek ve çünkü çok heyecanlı olduğu için onu sipariş etti. Tüm yol boyunca kızlarla ve Dona’nın annesiyle konuşacak- larını formüle etmişti, onu gelin olarak istediğinde. Konuşma- yı ezberlemişti çünkü Tiran yolunda defalarca tekrarlamıştı. O kadar çok tekrarlamıştı ki şimdi ne söyleyeceğini harf harf biliyordu. O bir yazardı ve yazarlar güzel yazmayı bilir ama güzel konuşamaz. Bu tuhaf ama gerçek. O zaman, ben size ne- den bugün geldiğimi söyleyeceğim. Bu gece Tiran’da kalaca- ğım. “Drini” otelinde yer ayırttım. “Aaaa,” dediler, “ne güzel, bugün ve bu gece birlikteyiz.” “Evet,” dedi, tezgahta sipariş ettiği erik rakısından bir yudum aldı ve sonra konuştu: “Hadi, kızlar, şerefe!” Üçü de ortak kutlama için kadehlerini kaldır- dılar. “Şerefe!” dediler. “Tanrı bizi rekabetçi bir üçlü yapmayı
istedi. “Hahaha,” üçü de güldü. “Aynen öyle ve biz en iyisiyiz ama,” Dona, Ardjan’ın gözlerinin içine bakarak ekledi. “Ee,” diye işaret etti bu, “seni dudaklarından öpeceğim ve ısıraca- ğım.” “Ahaha,” diye güldü bu, verdiği işareti saklamak için. “Üçümüzün birlikte olması iyi olur, ama Dona ne diyor?” diye sordu bu, Moza’ya. “Ehaa,” dedi o. “Dona, seninle olmayı dört gözle bekliyor. Beni tamamen unuttu. Biraz kıskancım, ama sorun değil. Bu iş iyi olacak,” dedi ve “kıskanç” kelimesine gülmeye başladı, ama ekledi ki bu iş başlamış ve iyi bitecek. “Biz yetişkiniz ve doğru ve kesin kararlar alıyoruz.” “Kesin- likle!” dedi Ardjan. “Biz başkalarına fikirler vermeye çalışıyo- ruz, kendimize değil.”
“Öyle,” dedi Dona, ki şimdiye kadar fazla konuşmamıştı. Sadece sevgilisine, Ardjan için dünyadaki en tatlı bakış olan, sevgi dolu bir bakışla bakıyordu. Bu sevgi bakışı, bir kilometre uzaktan bile fark edilirdi. “Ben Donayı seviyorum!” dedi bu. “Bu iş artık geri dönüşsüz. Biz nişanlanacağız ve evleneceğiz. Bilmiyorum, kabul ediyor musun?” dedi Donaya dönerken, Dona bu konuşmadan şaşırmıştı ve o anda hiçbir şey söyle- medi, ama kısa bir duraklamadan sonra etrafa baktı ve Mozayı gördü, onun teklifinin gerçek olduğunu anlamak için. “Uaa! Benim ve bizim için ne sürpriz! Kesinlikle evet!” dedi Dona. “Seni seviyorum ve artık geri dönüş yok. Sen benim hayatım- sın!” dedi ve elini onun elinin üzerine koydu ve hafifçe dudak- larından öptü.
Ardjan’ın kalbi daha hızlı çarptı. O da bu peri masalı gibi güzel yaratığın onun olacağına veya gerçekten onu öpeceğine inanamıyordu, her erkeğin kıskanacağı bu güzelliği. “Evet,” dedi bu, “seninle gerçekten mutluyum hanımefendi. Hem gü- zelsin hem de yeteneklisin. Tanrı sende hiçbir şeyi eksik bırak-
mamış. Sana her şeyi vermiş, ey dünya yıldızı!” dedi ve elini saçlarına koydu ve hafifçe okşadı. “Seni seviyorum!” dedi o. “Ben de seni seviyorum,” diye cevapladı bu. “Haydi, şerefe!” ve tekrar kadehlerini tokuşturdular. Moza, bu hızlı olaydan bi- raz şaşırdı, ama daha fazla bir şey eklemedi, sadece hızlıca dedi ki: “Sonunda mutluyuz! Tanrı sizi ve sevginizi kutsasın!” “Amin!” dediler ve ellerini gökyüzüne kaldırdılar.
Gökyüzü sonbahar idi, biraz bulutlu ve Enstitü’nün kavak ağaçlarının üzerinde cıvıldayan birkaç kuş vardı.
Hiçbir şey hareket etmiyordu. Gökyüzünde biraz rüzgar vardı ve daha çok bunaltıcıydı. Yazın sonu, denilebilir. Hiçbir şey hareket etmiyordu. Shkodra’ya sık sık kargalar gelir,” diye hatırladı o, “aynı şekilde Dukagjin Ovası’nda da, Kosova’da. Yine babasının memleketi hakkında okuduğu şeyler aklına geldi. Kargalar, yüksek yerlerde ve deniz seviyesindeki alan- lara uyum sağlayan kuşlardır. Ama neden kargalar aklıma gel- di?! Garip, pupu! Gözlerini, kafeteryanın bir köşesine dikmiş olduğu yerden indirdi ve konuştu: “Şerefe kızlar! Tanrı size her yerde başarılı olmanızı nasip etsin, çünkü hayat her gün daha da zorlaşıyor, ama biz başaracağız!” dedi gülerek.
“Hayat sadece ayrılıklar içerir. Hepimiz annem ve babam gibi mezarlıklara hızla gideriz, sonra da biz. Öbür dünyanın olmasını umarım, ebeveynlerimi görmek için,” dedi ve başı- nı eğdi veya boynuna biraz eğdi ve konuşmayı bıraktı. “Tanrı büyüktür!” dedi Dona, Ardjan’ın melankolisini gidermek için. “Mesela, bizi bir araya getirdi, bu onun başarısı değil mi?! Hııı?”
“Evet evet,” dedi Ardjan. “Tanrı adına, kendi ailemi kura- cağım. Ben de diğerleri gibi olacağım. Bir evim, beni karşıla- yıp uğurlayacak bir eşim olacak. Biz birlikte yaşayacağız, tam
olarak kültür ve gelişim zamanlarında olduğu gibi. Ben, bugü- ne kadar yurtlarda yaşadım. Hiç yeni bir evde mutlu olmadım. Hiç eski bir evim bile olmadı. Hiç yani…! Hahaha,” diye biraz acı ironiyle güldü Ardjan.
Daha doğrusu, ben yurt çocuğuyum. Sonuncusu Zdrale yurduydu, soğuk, aydınlatmasız ve ısıtmasız bir tür hapishane, orada yapılan hizmet hapishanelerdeki gibiydi. Hiç doymadık, çünkü herkes çalıyordu ve sanki bize veriyorlarmış gibi yazı- yorlardı. Hala o yerin marmelat ve çayını hatırlıyorum. Çay ve çorba yemeyeceğim artık. O kadar çok yedim ki, bir daha asla görmek istemem!
“Hahaha,” diye güldü kızlar. “Bizde de aynı durum,” dedi Moza, “aynı,” dedi, “ama ben evimden yemek getirip burada yiyorum. Sonra, Dona da beni neredeyse her gün evine alı- yor, böylece haftayı geçiriyorum.” “Aa, çok iyi,” dedi Ardjan. “Yurtlar her yerde aynı. Evet,” dediler.
“Yine de sen ondan nefret etmişsin,” dediler kızlar, “çün- kü küçükken yetimhanede başlamışsın.” “Evet,” diye başını salladı, onların tüm doğru sözlerini onaylayarak. “Hayat hızla geçiyor kızlar,” dedi bu. “Hızla yaşlanıp buruşuruz. Tanrı’nın bize verdiği bu gençlik günlerini yaşamamız gerekiyor.
Ama Tanrı benim için iyi şeyler yaptı,” dedi Ardjan, “çünkü sevdiğim kişiyle birleşeceğim. Bu, Tanrı’nın bana op- tik olarak baktığının bir işareti, çünkü dediğim gibi, yedi mil- yar insan var ve sırası gelen benim için iyi şeyler yapıyor. Biz çok fazlayız ve hepimiz hainiz ve iki yüzlüyüz. Böyle olunca birçok insanla aynı anda uğraşmak zorunda kalıyor ve bu ne- denle, benim sıram geç geliyor.
Hahaha,- gülüştüler. – Ne kadar güzel sözler sıralıyorsun, Ardjan. Sanki Tanrı’yla konuşmuşsun da o sana böyle demiş.
- Hahaha güldü o. Ben hayal ediyorum, ama derinlerde ger- çekten öyle. O dünyayı, galaksimizi yarattı, bizi insan dostu bir gezegene yerleştirdi. Şu ana kadar en azından. Bilimi ve tıbbı bile tam olarak hesapladı. İnsanların onları keşfetmeleri için zihinlerine mesajlar gönderdi, çünkü her keşif Tanrı’nın eseridir, insanlar aracılığıyla gizli mesajlar göndererek hareke- te geçirir. Mesela: Tanrı sana bir roman yazman için ilham ve kelimeler verir. Yazarken bütün o kelimeleri ve tanımlamaları bulmak kolay değil, çünkü herkesin kelimeleri veya hikayeleri tükenir ve artık konuşmaz, değil mi? – Gerçekten mi?!- de- Yazılan birçok kelime ve eser anlamlıdır. Biz insanlar, düşüncelerimizi Tanrı’dan alırız. O bize her şeyi öğretir. Biz hayvanlar gibi inşa edilmişizdir ve bizi onlardan ayıran sadece beyin. Bu beyni bize Tanrı verdi, bizi bilinçle donattı.
Çok doğru! – dedi o. – Her şeyi Tanrı bize sağlar. Tan- rı, bize her şeyi gösteren ve sağlayan odur. İlk önce Hristi- yan dini ve sonra Müslüman dini ve diğer birçok dini bizim bozulmuş davranışlarımızı yeniden düzenlemek için gönder- di. Onun yeryüzüne gönderdiği her şey bizim için eğiticidir, yani hepimize Tanrı’ya dua etmemizi, hepimizin onun eğitici yönlerinden yararlanmasını öğretir. Yani, Tanrı farklı dinleri bize öğretmek ve bizi eğitmek için gönderdi, bizi ateş ve ce- hennemle cezalandırmamak için. Onları kutsal kitapların ve Kuran’ın öğretimleriyle göndermiştir, bizi kurtarmak ve arın- dırmak için. O her şeyi planlar. Tüm dinler, Tanrı’nın öğretim ve eğitim amacıyla insanlara gönderildi.
Sadece bu komünistler dinsizdir, galaktik istisnalardır; onlar Darwinistlerdir! – Hahaha,- gülüştüler.
Darwin ve sosyalistler, maymundan türeyenlerdir, iş ya- parak insan olmuşlardır. – İki bin yıldır neden olmadı,- dedi
Dona,- bir maymun çalışarak insan olmadı. – Hahaha,- güldü- ler. – Biz aptal dersler alıyoruz, ama boşverin. Onları öğren- mek zorundayız, yoksa sınıfta kalırız. Bu kadar şey için, onları öğreniyoruz çünkü biliyoruz ki, hiçbir yerde işe yaramazlar. Mecburuz. Evet, – dedi Ardjan. Ben asla öğretmen olmayaca- ğımı biliyordum, ama aptallıklarını öğrenmek zorundaydım. Tarih ve coğrafya güzeldir, ama biz onlara asla önem verme- dik, değil mi? Lisede dersleri hiç açmadık. Boş derslerdi. Ve öğretmenler, ana derslerin matematik, dil, edebiyat, teknik çizim vb. olduğunu bilirlerdi. Marksizm ve tarih, benim dü- şünceme göre boş şeyler,- dedi o. – Kızlar güldü.- Marksizm yakında düşecek,- dediler,- tarih ise, sanat profili olanlarımız tarafından az yapıldı, çünkü biz ve orta okulu sanatla bitirdik. Anlıyor musun? – Hıh,- dedi o,- lise bitirmediniz. – Hayır, de- diler. – Hıh, iyi, benim kadar yorulmadınız. Biz lisedeyken, kim en iyisi olacak diye yarışıyorduk. Rekabet büyüktü çünkü öğretmenler öğrencilerini ve iyi biyografiye sahip olanları ka- yırırlardı. Doğal olarak, bu sizin için de böyle olmalıydı,- dedi Ardjan. – Hayır, bizim okulda daha az siyaset var,- dediler kız- lar.
Burada büro çocukları veya ilçe partisinin çocukları pek gelmez. Yetenekli değiller, buraya gelmeye cesaret edemezler. Yani burada cesaret edemezler, herkes onlara güler. – Evet,- dediler. – Burada, bilmiyorsan, kaybolursun, sınıfta ka- lırsın. – Aaa, bravo,- dedi o.- Bizim okulda, birinci sekreterin oğlu hep on aldı ve herkes ona yağ çekti, ama o hiçbir şeyi hak etmiyordu. İyi giyinmiş, dışarıdan alınmış kıyafetlerle ve insanın sahip olabileceği her türlü iyiyle donatılmıştı. Evde hizmetçileri vardı ve her türlü yiyecek, biz ise yurt çorbası içiyorduk ve o sürekli bize gülüyordu. Çorbayla besleniyor-
sunuz,- derdi. – Beyniniz bunları almıyor. Pedagoglarımızı ha- tırlıyorum, ona nasıl yağ çekiyorlardı. Onun önünde bok gibi duruyorlardı, biz ise… Beni zorba yaparlardı. Dedim ki, çünkü koruyucum yoktu ve kötü bir biyografim vardı, Pedagoji Ens- titüsü’nde son buldum. Ama boşver! O okulu unuttum. Kim- seye oradan mezun olduğumu söylemem.
Umarım, Arnavutluk açılır veya hukuk ya da fizik okuya- cağım, birini istiyorum. – Ahaha güldüler. – Fiziği soluduğun hava gibi alıyorsun, bilimsel terimlerle konuşuyorsun. Evet,- dedi o. – Fizikle bağlantım, fizik öğretmenimin bana yaptığı savaştan geldi, Büyük Malise’den bir köylü, gizli ajan oldu- ğunu iddia eden ve Shkodra’dan olduğunu söyleyen biriydi. Halbuki, nerede yaşadığını ve nereli olduğunu öğrendiğimizde günlerce güldük, ama neyse ki onu çıkardılar, çünkü üç yıl- lık enstitü eğitimi olan biriydi ve onu Shkodra’nın bir köyüne gönderdiler. Şimdi unuttum. Ölsün! – dedi o.- Pis ve negatif bir insan. – Hahaha,- güldüler. – Seni çok üzmüş. – Evet, evet. İlk olmak kolay değil, kötü bir biyografi veya yetim olduğun- da. Herkes seni bir av veya çalınması gereken bir eşya ola- rak görür. Kardeşlerin ve desteğin olmadığında, böyle olur ve böyle olacaktır. İnsanlar, sadece güçlüye boyun eğen hayvan sürüleridir ve zayıflara ve güçsüzlere karşı hiç merhametleri yoktur. Hiç merhamet yok! Ee, seni bir çırpıda yemek için ba- kıyorlar. Yeter ki amaçlarına ulaşsınlar.
İnsanlar alçaktır ve öyle de son bulacaklar, – dedi o. – De- dim ki, Tanrı olmasaydı, kötü insanlar, dinsizler ve psikopatlar dünyaya hakim olurdu, ama Tanrı iki şey yaptı, – dedi o. Onlar gözlerini açarak, daha önce hiç duymadıkları bilim dolu bir ders gibi dinliyorlardı. -Poo,- dediler. Sonra o ekledi: Birinci- si, kötülere hızlı ve üzücü bir son verir ve ikincisi, günahkar-
lara ceza olarak ölümü getirdi. Ölüm olmasaydı, kötü insanlar binlerce yıl yaşar ve milyonlarca çoğalırdı. Doğal seçilim ha- yatın bir parçasıdır, – diye ekledi.
-Hahaha diye- gülüştüler. Yani Tanrı doğal seçilim getir- di. – Evet,- dedi o.- Öyle düşünün. İnsanlar, bu yüzden uzun yaşamazlar, çünkü alçaktırlar. Tanrı, elinden kaçmış olabile- cek yaratıklar yapmış olabilir, ama aynı zamanda hayatta kala- cak ve çoğalacak iyi insan ırkları da yaratmıştır.
Irkların seçilimi zorunludur, – diye ekledi.- Okuma yaz- ma bilmeyen birinin, bir mekanikçinin ve bir büro sekreteri- nin egemen ırk olması mümkün değil, çünkü uzun süre devam ederse, ırksal melezleşmemiz sığır seviyesine ya da lise sevi- yesine iner, çünkü işçi yine işçi çocukları doğurur ya da oku- ma yazma bilmeyenler. Onların ırkı çalışmak için yapılmış, hükmetmek için değil. Ve aşağılık olduklarından, bu iktidarı zorla ele geçirdiler ve tüm zenginliklerini el koydular. Ulusal ilerlememize yüzlerce yıllık zarar getirdiler. Mülk sahiplerinin mülklerini gasp ettiler. Başkasının mülkünde ev sahibi oldular. Irk elemine el koydular. Örneğin: Avusturya’da mezun olmuş bir bilim adamını yok ettiler, hiçbir yerde bırakmadılar. Onun yerine, ekonomiyi yönetmek için bir parti sekreteri ya da eği- tim almamış bir merkezi komite üyesi yerleştirildi. Ülkenin bu güvenilir parti mensupları tarafından yönetilmesi durgunluk ve her şeyde sahtekarlık getirdi. Hiçbir şey yapılmadı. Orta- çağ ilkel ekonomisi, talep ve arz üzerine kurulu olmayan, boş pazarlar ile, çünkü tarım ve hayvancılığın kolektifleştirilmesi Arnavutluk’ta her şeyi bitirdi, – dedi o. – Ama bunun bir fay- dası var. – Ne?- kızlar gözlerini açtılar. Bu mantıksız eylemler, bu dinsizlere sonlarını getirdi. İşçi Partisi’nin sonu yakın!
Bu mümkün mü? – kızlar sordular. – Evet,- dedi o,- Bu reformu ele geçirenler, aynı zamanda kendi partilerini de dü- şürdüler. Örneğin: Hiçbir komünist bunu başaramaz, çünkü cahiller. Bir bilim adamları olsaydı, o eğitimli komünist böyle eylemlere izin vermezdi. – Kızlar,- dedi o,- Gözlerinizi açın, çünkü her gün böyle şeyler anlatmıyorum. – Hahaha,- güldü- ler. – Çok çalışmış ve yetenekli olan bizler, yönetimde yer bulamıyoruz,- dedi o. – İyi yapıyorlar, çünkü onlardan nef- ret ediyorum. Ee, günüm gelmezse, vay haline bu pislerin. – Mesela,- konuştu Dona. – Ben, sadece çok çalışmadım, aynı zamanda bu enstrüman için yüksekokulu bitiriyorum. Tüm yılların en iyisiyim. Kesinlikle mezun olduğumda müzik öğ- retmeni olacağım. Burada iyi görevlerde ve yönetici pozisyon- larında sadece komünistler ve iyi biyografili olanlar atanıyor.
Diğerlerinin üstünde olamazsın, eğer okulun ve bilimsel unvanın yoksa!- dedi o. – Ve bilimsel unvan, partinin fizik ve tarih öğretimlerine göre değil, çağdaş bilimlerde kazanıl- mış olmalıdır, bizim öğretmenlerin yaptığı gibi. Fizik dersinde bile parti öğretimlerine göre konuşuyorlar, örneğin Newton’un kütle çekimi kuvvetini icat ettiği gibi. Hahahaha, okullarımız- da böyle şakalar yapılır. Partimiz komünist değil,- devam etti
- – Devlet mührünü elinde tutan ve bize yok edici ve soykırım mektupları gönderen bir grup yaşlı gangsterden oluşan bir par- tidir. Biz ve nüfusun çoğunluğu. Onlar, güvenlik aracılığıyla bize, muhalif insanlara karşı çeşitli cinayetler ve işkenceler yapıyorlar.
Poo,- dediler kızlar.- Hepsi doğru. Bu intikam zamanı,- dedi Dona. – Hahaha,- güldü o. Saat kaç oldu? Çünkü bir sa- attir sadece ben konuşuyorum, ama neyse ki beni dinleyen ve
güven duyduğum insanları buldum,- diye ekledi. – Üzgünüm, çünkü kafede bile size derslerle canınızı sıktım!- Hayır,- dediler,- biz senin sözlerinden keyif aldık, çünkü bu sözleri sıkça duymuyoruz. Böyle dersler hiçbir yerde yok,- dediler. Hahaha,- güldü o.- Umarım sizi sıkmadım -Hayır tabii,- dedi Dona. -Sen benim yazarım ve bilim adamımsın. Seni seviyo- rum!- dedi o. -Ben de seni seviyorum, güzel gözlüm! Gözlerin ormandaki ceylanları bile kıskandırır. Gözlerin gökyüzü gibi ya da mavi,- dedi o. Böyle gözlerle hiç karşılaşmadım. O bi- raz yaklaştı ve Dona’nın gözlerine bir öpücük kondurdu. O hareket etmedi ama okulunda olduğu ve arkadaşları ya da öğ- retmenler tarafından görülebileceği halde öpücüğü onayladı.
-Seni seviyorum!- dedi o. – Sen benim yıldızımsın ve tanış- tığım en iyi ve en zeki insansın! -Teşekkür ederim!- dedi o, gelecekteki gelininin konuşmasından duygulanarak.
Birlikte mutluydular. Saat on dört olmuştu ve eve dön- me vakti gelmişti. O ayağa kalktı, sonra dedi ki: “Sohbetlerde kaybolduk kızlar, ama erken geldim çünkü yazımı bitirdim. Odama her şeyi hazırladım ve sadece teslim etmek için bu- raya Tiran’a geldim. Eve geldim ve buradayım. Düşündüm ki, Dona beni çok özlemiş olabilir, bu yüzden doğrudan gel- dim.” -Hahaha,- diye güldü bu adam. -Bir de sana sürprizim var,- dedi Dona’ya. Kalktı biraz sandalyesinden ve devam etti: “Dona, lütfen beni dinle! Dikkatlice dinle beni!” -Tekrar dedi bu adam. “Emret iyi adam! Konuş bakalım,” dedi bu kadın ve dudağına elini götürdü, çünkü gülmesini tutamadı. “Konuş bakalım,” tekrarladı bu kadın. “Tamam,” dedi bu adam. “Bu- gün buraya gelmemin amacı, annenle tanışmak ve senin elini istemek için geldim. Cebimden özel bir atölyede yapılmış altın bir yüzük çıkardı, çok güzel bir şey, devlet atölyelerinde yapı-
lanlardan değil.” -Vaaa!- dedi kızlar. “Ne kadar güzelmiş. Çok heyecanlıyım!” dedi Dona ve Ardjan’ı yanağından öptü. “Sen dünyadaki en iyi adam değil misin? Biliyorum, değil mi?” diye sordu bu kadın.
Moza şaşırdı ve yakından sahneyi izlediği gibi sessiz kaldı. “Bugün veya bu akşam, annenle birlikte geleceğim ve ona
kızınızı gelin olarak istediğimi söyleyeceğim.” -Nasıl yapaca-
ğız ki?” dedi Dona. “Hazırlıksızız. Böyle bir şeyi bilmiyorduk. Bir şeyler almış olabilirdik ya da ne bileyim,” dedi bu kadın. “Hayır,” dedi bu adam, “Hiçbir şey. Ben sade bir adamım. Her zaman sade ve az yaşadım. Benim için önemli olan şey, orada söyleyeceğim şeyden daha fazlası değil. Ayrıca annenin bize inanıp inanmayacağı konusunda endişeliyim, yani iyi bir damat olup olmadığımı düşünüyor mu?” -Hahaha,- güldüler kızlar. “Bu gece mahalle burada toplanacak, çünkü onlar seni televizyonda gördüler ve senin onların kızları Dona’yı gelin olarak isteyeceğini görmek için şaşıracaklar. -Ben diyorum ki, gel akşam yemeğine!” dedi bu adam. “Ne düşünüyorsun Dona?! O başını sallayarak onayladı ve Moza’yı onaylamadan geçti. Biraz uzun süren bir sessizlikten sonra, sözü Moza aldı. “Ben, bu akşam kruvasan olarak gelmeyi kabul ediyorum. Ar- djan ve ben birlikte akşam yemeğine geleceğiz. Damadın tara- fı olarak, sen Dona saat sekizde hazırlanmak için zamanın var. O zaman geleceğiz. Sen bizim gelmemizden mutlu ol, yani damadın ailesi,” dedi Moza, alayla gülerek. Çünkü kendini da- madın tarafında dahil etti. “Tamam, sen benim kız kardeşim- sin. Biliyorsun değil mi?” -Biliyorum,” dedi Moza, “Ve sen
benim erkek kardeşimsin,” dedi, elini sıkı sıkarak verdi. “Bu gece, kardeşimiz olacak,” dedi. “Hadi Dona, onlarla iyi kal. Ben kardeşimle olacağım,” dedi bu adam. -Ahaha,- dedi onlar. “İyi Moza, beni biraz ihanete uğrattın,” dedi Dona. “Az değil, çok,” dedi bu kadın şakayla. “Çünkü büyük bir olayın önünde, kimse bu şansı elde etmez Dona arkadaşım,” dedi Moza. “Sen olayın oyuncusu ve rolünü anlamıyorsun, ama dışarıdan baktı- ğımda, bu çok nadir gerçekleşen bir aşk.”
“Aşkın hikayen şimdi senin için tez konusu olacak, kı- zım,” dedi bu kadın. “Annenin acıları, babanın ölümü, Tiran’a göç, Ardjan ile trende tanışma ve şu anda hatırlayamadığım birçok şey. Çok acı var “Bu hikayenin içinde senin için bir ro- man bile yapamadım. Ama sen, sahile çıktın ve kazandın. İyi bir ad ve çok yetenekli bir kazanan oldun. Dona, kemanlı kız. Kemanı olmadan hiçbir yere gitmeyen bir kız. Onu her zaman yanında taşır. Uyurken bile onu yakın tutar ve onunla uyur. Hahaha, kızım, evlendiğinde ne yapacaksın bilmiyorum, çün- kü keman yerine Ardjan’ı alacaksın. -Hahaha,- güldü Dona.
-İşte bu yüzden, Tanrı güzel ve sevgili Ardjan’ı getirmeyi dü- şündü. Harika bir seçim!- dedi. -Tanrı zamanında ve mekânın- da doğru hesaplar yapar. Her şeyi kaybettiğini düşündüğünde, mutluluğu da geri getirir.”
“-Doğru söylüyorsun filozof bayan,- ona Dona cevap verdi. -Ben bir filozof değilim ama şimdiye kadar geçirdiğim olayları inceleyen bir insanım,- dedi. -Başlangıç olarak, in- sanların aşağılık ve kötü olduğunu gördüm. Negatif DNA’ya sahip yaratıklar. Özellikle güvenlik ve komünistler bizim Il-
lyrian-Alban DNA’mızla hiçbir ilgileri yok. Belki Türkle- rin, Yunanlıların veya Slavların soyundan geliyor olabilirler, çünkü hiçbir Arnavut vatanına böyle bir şey yapmaz,- dedi Moza. -İnsanların sadece komünist deneylerinin kötü sonuçla- rı olduğunu gördüm, güçlünün kazandığı tür içi çatışmalarda. DNA’mıza dayanarak anladım ki Tanrı, çevre ile birlikte ya- şamamız için ilk DNA’mızı bu dünyaya getirdi, yani ilk in- san genlerini. Tabii ki, nesilden nesile geçen kötü tohumlar da vardı. Ama anlamıyorum, Tanrı neden bu kötüleri getirdi ve bugün insanların ve doğanın yaşayacak yerleri yok. İki temel faktör var: Doğa, çok sevilen ve kötü adamın onu mahvetme- si. Kötü adam doğayı yok ediyor, ama komünist insanlar da bu dünyadaki güzellikleri bitiriyorlar veya bu dünyaya getiren Tanrı’ya saygı göstermiyorlar.
-Bravo!- dedi Ardjan. -Aynı görüşlere sahibiz. Aşağı ırk- lar kimseyi yönetemez, sadece bilgiyi yok edebilirler. Aşağı ırklar hizmet etmek için doğmuşlardır ve liderlik etmek için değil. Tanrı saf ve eğitimli ırkı getirdi. Yani, kalıntılarla, Sırp ve Yunan zehirleri olmadan, inanılmaz, inanılmaz ve vahşi de- ğil, aynı zamanda inanılmaz ve vahşi olmayan bir ırk,- dedi.
-Bu fenomenlerin açıklaması zordur,- dedi Ardjan, -çünkü aslında hiç kimse kendi toprağına ve insanına bunu yapmaz. Bu adamlar, bizi işgal eden birçok işgalciyi bile kötü duruma düşürdüler. Biliyor musun?
-Hahaha,- iki kız güldü. -Onlarla nasıl başa çıktın, bize ne kadar şaşırtıcı olduğunu anlat. – Git,- dedi. -Savaşta hiç kaybetmedim. Partiye hizmet eden şanssız birkaç piç var. Her zaman onlara kötü muamele yapıyorum. Hiçbir hatıra ve anı-
yı hak etmiyorlar. Onlar, partiye körü körüne bağlı olan kötü köpeklerdir, ve o, bize hizmet eden öğrenci trolleri ile birlikte onlara kalan on yaş ve diğer avantajlar gibi ayrıcalıklar sağla- mak için geliştiği, sınırlıydı. Okulda casusluğu ve gözetlemeyi formüle ettiler. Onlar, diğer öğrencileri kötü muamele eden gizli polistir. Gerçekten, onları koruyamıyorum. Ama onlar, bana uzaktan nefret ettiler. Onlar, kendi çerçevemde çok garip olan Komünist hainler.
-Hahaha,- onlar iki kişilik. -Hala özür dilerim, söyleyin bana neden böyle hayran kaldığımıza karar verin. – Dikkat,- dedi. -Söylediğim hiçbir şeyden hiçbir zaman vazgeçmedim. Onlar partinin köleleriydi, biz hayvanlar için. Her zaman on- lara saygısızca muamele yaptım. Hiçbir zaman anmaya ve anmaya değmezler. Onlar, hizmette kendi başlarına birkaç talihsiz koçoşlardır. Hepsi, gelişmiş, partiye verilen hizmetle- rin bir parçası olan ve mükemmel bir dünya düzeni oluşturan entelijansiyalardı, kişi öğrenci ajanları. Bununla birlikte, bir zamanlar komünistlerin ve daha az ahlaki insanların sistemi olan tarihinin tamamen komünist olduğunu açıkladı. Ne yap- sam bilemezdim. Ve orada, çerçevelerimin içinde beni aşağı- lamışlardı. Onlar, hikayem uzun zaman, kişisel ve eğlenceli.
“Varsayalım,” dedi. “Beni utandırmaktan unutuyoruz ve ne için toplandığımızı unutuyoruz. Daha iyisi, sorun, yani ben, biraz sesi susturdu. Sağ elini masanın üzerine koydu, bir avuç topladı ve sonra, işte serbest olduğunu düşündüğünde, dedi: “Ben bugün, yani bu gece, evine gitmek istiyorum! ” – Dedi Dona’ya döndü. Dona gözlerini açtı ve şaşırdı, ama konuşma- dı. – Ama – dedi, – devam et. Yani, geleneklerimize göre eli-
ni isteyeceğim.” – Bravo! – Moza patladı. – İşte bu! – dedi, en yakın arkadaşının mutluluğunu ve sevincini göstererek.
- Yani, düğün yakında demek, – biraz ironiyle güldü. Dona adeta şaşırmıştı ve bir süre hiç konuşmadı. Sonra hatırladı ve ekledi: “Ardjan, emin misin beni seviyorsun ve evlenmeyi is- tiyorsun?” Yüzü kızarmıştı ve kelimeler düzgün çıkmıyordu ağzından, ama sonunda söylemeyi başardı. “Yani,” dedi, “ev- lenelim mi? Karar verdin mi? -Eğer sen de istiyorsan,” diye ekledi Ardjan, “ve karşılıklı bir sevgimiz varsa, o zaman, Ra- b’bin doksan dokuz ismi ve bizim aşkımız adına, güzel hanı- mefendi, seninle evlenmeye hazırım! – – Vay be! – Moza ekledi, – ne teklif! Film gibi sanki. – Hayır, – dedi Dona. Bu bir film değil. Gerçek hayat, dostum. Ben de Ardjan’ı seviyo- rum ve Rab’bin adına bu aşkı evlilikle taçlandırmak istiyorum, çünkü bu adamı çok seviyorum. Kimse ne kadar çok sevdiğimi anlamıyor. – Senin için Ardjan, hayatımı veririm! – dedi ve onu Sanat Enstitüsü’nün lokalinde dudaklarından öptü. Öğren- ciler neredeyse gitmişti ve az sayıda insan vardı, bu yüzden çok fark edilmedi, aksi takdirde hemen bir dedikodu başlardı. “Dona büyük yazar Ardjan Vusho’yu öptü!” – Ahahaha, – gül- dü Moza. – Tanrı’ya inanamıyorum bu işin bu kadar hızlı ola- cağına. – Baktı, – dedi. – Şimdi, yeni bir aile doğuyor. – Evet,
- dedi Ardjan, – eğer Tanrı izin verirse, yeni bir aile
Yani, benim ailem olacak, karım ve çocuklarım. Hep yalnız- dım. Hiçbir zaman kardeş veya oğul demedi bana. Öksüzler aile eksikliğini çok fazla hissederler, özellikle de annelerinin eksikliğini. Her küçük çocuk gibi değil, ama çok daha büyük boyutta, zamanla takıntı haline geldi. Neyse. Konvikt hayatı yüzlerce saat sürer ve ne olup bittiğini ve topluluk yaşamı- nın tüm kötülüklerini nasıl karşılayacağınızı açıklar, özellikle
de güvenlik ve casusların gözetimi altında olduğunuzda. Ne yazık ki, bir sürü casusumuz var ve birbirlerine ihanet eden insanlar var. – Evet, – dediler kızlar, ama burada daha az kont- rol var. Bu, öğretmenlerimizin sanatçılar olmasından ve sınıf savaşını pek fark etmemelerinden kaynaklanıyor. Yani, başka hiçbir yerde olduğundan daha liberaliz. – Öyle mi? – dedi Ar- djan, şaşkınlıkla ağzını açarak. – Evet! – dediler, – burada sınıf savaşı daha azdır diğer her yerden. – Ben de burada okusaydım keşke, – dedi Ardjan gülerek. – Evet, ama burada yarışma var, devlet bursu yok. – İkinci olarak, müzik kulağınızın olması gerekiyor ve çok şey var. – Ah, – dedi, – hiçbirini yapmıyo- rum, hatta şarkı bile bilmiyorum. Asla müzikle ilgili olmadım, ama garip olan şu ki, müzikten de on aldım. Arkadaşlarımla. Müzikte değil sadece, ama resimde de. Ahaha, – hepsi güldü. Zayıf yönlerini kabul ettiğin için iyi. – Hayır, – dedi, – şarkı söylemeyi ya da çizmeyi bilmiyorum. Müzik aletlerini seviyo- rum. Gitar çalmayı öğrenmek isterdim, ama yeteneğim yok, bu yüzden ders almaktan korkuyorum. – Ben sana öğretebilirim,
- dedi – İkili dansı öğretmek zorunda, – Moza alaycı bir şekilde güldü, “sana zevk aldığını göstermek için”. – Hayır,
- dedi Ardjan. – Seks yapmayacağız burada. Bizim bağımız aşk. Ve aşk, her şeyden daha güçlüdür. Cinsel ilişki değil. Ar- kadaşım, – dedi Dona. Aşk, iki kişinin ruhsal ve fiziksel bağ- lantısıdır, aynı gökyüzüne yönelik güzellik, aynı düşünce, aynı sabır ve dünyevi hayatındaki her şeye anlayış. Uaaah, – ne bir tanım, – Moza ekledi. Yazmam gerekiyor, unutuyorum. Sen de bir şairsin, – dedi Dona biraz sonra. – Ben bir şairim, ama bu kalpten çıktı, – dedi Dona. Sevgiyi seven kalp mutludur ve mutluluktan sonra ilham gelir. Göklerle temas geliyor. Aşağı- lık bir varlık olarak değil, ama Tanrı dediği gibi: Sizi, insanlığı
yeniden canlandırmanız için sevmenizi yarattım. Bugün fel- sefe dersi oldu, – Moza ekledi gülerek. Ahaha, – hepsi güldü. Tanrı bize rehberlik etti ve güzel işler yapmamızı ilham verdi,
- dedi Ardjan. Tanrı bize ruhu, ruhu ve ortak bedeni verdi. Ben ve Dona, – dedi Tanrı seni yükledi, sevgili Moza, şunları söyleyeceksin: Benim arkadaşlarımı miras alın! O gün trende üç melek düştü: Bir tane anlatan, yani sana; bir tane din- leyen, yani bana; ve bir tane yaşayan, yani biz ikimiz. Rabbim bizi gönderdi ve bize hikayemizi anlatmamızı ilham verdi
Moza dedi, “Gerçekten bu oluyor mu?” İkisi de, “Evet, sen bizim cennet aşkımızın tanığısın,” dedi. Moza başını salla- dı ve gözlerini açtı. İlk kez gülmedi. “Yani,” dedi, “Beni ger- çekten bunlara inandırıyorsunuz. Belki de sizin için bir roman yazacağım,” dedi gülerek. “Belki,” dediler. “Sen ana melek- sin. Yani anlatan,” dedi Moza. “Aaa,” dedi, “Peki, her şeyi nasıl olduğu gibi anlatacağım. Endişelenmeyin, ana karakter- leriniz olacak. Sadece küçük bir uyarı yapacağım. Sizi üzme- yecek.” “Ne tür bir uyarı?” diye sordular birlikte. “Bu sır ola- rak kalacak. Sonuçta, kitabı okumayacaksınız, her şeyi şimdi öğreneceksiniz. Ben anlatıcı melek olduğum için, işimi yap- mama izin verin, bağımsız ve kesintisiz.” “Ahaha,” dediler. “Seçim sürecini başlatmadan şikayet etmeye başladın.” “Evet,” dedi. “Ben OSCE’yim. Belki duymuşsunuzdur, seçimleri ka- pitalist dünyada izleyen bir organizasyon. Rai TV’de gördüm ama okuduğum yeri hatırlamıyorum.” “Bravo!” dedi Ardjan. “Çok hazırlandığını görüyorum. Bana politik bilgileri bile ge- çiyorsun. Senin geçemezsin,” diye araya girdi Moza. “Modes- ti yapma,” dedi. “Senin ne kadar bilgi sahibi olduğunu biliyo- rum. Sen canlı bir bilgisayarsın. Senin bildiğin şeyleri, Arnavutluk’ta kimse bilmiyor. Gerçekten beni şaşırttın, müzik
hakkındaki bilgilerinle. Örneğin, Wagner’i bilmeyen az kişi var, Alpler ve doğaya adanmış tüm çalışmalarını kasette bu- lundurduğunu söylüyorsun.” “Hepsi değil,” dedi, “ama birço- ğu var. Özellikle Alpler ve doğaya adanmış olanlar.” “Bravo!” dedi kızlar. “Bizde yasaklandı çünkü bir faşistti, ama birazını biliyoruz,” dediler. “Bu plakları nasıl bulduğunu bize şaşırt- tın.” “İşte Shkodra’da neler yok!” dedi. “Batı kültürü orada kökleşmiş ve şimdi insanlar güvenlik nedeniyle gizlice saklı- yorlar, başka yapacakları yok, onları gizlice saklamak ve din- lemek zorundalar. Kızıl Rusya işgalinden kurtuluş gününe ka- dar bekleyecekler.” “Evet,” dediler. “Gerçekten! İnsanlar onları saklıyor ve kiliseyi ve camiyi hatırlıyor. Dini festivalle- ri gizlice ve sessizce kutluyorlar. Ama kutluyorlar,” dedi Ard- jan. “Gerçekten!” dedi kızlar. “Annem de Noel’i kutluyor. Öyle mi?” dedi Ardjan. “Evet,” dedi Dona. “Aaa, sen Katolik misin?” diye sordu Ardjan Dona’ya. “Evet! Katolikleriz an- nemden dolayı. Babam Vlora’dan Müslümandı. Onlar sevgiy- le bir araya geldiler. Dinle ilgili hiçbir şey sormadılar.” “Haha- ha,” dediler üçü de. “Ben Katolik olduğumuzu bilmiyordum,” dedi Dona. Anladım, annemden anladım. O Laç Kilisesi’nde dua ederken saçlarını boyadı. Birkaç kez gizlice gitmiş. Onun yıkıntılarına gitti çünkü kilise çok zaman önce yıkıldı. O yer kutsal kalır,” dedi Dona. “Tarihinin bu kilisenin hikayesini iyi bilmiyorum ama söylentilere göre çok iyileştirme yapmış.” “Belki,” dedi Ardjan, “bilimsel olarak da orada, yani yerçeki- mi olmadığı yerlerde, iyileşme olduğu doğrulandı. Yani yerçe- kimi eksikliğinden iyileşme olduğu.” “Evet evet,” dedi Ard- jan. “Hahaha,” dediler üçü de. “Peki ne yapacağız? Senin evine gitmeyi nasıl organize edeceğiz?” dedi Ardjan daha cid- di bir tonla konuyu değiştirdiğinde. “Organize edemeyiz,”
dedi Dona. O da ciddiyet kazandı. “Kalktı, elbisesini sildi, kir- li olduğu gibi: Saat sekizde, yani bunun yirmi beşi. Kapıya vur, ben açarım ve bu kadar.” “Çıktım, sana sarıldım ve öptüm ve hoş geldin dedik. Hahaha,” dedi Ardjan. “Bu kısmı biliyo- rum, ama annene nasıl söyleyeceğiz? Hangi dili kullanmalı- yız? Eskiden mi konuşmalıyım yoksa şimdi mi?” “Seni en iyi gelişinin geldiği gibi konuşmanı düşünüyorum,” dedi Dona. “O an, geçmişten ya da şimdiden vakalara bakmayın. İyi dü- şündün,” dedi Moza. “Biz modern insanlarız ve doğrudan ko- nuya giriyoruz.” “Evet,” dedi Ardjan, “ben de öyle düşünüyo- rum, ama konuşmada takılıyorum. Çok duygusalım ve kelimeler karışıyor. Sen tam bir yazarsın,” dedi neredeyse aynı anda kızlar. “Evet,” dedi. “Ama yazarlar olarak konuşma ya- pamayız. Sadece yazabiliriz, biliyoruz, konuşamayız.” “Aha- ha,” dediler ve aynı anda şaşırdılar. “Bu mümkün mü?” dedi Moza. “Öyle,” dedi Ardjan. “Politik bir konu olsa, bir saat ko- nuşurum. Ya da toplumsal bir konu, ortasını kırarım, ama bir gelin aramak için, bu ilk ve son olur. Doğal, ilk,” dedi Dona. “Başka yok,” dediler kızlar, “biz de yardımcı olacağız.” Ben söyleyeyim sen atla üzerime ve seni öpeceğim ve böylece an- nemiz bizi birlikte evlendirmezse nereye gidebilir. -Hahaha,- hepsi güldü. Tabii ki kabul edecek ki ben evlenen kişi değilim. İkinci olarak, o bir şehirli ve kendi babamıza âşık oldu ve biri- ni gerçekten sevmek ne demek olduğunu biliyor. Bu tür aşklar nadirdir,” dedi Moza. “Siz güzelsiniz, kardeş gibi görünüyor- sunuz ve birbirinize çok benziyorsunuz. Annene sormalısın, belki bu saatin babası sevgiliye sahiptir,” dedi. “Hayır,” dedi Dona, “bunu düşünmüyorum.” Babam kimseyi sıraya koyma- dı. Ahaha,” hepsi güldü. “Hiçbir şey değiliz. Neyse ki değiliz. Üzgünüm Moza!” dedi Dona. “Dilimi kaptın, böyle konuş-
tum.” “Tamam,” dedi bu, “yeter şaka yeter.” “İyi, konuyu de- ğiştirelim arkadaş,” dedi Dona. “Korkma Dona, Ardjani senin kardeşin değil ve sana evleneceğinizi garanti ederim.” “Ağzın sağlık!” dediler ikisi de, erkek-kadın. “Biz güzel bir aileyiz mavi gözlerle,” dediler. “Mümkün mü,” dedi Moza, “siz ikiniz de bu kadar güzel, uzun ve mavi gözlü olabilir misiniz? Belki de?” “Kapa ağzını!” dedi Dona. “Üzgün olma! Biz hiçbir şey değiliz. Sadece aşıklarız.” “Bunu biliyorum,” dedi Moza, “ama acılı şarkıyı duydun mu, kardeşim bilmeden kız kardeşiyle ev- lendi. O şarkıyı,” dedi Moza, “Oh anneciğim, anneciğim, ne yaptın bana, ben neden ağlıyorum?! Kardeşimi sevmeme ne- den oldun mu? Boş hikaye!” dedi Dona. “Bizim o şarkıyla ne ilgimiz var?” “Senin değil, ama ben neden bunu hatırladım bilmiyorum. Bugün gün boyu nakaratını söyledim. Moza! Üz- günüm,” dedi Moza. “Kasten yapmadım ama işte hikaye böy- le.” “Doğum hikayesi. Anne çocuğu doğurdu ve doğumhaneye teslim etti. Tekrar evlendi ve başka bir adamla bir kız çocuğu doğurdu. Ve böylece annenin oğlu kardeşiyle annenin kız kar- deşiyle evlendiği olaya kadar.” “Evet, biliyorum,” dedi Ardja- ni, “bu şarkıyı biliyorum. Beni de annem sokakta terk etti. Be- nim için de acı bir hikaye.” “Şarkının söz yazarı ve müziğinin bestecisi kim bilmiyorum ama güzel bir şiir yapardım, bir bes- teci olsaydım o şarkıyı yapardım.” “Ben yaparım,” dedi Dona, “ama konuyu değiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum, o şarkı şu anda ihtiyacımız olan bir şey değil. Sonra klasik müzik de- ğil popüler müzik çalışacağız,” dedi Dona. “Biliyorum,” dedi Ardjani, “biliyorum tabii!” dedi tekrar. “Ama burada bu sosyal konu çok etkilendi. Parti İşçileri’nin bu çocukları alıp daha sonra kendi işleri için kullandığını gördüm. Bu sigortacılar ca- navarlar. Ne düşündüklerini ve ne yaptıklarını düşünmek için
vardır. Tabii ki, KGB’yi kopyalıyorlar, bu kadar zeki değiller. Lise öğrencileri güvenliğe gidiyorlar. Onlar akıllı olamazlar ama şeytanlar olabilirler. Ve partileri kadar güvensizler. Aha- ha,” hepsi güldü. “Zaman geçti,” dedi Ardjani. “Biz burada kaldık.” “Evet,” dediler kızlar. “Biz de üçüncü yıla gelene ka- dar gün boyu dersimiz yok, daha çok pratik olacaklar,” dediler kızlar. “Biz Shkodra’da buluşacağız düşünüyorum,” dedi Moza. “Birbirimize yakın olacağız,” şaka yaptı Dona. “Evet, unuttum,” dedi Moza, “birbirimize yakın olacağız. Sonra ben yalnızım. Sizle ne işim var?” alay etti. “Ahaha,” Ardjani gül- dü. “Bize gel, onu da yaparız.” “Toprak!” ironiyle dedi Moza. “Ben de onu buldum. Ne iyi,” dedi alayla. “Bu Skodralı her zaman gülüyor. Ardjani,” dedi Dona. “Bu konuda üzülme. Moza her şeyde hata bulur, eleştiri ve alay,” dedi. “Tamam, şaka yapmayı bilmeyen bir Şkodralı yoktur,” dedi Ardjani. “Siz Şkodralıları seviyorum,” dedi Moza. “Tabii ki sizi sevi- yorum,” cevap verdi. “Orada büyüdüm. Belki de doğdum, kim bilir. Ama neden bize dilimizi nasıl konuşmadığını söylemi- yor?” diye sordu Moza. “Evet,” cevap verdi Ardjani. “Çünkü hep yazar ve gazeteci olacağıma inanıyordum. Ben her on beş- le öğrendim. Ben hep edebi standart dilde konuştum. Ve lise edebiyat öğretmenlerim bunu sevmedi. Sekizinci sınıftan bu yana ve lisede. Beni buraya not verdi, puanlama işaretlerinin ve edebi dilin hâlâ iyi konuşmadığımı yazıyordu. Kuzeyliler olarak, Gheg diyalekti konuşuyordum ve o yıllardan bu yana edebi dil öğrendim.” “İyi yaptılar,” dedi Dona. “Kötü başladı- lar ama bugün iyi çıktı. Hiç geride kalmıyor. Hatta, sizin fonik bir sesiniz var, konser sunucusu ve haber konuşmacısı olabilir- siniz,” dedi. “Ben seni aldatmıyorum oğlum,” dedi Dona. “Kendini fark etmiyorsun ama çok melodik ve temiz bir fone-
tik sesin var ve çok iyi konuşuyorsun,” dedi. “Öyle mi?” diye sordu. “Size de öyle,” dedi Moza. “Bu yüzden okulda sunucu olduk ve medya sunucusu olacağız. Ben ve arkadaşlarım, fa- kültenin düzenlediği tüm sıkıcı etkinliklere ve arkadaşlarımız- la birlikte yönettiğimiz tüm akşamlara katılıyorduk. Grubu- muz sınıftaki komünizme karşıydı. Hiç kimse komünizmi istemiyordu, hatta öğretmenleri alaycı bir şekilde küçümsü- yorduk. Hatta bizimle ders vermeye gelince ceza olarak görü- yorlardı. Her gün bizimle karşı grup olarak derslerinde dışlan- mış ve güçlü bir şekilde iktidara karşı belirgin özelliklere sahip olarak şikayet ediyorlardı. Beni hatta hapse atmaya niyetlendi- ler ama planlarını tam olarak gerçekleştiremediler. Bir süre hapiste kaldım ve çıktım. Sonra kitaplar yayınladım ve biraz durdum, daha fazla devam etseydim, her halükarda beni her türlü cezalandırmış olacaklardı. Beni sonsuza dek gömecek- lerdi. Hızlı bir şekilde oradan kaçtığımı düşünüyorum. O za- manlar genç gazetecilere yönelik bir yarışma düzenlendi ve kesinlikle kazandım. Sonra televizyon beni tanınmış yaptı ve haftada bir program vererek beni tanıttı. Şiir veya çok sayıda edebiyat okuyan insanlar için bir yarışma programıydı. Orada büyük bir etki yarattım ve program neredeyse bir yıl boyunca devam etti ve çok tanındım.
Sonra, Tiran’da, şanslıydım ki, beni bir baba gibi seven iyi bir baş editör buldum. Başarım ve yayınlarımın anahtarı o. Her şeyi ondan öğrendim, patronum diye çağrılan adamdan. Haha, böyle dedi o. Evet, onu babam gibi görüyorum. Aldığım her başarı ve ödülü ona adıyorum. Sadece ruhsal olarak de- ğil, aynı zamanda kişisel editör olarak da. Ne yazarsa yazsın, kimse onu reddetmez. O bir zamanlar Rusya’da okudu. Parti-
zan olmuştu ve şimdi gerçekliğe hayal kırıklığına uğradı. Ama hapse düşmekten korkuyor ve beni her yerde koruyor çünkü burada her üç kişiden biri bir şube casusu veya güvenlik gö- revlisi. Pupupupu, kızlar güldü. Tanrı’ya sizi bizden uzak tut! dedi Moza Shkodrania.
Sonra, kalktık kızlar! İki saat boyunca konuştuk. Ben bir şeyler yemek için gidiyorum. Etekli ve saçı düzgün mü? diye sordular kızlar. Eğer yoksa, Moza’yu tarama dedi Dona. Evet, getirdim. Konvikt’te getirdim. Hayır! dedi Ardjani. Hazırım. Onu motorun arkasındaki kutuda aldım. Bana patron hediye etti. Ve karısı ütüledi. İyi dedi kızlar. Her şey hazır, şükür- ler olsun ki senin gibi birini buldum! dedi. Kızlar gülümsedi. Evet, şükürler olsun ki beni oğlu gibi seven birini buldum ve beni casus yapmadı. Bu düşüncelerle unutulmuş olurdum. Ah, tam olarak dedi kızlar. Ve demiryolu ile rejimi kestik. İlk başta provokatör olarak kabul ettik seni. Sonra tanıdığımızda, göz- lerimizi açtık, çünkü seni sadece televizyonda görmüştük ve yakından hiç görmemiştik. Sen en büyük yazarlardan birisin ve en çok satanlardan biri dedi Moza. Yabancı dillerde de ter- cüme edildi dediler kızlar. Evet, gerçek dedi bu. Uluslararası bir boyuta ulaştım. Birçok İtalyan ve Fransız televizyonu be- nim için programlar yaptı.
Ama asla ülkeden ayrılmadım, çünkü söz verdik, buraya dönmeyeceğim. Bu komünist cehennemde, politbüro ve devlet güvenliği psikopatlarının mutlu hapishanesinde. Nasıl? Hiç dı- şarı çıkmana izin verdiler mi? Hayır dedi. Birçok davet aldım ama hiç izin almadım. Düşün, sadece kitaplarımın satışıyla
devlet milyonlar kazanıyor ve bana hiçbir şey vermiyorlar. Ne onur ne de ödeme. Hatta evim yok. Hiçbir şey, sadece propa- ganda. Bunlar dünyadaki tüm sosyalistler çok iyi. Yalan, beni kandırdılar ve öldürdüler, Tanrı için terörist bir parti. Robes- pierre gibi tam olarak güldü. Evet, terörist partiler dediler kız- lar. Belki de demokrasi kazandığında böyle ilan edileceklerdir. Belki dedi. Ama komünistler çok öngörülemez. Bunlar kame- leondur. Bizi devirecek ve tekrar gücü ele geçirecekler. Hatır- la, aynı yaşta olduğumuz ve söylediğimiz şeyi yaşayacağımızı düşünüyoruz. Bu yılanlar ve bu aptallar her şeyi geri alacaklar. Eğitimli milliyetçi sınıfı yok ettiler. Sadece onlar değil, onla- rın torunları da. Yani soykırım yaptılar ve insanlığa karşı suç işlediler. Ölülerin ve hükümsüz yargılarla vurulanların kemik- leri bulunmalıdır. Çok işimiz var, ama demokrasinin gelmesi- ne izin verelim ve sonra konuşalım dediler. İyi dedi Ardjani, bugün dersimizi bitirdik. Kızlar güldüler. Eğer sen bir profesör olsaydın, hiç gürültü yapmazdık, sadece senin ne dediğini din- lerdik. Gerçekten mi? diye sordu. Evet dediler. Bugüne kadar senin dediklerimizi hiçbir yerde duymadık. Felsefi ve bilimsel eksikliklerimiz var, hatta pratikte bile. Evet dedi Ardjani, bu Rus okulu. Pratiğe önem vermez, sadece teoriye önem verir. Onlar her şeyin kalitesi için beyinlerini öldürmüyor. Gerçek- ten de, onlar iyi yapıyorlar, çünkü yeteneksiz yönetici kadro- larının çıkışı onların sonu getirir. Onlar kendi güçsüzlükleriyle rejimlerini deviriyorlar. İşte bu,- dedi kızlar. -Okulumuz bize hiçbir şey öğretmiyor. Sadece teori ve marksizm.
Biz müzikte marksizmi ne yapacağız, bunu anlamıyoruz.
Ahaha,- güldüler.
İşte bu dogmalarının sonucu. Onlarla ne yapacağız,- Ar- djan ekledi. Sadece devirmemiz gerekiyor, o kadar. Onları her şekilde durdurmalıyız ki Arnavutluk ve ulusumuz birçok dev- lete dağılmış olsun. Onlar vatanımızı sattılar ve diğer kısımları reddettiler. Onlar köleci ve Slavlar ve Yunanlar için hizmet- karlar. Benim sözlerim aklınızda kalsın,- dedi Ardjan.
Hadi neşelenelim!- Son kez bardakları tokuşturup ana ka- pıdan bulvara çıktılar. İki saat gibi hiç olmuştu, kimse nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlamadı.
Sanki on dakika gibi,- dedi Dona. Nasıl mümkün olabi- lir?- dedi Moza.
Bu, göreliktir,- dedi Ardjan. -Sevdiğiniz biriyle olduğu- nuzda zamanı hiç hissetmezsiniz. Tam tersini deneyin ve gö- rün. Hahaha,- güldüler. Bu deneyi yapacağız.
Onlar birbirlerinin arkasından dışarı çıktılar. Sanat Ens- titüsü’nün küçük kulübü, Dona’nın büyük aşkı için yerleşti, kızların kemancı ve Ardjan’ın Arnavutluk’un en ünlü yazarla- rından biri olarak bilindiği yer. Dona ve Moza, Dona’nın evine gitti ve onun sevimli ve yetenekli sevgilisinin nişanının elini isteyeceği akşam için hazırlıklarını yaptı.
Enstitü sembolizminde başka bir ad eklenmişti: Dona, Kemanlı Kız. Onu sadece güzelliği için değil, aynı zamanda bugüne kadar o yüksek müzik okulundaki eşsiz yeteneği için tanıyor ve seviyorlardı.
Biz müziğin değerlerini bilmiyoruz, bu yüzden okul çok kolay diyoruz, ama denecek olursa, okul en zor olanıdır. Bizler sadece müzik okulu, hafif dedik. Ancak ben gazeteci olarak, öyle görünüyor. Kolay, dedi Ardjan sık sık, ama oraya girer- sem, ilk yılda kalırım. Hiçbir sınav alamam. Ve müzik öğret- menliği işiyle zanaatın girişinden beri ona veda etti. Müzik- le ilgili zanaatını değiştirdiğini anladı. Her meslekte zirveye ulaşmak için her gün egzersiz ve sabır gerektirir, çünkü herkes orkestrada iyi bir seviyede değildir. Özellikle de şimdi iyi bir biyografiyle işe alındılar ve yetenekleriyle değil.
Avrupa okullarında iyi bir biyografi olmadan ve yeteneği olmayan kimse giremez. Bu yüzden Batı Avrupa’nın bu kadar çok tanınmış müzisyen yetiştirmesine neden olmuştur. Bu, Ar- navut insanını yok eden sosyalizmdir. Onu kültürsüz ve itici Slavlarla aynı düzeye getirdi. Hiçbir bilimde başkalarını taklit etmemeliyiz. Özellikle de Güney Slavlarını Hitler’in hayvan- lar olarak adlandırdığı yerlerde. Haha,- kendi kendine güldü Ardjan. Tüm bu düşünceler, öğle yemeğini ve kahvaltıyı bir- likte yedikleri yerden, öğle yemeğine gelmeden hemen önce kızların yanına gelmeden önce kızların yanına geldi.
Bir baklava gibi. Zamanın nasıl bu kadar hızlı geçtiğini hiç anlamadılar. Onun için hiçbir şey olmadığını anlayacaksı- nız. Haha,- güldüler.
Kendi mutluluğu için her açıdan çok mutluydu çünkü Tanrı şimdiye kadar onu çok büyük acı çekmişti. “Yetimler,” dedi halk, iyi bir yaşam sürmeleri zordur. Uğursuz kaderi de- ğiştirmek için mücadele edeceğim ve fedakarlık yapacağım,
çünkü hiçbir şey boşuna denilmemiştir: Kaderi mücadele eder. Yalan söyleyebilirsin. Şimdi saat 19:00’da Moza’yı görece- ğim ve Dona’nın evine geleceğim. Anladın mı? Bizi taksi ile götüreceğim, endişelenme, Traktor fabrikası’nda o saatte otobüs yok. Anlaşma. – Durdur Dona, ama Moza’nın bana yardım etmesi gerekiyor. Bak,- dedi Ardjan. – Hazırlanmaya ihtiyacımız yok. Basit bir akşam yemeği yapacağız çünkü ben de kolayım. Gürültü yapmak istemiyorum ya da nerede oldu- ğumu bilmiyorum. Her şeyin basit ve sade olmasını istiyorum. Moza bana gelecek ve düğün için her şeyi bırakacağız, çünkü bu ilk kez basit bir törene katılmakta olduğumuzdan. Tamam mı,- dedi Dona. Onun evi içinde kal. Yani dünyanın en güzel evi. Yöneticiler! Sadece babam gibi seviyorum onu. Ama ona patron diyorum, çünkü işte buna ihtiyacım var, ama babam gibi seviyorum ve asla ona kötü bir şey olmasına izin vermiyo- rum. Onun için hapis bile yapmaya hazırım.” Her şeyi ondan sahibim. Onsuz, Spaç’ta veya neredeyse hapsedilirdim. Onun ince ve son derece zeki zihninin sayesinde, beni bu komünist pisliklerinden kurtardı.
Ben tereddüt etmem, onları her yerde lekeleyeceğim, tüm Arnavutluk sokaklarında ve hoparlörlerinde. Yabancı te- levizyon istasyonlarında bile. Evet, onları ifşa edeceğim. Bu yüzden dışarı çıkmama izin vermediler,- Dona güldü. Doğru yaptılar,- dedi Ardjani. – Onları gerçekten kötü şekilde leke- leyeceğim, gerçekler ve fotoğraflarla. Fotoğraf makinesinde binlerce fotoğraf var, bize nasıl yaşadığımızı ve beslendiği- mizi gösteren sosyalizmde. Çalışmam, çektiğim binlerce filmi korumama olanak sağladı. Özellikle kuzey tam bir felakettir. Orada şu anda bile nasıl yaşandığını bilmiyorum. İyi,- dedi
Dona. – Bağırma, seni duyacaklar ve hapse atacaklar, ben de kocasız kalırım. Ahaha,- her ikisi de güldü.
Her yerde tekrar döneceğim, hatta cehenneme bile,- dedi Dona. – Ama nişan öncesi dikkatli olalım. Anlaştık,- dedi Ar- djani ve Dona’nın eliyle tokalaştı. – Tamam oldu,- dedi kendi kuzey ağzıyla. Harika! O zaman gidelim. Seni ve annemi evde bekliyorum. Sadece biz ikimiz. Kimseyi aramayacağız. Anla- şıldı,- dedi.
Daha az insan bilirse, daha iyi, çünkü benim varlığım doğrudan insanları mitinge çağırıyor. Hahahaha,- üçü de gül- dü. Gerçekten insanlar seni seviyor. Belki de onu bir kurta- rıcı olarak görüyorlar. Belki de gelecekteki muhalefet lideri olarak,- dedi Moza. – Evet,- dedi Ardjani. – Bu da olabilir. O pozisyonu seviyorum, vatanı olmayan ve dinsiz insanları mah- vetmek istiyorum.
İnşallah, o gün gelecek!- diye dua ettiler üçü de. Amin!- Ardjani dua sonunda dedi. Bizim duası Tanrı’nın kulağına!- püf noktasını Moza tamamladı.
O zaman anlaştık,- dedi. – Ben de şehirde öğrenci olarak dolaşacak, akşam yemeği yiyecek ve diyelim ki bir konvikt ar- kadaşının odasında hazırlanacağım. Sonra merkeze düşer, sa- atine binerim ve Dona’nın evine gelirim. Moza, eğer istersen sen de şehirde öğrenci olarak gel, seni alırım,- dedi. – Hayır,- dedi. – Evde seni bekliyorum. En iyisi orada, kendim gelece- ğim. Moza’yı gereksiz yere yormayalım. Ya da sekiz yıllık okula kadar bekle. Sen ne dersin?- Donika’ya döndü.
İyi,- dedi. – Şehirde öğrenci şehre kadar boşuna gelme. Okulun hemen girişinde beni bekle ve iki dakika içinde evime gel. Evet, tamam,- Ardjani’nin önerdiği plana anlaşmayla üçü de kabul ettiler.
Öyleyse, güle güle veya görüşürüz şimdilik!- dedi. El sal- ladı ve her biri kendi yoluna gitti. İkisi de şehre doğru yürüdü, sessizce. Konuşmuyorlardı, sadece düşünüyorlardı. Her biri kendi düşüncelerinin sisine dalmıştı. Her biri güzel ve düğün- lerle dolu bir düğün hayal ediyordu. Özellikle Dona’nın ailesi, çünkü kızlarını ve kızkardeşlerini evlendirecekler. Güney-ku- zey karışımı, ama çok güzel ve yetenekli bir yaratık gibi Dona.
Dayıların gururu! İnsanların birbirlerini bulmaları gerek- tiğini düşünüyorum. Dolandırıcılarla veya parayla evlenme- meliler. İnsanları bir arada tutan tek şey aşktır. Para veya ser- vet, bir çifti sevmeye ve birbirini ihanet etmeye zorlayamaz. Sadece aşk, herkesi bir arada tutar. Ve gezegenler bile güneşi severler,- Ardjani güldü,- çünkü hiçbir zaman ondan kopmaz- lar. Güneş, onları milyarlarca yıl boyunca aynı yörüngede tu- tar. Bu platonik aşktır,- Ardjani kendi kendine dedi,- çünkü onlar birbirini tanıyor ve seviyorlar. Parti veya mahalle onları birleştirmedi. Babamın parayla satın aldığı gibi. Aşk bizi tüm hayatımız boyunca bir arada tutar. Ve sevgi dolu bir evlilik her şeydir. Ve bu iyi bir aile demektir bugün ve yarın konsolide. Aşk, erkekliği ve kadınlığı birleştiren ve eritiyen bir kimyasal formüldür. Benim sevdiğim kadın, bir meteor gibidir. Ya da daha iyi söyleyemem,- Ardjani kendi kendine dedi. – Belki de olağanüstüdür. Geleceğin aracı zaman makinesiyle geldi.
Ya o, ya da onun DNA’sı. Bu kadın toprak insanlarına hiç benzemez. O, sevgiyi, tatlılığı ve zekayı yayar. Atomik ve subatomik bilincimde, o bilinçaltımdaki ışık ve bilinmeyen dalgalardır ki bugüne kadar evrenin düşmesi veya düşmesi ge- rekir. Ve kimse onu çalışmadı. Ne Einstein uzay dışı bir dalga buldu adı Donika.
Günümüz fizikçileri de çalışmadı. İnsanlarla birlikte ya- şayan bulma uzakta yaşıyor. O, kavranamaz bir yaratıktır. Adı Dona. Dördüncü boyut veya benim yaşamam, veya sekiz diğer kavranamaz boyutlar. Tanrı’nın parçasıdır, ışığı diğer atomlar- la birleştirir ki onlar kozmik havada çözülen. Aşkımız, sonra- dan gelen yaşamla benzerliği olan bir atomik çarpışma. O, be- nim ilk ve son aşkımdır. Gezegenler bu olayı dünyaya hediye ettiler, o da gururla taşıyor bunu. O, benim ilk ve son aşkımdır. Onun adı sihirbaz Dona.
Bilmiyorum, bu işte bir uzay bağlantısı var gibi. Tanrı, bizi kardeş ve kız kardeş gibi seven bir büyüyle müdahale etti, iki vatan evladı değil, trende tanışıp aşık olanlar gibi. Belki de kardeş ve kız kardeşiz,” dedi Ardjani. “Neler söylüyorum ben de. İyi ki yalnızım!” diye kendi kendine söylendi, yavaşça şehre doğru ilerlerken. Her zaman kötümserim. Bu kadar ne- gatif olmamın sebebini bilmiyorum. Haha,” dedi gülerek, öğ- renci şehrine doğru yürürken. Normalde kiminle böyle olmuş olabileceğimi bilmiyorum, çünkü kendi ebeveynlerimi tanımı- yorum. Tanısaydım, bugün babamla birlikte olurduk ve Do- na’nın elini isteme telaşı içinde olurduk. Hiç iki ben olmadım. Her zaman tek bir ben oldum. Yani, artık Tanrı bize iki olmayı nasip edecek. Ben ve Dona. Ve hikayemizi anlatacak melek
Moza. Bu bizim üçüncü parçamız. Biz yaşayacak olanlar, ço- cuklarımız bizim hikayemizi dinleyecek olanlar olacaklar. Ve belki Moza bizim için bir roman yazacak. Sanırım hikayemiz güzel olur.
“Acaba iyi miyim?” diye kendi kendine ekledi. “Aklım nereye gitmiyor ki, puf puf,” diye kendini susturdu. Bugün pozitif olmalıyım. Bugün kötüye gitmem. Tüm tedbirleri ala- cağım. Taksi arkasındaki yerime oturacağım. Kendimi temiz- leyeceğim ve hazırlanacağım. Siyah takım elbise ve beyaz gömleği giyeceğim. Çok fazla yemek yemeyeceğim. Bugün öğrenci şehrindeki kulüpte yemeği kontrol edeceğim. Umarım bir şey olmaz çünkü temelde hala bir öğrenciyim. Çok fazla değişmedim ya da hiç değişmedim. Hala bir öğrenci olduğumu hatırlıyorum. Belki de bu yüzden her gelişimde öğrenciyim. Shkodra’da odamın karşısında pedagoji okulu var. Nereden bileceğim. Her şeyim eğitimlerimle, yurtlarla ilgili. Sonunda kalbimin insanını buldum, yani güzel ve yetenekli bir öğrenci kızını. Bu işin kozmik bir açıklaması var,” diye kendi kendine konuştu.
Ama yine de, her zaman olduğu gibi Fantoci gibi her şeyi bozuyor, her şey elimdeki gitmektedir. Ahaha. Bu sefer ken- dime dikkat edeceğim. Olumsuz zamanlarım bitti. Bugün geri dönüşte bir ailem olacak. Artık öksüz olmayacağım. Belki hayat benimle iyi geçecek, şimdi ve ileriye dönük olarak. Ve ben tüm yetimlerden farklı olacağım. İlginçtir ki, o günlerde çok duyduğu şarkıyı küçükken söylemeye başladı, trenlerde ve barlarda. “Oh annem – annem – vay, ne yaptın bana. Karde- şimi aşık etmeme sebep oldun…” Uzak dur bu şarkıdan ben-
den!” diye ekledi. “Artık söylemiyorum,” dedi, “çünkü bugün olumsuzluklardan kaçınacağım. Ahaha,” diye kendi kendine güldü.
Ardjani, tek başına kaldığı arkadaşının odasına gitti. Ora- da sadece 18:30’a kadar durdu, sonra yavaşça şehir merkezine indi, saatine veya arkasındaki saatlere doğru, devlet taksileri oturduğu yerde. Yaklaşık yirmi dakika sonra şehir merkezin- deydi ve bir taksi için gözlerini açtı. Tüm taksi sürücüleri garip bir şekilde boştu. İyi bir işaret,” diye kendi kendine söyledi. Çünkü Fantoci’nin küçük ve özgür arabasından her zaman kötü şeyler olur.
“Merhaba,” dedi, “siz boş musunuz, arkadaş?” dedi biri- ne. Bir Peugeot 68’teydi. Eski ama iyi tutulmuş ve dışarıdan yeni gibi görünüyordu. “Evet, boşum, dostum,” dedi diğeri.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu taksici. “Traktör fabrikasına,” dedi Ardjani.
“Evet, tabii, binin!” diye emretti taksici. Ardjani konuş- madı. Çiçek buketini alarak oturdu ve aracın boş kısmına koy- du. “Patron, doğum gününe mi gidiyoruz?” diye sordu.
“Evet, evet, doğum günü. Bir arkadaşımın okuldan,” dedi diğeri.
“Aa,” dedi diğeri. “Güzel! Gidelim!” diye söyledi taksici.
“Ne kadar tutar?” diye sordu Ardjan önceden.
“Tabii, patron, işte fiyatlar. Sadece gidiş mi yoksa geliş de mi?” diye sordu diğeri.
“Gidiş,” dedi Ardjani. “Ama eğer isterseniz, iki saat sonra beni alın, Traktör Fabrikası’na.”
“Tamam,” dedi diğeri. “Gidiş-dönüş ve bekleme. Yirmi beş yeni leke.”
“Anlaştık,” dedi Ardjani. “Kabul ettik! Başlayalım o za- man!”
Şoför biraz lafazan bir adamdı. Tüm taksiciler gibi. “Bak, patron,” dedi, “seni bir yerde gördüm. Televizyonda ya da bir kurumda. Güvenlik şefi misin?” dedi.
“Hııı, patron, güvenlikle hiçbir ilgim yok,” dedi.
“Haydi, düşün,” dedi Ardjani tekrar. “Seni bir yerde gör- düm. Tanıdık bir yüz gibi görünüyorsun, çünkü televizyonda çıktın, biliyorum, ama ismini hatırlamıyorum. Hatırla,” dedi diğeri.
“Evet, doğru yerdesin. Kültürle ilgim var,” dedi şoför. “Hııı,” dedi şoför, “sen gazeteci misin? Veya büyük yazar Ar- djan Vusho. Yoksa yanılıyor muyum??? Kitaplarını okudum ben. Tüm kitaplarını,” dedi taksici. “Senin için hizmet etmek büyük bir onur benim için. Şanslıyım! İşin sonunda bir imza
istiyorum. Almadan seni bırakmam. Anlaştık mı, patron?” dedi taksici. Keserini nasıl olacak,” diye alay etti adam. “Tamam, öyle bırakalım. İyi hizmet edersem, o zaman imzamı alacağım. Eminim alacağım ve arkadaşlarıma, hatta çocuklara da gururla göstereceğim seni bugün gördüğüm için.”
“Aha ha ha,” Ardian güldü. “Bu büyük bir olay değil şef,” dedi taksiciye.
“Onu ben biliyorum,” dedi taksici. “Tamam, öyleyse,” Ardian cevapladı, “sadece iyi git.”
“Hahaha, dostum,” dedi Ardian. “Şaka bir yana, o hayatı- mın en önemli insanı. Anlıyor musun şef?”
“Ama seni nasıl arayayım,” diye sordu taksici tekrar. “Agron veya Goni Vlonjat,” diye cevapladı Ardian.
“Aaa,” diye güldü adam. “Beni Vlonjat’lar terk etmedi. Haha,
neden şef, biz kötü adamlar değiliz.”
“Hayır,” dedi Ardian. “Eşim Vlora’lı. Yani babasından kökeni var. Burada doğmuş. Aaa, bravo damat,” dedi taksici. “Evet,” dedi Ardian, “damat adayı, çünkü bugün ondan elini isteyeceğim.”
“Aaa, başarılar ve umarım zaferle sonuçlanır! Ama seni sevgilinden daha iyi kim alır, ah, övgüye değer,” dedi taksici.
“Aha ha,” Ardian güldü. “O benden daha güzel. Senin ka- dar güzel değil,” dedi taksiciye.
“Evet, evet şef,” dedi adam. “Ona göre, sen böylesin. İyi, hadi acele edelim, çünkü alacaklarımız var ,” diye ekle- di. “Çünkü halkın dediği gibi: İyi şeyleri yerde bırakmıyorlar, doğruca alıyorlar. Tam olarak böyle, hadi hızlı olalım,” dedi adam.
“Ama şef,” dedi şoför ve gazı eski Peugeot’ya koydu, ama iyi korunmuş. “Eski,” dedi adam, “ama güzel. Bu araba- yı kız gibi seviyorum. Onunla çok yıl geçirdik. Hiçbir zaman beni çamurda bırakmadı. Onu çocuğum gibi seviyorum,” diye ekledi.
“Aha,” diye güldüler ikisi. “Saat kaç?” diye sordu Ardian. “Şimdi saat yedi yirmi şef,” diye cevapladı şoför.
“İyi, zamanında geldik şef,” dedi. “Çünkü tüm taksile- rin tarihi boyunca, tüm şoförler aynı. Hepsi sigorta ajanı veya kendi konuşmalarına takılmıştı. Her şeyi herkese söylüyorlar.”
“Tüm haberler bize gelir şef,” dedi şoför. “Biz günlük ga- zeteyiz. Buraya güçlü, güçsüz insanlar gelir. Her şeyi, ne oldu- ğunu biliyoruz. Peki şef, sadece sohbeti çok uzatma. Çok ciddi görünüyorsun ve insanlara güvenmiyorsun gibi görünüyorsun. Sonunda iyi yapıyorsun,” dedi.
“Tüm piranalar gibi,” dedi Ardian ona. “Evet, şef,” dedi adam. Çünkü kelime şef, şoför tarafından seçilen en iyi keli- meydi. Tüm şoförler gibi, bu da müşterisi hakkında bilgi edin-
mek istiyordu. Taksi şoförleri için bu bin yıllık bir atavizmdi. Her zaman konuşurlar, herkesi ağzına alırlar ve orada olmayan kimseyi kurtarmazlar. Arkadan küfret, onlara derler.
“Evet, iyi şef, geldik,” sonunda dedi. Taksi şoförü kapıyı açtı ve Ardian’ı dışarı çıkması için davet etti. “Okul bahçesine kadar git,” dedi adam. “Demir çubukların arkasında, kırmızı tuğlalı binaların yönünde.”
“Tamam,” dedi şoför ve vitesle birkaç metre ileri gitti ve durdu. “Burada iyi misin şef?” dedi.
“Evet, burası iyi şef,” ona cevapladı Ardian. “İyi ki batak- lığa düşmedim. Parlatılmış ayakkabıları giydim, bu yüzden,” dedi Ardian.
“Ah,” diye güldü şoför. “Burada kuru toprak var şef,” dedi. “İyi, burada durun,” ona Ardian cevapladı. Kapıyı açtı ve çiçekleri eline aldı ve arabadan çıktı. Birkaç adım attıktan son- ra tekrar şoföre döndü. “Burada beni bekleyin, dediğim gibi! Ödemeyi sonunda yapacağım, endişelenme.”
“Evet evet,” dedi şoför. “Okulun önüne park edeceğim ve bir rakıyla kahve içeceğim, sana başarılar ve başarılar di- lerken!” Ardian’a dedi. “Teşekkürler şef,” dedi Ardian. “Hadi şimdi, nusret için geldi,” dedi.
“Hayır şef,” dedi adam. “Bu onun arkadaşı ve refakat- çim benim şef,” Ardian’a dedi, Mozë’nin yönüne giderken. “Bunlar tamamen güzel,” dedi taksi şoförü, hayret ve şaşkınlık
içinde. “Kadın bu kadar güzel olduğunda, gelin nasıl olacak,” kendi kendine söyledi.
“Pupupupu,” inadından veya kötü şansından ellerini ovuş- turdu. Kaderin ne olacağını bilinmez. Hahahaha,” Ardian gül- dü. “Bu kadar nazik bir şoför hiç görmedim.” Bir dakika sonra, Mozë’ye gitti. Kucaklaştılar ve yola çıkmaya hazırlandılar.
“Çok güzelleştin Ardian,” dedi. “Merdivenleri süsledin!
Hollivud oyuncusu gibi görünüyorsun şef,” Mozë dedi.
“Evet evet, Mozë,” dedi Ardian. “Bugün çok duygu- luyum. Normalde Fantoci gibi somurtkanım. Haha,” Mozë güldü. “Endişelenme, benim kardeşim var. Bu gece çok iyi geçecek. Göreceksin. Haydi şimdi,” dedi Ardian. “Allah’ın adıyla: Bismillah!” Dedi ve Döne’nin binasının birinci katına çıktı. Bunlar gönüllü işlerle yapılmış apartmanlardı. Nitelik- siz apartmanlar, önemsiz insanlara verilenlerdi. Bu neredeyse tüm Arnavutluk’ta yapıldı ve onlar partilerinin başarısı olarak duyurdular. Her şey gösteri, gerçek hiçbir şey yok! Biz Avru- pa’nın en fakir ve ezilen halkıyız,” diye kendi kendine Ardian söylendi. Merdivenleri tırmandı. Heyecan vardı, çünkü o bir yetimdi. Annesi ve babası onu terk etmişti. Hayat boyu sade- ce yurtları bilirdi. Kimse yoktu, partiler yoktu, aile ziyaretleri yoktu. Hepsi buluşmaya gelirlerken, yatakhane günlerinde sa- dece o gelmiyordu. Yazıp okuduğu için teselli buluyordu. Bu onun tek aşkıydı. Okuma, yazma ve yabancı dil öğrenme haya- tının her anını süsledi. Hiçbir kadına aşık olmadı ve böyle bir düşünce aklına gelmedi. Annesinin onu yolda bırakmasından dolayı kadınlara olan saygısı azalmıştı. Ona göre kadınlar gü-
venilmezdi ve diğer yaratıkları incitmek için yaratılmışlardı. Saf aşka inanmıyordu, ta ki Dona ile tanışana kadar. Önceki tüm ilişkileri bir tür iş anlaşması olarak görüyordu. Hatta part- nerlerin zamanla yeniden düzenlenen veya yeniden formüle edilen evlilik kontratları yapması gerektiğini düşünüyordu. İnsanın güvenilmez doğasına ve hayatta yaşadığı olumsuz de- neyimlere dayanarak bu sonuca varmıştı.
Tüm çocukları dünyaya getirip sonra kader ve kötülerin merhametine terk eden tüm ebeveynleri kınardı. İnsan, ona göre domuz gibi aşağılık bir varlıktı. – Domuz her şeyi yer, insan da aynı şekilde, domuzların prensipleri yoktur. Kirli ve diğer tüm yaratıklardan daha kötü kokarlar. İnsanın da pren- sipleri yoktur. Yaratıklarını doğurur ve onları kaderlerine terk eder. Bu durumu ne köpekler ne de kediler yapar. Onlar yav- rularına özen gösterir ve onları doğaya kendi başlarına çıka- na kadar korur. Hayvanların prensipleri daha doğru ve daha asildir. Doğanı terk etmezler, onlar kendi başlarına yürüyene, kendi başlarına avlanana ve kendi başlarına beslenebilecekleri bir mücadelede büyütürler. O hiç evlenmeyecekti, Dona ile ta- nışmasaydı. Dona ile olan buluşması, kadınlara karşı olan tüm antipatisini yok etti ve aşka olan inancını geri getirdi. Dolayı- sıyla,- kendi kendine dedi,- ben de gökyüzünün yoluna geri döndüm, sevgi tanrıçasına. Aşkı gereksiz bulurdu ve çiftlerin birbirlerine hiçbir zaman aşık olmadığını düşünüyordu, sadece iş yapıyorlardı. Bu düşünce Ardjan’ın zihninde kökleşmişti. Ama yanıldı. Hiçbir şey için kesin tanımlamalar yapmamalı. Her zaman istisnalar vardır. Tanrı bizi aynı şekilde yaratma- dı. Her birimiz farklıyız. Ne babamıza ne de annemize ben- zemiyoruz. Farklı insanlarız. Tanrı bizim için nerede ve nasıl
doğacağımızı belirledi. Doğumumuzdan ölümümüze kadar Tanrı’nın belirlediği varlıklarız. Her şey genlerimizde belir- lenmiştir. Genimiz neyse biz de odur. İhanet ederiz, evleniriz. Çalarız, öldürürüz, vs. Her şey oluşumumuzda belirlenmiştir. Tanrı her hatamız için bizi cezalandırır. Ama tövbe edenler için afı da vardır. Affedenler ve affedilenler. Nihayetinde gü- nahkarları çok ağır cezalandırır, sadece bu hayatta değil, bir sonraki hayatta da, ruh cehenneme gittiğinde. Kafasını salladı. Bir dakikada yüzlerce düşünce, kendi tarafından okunan ve yazılan yüzlerce ilke geldi ama o, sonsuz aşk için her zaman orada olacağını kararlaştırdı, Tiran’daki Kızıl Tuğlalı İmalat- hane’deki ikinci katta onu bekleyen yerde. – Bu benim için Tanrı’nın kararını,- dedi. Yetim hiçbir zaman tarih boyunca mutlu değil. Azı yetimler belirsiz kader, doğumundan ölümü- ne kadar sürekli yanında olan kötü kaderdir. Yetim kaderi! – halk der. Eee,- dedi bu. “Ben bu kötü kaderi kırmak için bu gece gideceğim. Tanrı bana bir fırsat verdi ve asla bırakmaya- cağım. Haydi,” dedi Moza, “ne düşünüyorsun? Zihninde çok mu fazla düşünüyorsun? Orta merdivenlerde bir sorun var mı yoksa ne?” dedi. – Hayır,” dedi bu. “Benim burada yetim ha- yatımın özetini yapıyorum. Kimin aklına gelirdi ki ben, değer- siz bir yetim, buraya kadar ulaşırım? Atamdan önce hiç kimse bu türden bir şey yapmamıştı. Haydi!” dedi Moza. “Kader ya- pılmaz, kabul edilmez. Sen kendi kaderini yapıyorsun, kendin imzalıyorsun. Sen bir sokak adamı veya hapishane arkadaşı gibi değilsin. Sen Tanrı tarafından seçildin olana. Diğerlerine öğretmek ve onları yönetmek için. Kitapların her yerde. Her- kes seni alıntılar ve sever. Sen çok iyi bir adam ve kutsal pren- siplere sahip biri gibi. Bir rahip gibi Tanrı’nın görevini kabul etmişsin. Dona senin için şanslı. Ona her gün söyledim. Sen
onunla çok şanslısın böyle bir adamı tanımak. Ve çok güzel. Kardeşim gibi bir aktör gibi görünüyorsun,” diye ekledi. Sonra güldüler. “Hadi, gidelim o zaman! Bismillah!” Ardjan’ın sesi duyuldu. Moza dua ederek, Shkodra’nın efendisine işlerin yo- lunda gitmesini diledi. Kahve rengi boyalı kapıya tıkladı, xin- gato elbisesiyle ve kahve rengi saçları boyalıydı. Bu şekilde, ilkel iş bile güzel görünüyordu. Dona yapmıştır,” dedi Moza. “Aaa,” diye şaşırdı. “Bravo!” sonra ekledi.
“Gerçekten her yerde yetenek var, gelinim!” diye güldü Ardjan. “Sen çal,” dedi Moza’ya bu. Moza bir an için konuş- madı. Kapıya yaklaştı ve aralığı ölçtükten sonra iki kez vurdu, “Tak-tak.” “Ben kurt anne,” diye güldü. “Sen de kurt olabilir misin, anne kurt gibi giyinmişsin?” Dona’ya gelen ve kimin geleceğini biliyordu.
“Bağlıdır,” dedi, “ve ben kurtum,” diye güldü Moza. “Ama burada güzel kızlar var. Biraz yemelerini söyleyeyim. Sen küçük kuzu gibisin, Dona,” dedi. Üçü de güldü, Ardjan biraz sesi kesildi. Heyecanlıydı ve hiç konuşmadı. “İyi akşam- lar,” dedi Dona. “Hoş geldiniz!” İkisini de kucakladı ve ayak- kabılarını çıkarmamalarını söyledi. Ama her iki ayakkabıyı da çıkardılar çünkü bizim geleneklerimiz böyledir, içeriye çamu- ru getirmemek için.
Bina dışı altyapısı hiç düzeltilmemişti ve bu yüzden tüm ortam su birikintisi veya bataklık gibiydi. “Neyse ki su ve ışık var, bizde her şey yok ve aldatma,” diye ekledi Moza, hala bekleme odasına girmeden önce. “İyi akşamlar!” Dona’nın annesinin sesi duyuldu. Adı Jeta idi. Ellibeş yaşlarında bir Ka-
tolik Shkodra kadınıydı, ama çok güzel görünüyordu. Ardjan gözlerini açtı çünkü tanıdık gibi göründü. “Ardjan Vusho!” tanıştırdı kendini. “Tanıtıma gerek yok,” dedi Dona’nın an- nesi. “Sen her gün gece aramızdasın. Senden başka hiçbir şey konuşmuyoruz. Kızımı büyüledin!” dedi alayla. “Allah için,” dedi, “ve benim kızımı büyüledin. Biliyorum, biliyorum,” dedi Jeta. “Tüm binamız sizin hakkınızda bilgilendirildi. Hatta iş yerinde size iyi dileklerde bulundular.” “Hahaha,” Moza, daha önce hiç konuşmamıştı. “Bilgilendirici bir milletiz annemiz,” dedi. “Biz Allah için,” dedi Dona. “Nasıl mümkün oldu bu ka- dar hızlı bir şekilde yayılmak?” “Evet, bu yüzden bu insanların toplumunda yaşıyoruz,” dedi Ardjan, annesi Dona’nın komü- nist olabileceği korkusuyla daha fazla uzatmadan. “Hayır,” dedi Dona, “serbestçe konuşun. O benim annem. Zihnindeki düşünceleri okudu, ama bunu ifade etmedi. Ardjan şaşırdı ve “Hoş geldiniz!” dedi ve Dona’nın karşısında sandalyeye otur- du. Orta masanın ardından, Shkodra’nın karakteristik ceviz rengi ile yapılmış, el işi. Ardjan gözlerini açtı ve böyle bir işi hiçbir yerde bulamadı. “Bu masa ve sandalyeleri nereden aldı- nız? Bunlar fabrika ürünü değil,” dedi Ardjan. “Tamam!” dedi Dona. “Bunlar annemin, ailesinden Shkodra’ya verildiği za- manlardan kalma. Onlar bir zamanlar Roma’da üretildi ve ba- bası, orada eğitim görmüş, tüm mobilyaları ve koltukları satın aldı. “Çok güzel görünüyor! Hemen kalitemiz dışında olduğu görülüyor,” dedi Ardjan. Dona’nın annesi karşısında oturdu ve Ardjan’a daha fazla dikkat etti. Anladı ve yüzü kızardı, toplan- tıyı daha açık hale getirmek için Moza’ya müdahale etti: “Ne düşünüyorsun, Jeta?” Onun için güzel damat var mı yoksa de- ğil mi? “Evet, çok güzel,” dedi. “Ama ünlü bile. Bu iyi adamın her şeyi var, ama bana tanıdık geliyor, Dona’nın babasını tanı-
mıyorum. “Aşkın bir parça bırakıldığı,” dedi Moza. “Öyle mi? Böyle olur işte. “Hayır,” dedi Jeta, Dona’nın annesi, ama bu çocuk bana o adama benziyor. “Belki Tanrı’nın bir rastlantısı ya da ben ne bileyim,” dedi, başını eğdi ve düşüncelere daldı. O çok güzeldi ve yaşlı olmasına rağmen. Yüzü, kanındaki gü- zellik ve soyluluğu gösteriyordu. -O zaman,- dedi Moza, – Ar- djan’ı daha fazla tanıtmamıza gerek yok, çünkü onun hakkında çok şey konuştuk, açıklanacak bir şey kalmadı. O, bahsetti- ğimiz oğlan ve şimdi karşında, masada. -Evet,- dedi annesi.
- Biliyorum, konuşurken inanamıyordum ki, bu gün gelecek, bu kadar ünlü bir adam evimize gelecek. Ve damadım olacak. Kader ya da efendi bize güzel günler getirdi,- dedi dikkatli bir şekilde konuşurken, çünkü Ardjan gazeteciydi ve kelimele- rinden biri parti karşıtı olarak alınabilir. -Kısaca söyle,- dedi -Hanımefendi!- dedi ona hitaben. -Tanrı istedi ki tanı- şalım ve bir araya gelelim. -Evet,- Moza, Dona’nın annesine dönerek dedi. -Açıkça bizimle konuş. Ardjan bir komünist de- ğil. Hatta komünistlerden daha çok nefret ediyor. -Aaa,- Jeta sevinçle başını salladı. -Tam grup toplandık,- güldü. -Ben de oğlunuz gibi olacağım, Jeta hanım,- dedi Ardjan. -Benden korkmanıza gerek yok. Tüm Arnavutluk bu maskaralara karşı, bu yüzden açık ve korkusuz konuşun. -Biliyorum, biliyorum!- ekledi Jeta. -Durum çok kötü. Pazarda bile yiyecek yok. Her şey bitti. Her yerde gıda krizi var. Hatta bir gün ekmek bile olmayacak ve bunlar halkı besliyor gibi yapacaklar. Yeniden kazanmak istiyorlar ama kimse bu hainleri istemiyor,- dedi.
-Lanet olsun onlara! Lanet olsun!- Ardjan söyledi ve annesiyle rakıyı tokuşturdu. -O halde, mutluluğa!- birlikte bir şerefi işit- ti. O rakıyı içmedi, bu büyük mutlulukta içti. Sonra kalktı ve Dona ve Moza’yı gözlerken sessiz izin aldı. Kendine gelmek
için biraz rakı içti ve derin bir nefes alarak koltuğa oturdu. Bir sessizlikten sonra, Moza, oğlunun tanıtıcısı ve temsilcisi olarak kelimeyi aldı, ancak gelin tarafından da konuşuldu.- Hahaha,- başladı. Sonra kalktı ve şöyle dedi: “İyi, Ardjan, yeterince konuştun. Şimdi dinleyin!” dedi. – Bu akşam, kız kardeşim Dona’nın ve kardeşim Ardjan’ın bu mutluluğunda yer alıyor olmaktan çok mutluyum. Artık her ikisi için de kar- deşim. Dona için vardım. Ardjan için de oldum. Onları kısaca vurayım,- dedi, – bu adam kim, yüzlerce kez söyledik. Onu televizyonda, vitrinde gördünüz, vb. Bu gece, bu senin oğlun ve kardeşim, bu yüzden Dona’nın elini istemeye karar verdik. Bu rastlantı tüm bunları getirdi, ama her şeyin üstünde, Tanrı ailesine ve Ardjan’a bu hediye getirdi. Bu gece sonra, acılar sona erecek. İlk olarak: Size çok iyi bakacak çok yetenekli bir oğlanınız olacak; ikinci olarak: İşçi Partisi düşecek ve demok- raside yaşayacağız. Ve beyefendi, sadece kitapları basmakla kalmaz, aynı zamanda Avrupa genelinde milyonlarca satan çok satan bir yazardır. Bu bir arka bahçe yazarı veya parti de- ğil. Bu yeteneğiyle her şeyi kendisi sağladı. Kimse ona yardım etmedi ve desteklemedi. Çalışkan bir çocuk, şimdi bir numara oldu. Bu yüzden onun için çok kampanya yapmıyorum,- dedi Moza,- çünkü seçimlerde kazanan bir adayım var. -Hahaha,- hepsi güldü. -Evet,- annesi dedi. – Çok güçlü bir adayınız var, rakipsiz ve çok güzel ve bu nedenle bu adam bana neredeyse bir adam gibi görünüyor. Belki de bu bağlantısız bir benzerlik, ama bu güzel gün kızım için, buna neden olmak istemiyorum. Her şeyden önce: Dona için yaşıyorum ve onun için oluyor.
-Biliyorum,- dedi Moza, ama ben damadın garantisiyim. Ha-
yat veririm, ama başka türlü çıkmadı. İkimiz de, Dona ve ben, her sorumluluğu alırız. -Biliyorum,- dedi anne, – biliyorum,
ama kalbimde açıklamak isteyemediğim bir sıkıntı var. Bugün mutlu olmalısın anne,- dedi Moza. – Takvimde işaretle. Vata- nın en başarılı insanı sıradan evinize geldi ve oğlunuz olmak istiyor. -Ardjan, değil mi? Moza ona döndü. -Poopo,- o anında dedi. Düşünmeden, “Dona ile ilgili her şey bana aitse, bu be- nimle de ilgili.” Gerçekten de, annesi için son derece emindi “Annem.” Geçen günkü bir kelimeydi asla sevmemek için.
Yani aynı gruptaki öğrenciler, enstitüde okusalar da, han- gi fakülte olursa olsun bir araya gelir ve birlikte kutlama ya- parlardı. Ardjani bunu organize ederdi. Güzel konuşurdu ve güzel okurdu, ama güzel dans etmezdi. Bu nedenle sıklıkla kötü dans eden bir arkadaşı seçer ve hiç konuşmadan birlikte dans ederlerdi. “Ne zaman güzel bir zaman!” dedi. “Yarın ne olacağını düşünmeden, acı çekmeden ve baş ağrısı çekmeden güzel bir zaman.” Zaman hızla geçer ve hepimiz hayatı yaşa- madığımızı hatırlarız. Yakında biz de diğerleri gibi olacağız: rejimin hizmetkârları. Tabii ki, bu sefer mezun olmuş olarak; rejime boyun eğeceğiz; parti kadrosu olacağız… vs.
Kim bilir, bizim eski öğrenci arkadaşlarımızın ne kadarı müdür veya komünist oldu. Yatağa uzandı, giyinmeden veya spor kıyafeti giymeden. Tekrar çıkıp dışarı çıkmak veya biraz uyumak istediğini düşündü, yani sadece hayatıyla değil, de- vam eden saatlerde ne yapacağıyla ilgili çelişkili düşüncelere sahipti. Ağır yükün altında hafifçe kırışmış yatak örtüsünün üzerine uzandı: “Sadece ben ne ev ne aileye sahip değilim. Hiçbir şeyim yok, ama diğerlerinden daha şanslı yetimim, çünkü diğerleri sokakta veya hapishanede sona erdi. Ah, aşa- ğılık yaşam!” dedi. “Bir bilinmeyen tarafından verilen hayat.
Aslında, ben de kendime gereksiz sorular soruyorum. Bugün ne yapmalıyım veya nasıl yaşamalıyım? Yetim ve fakir için yol kolay değil. O her zaman acı çekecek. Yoksulluktan kur- tulması ve onu takip eden şey zordur. Yetim şanssız doğdu, ama ben öyle olmayacağım,” diye fısıldadı, neredeyse yüksek sesle. “Aile kuracağım! Kemanla kızı, Donika’yı seveceğim, Tanrı tarafından talimatla ortaya çıkan gibi. Hiçbir şey tesadüf değil! Her şey Tanrı tarafından yazıldı. Her şeyin ne zaman, ne zaman ve ne zaman olacağını biliyorum. Tanrı bana güzel bir yaratık getirdi ve onu hiçbir nedenle kaybetmeyeceğim. Ona olan sevgimi doğrudan göstereceğim. Neden saklamalıyım ki? Donika’yı seviyorum. Ederine gülerken saçlarını yukarı doğru topladığı sırada dedi. Arkadaşının yükünden kurtuldu, o da gerildi: Ardjani’yi seviyor mu yoksa? Moza da çok güzel, uzun ve zarif bir kadındı. Güzel bir Shkodran güzelliği kom- binasyonu. “Yarın erken şefime söyleyeceğim,” dedi. “Endişe etme. Yani söylememe izin ver,” diye şaka yaptı. “Evet, tabii Moza. Lütfen izin ver, ciddiyim. Onu seviyorum ve sonsuza dek seveceğim. Gelini buldum Moza!” diye neredeyse bağırdı. “Aşkımı buldum! Anlıyor musun?” “Evet anlıyorum,” dedi. “Dona çok sevinecek. Tüm kelimeleri ben söyleyeceğim. En- dişe etme.” “İyi o zaman,” dedi Ardjani, “geceyi ve öpücüğü. İyi arkadaş ve kız kardeşsin! Teşekkürler şef!” dedi, küstah masanın üstüne elini koydu. O da şaka yaptı: “Bravo Moza! Önemli bir adamı buldun evlenmek için,” diye ekledi. “Ööö! Hayır,” dedi kısa. Seni kandırdım. Sen değilsin. Dona, benim arkadaşım, ona aşık oldu. “Öö,” dedi bu. O her gün geliyor mu? “Evet,” dedi Moza. “O,” öö, “dedi bu. Dona güzel bir yıldız. Gazeteci de güzel mi? “Ardjani Vusho o,” dedi bu. “Aa, o ünlü olan! Tebrikler, kendinizi yakaladınız! Ahaha,” güldü.
“İyi, gidiyorum. Geceyi dikkat et,” dedi bu. “Gece!” dedi bu, sevinçle kafasını sallayarak. Ardjani yavaşça uzaklaştı. ‘Mig- jeni’ tiyatrosundan çıktı. Stadyuma ve ‘Zdrale’ erkek yurduna gitti. Hala kendini yurtta hissediyordu, çünkü orada dört yıl kalmıştı. ‘Zdrale’ın ünlü ve korkunç yurduydu. Orada ne ışık ne de su ne de ısı var, sadece parti sevgisi,” diye güldü. Tam bir tur attı ve odaya geri döndü. Karşıdaki sinema ‘Republi- ka’ ya da şehir merkezine beş dakika uzaklıktaki oda. Yanında subayların evi ve şehir içi bölümü vardı. Herkes onun önünde dikiliyordu, çünkü o bir komünist olduğunu düşündü ve yu- karıda bağlantıları vardı, gazeteci olduğu için ve kötü yapan veya çalışanları eleştirdiği için acımasızca eleştirildi. Ve kendi gazetesi nedeniyle eleştiri ve satirik bazı sosyalist fenomenler. O da kendiyle geldi. Eleştirmiş gibi görünüyordu, ancak en üst düzeyden gelen fenomenleri değil, önemsiz bazı periferik yöneticilerin getirdiklerini vuruyordu. “Neyse,” dedi, döndü. ‘Rozafa’ otelinden çıktı. İçeri girmedi, sadece Tiran’dan ge- len birkaç gazeteciyle selamlaştı ve gitti. Şehirde akşam oldu. Farklı bir akşamdı, biraz serin ama güzeldi. Shkodër’deki ak- şamlar çok sıcak değil, sonbaharda da değil, çünkü kuzeyden Rrencit, doğudan Tepes ve karşıdaki tepelerden esen rüzgar direkt olarak şehri vuruyor. Kuzey ve kuzeybatıdan göl düz- lüğü yayılır. Onlar da kışın ve yazın soğuk rüzgarlar getirir, düzlüğün sonu budur. Onlar Shqipëri’nin Alp’leri, Jezerca ve Radohima’ya kadar. Neyse,” dedi, “sese gerek yok. Bu gece gideceğim çünkü dışarıda yapacağım yok. Odada televizyo- num bile yok. Hiçbir şeyim yok mu? Hahaha,” dedi, “tama- men proletaryayım. Sadece kitaplarım var, ama… yok,” dedi kendi kendine konuştu. “Çok kitabım var, ama şimdi bir eş alacağım ve gerçek ve güzel bir yaşam yapacağım ve çocukla-
rım annesi ve babası olacak, onlar her zaman birlikte olacak, ölünceye kadar. Hikayem tekrarlanmayacak,” dedi. “Burada diğer talihsizliklerin ortasında, iki saat yürüyordum, kış ve yaz, okula gitmek için. Gel ve git, her gece veya gün dönü- şü hapishaneye, yorgun ve mahvolmuş. Normal olarak, hiçbir öğrenci iyi öğrenemezdi, çünkü arkadaşları gibi ders çalışacak hiçbir zaman yoktu. Ona askeri okuldan Tiran’da dışlandıkla- rını hatırladı, biyografi nedeniyle geri döndü. Komünist köyün ağzına geri döndü. Çok zor bir dışlanma yaşamıştı Skënderbej okulunun önünden kaldırıldığı ana kadar: “Kırmızı yıldızı şap- kasında hak etmiyorsun! Al ve teslim et!” O an, rejimin karşıtı oldu ve sosyalist komünistlere karşı intikam anını bekliyordu. Parti okulundan dışlandıkları ve ona acı çektiren parti okulu zamanını hatırlayınca gözlerini kapadı. Uzak liseye döndü, bu da yetimhane çok uzaktı. Oraya kaydoldu, ama rejime karşı bir nefret ve intikam ateşiyle doluydu. Orada, rejimi nasıl devire- ceğine dair yemin etti, gün veya saatin intikam anı geldiğinde.
“En kötü düşman, sessizce bekleyip senin arkana sapla- yan bıçağıdır. Onunla dikkatli ol!” halk der. Ardjani sessizce intikamı ve ünlü olma yeminini bekliyordu, her zaman Tan- rı’ya dua ediyordu ve Tanrı onun her gün ve gece arzusunu gerçekleştiriyordu. Sadece çalıştı ve yazdı, asla işte bu yüzden işinde hiçbir eksiklik olmadığını hissetti sessizce. Günün her anında partiyi ve liderliğini alaya alıp ironi yapıyor, ülkeye her gün yaptığı şeylerin sonucunda bu partinin yüz yıllık Arna- vutluk’a büyük zarar verdiği sonucuna vardı. Yavaş adımlarla kendi odasına yaklaştı, Çin anahtarıyla kapısını açtı, ayakka- bılarını çıkardı ve doğrudan sustalı, uzak geçmişte üretildikleri zamandan dolayı ağırlık ve zamanın gürültülü sesini çıkara-
rak yatağa uzandı. Yün kahverengi üç battaniye ve bir pamuk battaniyesi vardı. Çarşafları her ay kimyasal temizlikte yıkar, çünkü sadece iki takımı vardı. Shkodër’de bir yurtta veya sı- ğınma koşullarında yaşıyordu. Hayatını böyle tanımlardı.
Yurttaş gibi suyla ısınarak yıkanıyor, tam olarak yurttaş gibi. Ne sıcak su ne de ısıtma vardı. Öğrenci odası, hatta daha kötüsü,-diye ekledi her seferinde. ‘Yine de yurttaşım,’ kendi kendine gülerdi. ‘Daima hatırlıyorum ki, yoksulluğun mirasın- dan kaçmak kolay değil. Kaderimi tersine çevireceğim!’ sık sık derdi. Tüm o kitapları yayımladı ve yaratıcılığından neredeyse hiç para almadı, bu yüzden daha fazla yayınlamaya değmezdi, ama ilk çıkacak yemin… hiç rahat bırakmazdı. Her zaman işin ve yaratıcılığın başındaydı. Her zaman her yerde ilk olacağına yemin etmişti. Düşmanlarını işle alay edecek ve gazetelerde alay edecekti, ama çok açık olmamaya dikkat ediyordu, çünkü kelepçeler takılıyordu. Yani sessiz düşmanım,-kendine hatır- latırdı ve gülümsedi. ‘Aşık düşmanım. Evet,’ yine konuştu. ‘Dona’yı istiyorum. Bu delilik değil ve hayal değil. Bu aşk be- nim için gökyüzünden düştü, çünkü benim birine aşık olmam mümkün değil -ve büyük bir gülümsemeyle ekledi.- Ben şeh- rin en güzel kadınına aşık oldum, hatta şehirler. Ahaha, nasıl olabilir ki sonunda birine aşık oldum?!’ Kendine ve Tanrı’ya sordu ve gökyüzüne yönelip acımasını diledi.
Tanrı bunu mümkün kıldı, hepsi O’nun eseri. Kaderimi kapıya getirdi, hayatın işaretlerini verdi ve ben yaşayacağım; herkes gibi aile kuracağım; ben de baba olacağım ve Tanrı bana düşmanlarıma ve uluslararası komünistlere intikamımı alabileceğim fırsatı verecek. Kalktı, giysilerini çıkardı, batta-
niyeleri kaldırdı ve onların altına girdi. Hatta akşam yemeği bile yemedi. Bağırsakları biraz gürültü yapıyordu. Hatta stresi yemekten düşmüştü. Bunu sık sık yaptı: İşe daldı, iki gün ne- redeyse hiç yemek yemedi. Genellikle kahve içerdi ve yerel bir barda birkaç kadeh rakı içerdi, ama genellikle ne rakı ne de şarap içti. Bektashi gibi bir şeydi, çünkü onlar rakı içmez- ler, kuzeyli Halveti tarikatı gibi dervişleriz. Ee, dervişler şarap şişesini tamamen boşaltır ve odanın etrafında dönerek dönme şeklinde ilahi söylerler.
Bu, Truqi ahengjinin Bektashi tarikatlarından kalan bir şey veya dervişlerin bölümleri, sultanları kuşatmalarda kul- landı. Türklerden birçok şeyimiz var. Hala onlardan kurtulma- dık?! Geride kaldık, sadece Anadolu Türkiye ile değil, Stalinist Rus rejimi bize en büyük zararı verdi -dedi,-yani bu komü- nizm veya insan yüzlü sosyalizm. Sosyalizmden daha kötü bir şey yok,-diye sırıttı. Türkler, en azından din ve özel mülkiyet izin veriyordu, bu yüzden bunlar hiçbir şey izin vermez. Haha- ha,-büyük bir gülümsemeyle ekledi. ‘Böyle bir rejimi hiç gör- medim, hatta hiç okumadım. Neyse, Türkler diyor ki,-diyerek kendi kendine devam etti. ‘Dona ne yapıyor dersin? Benim için düşünüyor mu? Yoksa değil mi? Gerçekten beni seviyor mu ve benim gibi mi?? Mozek’ın sözlerine inanmalı mıyım acaba? Eğer o beni sevmiyorsa, ne yapacağım? Ne kadar kötü olurdu!’-dedi. ‘Şimdi aşık oldum ve Dona’sız duramam. Hava olmadan, ve ekmek olmadan. Ve su olmadan, ama aşk olmadan hayır. Aşkın neden olduğu şeyi hiçbir zaman bilim, astronomi laboratuvarında açıklayamaz… Aşk her şeyin ötesindedir. Kö- tülüğün üstesinden gelir ve iyiliği yapar. Kurtuğa ve altına akıl verir. Eğer sizi seven bir kurtçuk varsa, sizi yemiyor; eğer si-
zin yetiştirdiğiniz bir aslan varsa, sizi saldırmıyor. Bu yüzden bu aşk. Çünkü onun beslediğini ve çok uzun süre sevdiğini unutma. Sana dokunmuyor ama sarılıyor. İşte aşkın açıklaması budur. Hayvanlar da aşk eder. Onlar da bizi seviyorlar. Cennet yaşamının adı aşktır. Hatta İsa, bizi sevgiyle çarmıha gerdi; ve gece, çocuk doğurup, onları ve sonradan miras alacağız. Tanrı, nefreti yenmek için aşkı icat etti. O, üreme için annenin cinsiyetidir ve böylece, yinelemeli olarak, diğer nesiller doğar. Her kadın, Tanrı’nın emriyle anne olacak, böylece toplum ve insanlık yeniden doğacak. Yeni nesil bir nesil için ölür.
Tanrı her şeyi mükemmel bir şekilde hesapladı. Matema- tik hesaplaması, diyorum. Ölümü nasıl yaptıysa, aşkı da icat etti. Aşkı yapardı. Aşk, kötülük üzerinde zafer kazanır ve iyi- liği yapar. Aslan ve kuzuyu akıllandırır. Bu, aşkın zaferidir. Ve hepimiz ölüme gidiyoruz. Bu bilim adamları tarafından ya- zılmamış bir kuraldır. Yeryüzü yüzeyine düşen ışığın şeklini alan ve her yerde aynı şekilde parlayan ışıklar gibi, dağlarda ve ovalarda, deniz seviyesinden yükseklikten bağımsız olarak ho- mojen bir şekilde aydınlatılır. Işınlar bükülür, köşe yapar veya daire çizer. Onlar ışık hızında hareket ederler, her yerde aynı şekilde, dünyanın dönmesi veya uzayda yükselmesi ne olursa olsun, ne yazdığım gibi,- dedi Rrd= mc20ndvg.nl.
Tanrı bize galaktik varlık olma şansı verdi,- dedi, – Dona gibi, bana doğal olarak o kadar güzel ve güneşli olmadığımı gösteren. Belki de NASA’nın keşfedilmemiş galaksisi. Belki de uzaylıdır,- Hahaha,- güldü,- Biliyorum ki bu hayatta sadece biz değiliz. Dünya gibi diğer gezegenler var ve yalnız olma şansı yok. Hayat su, ışık, ısı ve And-nı, yani Yaratan tarafın-
dan eklendiği yerde oluşur. Hayat dünyada doğmaz, belki de gelecekteki makineyle geldi; belki de güneşle birlikte geldi. Her şey geleceğin bilimiyle açıklanabilir.
Işınların yayılması da Ardjan’ı her zaman etkilemiştir. Bilimsel gelecek geliyor ve her şeyi bizim ve diğer varlıklar için tam olarak açıklayacak. Sık sık fiziksel formüller yazdı ve onları Tiran Üniversitesi’ne götürdü. Fizik hakkındaki bilgi- siyle ünlendiler ve onu büyük bir sevgiyle bilimsel konferans- larına davet ettiler, onu kendi aralarında eşit gördüler.
O fizikte yüksek lisans yapmayı düşündü, ancak onun ta- lepleri asla karşılanmadı ve sonunda bıraktı. Artık kimse ona demedi.
Arnavutluk açıldığında, Stockholm’e icatlarımı götürece- ğim,- diye düşündü, – ve Nobel ödülü kazanacağım. Yalnızca edebiyatta değil, kuantum fiziğindeki keşiflerimle de. Kesin- likle öyle! Ee, – kendi kendine güldü. Bazen kendine test ya- pardı, çılgın mı yoksa değil mi diye ve kendi kendine güldü: Hayır, çılgın değilim. Tanrı’nın emirlerini yerine getirmek için buradayım,- diye sonuca vardı, çünkü Tanrı ona bu bilgileri vermişti ve bilimsel haberler sabah saat dörtte geliyordu, sanki biri ona elektronik posta yoluyla gönderiyordu. Her zaman bu saatte uykusuzdu ve aklına gelen bilgileri veya formülleri yaz- dı. Belki de galaksiler bir olay hakkında ona bilgi veriyordu veya Tanrı bu tür bilgileri gönderiyordu. Bunu bulun.
Tanrı büyüktür! diye belirtti Ardjan ve uyumak için hazır- landı. Onun rüyaları bilimsel gizem ve Dona’ya, kemanı olan kıza aşkla kaplıydı.
O düşünerek uyudu. Ertesi gün, şehir dışındaki yeni bir inşaat alanına veya çiftliğe gidecekti. Röportaj yapacak ve aynı günün acil haberini Tiran’daki gazetesine taşıyacaktı. Her zaman ilk olan odur. Bu durumda hiçbir sorun olmadan bunu yapacaktı. Güneşin dünyayı homojen ve sürekli kapladığı gibi, o da çok iyi bir şekilde kaplıydı. Çok iyi bir adamdı, güneşin her şeyi nasıl örttüğü gibi. O misteriyi Dünya’daki yaşam için, o ve yaratıldığımız için, bir sır verdi.
Tanrı ona kemik, et, kan ve beyin getirdi ve ona ‘doğ’ dedi. Yolda doğdu ve orada bırakıldı. Zor bir sorunu çözdü, ama şimdi her yerde birinciydi. Her şey Tanrı tarafından ke- sinlikle hesaplandı ve o mükemmel bir yaratıktı, Tanrı’nın ya- ratması yoluyla, hiçbir laboratuvar onu yapamaz. O güneşle ve diğer gezegenlerle doğdu. Tanrı ona tüm nimetleri getirdi ve onu bilimsel olarak, milimetrik doğrulukla şekillendirdi. İyi adam Ardjan Vusho budur.
Uykuya daldı, gün boyu yorgun olduğu için acı çekmeden önce. Gözlerini kapattı ve rüya dünyasına uzandı.
Rüya dünyası, gerçek hayatta imkansız olan şeylerin ger- çekleştiği yerdir,- dedi. – Orada insanlar, gerçek hayatta ya- pamayacakları şeyleri gerçekleştirirler. Belki de rüyalar sakin dünyamızdır, burada kimse bizi deviremez veya bize mutlu- luğa giden yolları kapatamaz, çünkü kötü rüyaların sonunda uyanırız ve kurtuluruz, ama iyi rüyalar biraz daha uzun sürer. Her şey bizim için sona eriyor.
Ve mutluluk burada da biraz sürer. Hiçbir güzel şey bura- da uzun sürmez. Her şey eskime ve yıkıma gider. Güzel hiçbir şey sürmez. Doğum günleri yaşam günlerimizi sona erdirdiği- mizi gösterir. İnsanlar doğum günlerini boşuna kutlarlar. Sa- dece yaşlandığımızı ve buradan gittiğimizi söylüyorlar. Doğ- duğumuzda yaşlanmaya başlıyoruz. Her şey ölümle başlar ve biter. Açıklanamayan fiziksel bir yasa. Sonumuz olumsuzdur, hem hayatımızın hem de imparatorlukların ve medeniyetlerin. Her şeyin bir sonu vardır. Hiçbir şey sonsuza kadar mutlu de- ğildir. Her şey geçicidir, bizim gibi, her gün doğup ölen günler gibi. Yedi milyar yıldır aynı süreç. O günler ve geceler sadece gelip geçer. Kimin doğduğu veya öldüğü umurlarında değil. Onlar yaratıldıkları ritüeli sürdürürler. Sen kimsin bilmiyor- lar: Lider, imparator veya kral. Seni dönüşüme uğratırlar, bir durumdan başka bir duruma. Biz kaybolmuyoruz, sadece dö- nüşüyoruz ve unutuluyoruz. Toprağın altında bir taş gibi olu- ruz, üzerinde yürüdüğümüz ve yaşadığımız yerde ve sonunda hiçbir şeyin sonsuz olmadığını anlarız. Biz öldüğümüzde, her şey ölür. Toprak ve güneş de ölür. Bizim sonumuz olduğu gün veya gece bizi ilgilendirmez, çünkü unutulmuşuz ve kimse bizi hatırlamaz. Aile fertleri nadiren hatırlar bizi. Başlangıçta, ilk yıllarda, mezarımıza çiçekler getirirler, sonra hayatlarının kendi ritüellerine devam ederler ve herkesin sonsuz evine dön- düğünü unuturlar. Bu sonsuzluk yasasıdır. Bir hayat ölür ve başka bir hayat doğar. Birisi ölmeden doğmamıştır. Doğum- lar ve ölümler orantılıdır, babadan oğula ve ruhlarına. Ruh bir enerjidir, ölümle söner ve hiçbir yere gitmez. Evimizin ışıksız bıraktığı bir akım gibi söner. Belki de uzayda var olan bir ener- ji kaynağı olarak var olabilir, çünkü bedenini toprağa verdin. O sana hiçbir şey getirmez. Belki de ruhunu ölümü unutmak
için serbest bırakabilirsin. Ama ölüm hakkımızdır, çünkü biz günahkarız, bu yüzden unutulur ve mezarımızın üzerinde ba- zen çimenler, bitkiler ve çiçekler olur. Bu sindirime bağlıdır, ama orada yeni bir hayat yükselir, başka bir formda. Belki de ruhumuzun günahkar kurtulduğu bir böcek olur. Her şey yaşamdan ölüme bir döngüdür. Günahkarlar ve günahsızlar, hepsi gitmiyor, ama böylece başkalarını besleyerek ve onları besleyerek yeniden doğabiliriz, bu yüzden dünya yaratıkları geçicidir, çünkü ölürler ve başka bir yaşamı beslerler, belki de ölümden sonra bizim formlarımızda. Hayat ve ölüm bir geri dönüşümdür, L = ölüm ve geri dönüşümdür. Her şey doğru he- saplanmıştır. Çocuklar doğar, babalar ölürler ve bu yüzden bir döngü. Tüm canlılar dahil olmak üzere, gençlerle döngülenir, ancak var olan her şey geri dönüşür. Hayat ve ölüm her zaman birlikte, tüm döngüde, toprak güneşle birlikte yaşamaya de- vam eder. Kimse ölümden kurtulamaz. Hepsi öldü ve yaşam- dan yeniden doğdu. Çocuklar doğar. Onlar da yaşlanıyor ve sırayla gidiyorlar. Onlar ebeveynler oluyor, halefleri doğuru- yorlar ve ölüyorlar, bu da yaşam ve ölüm döngüsüdür. Doğum ve ölümün döngüsü her şeyin büyüme ve yaşlanma döngüsü- ne tanıklık ediyor. Yani, yaratılışımızdan sonuna kadar belir- lenmiş her zaman aralığı hayat olarak adlandırılır. Doğumdan mezara kadar süren zaman bir hayat döngüsü olarak adlandırı- lır. Ardjan erken uyandı, bir kantinde gitmek üzere hazırlandı. Tüm geceyi rüyalar batırmıştı, ama şaşırtıcı bir şekilde bugün hiçbir şey hatırlamıyordu. Ağır uyku ruhunu yakalamıştı. Bel- ki de bugün kafası ihtiyacı vardı, dinlenmeye değil, her gün ve gecesi bilimsel savaşlara. Küçük aynanın önünde bir süre dışa- rıda kalmasının ardından, odanın sonundaki çeşmeye gülüm- sedi. “Ben kimim bilmiyorum,” diye kendi kendine söyledi.
“Her şeyi bilmek istiyorum.” Bir havluyla güzelce temizlendi, giyindi ve “Rozafa” otelinin garajındaki motosikletini almak için kapıyı açtı, köye veya şimdiki adlandırmayla çiftliğe git- mek üzere. Güneş doğmuştu ve ışınları biraz ısıtıyordu çünkü sabahın erken saatleriydi ve Shkodra sabah ve akşam soğuk bir iklimdi. Bu aynı zamanda Alplerin şehre çok yakın olması ne- deniyleydi. Shkodra doğduğu şehirdi, onu sevdiği şehir. Orada okulu bitirdiği için değil, ama ruhsal bağlantıları vardı. Her şey ona orada oldu. Aşkını bile orada buldu, çünkü Dona yarı Shkodran. “Hahaha,” kendi kendine güldü. “Her şeyi burada buldum: hem yaşamı hem de okulu… Her şey Shkodër’de!” Nasıl olur da bu şehirden ayrılamam ben?! Ehe???
Aynı zamanda doğumu, okulu, şimdi gelinimi de burada buldum. Bu şehrin demir yolu hattı üzerinde. Ne kadar çok aşk bu şehirde doğar. Bu şehirdeki tren yolculuğu boyunca kaç kişi tanıştı! Trenlerin doğasını bırakın, efendim,” diye güldü. “Tanrı, trenleri yarattı! Bu, sesli konuşuyor. “Tiran’a giden trenle Dona’yı, cennet sevgilimi buldum. Düşünceleri bıraktı ve “Rozafa” otelinin garajına gitti. Orada her buluşmayı bıra- kırdı. Hepsi orada bıraktı. Her zaman motosikletini de yanı- na alırdı. Bu otelde açıklanmayan bir aşktı. Otelin sorumlusu gönüllü bir gazeteciydi ve çok arkadaşı vardı. Yetenekli bir insandı. İki iş yapardı, güzel spor haberleri de yapardı. Ardjan da Shkodra’nın Vllaznia futbol takımının bir taraftarıydı. Bu da onu Shkodra’ya daha çok bağlıyordu, çünkü kuzeyde o ta- kımı birinci ligde tutuyorlardı. Herkes onu seviyordu. Tüm ku- zeyliler onu desteklerdi. “Bu takım bizim tek gururumuzdur,” derlerdi. Pazar günü çabuk gelirdi. Ardjan şehirde olduğunda her zaman stadyuma gidip takımını desteklerdi. “Bu takım bi- zim tek gururumuzdur,” derdi, “ama şampiyon olmalarına izin
vermezler, parti istemez.” Sadece kendi güvenlik ve ordusu takımları. Her yerde bir sahtekârlık var, sık sık onu ve arkadaş- larını söylüyor. “Bu, aldatmaca ve yoksulluğun partisi!” dedi. Her yerde aldatmaca ve sahtekârlık var! Çalışıyor ve gidiyor çünkü orada kaldı. Hükümet her zaman önde olacaktır ve mut- luluğa ulaşanlardır. Biliniyor,” dedi, “ama hayatımız sonsuz bir acı, sadece acı ve acıyla dolu siyah sözcükler için ağlar.” Herkes yüzeyde gülüyor ama ölüm ve parti nefreti içinde ölü- yor. Gülümsedi her gün bu ifadeyle. “Bir küçük yerde, bir akıl hastası büyük ve süper güçler oynar. Bu acısız bir şaka. Biz hiçbir şeyiz. Bizim güçlü olduğumuz bir Roma mahallesi, hiç- bir şey yok, propaganda. Sosyalistler propaganda makineleri. Sosyalistler kurbanları ve patronların ve sermaye tarafından baskı altında kalmış gibi rol yapıyorlar. Alman makyavelist aldatıcı. Fecesler ve faturaları bizlere ve topluma. Tüm sosya- listler toplumun başarısızlığı. Kimse yok, ama emrin altında çalışacak. İşçi sınıfı burada kimse değil. Burada sahtekârlıkla liderlik eden dolandırıcıları alır. Uyuşuk doldurdu. Bu ırkçı- lık ve acımasız katil. Sosyalizm ölümcül bir rüyadır. Bir etik olmayan ve aldatıcı bir diktatörlük biçimidir. Yabancıların azınlıklar üzerindeki baskısı. Sosyalizm, sefalet, senin değil, sadece biz yaşamak zorundayız. Komünizm, savaşın İspanyol gribi salgını gibi, milyonlarca insanı öldürdü.
Bir düzensiz yatağın üzerinde uyudu. Subaylar oteline akşam yemeği için gitmedi, börek almak için çıkmadı. Acı ve hislerin uyku onun varlığını yakaladı. Beyni özgürce uçar ve Dona’ya olan sevgisini hisseder. Yarın hızlı geldi. Bekleme zamanının ve sıkıntının relativitesi büyük bir farklılık yaratır. Dona’ya gitmek için yola çıktığında yol çok uzun ve hiç bit-
miyor, ama orada olduğunda, dakikalar, saatler ve günler fark edilmeden geçiyor. Aşkınızın yanında zaman ölçülmez dediği gibi. O hızlı gitti. Erken uyandı, insan ritüelini yaptı, odasını düzeltti ve inşaat alanına gitti. Yol uzun değildi ve koperatifin merkezine çok hızlı bir şekilde gitti. Tabii ki, partizanlar ve komünizm için sloganlar vardı. Köylüler de burada toplandı- lar. Tarımsal lise otomobilleri çaldı ve parti için şenlik şarkıla- rı söyledi. Devrimin kırmızı bayrakları her yerdeydi, özellikle de büyük düşmüşler anıtta, istilacılara karşı yapılan savaşlarda ve işbirlikçilerinde. Tüm bunlar kolektif aldatma ve o sahte partinin sahtekârlığında güzel hissettim. Her alanda başarılar yüksek gerçekleştirme yüzdesiyle bildirildi, ancak aslında gö- revlerin anlık yeni bir hile üzerine çıkarıldı. Aslında bu kope- ratif köylüler için kaçınılmazdı, çünkü bir gün çalıştı, buğday ekmek ve birçok şey satın aldı, çünkü kooperatif çok az ödeme yapıyordu. *Kuzu eti efsanesi gibiydi: Tatsız ve soğuk. Onu bile domuzlar yemezlerdi! Ardjan, parti iyiliklerinin gerçek- leştirilmesi konserinin başlamasını beklerken, festival merke- zine yaklaştı, ahşap bir sandalyeye oturdu. Kalın deri kapaklı siyah bir defter çıkardı, bir kalem çıkardı ve yazmaya başladı. İlk olarak saat, tarih ve yeni çiftliğin iş başlangıç gününü yazdı. Sonra insanların partiye olan coşkusunu yazdı, kırmızı bayrak- ların, parti şarkılarının ve yeni çiftliğe olan taraftarların coşku- sunu. O kafayla yazıyordu ki, birisi “Hey gazeteci arkadaş!” diye seslendiğinde dahi duymadı. Merkez gürültüsünden, ama bir eli omzunun üstünde hissettiğinde başını çevirdi. “Merha- ba!” diye cevapladı Ardjan karşısındaki adama elini uzatırken. “Merhaba!” dedi diğer adam. “Beni tanımıyorsunuz sanırım. Ben Ujka, köy partisi sekreteriyim. Sekiz temel örgüte bağlı- yım, yani bizi parti olarak kapsıyoruz yaklaşık bin kişi. Aa, çok
güzel,” dedi adam. “Memnun oldum şef! Parti yaşasın!” dedi. Ardjan da aynı kelimelerle karşılık verdi. “Bak,” dedi sekreter, “seni festivale sona erdikten sonra bekliyorum. Sen büyük bir yazarısın! Seni ailece okuduk. Benim çocuklarım da kitaplarını çok okur. Senin bir Shkodran olduğun için gurur duyuyoruz!” “Hayır,” dedi Ardjan. “Ben Shkodran değilim. Kosova’dan Peja’lıyım, babamdan geliyorum, annem… onun Shkodra’dan olduğunu söylüyorlar.” “Aaa,” diye cevap verdi diğer adam, şaşırmış bir şekilde, elini kafasına ve saçlarına götürerek, ne- redeyse yere düşürdü. “Beni şaşırttın!” dedi. “Siz ebeveynlere sahip değilsiniz mi?!” “Hayır,” dedi Ardjan tekrar. “Yetimha- nede büyüdüm, burada Shkodra’da, bu yüzden insanlar benim Shkodran olduğumu düşünüyorlar.” “Evet, iyi,” dedi diğer adam. “Burada büyüdün, yani yarı Shkodran’sın. “Evet,” dedi Ardjan. “Hayatımı burada geçirdim şu ana kadar.” “Aaa, gü- zel,” dedi sekreter, Ardjan’ın üzerine omzunu koydu ve büyük yazarı merakla izledi, televizyon ve gazetelerin her gün adını verdiği. “İnanıyor musun?” diye sordu sekreter. “Seni evime getireceğim. Çocuklarım sana imza istiyor. Senin benim arka- daşım olduğunu ve buraya geldiğini inanamayacaklar. “Evet,” dedi Ardjan. “Tabii ki onlara imza vereceğim. Çocuklarınızı tanımak benim için de mutluluk verici olacak.” “Öğreniyor- lar mı patron?” diye sordu adam. “Evet,” dedi patron. “Onlar harika. Fakiriz ama dürüstüz, sevgili Ardjan,” dedi. “Eğitimle iyi olmaları önemli. Diploma hayatta her şeydir patron!” dedi adam. “Diploma, babanın çocuğa bıraktığı en büyük zengin- liktir.” “Doğru,” dedi patron. “Ben de gidiyorum ve festivali Ardjan’ın tadını çıkarıyorum. Benim için iyi yaz Ardjan!” diye şaka yaptı. “Şimdi parti bize çiftlikle çok yardım etti, söylü- yorum ki köylülerin hayatını çok iyi etkileyecek.” “Çok şeyi
düzelteceğini umuyorum,” diye ekledi. “Şimdi daha çok çalı- şacağız ve daha çok kazanacağız.” “Evet,” dedi Ardjan, biraz ironi ve alayla, çünkü parti ve liderlik bahsedildiğinde, onun sözcükleri kadar da sıkıcı olan şeyler. Her şey, konuşuldu- ğunda ona acı veriyordu, zaman ve yer hapis gibi geliyordu. Parti hakkında konuşulduğunda, onun nefret etmesine neden oluyordu. “Bu acınası insanlar totalitarizmin koşullarında in- san ruhunun korunmasını bu kadar güzel betimleyen, Sovyet diktatörlüğünden korkmayan ve bu yüzden Nobel ödüllü bü- yük yazar Aleksandr Solzhenitsyn gibi bir yazar yok. Açıkça söyledi ki insanlığın kanseri Sovyet Komünizmi ve onların Sosyalizmi sahte,” dedi. “Ben öyle bir yazar değilim,” diye kendi kendine güldü. “Beni yirmi dört saat içinde vururlar,” dedi kendi kendine gülerken. “Burada oyun yok. Onlar beni alıp domuz yemek için kullanacaklar.” “Bu komünizm bile de- ğil. Allah korusun!” dedi sözlerini alayla. “Tanrı tatil yapmış, çünkü bu bölük pörçük toprak, Arnavutluk adı verilen yerdeki bu barbarlıkları görmeye dayanamaz. Her neyse… ” diye de- vam etti, başını önce parti sekreterini selamlamak için eğdi, festivali düzenlemek ve Zirve Politbüro ve Merkez Komite- si’nden insanların gelmesi bekleniyordu. Yalancı bir festivaldi ama “iyi kalın, sizi diğerleri gibi sıkıştırıyoruz!” diye bağırdı. Shkodra, hayatında böyle bir barbarlık görmemişti, Romalılar- dan Almanlara kadar birçok işgalciyi geçmesine rağmen. Bu kadar negatif ve insanlık karşıtı bir barbarlık yok. Hiçbir siyasi sınıf kendi halkına böyle bir barbarlık yapmaz! “diye düşün- dü. Ne Türk ne de Moğol işgalcileri bile, halkına böyle dav- ranmaz, her şeyiyle onları tutar. Köle gibi çalışıyorlar ve beş kuruşa ödeniyorlar. Neyse… ” dedi. Gitti. “Festivalden sonra görüşürüz yazar,” diye belirtti, ona elini vurdu. “Çocuklarıma
senin geldiğine inanmazlar. Bugün mutlu olacağız, seni hatır- layacağız. Haydi, parti yaşasın!” dedi ve gitti. O ayrılırken, artan insan kalabalığında, kooperatifin merkezindeki her yere dağılmış, pionerler ve öğrenciler tarafından ellerinde tutulan liderin fotoğraflarını gördü. Biraz gülümsedi ve sekreterine el salladı: “Geri, geri,” dedi. “Endişelenme, onları göreceğim.” “Çocuklarınız. Git, partiye hazırlan! – Aa, güzel.- Uzaktan ba- ğırarak mutlu oldu: Büyük adamsın Ardjan! İdeale doğru!. .. Git şef,- dedi bu, -işe bak” ifadesini anlamında “git bizi uza- ğa götür……”, ve bu sözleri söyleyen kooperatif partisi şefini memnun etmek için eliyle yumruk yaptı. Halk bu, hayatlarını ona döken aptal. -Ahaha,- güldü bu. -Burada korku filmlerinde gibi, bu sahne saçma.
Hiç koku bile bu kadar güzel sahnelere aldatma ve sı- nıf aşağılama gibi sahneleri anlamazdı. Saat dokuz oluyordu. Halk toplandı. Tribün dolup taştı, merkez partiden insanlarla. Konuşmalar iki saatten fazla sürdü. Sonunda bu, bütün notla- rı aldı. Kooperatif şefinden verileri aldı ve onları bıraktıkları gibi, sekreterin ona söz verdiği muameleyi yapmasını bekleye- cekti. Ailesinin yanına gitmesi gerekiyordu, merkeze çok uzak olmayan ve çocuklarını görmesi gerekiyordu ki, şefin dediğine göre onlar fakirler, ama ülkenin en iyi ve en dürüst çocukları. Aa, buldum,- parti sekreteri bağırdı. -Bugün mutlu bir gün,- dedi. -Birinci: Çiftlik sahibi olduk; ikinci: seninle buluştum. Çocuklarım çok sevinecek. Onlar bütün kitapları okumuşlar. Hatta edebiyat derslerinde oğlum senin şiirlerini okuyup ese- rinin edebi analizini yapmış. Bravo!- dedi Ardjan. -Onur için çok mutluyum! Ve sonra ekledi: -Şef, çok fazla zamanım yok. Çok işim var, hadi gidelim, çocukları bekletmeyelim. Ve ikin-
ci olarak, Tiran’da haber yapmam gerekiyor. Yazma işini bi- tirmek için çok zamanım yok. Şef anlıyor musun,- dedi ona.
Evet, evet, biliyorum. Hadi gidelim,- dedi o büyük bir coşkuyla. -Motoru burada bırak, ofislerimizin önünde bırak, kimse dokunmaz. Endişelenme!- dedi keskin bir sesle.
Burada her şeyi ben kontrol ediyorum. Haydi, endişelen- me adamım!- dedi, elini siyah takım elbisesine götürdü, o ki gününden günümüze kadar güç veren otoritesiyle sakladı. Her tören için onu kullanırdı. Onu vardı, giyer ve çıkarır. Altı bin leke tutardı bir takım ve bir böyle takım için kimse lekesi yok- tu. Ayakkabıları da yılda bir kez satın alırlardı çünkü pahalıy- dılar. Hatta bir çift iki yıl sürerdi. Tabii ki, ayakkabı tamircisi- ne zaman zaman tamir ettirerek.
İşte bu kooperatif ve bu devlet tipi hayat gitti, hiçbir yerde böyle bir şey bulamazsınız. Motoru merkeze bıraktıktan sonra gittiler. Sekreter önde ve Ardjan arkasında. Onun evine gitti- ler. O küçük bir tek katlı bir evdi. İki oda ve bir mutfak, kır- mızı kiremitlerle kaplı ve terkedilmiş gibi görünüyordu, çünkü o deprem zamanından beri devlet böyle evler yapmıştı. Ona dokundu: -Bu deprem evi mi şef? -Evet. Nasıl buldun?- Çok şaşırmış bir şekilde sekreter cevap verdi, kendi evinin beton merdivenlerinin ilk adımlarını atmaya başlarken.
Bizim evimiz deprem sırasında yıkıldı Ardjan,- dedi o, ama parti bize yeni bir tane yaptı ve bizimkinden daha güzel oldu. Geçmişimizdeki topraklarımızda olmamız üzücü oldu, ama burada, sarı sınırda, kötü değiliz. Bizi parti atadı ve bura- da yaşıyorum, neredeyse yirmi yıl kardeş olduk,- dedi o. -Oh çok iyi,- Ardjan ona geri döndü. -Hepsi için barınma alanı var mı?- diye sordu. -Çok sorma,- sekreter ona geri döndü. Kendin gör. Ve birazdan güldü. -Aa,- Ardjan ekledi,-hadi görelim ve
içeri girmek için bir adım daha attı, şef kapısını açtı ve girişin kapısını açtı. Evde, koridorunda, ailesi sıralanmıştı. Görünüşe göre onların buluşmalarını bekliyorlardı ve her şeye hazırlan- mışlardı.
Merhaba!- o hepsine elleriyle yaptı. Onlar üç çocuktular, erkekler. En büyük on altı ve en küçük sekiz yaşındaydı. Be- nim karım öldü,- dedi şef. -Onları buraya kadar ben büyüttüm. Ben daha evlenmem. Çocuklar karıştırılmamalı,- dedi şef.- İyi bir şey değil. Ve onu çok sevdim, ve bir daha asla bir başka ka- dınla karışmam. Sonsuz sevgi!- dedi şef yarı sesle, biraz acıma veya eski günler için hüzün içinde karıştı.
Ve bu yüzden çocuklarını tanıttı, ve onları orta masaya oturmaya davet etti. Birkaç meze vardı, az et ve biraz yoğurt ve mısır ekmeği tabakları vardı. Rakia devlet teşebbüsü gibi görünüyordu, kayısı rakısı. -Ee,- bu dedi.- Bu rakı burada mı üretiliyor yoksa Shkodra’da mı?- Ardjan sordu. -Hayır, Sh- kodra’da,- cevapladı şef ve tıpayı açtı, ve herkes sağlam san- dalyelere ve el işi ile dokunulmuş perde ile kaplanmış sofra üzerine oturdu, kuzey gelinliğini hatırlatan, evlilik törenleri gerçekleştiği zaman.
Bu bir düğün zamanı perdesi yazar,- dedi şef. -Aaa,- bu şaşırdı. -Efendim için çok güzel!- Ve masanın üzerine elini uzattı. -Partizanlık da ölüyor. Fabrikalar halkın üretimini mah- vetti şef,- Ardjan konuşmasını bitirdi.
Şef bardakları rakı ile doldurdu ve kutladı Ardjanı, ülke- nin büyük yazarı ve gazetecisini. Çok fazla konuşmadı ve öv- gülerin cevabını vermedi, o şöyle dedi: Bu Jahja mı?- büyük oğlu için bu dedi. -Evet,- dedi sekreter. -O seni seviyor. Bu
gün burada olmanız, herkes için büyük bir mutluluk, hem sizin hem de bizim için,” dedi. “Herkes size siz olmanızı, her gün bize örnek olmanızı diliyor. Parti bize bugünü yaşama fırsatı verdi,” dedi Ardjan duygusal bir şekilde.
“Çok teşekkür ederim,” diye cevapladı adam. “Evet, evet,” dedi sekreter. “Evet, öyle. Seni ve partiyi minnettarız,” dedi. “Sanırım ailem gazetede çıkacak,” diye güldü sekreter. “Evet, evet, kesinlikle, senin için yazacağım,” dedi Ardjan. “Kesinlikle,” diye ekledi ve fotoğraf makinesiyle bir fotoğraf çekti.
“Çok güzel ve yetenekli bir aileniz var, özellikle Jahjaj, eğer şiirlerini “Gençlik Sesi” gazetesinde yayımlamak isti- yorsa. Gerçekten mi?!” diye sordu ve adamın babasına baktı. “Evet, evet. Yalan söylemiyorum. Evet dediysem, yaparım,” diye yanıtladı adam. “Oh, teşekkür ederim!” diye tepki verdi sekreter. “İdealleriniz için iyi bir insan ve iyi bir komünist ola- caksınız, sizi bu kadar çok sevmemiz mümkün değil.”
Ardjan, adamın “Tanrının adamı” ifadesini anladı, ama sonunda “parti” kelimesini değiştirdiğini fark etti. “Bunu an- ladım,” dedi ve ekledi. “Ben fakirlere, partimizin ihtiyacı olan ve birisinin onlara haksızlık yaptığını düşündüğü insanlara çok şey yazıyorum. Bu gazeteciliğin ve işimizin misyonudur,” diye ekledi.
“Çok mutluyum!” dedi Jahja. “Sizi tanıdığım için çok mutluyum!” Ve kendi yazı defterini uzatarak ona imza bıraktı. “Biliyorum Ardjan,” dedi. “Yarın okulumuzun herkesin size
imza bıraktığını görmesi gerekiyor. Tüm okul sizin burada ol- duğunuza inanmayacak. İnsanlar sizden daha fazla liderlerini seviyor ve sayıyorlar. Herkes diyor ki: İşte Ardjan Vusho, bü- yük yazar! Kimse gerçekten yeni çiftliğin açılışı için burada olduğunu düşünmezdi. Herkes seni yazar olarak seviyor,” diye ekledi sekreter.
“Parti bize buluşma fırsatı verdi ve sizinle tanışma fırsatı bulduk. Çok mutluyum! İdeal için evet. Jahjaj elini sıktı, te- şekkür ederim işareti olarak.
Ardjan, ona ve babasına teşekkür etti, ama her ikisi de acı çekti. O köyün evinin fakirliği aşırıydı. Yalnızca yemek için sütü olan bir yer, öğle yemeği ve kahvaltı. Ve keçi sütüne sahip olmak için mutlu oldu, çünkü onların sürüleri bir ara- ya getirilmiş ve toprakları kolektifleştirilmişti. Ve bu fakirlik, parti için tam bir üretim felaketi olduğu için çok arttı. İnsanlar açlık ve toplu ölüm eşiğine gidiyorlar.
Eski kıyafetleri, gardırop üzerinde yıpranmış yorganlar ve eski yatak, ve eski zamanların birkaç yün battaniyesi var- dı. Her şey o evde arkaikti. Hiçbir şey mutlu ve yeni değildi. O zamanın evlerinde yeni mutfak aletleri yoktu, yaşadığımız zamanda. Parti yaşam standardını belirleyen insanlar ne kadar kötü yaşadıysa, lütfen bu köylülerin diğer odalarına bakın.
Sosyal yoksulluk, bu topluluğun her varlığını ele geçirdi. Bu gerçeği hiçbir şey gizlemedi. Ardjan çok üzgündü. Partinin yeni çiftliğin mutlu işçilerinden bazılarıyla fotoğraf çekti ve özel ve fakir partinin sekreteriyle fotoğraf çekti, büyük harfler-
le yazdığı bir şey için: “Parti, namus ve çalışma hizmeti var,” dedi.
“Gitmem gerekiyor,” diye ekledi. “Beni beklediğin için teşekkür ederim. Sizi tanımaktan çok mutlu oldum. Ve özel- likle sen, Jaho! Büyük yazar ve insana dönüşmeni umuyorum! Ve ona ve oğluna sarıldı. Ve eski yüz lira tuttu ve Şkodra’ya motorla gitti.
Onlar evlerinden çıktı. Kalabalık onu gitmeyecek şekilde bırakmadı. Sekreter ona yolu açtı. Ardjan çok duygusal oldu. İnsanların onu çok sevdiğini gördüğü ilk kezdi. İnsanların li- derlere ihtiyacı var,” dedi, motora bindi ve güzel bir köyü geri- de bıraktı, bu yepyeni bir çiftlik haline geldi. Ve bu parti, zaten iflas etmiş ve inert bir güçle yönetilen bir partiydi. “Bu parti bitti,” dedi, sevindi, ama ekonomik ve politik kaosla ayrılması gerekecek. Komünistler tekrar kurak toprakları bırakacaklar. İhtiyaç duyduğu hiçbir şey, bu prensip taşınmadı. Gizli maso- nik ya da mafya gibi özel toplumlar gibi, tüm rakiplerini ceza- landırıp öldürüyorlar. Motoru aldı ve şehre gitti. Onun odasına geçti. Ve yeni çiftlikten not aldığı şeyi hemen çizdi.
Köylülerin düşündüğü skelet raporunu inşa etti. Gazetede yayınlanacak fotoğrafları seçti. Ve her şeyi hazırladı ve topra- ğa koydu. O sadece bu fakir odada tek başına değildi. Çok az arkadaşı vardı. Kendisi gibi. Ona partiye olan sevgisini hatır- lattı, özellikle de sekreterin yoksul evini, partiyi sevdi. Bu an- lamı olmayan bir drama,” dedi. “O kelimeyi kimse söylemedi, fakat kendi ailesinin sıkıntısını ve fakirliğini gizlemedi, partiyi övdü.. Ve övgü ve güç. Buğday ekmeği yiyeceği için çok mutlu
idi. Bugün bir insanın saçmalığını ve ekonomik taleplerini gö- rün… Bayram sadece onun değil, köyün tamamının günüydü. Köy, artık mısır ekmeği olmayacağı ve iş gününün yirmi yeni leke olacağı için seviniyordu. Böylece daha iyi bir yaşam şansı olacaktı. Bu yeni çiftliğin bayramıydı. Çok sayıda sayfa yazdı ama sonuçta onları birleştirmedi çünkü akşam yemeğinde son dokunuşu verecekti. Bir şey yememişti ve gerginliği düşmüş- tü, vücudu yorgunluktan ve açlıktan titremeye başladı. Yakı- nındaki Zdrale konutuyla bitişik bir marketten börek almaya bile gelmedi aklına, ama üzüntüsü zihninde ve gözlerindeydi, hatta motoru bile içgüdüsel olarak çalışıyordu. Motor ve onun- la olan yolculuk hayatının tek mutluluğuydu. Stadyumda maç- ları mutluluk olarak yaşardı, diğer hayat tamamen monotondu; normal bir yaşamın hiçbir felsefi anlamı yoktu. Tabii ki, Bou- levard’da yaşanıyordu. Sokakta, güçlüler vardı, güvenlik ajan- ları ve diğerlerini takip edenler. Ve yasaları uyguluyor gibi davranıyorlardı. Ama gerçekte, kötü biyografili olanlara ger- çekten saldırıyorlardı. Ve pedagoglar politik ofiste çocukların önünde eğilirken, bizim önümüzde yılan gibi hareket ederken, bilimsel gibi görünen ama aslında kötü biyografimiz için inti- kam alıyorlardı ve bizi kötü bir yere sokup okuldan atıyorlardı. Shkodra’daki bu ne kadar yüksek bir okul! Ardjan dalga geçti. Burada bir lise gibi görünüyor. Parti tarafından atanmış bazı pedagoglar var. İyi bir biyografiye sahipler ama bilim adamla- rı değiller. Ve bize tuzak kuruyorlar. Kendileri sordukları za- man, hiçbir şey bilmiyorlar, çünkü dersleri sadece okuyorlar. Ve hiçbir şey kendi başlarına söylemiyorlar, kısacası diğerleri- nin derslerini kopyalıyorlar. Hahaha, kendi kendine güldü. Bu pabuç eğitimi! Bu sadece bir rezillik ve toplu bir aldatmacadır. Ortodoksi ve Bizans, inkar etme ve şeytanlıklarıyla bu şehri
kucaklamıştır. İnkar bu şehre indi ve tamamen kapladı. Komü- nizm ikinci Bizans’tır. İnkarla birlikte, Ortodoks masonlarının icadı da yerleşti, kraliyetçilerin ve krallıkların sağını sollarını devirmek için komplolar yaptılar. Bu şeytan toplumları, şeyta- nın üzerine kuruldu çünkü Tanrıyı inkar ediyorlar, dünyayı ele geçirdiler ve her yerde iktidara geldiler, ama ben onların hızlı bir son düşündüm. Sonları Bizans gibi olacak; Çok olumsuz olacak, çünkü zalim rejimleri ve baskıcıları tıpkı diğerleri gibi alt edecek bir Tanrı var.
Bu akşam hiçbir şey yemeyecekti. Yazısını bitirecek ve fotoğrafları mümkün olan en kısa sürede basacak ve yarın yeni bir gün, yeni bir nafaka! Yarın erken kalkacak ve Tiran’a gi- decek. İlk olarak yazısını yayınlayacak; yazısının diğer tüm gazetelerden önce çıkmasını sağlayacak. Ve ikincisi, Dona’yı, viyolonsel kızını görecek. Başlığı trende kendisi koydu. Sen Dona’sın, viyolonsel kızı, dedi ona. Sadece benim adım bu, değil mi? Hayır, dedi o. Aynı şekilde, ya da beni çağırabi- lirsiniz, beni sanat enstitüsünde olduğum gibi. Aslında, bize “Güzel kızlar” viyolonsel ile diyorlar, Dona ironi yaptı, trenle konuşurken. Ve böyle çalışırken zaman hızla geçti. Saat yak- laşık yirmi ikindi vaktiydi. Gece şehre düşmüştü ve hiç kimse yarının nasıl olacağını bilmiyordu. Eski şehirde yeni bir gün nasıl olurdu.
Yirmi sayfa yazdı, güzel bir el yazısı ile yazdı ve yorgun düşmüş bir şekilde yatağa düştü. Yemek eksikliği ve yorgun- luk hızlı uyumasına neden oldu. Yorgunluk onu güçlendirdi, çünkü hiç kimse onun yaptığı gibi bir günde tüm bu işleri ya- pamazdı. Fotoğraf montajından gazete için hazırlığa kadar her şeyi yaptı. Bu bir kişi için imkansızdır, ama işin hepsini ya- pan biri var. Ona süper adam diyebiliriz, çünkü bu röportajın
gerçekleştirilmesi onun patronu ve gazete için bir başarıydı. Çünkü parti ofisi onu yazı olarak ve gazete olarak onayladı, kendi gazetelerine. Ve gazetenin patronu buna inandı. Hizmet veya iş yükü, partiden temelde dikeydi. Sonunda bu onu yer ve gazetenin tirajını artırıyordu. Eğer ceza da böyleyse, onu yerdiler. Bu böyle çalışıyor: korunmamış olan sonunda onu yer ve diğerleri için bir ceza örneği haline gelir.
Her yerde olduğu gibi, burada da hapis ve sürgün için fır- satlar vardı, ama kelime bir şekilde kaçtı ve güzel kelimeler ve şefin mutluluğu ve gazetelerinin tirajının artması için övgüyle ve taahhütlerle memnun oldular. Devletin malı olan bu gazete, onlara aitmiş gibi görünüyordu, çünkü tüm zamanlarını orada geçiriyorlardı. Ve onu her seferinde yayınlamak için savaşmak ve düzenlemek, herkesin tam bir çaba ve çaba ile zorlamasıydı. O gazete olmadan hayat boş görünüyordu. Bayram günlerinde gazeteye giderler ve unuttukları veya yanlışlıkla bıraktıkları her şeyi kontrol ederler ve ayrıntıları düzeltirler ve düzenler- lerdi. Gazete bana Sadece az bir muhalefet olmamıştı, aynı za- manda onun içinde yazan kalemler de oldukça doğruydu. Parti hakkında aşırı övgü içermeyen tek gazeteydi. Patron işinden memnun olacaktı. O, yorgun bir şekilde yorganların üzerine oturdu, örtüsüz ve çıplak bir şekilde uykuya daldı. Biraz dinle- nebilmesi için yatakta yattı. Uykusu, yağmur gibi onu yıkayan tatlı bir nehir gibi geldi, yatakta kaldı ve insan yorgunluğunun ve insan ruhunun parçalanmasının uykusu onu aldı. Başarılı olmak için hiçbir şey yapmadı. Her şeyi yapmak istediği iş ve başarı hakkında günler ve geceler boyunca çalışmaktan kork- mazdı. Yüzünü uykusu kapladı, ama işi başarıyla tamamladı, böylece özgür dünyada özgür bir şekilde dolaştı, sınıf savaşı olmadan ve demokraside.
Kaç kez Vermosh’a hizmet etmek için gittiğinde kaçmak istedi. Bir şeyi düşündü, sonra sonunda neden vazgeçtiğini bil- miyordu. Kaçış fırsatı verildiğinde, sınırın birinde bir sorun ortaya çıktığında veya yakalandığında. Sadece onunla kalma- dı, her zaman yanındaydı, belki de zevk ve misafirperverlik için. Belki hepsine büyük bir yazarı gözlemlemeleri gerektiği söylendi, ama kötü bir biyografiyle. Aslında, güvenlik herkesi takip ettiğinden emindi, çünkü komünistlerden farklı çıkacak- larını düşündüğü herkesi izledi. Surveillan
Çocukluğunda kendisine hakaret edildiğini hissetti. Za- manla geliyor, ama geliyor. Demokrasinin her şeyi düzelte- ceğini hissetti, kendisine dedi. -Kaos, eşitsizlik ve çatışma olacak, ancak piyasa, ekonomi ve yaşamı düzenleyen şey “de- mokrasi”. İyi ve kötünün düzenleyicisi demokrasidir. Demok- rasi insanın kendini bulmasına izin verir, daha fazla verir ve pazar rekabetiyle gelişimi artırır. Her zaman böyle düşündü. Piyasa ekonomisinin partizanıydı. Bu nedenle, dönemsel kriz dönemlerinde devlet müdahale etti.
Güneş doğuşu onu ayakta buldu. Çok hızlı hazırlandı ve bazı börekler yemek için dışarı çıktı, çünkü bu yemeği yap- mak hızlıydı ve sabahları öğrenciler geçerdi ve yemek yerdi- ler. Ve devlet onu satıyordu. Her gün ve her gece, bu yemek yapıldı. Zdravets Konvikt yakındı ve her zaman işe gidebilirdi. Konvikt çöktükçe daha kötü ve daha soğuk hale geldi. Neden düzeltilmedi bilinmiyor, ama biliyorum ki orada mukozalar soğuktan parçalanıyor. Neden ısıtma veya yemek pişirme izin verilmiyor? Öğrenciler çoğunlukla iyi biyografiye sahipti ve şikayet etmiyordu. Benim gibi azınlık, kötü biyografiyle değil,
ama onlar. Bu konvikt onun adı gibi bir hapishaneydi. Zdrale Shkodrans dedi. -Ahaha, güldü. -Bu şehrin lisesi, inşaat sa- hasındaki gece okulu gibiydi. Orada çalışanlar normları ye- rine getirmek ve enerji ve üretim konusunda bilgi sahibi ol- mak için eğitimli işçileri yetiştirmek için eğitimli işçi eğitimi verdi. Devlet onları inşa etmek için çok para harcadı ve çok biyografi görünmedi. Bu bizim sınıfımız için iyi bir fırsat gibi görünüyor. Kim bu işte çalışıyorsa, kendisi ve ailesi için para kazanabilir. Hecin inşası için genellikle gönüllüler ülke gene- linden geliyor ve eğitim alıyorlar, sonra da çalışıyorlar. Bana bu okul da öyle geliyor. Yüksek okul gibi değil ve hatta Tiran Üniversitesi’ne hiç benzemiyor. Orada daha fazla özgürlük ve bilim olduğunu söylediler. Bu yeni insanlar eğitilmiş değil; kötü eğitilmiş; aile ve toplumun casusu. Bu rejim, şu kadar zarar verdi ki, yıllarca bu katranı düzeltmek için gereklidir, özellikle ırk karışımı ve yeni nesil araç olarak. Bu onlar temiz Arnavut ırkını bozdular. Bu partinin getirdiği bir neslin doğu- şu, alt işçi sınıfını nasıl döndürebilirim, sadece iyi bir adam- la değil, iyi bir adamla. Ancak işçi sınıfının sınıfı, bize nasıl dönecekleri konusunda işçilere saygı duymazlar ve bu onların soyunun mirasıdır. Bunlar aptallar ve eğitimli insanlar değil ve seçkin bir gen olduğunu anlıyor. Bu rejim onları öldürdü ve onları kapalı tuttu. Hızlı bir şekilde bayan yöneticiye gitti, beş börek aldı ve odasına geri döndü. Masa üzerine oturdu ve on- ları hızlı bir şekilde bitirdi, sadece yemekle kurtulan kıyımla, birkaç yağlı kağıt, yemekten sonra kullanılacak. Bu börekler bu kafeden hoşlanıyor. Belki de onları pişirenler çalmazlar, bu konuda başka bir açıklama yok – gülüyor. Yemek yedikten sonra, dudaklarını ve ellerini sildi ve dışarı çıktı, motoru ça- lıştırdı ve onları besledi ve Tiran’a doğru yola çıktı. Bugün
beklemedi, arzusu röportajı yapmaktan ziyade Döne ve Moza ile buluşmak istediği için. Onun sonsuz sevgi sinonimi Döne adını taşıyordu. Onun sevimli arkadaşı bu düşüncesini güçlen- dirdi. O güzel ve bilim insanıydı, eğer bir erkek kardeşim ol- saydı, onu gelin alırdım. Moza yıldızı,” diye sesleniyordu. O da sanki resimle yapılmış gibiydi. Tanrı onun üzerine en güzel kadınsı çizgileri dökmüştü.
Zekâ, güzellik ve mizah, “Shkodran Moza”, Sanat Ens- titüsü’nün en iyi viyolonsel sanatçısını oluşturan bileşenlerdi, Dona ile birleşince, Shkodra ve Tiran’ın en zarif ve sempatik çifti haline geldiler. İkisi de tren istasyonuna doğru tren yo- lunda ilerlerken, herkes şaşırıyor ve duruyordu. İnsanlar “Ne kadar güzel!” diyerek bakıyorlardı. “Bunlar nasıl besleniyor?” dedi bir başkası. Birisi gözlerini açmaya çalışıyordu.
Onlar başlarında hiç kimse olmadığını varsayarak yoluna devam ediyorlardı, sanki etraflarında hiç kimse yokmuş gibi, sakin denizde yüzen iki gemi gibi. Hiç kimseyi görmüyorlardı ve hiç kimse onları görmüyordu. Kendilerini kapalı bir halka gibi hissetmişlerdi, onları çevreleyen oksijen tabakası gibi, gü- neş ışınlarından bizi koruyan.
“Kiminle bağlantılı olduklarıyla ilgileniyor herkes. Ke- sinlikle Siyasi Büro ile,” diyordu insanlar alçak sesle, o za- manlarda güzel kızlar Siyasi Büro’nun çocuklarını alırdı. Bu onların düzenli bir gelenek haline geldiği ya da onların en iyi- lerini seçtiği anlamına geliyordu.
“Onlar, aşağı ırk ve bilgisiz yasa koyuyorlar. Bu şehirde en güzel kadınları zorla ya da devletle almanın zamanı geldi. Herkesin unvanının geldiği bir gün!” diyordu halk, “ama bun- lar bunu uzun süre yapmışlardı.” Bu zulüm uzun sürdü,” Ar- djan kendi kendine tekrarladı. Motoruyla hızlıca Tiran’a gitti. Yazısını teslim etti ve sonra Moza’nın yurtlarına gitti, umut ederek orada Dona’yı da bulabileceğini.
Gün güneşsizdi, bulutlar Dajt dağının üzerinde dalgalanı- yordu, sürüler gibi dolaşan ayrılmış koyunlar gibi. Motorunu konvik girişinin önüne, binanın onikinci numarasının önüne park etti. Anahtarını bağladıktan sonra, yerli konvik kızların- dan girişin cam kapısında duran görevliyi çaldı.
“Merhaba!” dedi, “Ben Ardjan …”. “Evet evet, seni ta- nıyorum,” dedi diğer adam. “Ünlü yazar. Tanıtıma ihtiyacım yok. Ardjan, ne arıyorsun?” dedi. “Mozë arıyorum, Shkod- ra’dan Moza Buna,” dedi. “Evet, Moza’yı, viyolonselciyi tam olarak,” dedi adam, başını kaldırıp gözlerini koruyucuya çevir- di ve pantolonunun cebindeki ellerini rahatlattı ve ona döndü.
“Moza, bu Shkodran,” dedi. “Evet evet, tam Shkodran!” Koruyucu, biraz alaylı bir şekilde tekrarladı. “Evet evet,” biraz sonra tekrarladı, “gidiyorum onu tanıtmaya.” Koruyucu, ikinci katın merdivenlerinde koşarak binanın içindeki odaya küçük veya sönmüş söylentileri bıraktı. “Hızlıca onu bulmalıyız, bu önemli bir kişi çünkü.”
Bir dakika sonra, merdivenlerde Moza belirdi. “Merhaba bay,” dedi. “Hey!” Ardjan Arnavutça olarak cevap verdi. Adı-
mını hızlandırdı ve terlikler, tulum ve gömleği ile onu sardı. “Neredesin kardeş?” dedi. “Dona seni her gün bekledi. Bu- raya geleceğimizi biliyorduk, çünkü seni arayacağını biliyor- duk, ama sen hiç gelmedin.” “Nasılsın? İyi misin?” Ardjan, yüzünü öptükten sonra dedi. O cevap verdi: “Ben iyiyim, sen nasılsın efendi?” Ardjan cevap verdi: “Ben iyiyim, ama çok meşgulüm. Redaksiyonda neredeyse tüm işlerimi ben yaparım ve özür dilerim. Evet, nerede Dona şimdi?” Ardjan sorularının hızını arttırdı. “Eve gitti. Bravo!” dedi Moza, direkt Dona hak- kında sordu. “Beni de biraz ilgilendir, iyi adam,” diye güldü ve gözlerini yere doğru indirdi. O her zaman şakalar yapardı, ama kendi rolünü tamamladıktan sonra, ciddiyetini artırdı: “İki saat önce buradaydı. Senin için ağladı. Ve geri döneceğini düşün- mek istemedi, çünkü çok güzel ve tanınmış bir figür olduğunu- zu düşündü. ‘Bunu neden bana takarsınız?’ gibi sürekli sözler söylüyordu.” “Ahaha,” dedi. “Gerçekten mi böyle söyledi?” “Evet,” dedi Moza. “Yüksek derecede zihinsel gelişime sahip bir insan, özellikle negatif vakaları göz önünde bulundurur.” “Bu doğru,” dedi, “ama Ben Dona’yı çok seviyorum. Onun- la ilk defa aşk yaşıyorum, ama ben kendimi tanıdığım kadar son defa. Kendimi onunla çocuklarımın annesi olarak görü- yorum. Evet, o çocuklarımın annesi olacak. Tanrı bize böyle bir buluşmayı nasip etti! Bu şekilde olacak. Başka bir şekil- de olması mümkün değil. O benim için bir tanrı gibi!” “Asla aşkı tanımadım.” “Biliyorsun ben nasıl büyüdüm Moza. Sana söylemiştim… Annem beni terk etti ve kadınlardan pek hoş- lanmıyorum, yani bebekken terk edildiğim için. -Biliyorum, dedi Moza, bir tür üzüntüyle giyinmiş,- ama kadınların sana ihanet etmesi bizim suçumuz değil ki!- ve durumu dramatize etmek için gülümsedi. -Hayır, sizden değilim, dedi adam. –
Kendimden şikayetçiyim. Sonra konuyu değiştirdi: ‘Neyse, bu sayfayı da geçelim, muhabbet fazla uzadı!’ –Dona’yu nasıl bulalım? Diye sordu biraz suçlanmış gibi, çünkü o çok üzgün- dü ki adam onunla buluşmadı ve her şeyin bittiğini hatırlattı.
- Öyle başladığı gibi bitti, dedi Dona, bizim aşkımız trenin sonu Öyle değil mi, Moza?!- her gün böyle ifade ediyor- du. -Evet evet! Her gün Ardjan bana böyle söyledi. Gerçekten endişeli olduğuna inanın, çünkü zihniniz nerede olmadığını,- dedi tekrar o. -Evet, evet, dedi Ardjani, -biraz haklı! Bugün hatamı telafi edeceğim. Bu gece hiçbir yere gitmeyeceğim, iyi insanı görmeden! -Ve güzel!- ekledi Moza. – Evet, dünya yıldızı,- dedi adam. -O zaman gidiyoruz! Dedi Ardjani. -Sen, Donun evini biliyorsun, zaman kaybetmeyelim! Ona doğru yola çıkalım! -Evet, tabii ki biliyorum. Hemen hemen her gün onun evindeyiz. Bir aile gibi ve onun annesini kendi annem gibi görüyorum. O güçlü bir kadın ve çok saygın. Kocası onu bir çocukla terk etti, Dona ile. Hiç evlenmedi, ama kızını tek başına ve hiç kimsenin desteği olmadan büyüttü. Bu bizim koşullarımızda bir fedakarlık, Tanrım, Moza dedi. Tek başına tüm kadınlara karşı! -Evet, evet, doğru, ama lütfen, gitmemiz gerekiyor!- dedi o. Moza yukarı çıktı, kıyafet değiştirdi. Giy- diği sadece biraz daha güzel bir bluzdu. Öyle, spor kıyafetle, geldi ve motora bindi. İkisi de yola çıktı, Elbasan yolunu takip eden dar sokaklardan aşağıya indi ve ardından ‘Ali Dem’ yo- luna doğru ilerledi, beş yıl önce inşa edilmiş prefabrik bina- ların yanında durdu. Motor hızla ilerliyordu, Moza Ardjan’ın arkasına sıkıca tutunmuştu ve tüm yol boyunca neredeyse hiç konuşmadı. Ardjani Donanın binasını sordu. Beş dakika son- ra, ilkokulun bahçesinde durdular. Onun binası yeni tuğlalarla, ama çok çamur ve su çukurları vardı. Hiçbir şey şehirleşme-
mişti. Ne meydan, ne de sokaklar. Ve kirli su kötü kokuyordu.
-Hiç temizlenmemiş, dedi Moza. -Enfeksiyon riski var, ama ne yapabiliriz ki! Bu partinin yöntemi budur, sadece planın şeklini ve gerçekleşmesini sağlar. Donanın beşinci katta bir odayı ve bir mutfağı vardı. Şükür ki onu aldılar, çünkü evsiz kalmaktan korkuyorlardı. Annesi ve o, ailesine bir yük olma- ması için çok mutlu oldular, her zaman onlara yardım etmişti ve onu asla yalnız bırakmamıştı. -Kız kardeş anneden sonra en değerli şeydir! – dedi. -Tüm kardeşlerim böyle diyor. Aslında kız kardeş asla kardeşini ihanet etmez. Ve kız kardeşin kardeşe olan sevgisinden daha saf bir sevgi yoktur. Efsanede Dorunti- na gibi! Ardjan derinlemesine hatırladı. -Şarkılarda nesilden nesile kız kardeşin erkek kardeşiyle olan bağını anlatan Ar- navutluk, onu ruhaniyetleştirir ve kutsar. Bağları sadece kan ve ruh değil, aynı zamanda söz verme ve sadakattir, her iki dünyada da. Topraktan bile silinmeyecek söz veriyor. Evet, onu koruyacakları bir aile gibi aldılar. Yabancı bir eve giden kız kardeşler, bizi asla unutmazlar. Kardeşlerinin ve soyunun sevgisi ve uzaklıklarına rağmen. Kız kardeşler evlenir ama ev- lerini asla unutmazlar. Babalarının toprağına, yani soyadlarına devam etmenin çok önemli olduğunu unutmazlar. Tıpkı efsa- nede olduğu gibi. Tanrı kardeşi getirir ve verilen söz gereği Doruntin’i alır. Aynı şekilde, onlar da Donanın annesini aldı- lar ve onu Tiran’da tuttular, kendi evini aldığında. Onun ba- bası da zengin Vlora’lı. Batı’da eğitim görmüş, ailesinin tüm boyu gibi. Shqiptaret çok şey yaptı. Ardjan biraz anlamadan, Moza duydu: Geldik! O ilk indi. -Burada kal, dedi. – Dona’nı alacağım. -Tamam! Dedi. Biliyordu ki Dona’nın ona bir sürü söz vereceğini biliyordu, ama çok fazla konuşmadı, onunla ko- nuşmayı, doğrudan dudaklarına öpmeyi seçti. Tüm o günler,
ilk buluşmadan bu yana, Dona’yı ne yapacağını düşündü. Ve düşüncelerin sonucu şuydu: “Onu öp ve aşk teorilerine izin ver!” “O, bu buluşmaya kesin bir planla gelmişti. Çok fazla lafı ve teoriyi boşa harcamayacak, direkt konuya girecekti.
Çok geçmeden ve gözlerinin önünde, spor kıyafetli Dona geldi. Bluzu, iri göğsünden neredeyse yırtılacak kadar geril- mişti ve altın rengi saçları omuzlarına dökülüyordu, sanki onu gizlemeye ya da güzelliğine güzellik katmaya çalışıyorlardı. Ona, içgüdüsel olarak Odiseus’un Kirke’sini hatırlattı, uzun saçlı güzel cadıya.
Görünüş olarak ona benziyordu, nasıl desem, el yapımı gibi ya da taze bir tablonun kopyası gibi. Dona o kadar güzeldi ki, gerçek olup olmadığını gözlerine inanmak zordu, belki de hiç gerçekleşmeyecek hayallerdeydi. Gözlerinin önüne gelen o güzellik, sanki ilkbaharın fırtınalarıydı. O, gerçekten rüyaday- dı, diye düşünmeden edemedi. Eh, güzel rüyalar çabuk biter! Ama kendine geldiğinde ve gerçek olduğunu fark ettiğinde. ‘Ne kadar güzelsin, çok güzelsin!’ dedi.
‘Hııı, ne güzellik!’ diye tekrarladı.
O koşarak geldi ve Ardjan’ın kollarına atıldı.
Bağırıp çağırmadı, duruşunu da korumadı. Sadece dedi ki: ‘Neredeydin Ardjan?! Seni birkaç gündür bekliyorum.’ Ve başka bir kelime etmeden, kollarına atıldı. ‘Seni seviyorum!’ dedi. ‘Seni çok seviyorum!’ diye karşılık verdi Ardjan. Ve bir süre dudaklarından öpüştüler, sanki kendi apartmanlarının av- lusunda olduklarını unutmuşlardı. Ardjan şaşkınlıkla saçlarını okşuyordu, ama hala Dona’yı öptüğüne inanamıyordu, ya da… belki de inanmıyordu? ‘Haaa!’ dedi. ‘Buradayım! Buradayız! Sonsuza dek birlikte olacağız! Korkma!’ diye ekledi Dona.
‘Seni seviyorum,’ dedi Ardjan. ‘Sen benim hayatımın ilk ve son aşkısın. Belki bir peri ya da nehirin Amazon’u, bu ka- dar güzel olman gerçek olamaz! Sen bir insan olamazsın!’ Ve ona şaşkınlıkla bakıyordu. ‘Senin kadar güzel bir insan var mı dünyada?!’ diye sordu. ‘Evet,’ dedi Dona, ‘ben buradayım.’ ‘Ve hayır!’ dedi, ‘ben bir peri değilim,’ diye güldü. ‘Ahaha, seni seviyorum,’ dedi. ‘Sen çok güzelsin, sevgilim! Ve sen de çok yakışıklısın! Hollywood aktörü gibi görünüyorsun! İki metre boyunda olabilirsin ama vücut olarak bir boksör gibi- sin… Ardjan sadece hayretle bakıyordu, Dona’yı her iki eliyle sarıp sarmalarken, onun kaçıp gitmesini ya da başka birinin onu almasını istemiyormuş gibi. Sonsuz gökyüzüne doğru uçacakmış gibi hissetti. Ve böylece mitolojik bir yaratıkla ya- pılan bir buluşma bu kadarla sınırlıydı, Tiran için gelen bir trenle. Gerçekten mi buradasın?’ diye tekrar sordu, her yerine dokunarak. Aslında kendisi de şaşırmıştı. İlk olarak Dona’nın dış görünüşü tarafından, her zamankinden daha güzel düzen- lenmişti; ikincisi, ona duyduğu aşk, tamamen aklını almıştı; ve üçüncüsü, o geç sonbaharın gökyüzünde mavi bir meteor düştü, adıyla Donika.
Aslında sonbahar çok yakında gelecek ve yapraklar tek tek düşecek. Ve onlar, ya da Tanrı ile birlikte, sonbaharın sonunda aşkı seçti. Aslında, onlar seçmediler. İnsanların düşünebilece- ği gibi keşfedilmemiş bir gezegen ve ‘Tanrı ne getirecek, kim bilebilir!’ dedi. ‘Yapraklar her zaman düştüğü gibi düşsün,’ dedi Ardjan kendi kendine. ‘Bu sonsuz zamanın ritüeli, hiçbir yere gitmeyen bir zamandır. Zaman doluyor, biz yaşlanıyoruz ve her zaman ilkbaharda çıkan yaprakların hafızasında unutu- luyoruz, bu yüzden acele etmemiz gerekiyor.’
Üçü de el ele tutuşarak ilerideki motosiklete doğru gitti- ler. Yakındaki bir pastaneye gittiler ve kendileri için birer pas- ta ve birer su sipariş ettiler. Yeni apartman blokları arasında küçük bir pastane açılmıştı, ama herkes yerel olarak üretilen pasta ve atıştırmalıkları alıyordu. Güzel ama küçüktü, siyah folyo ile kaplıydı. Terkedilmiş bir atölye binasına benziyordu, ama içeride birkaç eski masa ve güzel işlenmiş demir sandalye vardı. Onlar, pastanenin köşesini seçtiler ve birlikte oturdular. Bir masal gibi, ortada bir aşk ve bir gazeteci vardı, aşk arayan. ‘Haydi, şerefe!’ dedi, su bardağını kaldırarak. ‘Şerefe!’ dediler kızlar. Sularını içtiler ve ‘Her zaman iyilikler için bir araya geldik!’ dediler. ‘Şerefe!’ dedi Ardjan ve Dona’nın eli- ni kendi elinin üzerine koydu. ‘Sonunda geldin!’ dedi, elle- rini birleştirerek. ‘Seni her an aklımdan çıkarmadım!!’ dedi. ‘Yüzün ve sen hep benimlesin,’ diye mırıldandı Ardjan. ‘Ger- çek mi?!’ diye döndü Dona. ‘Evet-evet-evet!’ diye tekrarladı. Dona, onun sevgilisi ve yazarı, şaşkınlık ve aşkla ona bakı- yordu. ‘Seni seviyorum,’ dedi, sessizliği ve şaşkınlığı kesti. ‘Artık saklamama gerek yok. Sen benim dünyamsın ve seninle hayatımın sonuna kadar gideceğim.’ Ve Dona’yı tekrar öptü. ‘Seni seviyorum!’ dedi. ‘Hiçbir şey bizi ayıramaz! Tanrı aşkı- mızı kutsadı!’ diye cevap verdi. ‘Evet, evet, Tanrı,’ kabul etti, başını salladı. ‘Biz sadece Tanrının bizi düşündüğü şeylerin
aktörleri oluyoruz.
Amin!’ dediler üçü. Biraz sonra pastalar geldi. Üçlü, bi- raz pasta yiyordu ve daha çok sohbet ediyor, karşılıklı sevgiyi paylaşıyordu. Dışarıda gece inmeye başlamıştı. Eylül ayının sonuydu ve akşamda Dajti Dağı’ndan hafif bir rüzgar esiyor- du, çünkü bu mahallenin evleri doğrudan dağa bakıyordu ve ilk toprağa çarpan mahalleleri onlarıydı. Erzen Nehri’nin batı-
sından geçen su, bu yeni ve büyük aşkı desteklemek için su ve dalgalar ekleyecekti. Su, denize gidecek ve aşklarının mesajını taşıyacak. Denizden okyanusa, beyaz nehir dalgası Erzen adı- na taşıyacak. Ve böylece, dünya aşk okyanuslarını birleştire- cek haber. “Burada bir aşk doğdu,” diyecek nehir dalgaları. “Aşıkların kalp atışlarını dinleyin. Bu yerel en güzel ses. Daha güzel bir ses yok!” dediğinde Tiran’ın şehirlerini kısa süre içinde kaplayacak yıldızlar da aynı şekilde olacaktı. “Tiran’da çok yağmur yağmıyor, Shkodra gibi,” dedi Ardjani. “Tiran’da aşk melekleri yaşıyor,” diye ekledi. Dona, onun güzel sözleri- nin ritmi karşısında hayretler içinde izliyordu. Başını salladı. Onun büyüsünden ve “Ardjan, seni seviyorum! Ve senden hiç ayrılmak istemiyorum. Tanrı seni korusun ve kollasın!” dedi. “Ben de seni seviyorum, göz kamaştırıcı gözlerim! Ne melek!” diye cevap verdi. “Gerçekten bazı anlar var, Dona, sen bana fazlasıyla dünyevi geliyorsun,” dedi. “Şaka yapmıyorum. An- laştık mı?” Dona şaşkınlıktan gözlerini açtı ve Ardjani’nin aşk dolu güzel sözlerini tekrar etti. Yemeklerini bitirdikten son- ra ayağa kalktılar. Dona eve gidecek ve ikisi de Student Cit- y’e gideceklerdi. Ardjani ona refakat edene kadar. O ve onun ilişkisinden çok mutluydular. “Bak, Ardjan,” dedi Moza, “bir araya geldiğinize sevindim. Dona çok güzel. Yeryüzünde ya- şayan bir melek gibi. Onu rahatsız etmemeye çalışın! Asla aşık olmadı. Sen ilk ve sonuncusun. Onu kimseye açmadım, ama şimdi sadece seni görüyor. Sabah, akşam ve öğle yemeğisin. O benimdir. Seninle birlikte büyüdü, desteksiz. Her şeyi ken- di yeteneği ve dürüstlüğüyle kazandı. Şimdi senin onu aldın. Umarım mutlu olursun, gazeteci!” dedi ve ona elini verecek ve konviktin üst katına gidecekti. “Bu konviktte, bu zamanlar- da, yeni aşklar ve politik devrimler doğuyor ve doğacaklar!”
İnşallah,” dedi. “O zaman gidiyorum,” dedi Moza. “Özgür Ar- navutluk’ta görüşürüz!” dedi. “Bir filmdeki sözleri tekrar etti. Ardjani’nin yüzüne baktı ve hızla merdivenlerden çıktı. Orma- na uçan bir kelebek gibi veya komünist ormanın kaybolmuş bir kuşu gibi göründü. Moza çok güzeldi! Arnavutluk Simfonik Orkestrası’nın yeni bir yeteneği! Tanrım, bu yeni yetenekleri gerçekten takdir ediyor! Bu kızlar ya da ikisi de rekabet etsey- di, dünyanın en büyük tiyatro orkestralarının bir parçası olur- lardı. Milan’ın La Scala Tiyatrosu bile onları direkt olarak ka- bul ederdi, nasıl yorumladıklarını duyduklarında. Her ikisi de gerçekten hanımefendi yetenekleri gibi görünüyor. Tanrı, bize bu yetenekleri kurtarmak için dünyaya getirdi. Mükemmel ar- kadaşlık çifti, Sanat Enstitüsü’nün kayıtlarında uzun süre ka- lacak. Güzellikleri ve yorumları, gittikleri her yerde salonları dolduruyor. Kalbini Tiran’da bırakarak gitti. Yakında Shko- dër’e gidecek, bir iş daha ayarladılar. Motoru aldı ve doğrudan yola çıktı. Yolu asla duymuyordu. Bir aşk gerçekleştirdi. Artık bir sevgilisi vardı, gelecekteki gelini Dona – keman kızı, ge- lecekteki dünya sineması yıldızı! dedi. Hızlı bir şekilde onun aşkının ardından gitti. Artık Shkodër’de kalmıyordu. Shkodra, evi gibiydi, ama anadan doğma güzel Vlora, annesinden, onun aklını ve kalbini aldı. Güney-Kuzey aşkı her zaman büyüktü. Güneyli kızlar çok iyiydi,” diye ekledi. “Belki daha kibarlar ve daha çok şehirli olabilirler, çünkü batıya kaçan ebeveynleri ve büyükanne ve büyükbabalarının Batı kültürünü aldılar. Belki de genetik olarak iyi bir tutumları var, ya da ne bileyim,” dedi. “Biliyorum ki bir güneyliye aşık oldum ve ulusal birleşmeyi gerçekleştirdim. Haha,” diye güldü. “Dona’nın gurur duyduğu bir Valon olduğunu söylüyor. Onu sürekli olarak ve her yerde babası için aşkını ifade ediyor, onu tanımadı ve bunu şöyle
söylüyor: ‘Ben Vlora’danım!” kendine dedi. “Ben onun için olmak istiyorum,” dedi. “Ben onu seviyorum ve o benim mele- ğim. Hayatım asla onunla tamamlanmayacak. Ben ve o birbi- rimiz için doğduk. Aşkımız benim aşkım gibi doğdu. Hayatım sonunda tamamlandı. Şimdi bir aile kuracağım ve herkes gibi olacağım. dedi, çünkü her zaman söylediğim gibi, hayat kolay değil. Şanssız. Başlangıcı kötü, ama onu düzeltmek için çok çalışma ve fedakarlık gerekiyor, çünkü negatif güçler hayatın dengesini her zaman bozar. Negatif güçler her yerde çok güç- lüdür: yaşamda, toplumda, havada, gökyüzünde. Negatif veya siyah delik her şeyi kesiyor. Bir insanın mutsuzluğu kendi ka- deriyle ilişkilidir. Çevrildi. Ona hayatına devam etmesi için su, ışık ve organik madde verdi. Bunlar olmadan, normal bir hayat olmazdı, ama Tanrı her şeyi tam olarak düzenledi. O olmadan, vahşi veya ruhsuz başka formlar ortaya çıkardı. Dünya, ruh- suz ve garip yaratıklarla dolardı, çünkü ruh, Tanrı’nın dünyaya getirdiği en önemli şeydir. Her şey ruh adı verilen enerji ile hareket eder. O bizi hayatta tutar, çünkü enerji bittiğinde, ruh da biter. Biz ölü bedenleriz, taş ve ahşap gibi soğuk. Ruh, bi- zim ve tüm yeryüzü yaratıklarının hareket motorudur. Kinetik enerjimiz kalbin çalışmasını sağlar, çünkü ne kadar çok hare- ket edersek, kalp o kadar iyi çalışır ve pompalar. Yani hareket istiyor ve hareketler enerji getirir. Biz kendi içimizde enerji üretiyoruz. Biz öldüğümüzde enerji uzaya gider. Dağılan her şey, yani bedenimiz de enerji kaybeder, yani ölür, ayrışır ve dünya için uyarlanmış başka bir forma dönüşür. Yani, yine iyi bir amaca hizmet eder. Yeniden dönüşüm olup olmayacağı bi- linmez, ama kesinlikle başka bedenlerde ve başka hayat form- larında ortaya çıkarız. Biz tekrar etmeyiz, çok çabuk unutulu- ruz. Hayat devam eder, başka insanlar gelir ve dünya üzerinde
yeni aşklar ortaya çıkar, ama hepsinin varış noktası aynıdır. Evet, evet, biz unutuluruz! İlk başta, ailemiz bizim için üzülür, sonra yavaş yavaş, mezarımıza sık sık gelmezler, sonunda hiç gelmezler.
Biz ölü insanlar, yani ölüler olarak adlandırılırız. Artık kimse bizi anmaz. Bu dünya acımasızdır. Bizi yutar, çürütür ve sonunda unutur. Gökyüzü bile umursamaz, bizim var oldu- ğumuzu ve ondan nefes aldığımızı. Gökyüzü kalıcıdır. Duy- guları yoktur, ruhu yoktur. Ölümde de, düğünde de, felakette de aynı kalır. Biz gideriz… Eski sakinler olarak adlandırılırız! Medeni durum kayıtlarından çıkarılırız ve hiçbir yerde kaydı- mız kalmaz. Kayıtların bir gün yanacağını ve adlarımızın ka- yıtlı bile olmayacağını söylemiyorum.
Yaşadığımız toprak ve ev dümdüz olur. Sadece birkaç ka- lıntı veya mezarlarımızdaki kemiklerimiz kalır. Hatta mezar bile kalmaz, çünkü dünya yüzeyi tükeniyor. Yakılacağız veya yollarda çürüyeceğiz. Tanrı bilir ki biz çok kötü yaratıklarız ve mutlu bir sonu hak etmiyoruz ve o, bizi tanıyarak hayatımı- zı sınırladı. Ölümü, gezegeni kirletmeyelim diye bize getirdi. Sözlerimi herkes okumalı! – kendi kendine güldü. Ben sadece haber veriyorum…?
Yolun sonuna geldi ve odasının önünde durdu. Motoru garaja, ‘Rozafa’ oteline götürmeyi unuttu. -Umarım otel ka- panmamıştır. İnşallah gitmemişlerdir, yoksa motorum dışarıda kalır ve çalınır. Burada bisiklet hırsızlığı yaygındır. Her gün bir tane çalınır. Bu hem yoksulluktan kaynaklanıyor hem de çok sayıda profesyonel hırsız var, işsizler ve bizi parçalarlar. Devleti soymak yerine basit insanlara dadanmışlar. Bu insan- ların hiç ruhu yok. Biz fakiriz, hiçbir şeyimiz yok ve bizi so- yuyorlar, – kapıyı açarken kendi kendine gülümsedi ve motoru
içeri sokmaya çalıştı. İçeri sokamayacağını gördükten sonra çıktı. -Burada bırakacak yer yok. Tanrı için bırakacak yer yok. Boşuna uğraştım. Bu oda, sadece beni bile almaz, motorla bir- likte hiç almaz. Motoru aldı ve ‘Rozafa’ oteline doğru yöneldi. Şansına gitmemişlerdi. Otel veya garaj açıktı ve nöbetteki spor gazetecisi, arkadaşı oradaydı. Motorunu ona bırakır ve arkadaşlarına ücretsiz olarak tamir ettirirdi, çünkü bakım çok pahalıydı ve gazetenin ona tamir için fon vermesi yoktu. Gaze- te sadece iş ve gerçekler istiyordu. Sadece durmaksızın haber- ler. Bu kadar! Kimse onun iş sırasında karşılaştığı zorlukları
umursamaz; işten işe giderken. Umursamazlar!
Motoru yolun ortasında bıraktığında insanlar gülse de, iyi insanlar sürekli olarak ona yardım eder. Fakirlik ve sosyalizm bir arada. Mesele bu!
Birçok yeni parçayı ona arkadaş olarak vermişler. Şe- hirdeki spor gazetecisi ona yeni lastikler de sağlamıştı. Yani, arkadaşlık olmasa, gazetesi işsiz kalırdı, çünkü devlet fonları çok az ve büyük işler yapmak için yeterli değil, dedikleri gibi. Motoru garaja bıraktı. Çok yorgundu, ama aynı zaman-
da çok mutluydu. İlk kez, tüm spektral boyutlarda gerçekliği farklı görüyordu. Her şeyin bu gece anlamı varmış gibi görü- nüyordu. Bu aşkın hastalığı veya sevdiğiniz kişiden kaynakla- nan gezegensel çekim etkisi, bu sizi rüyadaymış gibi yaşatır, onunla olan bağlantınız nedeniyle. Aşk bağı, bu gezegendeki en iyi bağdır! – kendi kendine dedi. – Bu, aynı valansa sahip minerallerin kimyasal bağı olarak adlandırılır, yani iki insanın bir araya gelmesi. Hiçbir bilim insanı bu bağı ve onun ürettiği enerjiyi incelemedi.
Hiçbir şey ilk aşk kadar mutluluk vermez. Toprak, yollar ve insanlar bile farklı görünür. Herkes ilk aşk yolculuğunuzda
dönüşü olmayan mutluluğunuzu hissediyor gibi görünür. Be- nim ne annem ne de babam var. Biliyorsunuz ki yetimim, ama aile kurduğum için çok mutluyum. Evlendim. Ve kader öyle istedi ki böyle güzel bir eş buldum, – diye ekledi Ardjan. – Şanslısın! – Moza güldü. – Bravo sana Ardjan! Senin aklın hiç aldatmaz. Direk hedefi vurmuşsun. Çok bekledin ve ilk anda on numara vurdun.
Ben de öyle diyorum, – diye sevindi Ardjan. – Biz birbiri- mizi seviyoruz, bu hayatidir. Sadece sevmiyoruz, ama bilmeli- sin anne, birbirimiz için hayatımızı da veririz. – Bu, diğer aşk- larla aynı değil, – diye açıkladı Moza. – Bu, Tanrı tarafından kutsanmış bir aşk. Bilmelisin anne, bu iyi insanlara karşı kim çıkarsa, Tanrı’nın cezasını çeker.
Evet Tanrı’ya yemin ederim, – diye ekledi Ardjan. – Bizi ayıracak hiç kimse veya başka bir varlık olmayacak. Biz her tür karışıklık ve bingo topu atışında birbirimizi bulacağız.
Hahahaha, – üçü de güldü. – Tanrı sizi korusun! – dedi anne, ayağa kalkıp haç çıkardı. – Laç Kilisesi size yardım et- sin! – dedi Moza. – Amin! – dediler. – Tanrı seni bize gönder- di, – dedi anne. – Sana karşı değilim, ama ben de bir zamanlar Kosovalı bir Türk ile aşk yaşadım. Başından beri söyledim, sen ona benziyorsun. O kadar benziyoruz ki, sanki sen onun oğluymuşsun gibi düşünüyorum, – dedi anne. Ve eğer oğlu- san, bu demek oluyor ki… – Hayır! – dedi Ardjan, – bu bir doğa benzerliği olmalı anne. Hiçbir bağım yok bence! Çünkü senin dediğine göre benim seninle bir bağım varmış, – ve biraz ironik güldü. – Hahaha, – hepsi güldü. Bu, kardeşin kız karde- şiyle aşk yaşaması demek oluyor. – Hayır, – dedi Moza. – Faz- la şaka yapmayın! Bu iş bizim başımıza gelmez! Hayır! – dedi Dona. – İnanmıyorum ki bu iş bizim başımıza gelecek, halk
şarkılarında duyduğum gibi. – Hayır, – dedi Moza. – Olmaz. Fazla şaka yapmayın! Buluşmamızın havasını ve atmosferini bozmayın. – Sen anne, her zaman kötü şeyler çağırıyorsun! – dedi Dona ona. – Bir sus bakalım! Belki içki kafana vurmuş- tur! Sonra bana bu meseleyi açıklarsın.
Jeta sustu, sandalyeye oturdu ve gözlerini duvara dikti. Sonra Dona konuştu: “Sen bana hiçbir zaman böyle bir şey olduğunu söylemedin. Bu ilk kez duyduğum bir şey. Geçmiş bir aşk hikayesi gibi.“
Evet kızım! – dedi o, yere bakarak ve neredeyse ağlamak üzere gözlerle. Ve biz de sizin gibi sevdik! Ruhumuzla, ama güvenlik onu tutukladı ve bir daha görmedim. Bu, eski evimde bir zamanlar oldu, ama bu çocuk ona çok benziyor. Belki de onun oğludur. Sadece sordum kızım. Bu şekilde zıplamayın! İnsan sorar ve öğrenir. Sadece aptal hiç kimseye sormaz, – dedi anne sohbeti kaybettirmek için. – Bu bir zeka meselesi,
- dedi o. – İnsan sorar ve öğrenir. Çok pahalıya mal olacak hatalar yapmaz. Ama aptalsa, sormaz. O zaman ne olmaz ki aptala, ama biz zeki bir ırkız, – diye ekledi anne, ayağa kalkıp yüksek sesle konuştu. – Biz sorarız kızım. Hiçbir şey için acele etmeyiz, emin olmadan önce.
Elbette, bu nişanla hemfikirim. Ardjan çok iyi bir çocuk. Çok yetenekleri var. Siz ne diyorsunuz ki her yerde çok po- püler. Haber yayıldı ve her yerden insanlar beni tebrik ediyor. Ben de onun ve sizinle gurur duyuyorum, ama akıllı adımlar atmalıyız. Daha sonra konuşuruz. Ben, kesinlikle sizin nişan- lanmanıza karşı değilim. Hiçbir engelim yok. Böyle bir aşkı engelleyecek kimim ben?! Ama bana da hatırlattı ki ben de bir zamanlar sizin gibi sevdim ve onunla sonuçlanmadı.