Yani genetik bir sorun olduğunu mu söylüyorsun? – diye güldü Moza. – Anneden kıza. – Hayır, inanmıyorum, ama böy- le bir gerçek varken, sormalıyız. Bilim ilerledi. İki hafta içinde her şey açıklığa kavuşur. Değil mi kızlar? – dedi anne.
Evet, – dediler hepsi bir ağızdan. – Ama sen bizi çok bü- yük bir ikileme sokuyorsun, – dedi Moza. Senin dediğine göre, Ardjan ve Dona kardeş olurlar. Hatta anladığım kadarıyla aynı anneden ve babadanlar. – Ahaha, – hepsi güldü.
Gülünecek bir şey yok, – dedi Ardjan, şimdiye kadar ko- nuşmamış olan. – Bizi kan çekmiş oluyor ve…, Tanrım koru- sun, – diye ekledi Dona. – Hayır, bırakın saçmalıkları! – dedi Moza ve haç çıkardı. – Tanrı sizi korusun çocuklarım, – güldü
- – Siz kardeş değilsiniz. – Ne diyorsun anne! – dedi o. – Bizi boşuna çorap yapma! – diye ekledi o. – Hayır, – dedi anne. – Ben söyledim ve korkmanıza gerek yok. Sadece bilgi verdim, bilmeniz için. – Sana her şeyi daha sonra anlatacağım kızım,
– dedi Dona’ya. – Aaa, – dedi o şaşkınlıkla. – Kosovalı biri- ni sevdiğini bilmiyordum. Eee anne, demek ki genetik olarak onlarla bir bağımız var, değil mi? – Ahahaha, – güldü Moza.
– Evet, evet.
Hayır! – dedi Ardjan. Biz kardeş olmak zorunda değiliz. Neyse, ben yetimhaneye gideceğim. Biyolojik ebeveynlerimin kim olduğunu öğrenmek için kesin bilgiler alacağım ve onların belgeleri olduğuna inanıyorum, çünkü onlar bana her zaman dağlı derlerdi ve Kosovalı olduğumu söylerlerdi. Yani, onlar birçok şey biliyor ve bana anlatacaklar, çünkü başka çareleri yok. Umarım benim için kartlar ve dosyalar vardır, çünkü kim- seyi belgeler ve kesin bilgiler olmadan bırakmazlar. Eğer dün- yada birisi onları bulacaksa, o benim, – dedi Ardjan. Kızlar hep bir ağızdan ‘Evet’ dediler. – Bugün her şeyi yapabilirsin. On-
lar senden korkuyor. Sadece onlar değil, birçok insan senden çekiniyor. Adın anıldığında hemen uzaklaşıyorlar ve ‘Onunla karışmamak gerek’ diyorlar. – Okulda bile artık önümde ha- zırolda duruyorlar, – dedi Dona. – Artık bana emir vermiyor- lar, eskisi gibi değil, bana hep örnek davranışlarla yaklaşanlar. Sanki eskiden olanlar onlar değil. Bana ‘Artık önemli birisin. Çok büyük biri olacak bir adamın eşisin’ diyorlar. Hatta Mer- kezi Komite’ye seçilebilir ve daha bir sürü saçmalık. – Haha- ha, – güldü Ardian. – Ben Merkezi Komite’de mi?! Ne saçma bir şey. Ölsem de onu kabul etmem! – Kesin bir şekilde söy- ledi. – Emir verseler bile mi?! – diye ekledi Moza. – Hayır, – dedi Ardian. – Berlin Duvarı yıkıldı. Gorbaçov teslim oldu. Bu yaşlıların günleri sayılı. Hiçbir şey yapamazlar. Yolun sonun- dalar. Komünist demagoji artık işe yaramıyor, – ayağa kalktı. Komünistlere küfrettiğinde ayağa kalkmak alışkanlık haline gelmişti. Sesini temizledi ve durmadan konuşmaya devam etti. Felaket durumu intikam ve hesaplaşma gerektiriyor, bu pisliklerin yaptıkları her şey için ve iktidarı bırakana kadar ya- pacakları her şey için. Ana Jeta, Ardian’ın rejim hakkında bu kadar sert konuştuğunu duyduğunda gözlerini açtı. – Vay canı- na! – dedi. – Bu kızım kadar kötü. Allah çocuklarımı korusun!
– dua etti ve Moza’ya yanaşıp ne demek istediğini anlamasını
sağladı. – Evet, sana söyledim, korkma, – dedi Moza. – Ardian anti-komünisttir. Hatta hepimizi geçiyor. – Evet, – birlikte gül- düler. – Kendine dikkat et oğlum! – dedi Jeta, – seni tutuklama- sınlar ya da daha kötü bir şey yapmasınlar. Sırtından vururlar, çünkü bunlar böyle pislikler. – Ellerinde mühür olan bir suç grubu, – dedi Ardian. Kendilerini bu ülkenin sahibi sanıyorlar, bu zalimlerin ne beklediğini bilmiyorlar, – diye bitirdi. Bizim meselemize gelince, Tanrı’ya güveniyorum, bizimle ilgili bir
şey yok. Bana her zaman kötü şeyler olamaz. Yetimim ama bu sefer kötü şansı tekmeleyip atacağım. – Amin! – dediler kızlar ve anne. – Dediğin gibi çıksın oğlum! – dedi anne. – Ama sen Don’a çok benziyorsun. Kardeş gibisiniz: aynı güzellik, aynı gözler, kaşlar, cilt rengi; boyları neredeyse aynı… bu yüzden korkuyorum. Beni yanlış anlamayın, sadece konuştum. Size karşı değilim, birbirinizi sevin, ama böyle bir şeyin açıklığa kavuşturulması iyi olur. Boşuna, sadece bir takıntım var ki açıklığa kavuşturulması iyi olur, ama bilin ki iş arkadaşlarım da bana iş yerinde sataştılar. Bana ‘Ardian’ın babasıyla ne iliş- kin vardı, çünkü çok benziyorlar. Aşık mı oldun?’ diyorlar. İş arkadaşlarımın şakaları bu kadar ileri gitti. – Onlar seni takıntı haline getirmişler, – dediler kızlar. – Evet, ama sadece onlar değil. – Bu gece Ardian’ı izlerken, bana sanki… Sizce ben mi yaptım?! – Şakaları bırak anne, – dedi Moza. – Biz Arna- vutlar, özellikle kuzeyliler, saf Aryan ırkıyız. Çok mavi gözlü ve uzunuz. Birbirimize benziyoruz çünkü bilimsel olarak, tüm mavi gözlülerin Avrupa’da bir insandan geldiği söylenir. Yani kardeşleriz, – güldü Moza. – Mesele biz olmamak, – güldü Dona, şimdiye kadar pek konuşmamıştı, sadece dinliyordu. – Hiç demedim mi ben tersim?! – dedi Ardian. – Fantoci gibi,
– güldü Moza. – Tam olarak öyle, – güldü Ardian. – Ama bu
sefer kötü bir şey olmayacak! – kendinden emin bir şekilde ko- nuştu. – Hatırlayın! Kardeş olmadığımız ortaya çıkacak, ama yine de bir aile olacağız, – diye ekledi. – Uzak olsun! – dedi Dona. – Sen benim kardeşim değilsin, kalbim öyle hissediyor. Hiçbir zaman olmayacak! Anne saçmalıklar konuştu çünkü iş arkadaşları onun kafasını karıştırmış ve bu gece takıntı haline gelmiş. – Anne! – dedi Dona, – lütfen akşam yemeğimi mah- vetme. Sen her zaman sonradan pişman olacağın şeyler söyler-
sin. – Evet, – dedi anne, – özür dilerim, ama konuştuğum iyi oldu. Böyle bir şey daha fazla saklanamaz. Bugün konuşmak, sonra büyük bir felaket olduğunda konuşmaktan iyidir. Kardeş ve kız kardeşin birbirine aşık olması. – Uzak olsun! – dedi Moza. – Bu gece bizi delirteceksin! Allah aşkına, buraya bo- şuna geldik. Nişanı bir kulüpte ya da restoranda yapsaydık da bizi böyle delirtmeseydin. Anne daha fazla konuşmadı. Ses- sizliğinde derin bir şekilde büküldü ve daha fazla konuşmadı.
- Vay vay vay! – dedi – Hem de dindar bir katoliksin!
- Evet, öyleyim. Tam da bu yüzden erken konuşuyorum çün- kü Tanrı her şeyi açıklığa kavuşturacak! – dedi anne. – Merak etmeyin! Ama şu an için acele etmeyin diyorum. Birbirinizi seviyorsunuz ve kimse sizi ayıramaz. Ama dikkatli olun, aşkı- nızda daha ileri gitmeyin… Gerçek ortaya çıkana kadar! Yani çocuk yapmayın, – dedi – Evet, evet. Bu kadar açık ko- nuşmak istememiştim, – dedi anne. – Anlıyoruz, – dedi Ardi- an, – ama sana temin ederim ki temiz çıkacağız. Kardeş olma- yacağız, çünkü kader beni daha fazla cezalandıramaz. Yetim olarak cezalarımı çektim, – güldü. – Tanrı yardımcın olsun! dedi anne. – Amin! – dediler kızlar. Ardian’ın yüzü karardı. İlk kez düğün ve biyolojik ailesini bulma ikilemi içindeydi. Bu düşünceler beklenmedik şekilde ufukta belirdi. – A be işte Tanrı’nın bir cezası mı? -diye düşündü, Dona ve ailesiyle ge- çirdiği akşam yemeğinden sonra çıkmaya hazırlanırken.
Neredeyse iki metre yirmi santim uzunluğunda, boksör vücuduna ve beyaz özellikleriyle kahverengi tenine sahip olan Ardjani melankolik bir ruh halindeydi. Belki Tanrı beni tekrar cezalandırmayacak.- dedi. -Bugüne kadar yeterince acı çek- tim! -diye düşündü. -Bu durumda sabır en iyi şeydir. Sabırlı olan kazanır! -diye düşündü. Tanrı insanlığı yarattı ve onun
kaderini belirleyecek. Sadece benim değil, herkesin kaderini. Zaman makinesinde acılarım geçmişe ait. Gelecek bizi çağı- rıyor! Bu, bu ay ışıklı gecede, yeni ailesiyle çevrili, artık ya- takhanede değil, Tran’da olan son kararıydı. -İşte fark burada!
-diye düşündü. -Artık geleceğe aitim. Tanrı bana iyi bir gele- cek tayin etti. Hem benim hem de halkımın maruz kaldığı bu zulümler daha fazla devam edemez!
Tamam,- diye düşüncelerini böldü. -Kalkmam gerek, çünkü taksi iki saattir beni bekliyor. Umarım gitmemiştir. Oto- büs hattı olup olmadığını bilmiyorum,- dedi ve ayağa kalktı, anne Jeta’ya sarıldı ve ona şöyle dedi: “Anne, bugün bilim çok ilerledi. ADN, laboratuvarda incelendiğinde, diğer tüm örnek- lerle benzerlik gösterme olanağı sunan bir hücredir. Böylece, iki örneği adli tıpa götüreceğiz: biri benden, biri de Dona’dan. Ve on gün içinde, kardeş olup olmadığımızın cevabını alaca- ğız. Ya da tüm Arnavutlar ve Avrupalılar gibi benzerliklerimiz olup olmadığını göreceğiz.”
-Bravo oğlum!- dedi annesi. -Büyük bir düğümüm var, çünkü kanınızı bozdum, ama müdahale ettiğim için daha iyi oldu… -Göreceğiz,- dedi Ardjani. -İkincisi,- dedi, ceketin ke- narını düzelttikten sonra, oturma pozisyonundan buruşmuş gibi görünüyordu: “Bugün medya gücüm çok fazla. Yani bana özen gösteriyorlar ve herkesin saygısını kazanıyorum. Skod- ra’ya, yetimhaneye gideceğim ve belgelerimi talep edeceğim. Beni kim doğurdu? Beni yetimhaneye kim getirdi? Yani, tüm belgeleri yetimhane müdürlüğünden talep edeceğim. Benimle ve kökenimle ilgili tüm belgeler! Hatırlıyorum ki yetimhane- de ve yatakhanede bana ‘dağlı’ diyorlardı. Sadece bedenim ve
ayak numaram kırk beş olduğu için değil, aynı zamanda köke- nimi de biliyorlardı.”
“Babam Karadağ’dan Skodra’ya rejimden kaçmış bir Kosova Arnavutuydu. Güzel bir Skodralı kızla aşık olduğu- nu biliyorum. Zengin bir aile! Bu kadar biliyorum, daha fazla değil. Çünkü her zaman annemin gelmesini bekledim, çünkü babam sınır dışı edilmişti. Bunu biliyordum. Annem hiç gö- rünmedi ve ben yetimim. O geçmişe ait. Şimdi yeni bir ailem var. Tanrı’ya umut ediyorum, anneniz ve kız kardeşiniz de- ğilsiniz!- dedi aynı anda Dona’ya, sadece ağlayan ve konuş- mayan. Dona’ya sarıldı ve dedi ki: ‘Her şeyi ortaya çıkaraca- ğım, sakin ol ve ağlama. Kardeş olarak bile, sen benim güzel kardeşimsin. Yani her durumda siz benim ailemsiniz!” -Ses- siz ve gizemli bu akşamın neşeli bir tonunu vermek için biraz gülümsedi. -Şimdi çıkıyorum. Siz çıkmayın, yoksa büyük bir şey olur, insanlar hemen toplanır. Her şeyi ben ortaya çıkara- cağım. Biraz sabır, biraz zamana ihtiyacım var ve elimde bir cevapla geleceğim. Bana güvenin, çünkü ben de çok inançlı bir insanım. Tanrı birçok durumda bana yardım etti. Bu sefer de bana yardım edecek.”
-Amin!- dediler kızlar, bir yumruk kadar toplanmış ve sessizce gözyaşı döken ikisi de. -Gözyaşların gökten gelen bir kaynak gibi!- dedi Dona’ya. -Şelalelere bak. Gözyaşların böyle, temiz. İlahi bir kaynak, gelecekten gelen. Annesi ne de- diğini anlamadı, Dona boynuna atladı ve sarıldı. -Her neyse, kardeş olarak bile çok tatlı ve güzelsin!- dedi. -Kalbin altın, yumuşak, güçlü görünüşünün arkasında saklı. -Hahahah! -gül- dü Ardjani. -Öyleyim, savunmasız yaratıklara ve haksızlığa
uğrayanlara karşı çok zayıfım. Ama pisliklere ve fakir ve sa- vunmasız insanlara acı çektirenlere karşı çok zalimim. -Tan- rı seni korusun!- dedi annesi. -Teşekkür ederim anne!- dedi. Unutma! Bu hikayenin her durumunda, sen benim annem ola- rak kalacaksın! Yaklaştı ve ona da sarıldı. -Tanrı bir iyilik yap- tı,- dedi. -Ailemi buldum, aşkımı buldum. Bu yüzden üzülmek için bir neden yok. Biz bir aileyiz ve öyle kalacağız.”
“Sonuna bak,” dedi Dona’ya. -Seni beyaz gelinlikle ve davul zurna ile almaya geleceğim, bizim orada olduğu gibi.
-Ahaha,- güldüler. -İnşallah,- Tanrı bu karışıklığın sonucunu çabucak bulmamı mümkün kılacak, sonra davullarla gelece- ğim. -Amin!- dediler ve haç işareti yaptılar. -Ve Tanrı’ya dua edin,- dedi Ardjani, -yani İsa’ya. -Evet!- dediler, -gece gündüz senin için dua edeceğiz. Tanrı sana yardım edecek,- dediler.
Artık bu gece ayrılmalıyız,- dedi. -Dona, yarın merkezde, kültür sarayında seni bekliyorum. Oraya adli tıp uzmanları ge- lecek ve hücre örneklerini alacaklar. Aynı zamanda benimkini de. Ve bu yasal olacak. Yani, bilimsel olarak sonuç çıkacak ve kardeş olup olmadığımızı tahmin etmeyeceğiz. -Öyle mi?- dedi Dona. -Emin misin? -Evet,- dedi. -Bu yöntem uzun za- mandır var. Çok pahalı ama devlette halledeceğim. Endişelen- me, ödeme yapmayacaksın ve güldü. -Tamam!- dediler kızlar.
-Senin dediğin gibi olsun, çünkü… Tanrı mı yitirdi bu söy- lediklerinle aklımı? -dedi Dona, annesinin sözlerinin acısıyla büzülmüş halde. Sonra ekledi: “Ve annem bu gece konuşmayı seçti! Vay canına! Bu gece kutlamamızı mahvetmeyi seçti,” dedi, annesine duyduğu öfke ve üzüntüyle. Ardjani taksiye doğru yöneldi. “Hadi, üzülmeyin,” dedi. “Bu konuyu burada
bırakın. Annenizi daha fazla rahatsız etmeyin! O bunu bilerek yapmadı. Biliyorum.”
Ardjani, onlarla vedalaştıktan sonra oradan uzaklaştı. Do- na’nın apartmanına çok yakın bir yerde bekleyen araca doğru yöneldi. Şoför oturmuş bekliyordu ve Ardjani’yi görür görmez ayağa kalkıp arka kapıyı açtı. “Buyurun efendim!” dedi neşey- le. “Tebrikler efendim!” dedi şoför. “Uzun ömürlü olun! Ben Tiran’daki en şanslı insanım, böyle bir törene tanık olma şansı yakaladım. Tüm taksiciler bu şansa sahip olmak isterdi ama işte ben sahibim!” diye ekledi. Ardjani konuşmadı, sadece “Teşekkür ederim dostum! Umarım beklemekten sıkılmadın.” dedi. “Hayır!” diye yanıtladı tekrar. “Biz bu iş için para alı- yoruz kardeşim!” dedi Vlonjatlı. “Evet,” dedi Ardjani, kapıyı kapatıp arka koltuğa otururken. “Seni beklettiğim için ödül- lendireceğim.” “Hayır!” dedi şoför. “Sadece devlet tarifesi. Bu gece sana hizmet etmek beni mutlu etti. Kimse bana inanmaz ama sonunda bana bir imza verirsen inanacaklar. Öyle değil mi efendim?” dedi şoför.
“Tabii ki efendim!” diye alay etti Ardjani. “Hizmetini yaptın. Bahşişi de hak ettin.” “Hayır,” dedi mutlu şoför. “Ben sadece imza istiyorum efendim! Hepsi bu!” “Tamam, şimdi yola çıkalım,” dedi Ardjani, ceketinin kıvrılmış kısmını düzel- terek. “Hadi gidelim!” dedi şoför. Kontağı çevirdi ve arabayı Ali Demi Mahallesi’nden merkeze doğru yönlendirdi. “Nişan- da nasıldı?” diye sordu sonunda şoför Ardjani’ye, konuşma- yan ve sadece önüne baktı.
“İyiydi,” dedi Ardjani. “Küçük sorunlar çıktı efendim,” dedi şoföre, “ama onları çok yakında çözeceğim.” “Biliyo-
rum,” dedi şoför. “Seni durduracak bir engel yok.” “Efendim,” dedi şoför. “Söyleyeceklerim için yanlış anlamayın. “Söyle,” dedi Ardjani. “Hayır hayır, rahat ol … söyle.” “Onlar senin kızı istemeni şerefle karşılamalı efendim!” dedi şoför. “On- lar kim ki? Hiç kimse! Peki sen kimsin?! Ne büyük bir fark bu efendim,” dedi şoför. “Onlar oyun oynamamalı, kızlarını hemen vermeli ve iki hafta içinde düğün yapmalı. Ne şans- lılar ki böyle ünlü bir damatları var! Ve kız seni seviyor mu, sevmiyor mu?! Bravo!” dedi Ardjani gülerek, “Benim tarafımı tutuyorsun ama onlar da kabul etti. Küçük bir sorunu çözece- ğim efendim,” dedi. Ardjani yerinden hafifçe hareket etti, söy- lediklerinden dolayı rahatsız olmuş görünüyordu, ama daha fazla belli etmedi ve fikri değiştirmek için ekledi: “Kız beni seviyor ve ben de onu çok seviyorum. Buraya sadece onun için geldim. Senin de dediğin gibi, sıradan bir insan değilim. Kuzeyliyim ve çok fazla prensip ve normum var. Gelenekleri- mize çok bağlıyım. Bu yüzden geldim ve kızın elini istedim,” dedi Ardjani ve konuşurken el hareketleriyle şoföre açıklama yapıyordu. Şoför sessiz kaldı ve “Ali Demi” Mahallesi’nden merkezi daha hızlı geçmek için gazı artırdı. Ardjani üzgündü çünkü bu sefer şans ona gülmemişti, tıpkı birçok kez olduğu gibi. “Yetim şansı işte!” dedi kendi kendine. “Her şey sonunda bozuldu,” diye güldü kendi kendine, şoför işine devam eder- ken.
“Neyse, kendimi bırakmayacağım! Yarın direkt Shkod- ra’ya gideceğim ve her şeyi açıklayacağım. Yarın Dona ile testler yapacağız ve adli tıp bölümüne göndereceğim. Adli tıp hastanesinin müdürü eski bir arkadaşım ve neyse ki o var. Benden para istemeyecek. Bu işin bilimsel gerçeğini bulaca-
ğım. Pfff! Bu da eksikti Dona ve bana! Şu anda kötü şans!” diye ekledi ve tekrar güldü. “Başından beri söyledim, kaderimi kendim yazacağım. Yetimhaneden beri herkesi alt edeceğime yemin ettim. Her yerde birinci olacağım! Bana kötülük yapan herkes pişman olacak. Bir savaştan sadece bir çatışmayla geri çekilen biri değilim. Ayrıca tarih bölümünü bitirdiğim için, eski zamanlardan günümüze kadar tüm savaş taktiklerini iyi biliyorum. Bu gece kötü hissetmem, kazanamayacağım anla- mına gelmez.”
Gömleğinin pantolonun üzerine çıkan kenarını düzeltti ve içeri soktu. Taksi merkeze, bar “Sahati”ye ulaştı. Orada park ettikten sonra, önce şoför çıktı, Ardjani’ye kapıyı açmak için. Birincisi, nezaket için ve Ardjani’yi çok sevdiği için; ikincisi, onunla birlikte olduğunu ve ona hizmet ettiğini herkesin gör- mesi için. “Tüm taksi şoförleri böyle olmuştur ve böyle kala- caklar,” diye gülümsedi Ardjani, onun oyununu anladığında. “Teşekkürler efendim!” dedi şoföre, onun oyununa biraz güle- rek. Siyah ceketini giydi, siyah düğmeleri ilikledi ve taksiden dışarı çıktı. Şoför, daha önce bahsettiği imzayı almak için be- yaz bir kağıt ve kalem uzattı. Ardjani fazla uzatmadan yazdı: “Büyük sevgiyle…” Sevgi ve saygı, Tiran’ın en iyi taksici- sine, Agron’a! Otograf günü ve ayı”. Taksici sevgiyi aldı ve toplumunun etrafında görmeleri için yüksekten açtı.
Taksinin paralarını unuttum, – Ardjani ekledi. – Bizi şa- şırttın patron. Ödemeden ayrılacağım.
-Hahaha,- dedi o. – Öyle değil, dedi şoför. Sen kendi pa- ranı yaptın. Ben parayı kendim öderim. -Hayır,- dedi Ardjani,- asla! Cebinden yeni bir banknot çıkardı ve küçük bir değişim
bıraktı. -Çocuklara benden bir hediye ver. -Hayır,- dedi şoför, ama Ardjani hareket etmediği için onları aldı ve cebine koy- du. “Her zaman senin hizmetinde olacağım,” dedi Vlora’dan gelen şoför yüksek sesle. Şimdi ve ileride damadı arayacağım. Bil bakalım patron, – dedi Ardjani’ye. -Haha,- Ardjani güldü.
-Tamam arkadaş, öyle beni ara.
Arabadan indi ve Studenti şehrine doğru ilerledi. Yavaşça adım attı ve gökyüzü gibi ağırlaştı, yağmur yağacağı zaman. Aslında, içgüdüsel olarak, tüm yaratıklar vücutlarındaki yükü çıkarmak isterler. Gökyüzü gibi, kara bulutları çıkarıp onları yer yüzüne yağmur şeklinde bıraktığı gibi, insanlar da her gün karşılaştıkları zorlukları aşmak isterlerdi, Ardjani bu gece an- nesi Dona tarafından getirilen sıkıntıyı atmak istediğini hisset- ti, neredeyse ona açıkça kardeşi ve kız kardeşi diyerek. -Ney- se,- dedi Ardjani,- ona, arkadaşları onunla dalga geçiyorlar ya da ben nasıl biliyorum. Aslında, onun bir sırrı var, henüz Do- na’ya söylemedi, ama bu gece ona söyleyecek. Hatırla,- dedi kendi kendine, -yarın Dona ile buluştuğumuzda, bana söyledi- ği o sözlerin gerçeği ne. Bu durumda bir ikilem var ya da Jeta hanımın eski bir aşkı var,- dedi kendi kendine tekrar, bu konu- nun soruşturucusunun rolünü oynayarak, ama uzaktan, çünkü o Studenti şehrine gidiyordu ve o Traktör Fabrikası’ndaydı. Aynı anda aynı hikayeyi düşünen iki karakter. -Yanlış şans,- dedi yine Ardjani, bu şey “yetimler asla şanslı değildir!” Üze- rine kilitlendi. Tanrı tarafından lanetlenmiş yaratıklar olabilir- ler. Belki de,- dedi kendi kendine, kendi düşüncelerine cevap vererek. -Yarın Dona geldiğinde hatırla, Jeta’nın annesinin bir zamanlar ortada bırakılmış bir aşkı olduğunu bilmiyordum. Belki de bu aşktan bir çocuk doğdu ve terk etti. Belki de ben terk edenim, ama eğer o annemse, gerçekleri bana söylemediği
için hiçbir zaman affetmeyeceğim, babamın gerçekleri. İnan- mam hiçbir zaman!- dedi. -Tanrım, eğer o değilse ve hayat devam ediyor,- dedi dua etmeden, sadece kendine. Amin!- Ar- djani bu dilek sonrası sessizce ekledi. Studenti şehrine doğru biraz daha hızlı yürüdü. Altıncı kat binada arkadaşının odası vardı. Orada bu gece uyuyacak ve yarın Dona ile Kültür Sa- rayı’nda buluşacaktı. Her iki taraf için de ADN şampiyonla- rına veda edecekler ve birkaç gün boyunca bilimsel bir cevap bekleyeceklerdi. Kardeş ve kız kardeş mi yoksa Tanrı’nın bu kadar benzer görünmeleri miydi?! Ardjani biraz dua edecekti. Bu olaydan çok etkilendi, ama kendini vermedi, sadece şöyle yalvardı: “Shkodra’nın hanımı bize yardım etsin! Benim ve bizim için Tanrı’nın kararlaştırdığı yüce gerçekle kal! Amin!”- dedi. Bu, ölümcül bir buluşmadan dönen bir adam gibi döndü. Odasına girdi ve kimseyle konuşmadan uyudu. Ertesi gün Do- na’yı Kültür Sarayı’nda bekledi, pastanelerin ikinci katında. Orada oturdu ve kendine bir kahve ve bir “glinë” su sipariş etti. Kahveye şeker attı ve su şişesinin kapağını açıp kristal bardağı doldurdu, garson getirdi. Tek başına, aşkı mı yoksa tek kız kardeşini mi bekliyordu? Hadi bakalım,- kendi kendi- ne dedi. -Yalnızım. Şanslı ve aşk bulduğumda,- kendi kendi- ne dedi- görünüşe göre ikizi gibi şüpheleniyorum. İki milyon durumda,- kendi kendine alay etti,- cebime elimi sokuyorum ve doğal kız kardeşimi buluyorum gibi görüneni yakalıyorum. Bu ne lanet bir talih?! Ebeveynlerimden bu kadar lanetlenmiş miyim ki, yüzümden kapalı bir şey mi getirdiler? Hadi baka- lım!- dedi kendi kendine güldü.
Çok uzun sürmedi ve kızlar kemanlarıyla geldi. Her za-
manki gibi, her yerde kemanları vardı. Bu kez de öyleydi. On- lar güzel bir Mayıs günü gibi geldiler, Tiran’da baharı açan bir
gün. Aslında, Mayıs ayrılıkların ayıdır. Tüm ayrılıklar Mayıs ayında gerçekleşir. Romanlarda okumuştu. Hahaha, aşkı Ma- yıs’ta kaybettim ve ben mi?! -Merhaba,- kızların sesi duyuldu, Dona ve Moza. El yapımı ağaç kaplamalı sandalyeleri ve kol- tukları alıp oturdu. -Hey?- dedi Dona, -Uyudun mu çok gevşek mi değil mi? Ne oldu? -O gece seviştim Ardjan, çünkü sen benim adamsın. Dün gece nişanlandık. İşte arkadaş ve arkadaş yüzüğüm!- Mozaiğe ve Ardjan’a döndü, olayı izleyen herkes gibi mutlu oldular. -Çok güzel gelin!- herkes dedi. -Teşekkür- ler patron! Hepinizi seviyorum!- Ardjani dedi ve oturdu. Son- ra garsonu çağırdı ve dedi: “Tüm mekân benden ibaret. Ne aldılar, kahve ve diğer içecekler “Soğuk, ben öderim, çünkü nişan günüm var.” -Ah,- dedi garson,- Şerefe patron! Sağlı- ğınıza! Teşekkürler!- dedi ve kızlara döndü. Moza daha önce hiç konuşmamış gibi konuştu. -İyi yapmış kardeşim! Sadece erkek ve kadın olursun. Unutma,- Allah size mutluluk versin!- dedi ve su bardağından biraz içtiği gibi: “Şerefe! Sağlığınıza!”
-ekledi ve masadaki sandalyeyi biraz çekti ve dedi: “Bize çok güzel çocuklar yapın, sizin gibi. Unutmayın, sadece bir masal, kardeş ve kız kardeşsiniz. Geçmişten bir masal,”- dedi ve gü- lümsedi.
-Ha,- dedi Ardjani.- Annen dün gece bu konuda ne dedi, anlat bakalım. -Evet,- dedi Dona.- Siz de kendi başınıza dü- şünüyorsunuz, eminim,- dedi. -Hahaha,- güldü o. -Neyse, be- nim dediğimi dinleyelim,- dedi. -Anlat bakalım. -Evet,- dedi Dona.- Sen dün gece gittikten sonra sessizlik oldu. Akşam ye- meği bile yemedik. Annem tüm gece ağladı,- dedi. -O sadece tüm gece ağladı,- Dona ekledi. -Sen de oğlu gibi bakıyorsun. O bir zamanlar bir Kosovalı Arnavutla aşık olmuş. Bir oğlan
doğdu ve o hamileyken, güvenlik kocasını tutukladı ve o bir daha hiç görünmedi. İç güvenlik bölümünden ona dediler: ‘Bir düşmana ve Yugoslav gizli polisi ajanına aşık oldunuz, onu artık aramayın, aksi takdirde sizi mahkum edeceğiz ve sizi de.’
“O gün ve ay boyunca Şkodra’daki güvenlik güçleri beni çok kez aradı. Farklı sorular sordular, ben de bir casus olup olmadığımı düşünüyorlardı. Sonunda, ya suçsuz çıktım ya da onlara benimle ilgili bir bilgi geldi ki, hiçbir şeyle ilgilenmi- yorum ve artık beni aramıyorlar, sadece bana ‘Çocuğunuzu yetimhaneye teslim edin! Onu partinin hizmetine sunacaksınız ve onu yetiştirecek olan parti!’ dediler. Umutsuzluğa kapıldım, ağlayarak bir oğlan doğurdum ve onu Kir Nehri yakınlarında bir yolun ortasına bıraktım. O günden beri çocuğumun ne ya- şayıp yaşamadığını bilmiyorum. Güvenlikten korkuyordum, ailemden de. Bu yüzden yaptım ve böyle oldu,” diye anlatmıştı annem Jeta.
O, ne eski kocasını ne de eski sevgilisini hiçbir zaman görmemişti. Ne olduğunu hiçbir zaman öğrenmemişti. Bu ko- şullarda yaşamaya devam etti ve beş yıl sonra babamla evlen- di,- dedi Dona. -Sonra ben doğdum ve tüm bu aşkı örtmek için ailem Tiran’a, bir malikaneleri gibi bir evlerine taşındı, birlik- te babamla birkaç yıl yaşadılar. Parti malikanesini el koydu ve kocası öldü. Ben sadece beş yaşındayken yalnız kaldım. An- nem hiçbir zaman yeniden evlenmedi. Bu yüzden her zaman siyah giyinir. Şimdi onun ne acı çektiğini anlıyorum. Sonra,- Dona ekledi,- çocuğumu ve kocamı kaybetmek çok ağır… çok ağır. O, psikolojik olarak zorlandı, ama ben hiç göstermedim. Annem sadece liseyi bitirebildi çünkü biyografi sebeplerinden
dolayı burs alamadı. Kimyasal temizlik işlerinde çok çalıştı ve bize her ikisine de bakıyor. Senin gördüğün evi de bize verdiler, villamızı aldıktan sonra. Bu benim kaderim böyley- miş,- dedi Dona, hemen hemen ağlamak üzereydi. Ardjani eli- ni kaldırdı, Dona’nın yanaklarındaki iki damla yaşını sildi ve “Dramınızı ve annenizin dramını anlıyorum. Sizin önünüzde aşkımızın başka bir adım veya nerede olursa olsun benim ne olduğunu bilemem,” diye konuştu.
-O bize anneniz gibi bir anne olarak uyarıda bulunma hakkına sahiptir ve onun yaramaz olanını bize göstermek için,- dedi. -Sonra biraz sonra doktor gelir ve numunelerimizi alır.
-Hangi doktor?- kızlar sordular. -O yani, ADN analizimizi ya- pacak hukuk tıbbı doktor. Benzerlik testi yapılacak ve hafta içinde cevap verecek. -Aaa, ne güzel,- dedi kızlar.- Biz hiç- bir şey değiliz. Üzülme ruh!- diye cevap verdi ve ona bardağı uzattı. -Geç olmaz, yolda doktor geliyor,- dedi. -Üzülmeyin,- dedi Ardjani. -Hayır,- dedi kızlar.- Doğruyu ne kadar çabuk öğrenmek istiyoruz. Senin için endişeleniyoruz, senin hiçbir şey olmadığını biliyoruz,- dedi Moza. -Dona’nın annesinin de- liliği budur.
“Gerçekten de çok zor bir hayat geçirdi ve yıllarca psi- kolojik olarak baskı altında kaldı ve şimdi bize kardeş ve kız kardeş olduğumuz korkunç bir şey olabilir. Bu yüzden gerçe- ği ortaya çıkarmanız iyi olur. Siz birbirinizi seviyorsunuz, her gün yaptığınız gibi,” diye güldü.
-Bravo!- Ardjani dedi,- Gerçekten de benim kız kardeşim. Çok akıllısın da. Yalan söylemiyorum, ama kültürel ve tarihsel
bilgi birikiminle beni şaşırttın.
-Teşekkür ederim,- dedi Moza. -Hayır, gerçek,- dedi o. Uzun süre beklemeye gerek yok ve doktor, test tüpleriyle gel- di. Ardjani’yi hemen tanıdı ve masasına doğru yaklaştı.
-Selam,- dedi doktor. Ardjani ayağa kalktı ve elini verdi, güzel kızları tanıttı: Bu Dona. -Merhaba,- Dona konuştu. Ve bu Moza, arkadaşı. -‘Merhaba,’ dedi Moza ve ona elini uzattı. Ardjani doktora bir konjak yaklaştırdı, direkt olarak mekânın barından getirdikleri. -‘Bak,’ Ardjani kısa kesildi. ‘Dona ile bir aşk hikayemiz var, trende tesadüfen tanıştık ve dün gece nişanlandık. Bilimsel olarak kardeş olmadığımızı kesinleş- tirmek istiyoruz. Telefonla konuştuğumuz gibi, annesi bizi kardeş zannediyor. Geçmişte böyle bir hikaye varmış. Tele- fonla müdahale etti ve nişanımızı tamamlamadık, her şeyi bir süreliğine askıya aldık, ikimizin de ne olduğunu açıklığa ka- vuşturmak için. Dona suçu kabullenmiş bir şekilde başını öne eğdi. -‘Bu annemin bir çılgınlığı,’ diye ekledi, ‘ama ben de bu şüpheyi saçma buluyorum. Biz ikimiz de anlaştık ve canavar- larımızı bugün almayı kabul ediyoruz. Elbette saçımızdan bir tel de vereceğiz, sizin için bizi doğru bir şekilde araştırmanız için. Tabii ki, bu durumdan endişeliyiz. Lütfen bu sorunu en kısa sürede açıklığa kavuşturun. Daha önce hiç bu kadar geril- miş değiliz! -‘Suçlu değilsiniz,’ dedi doktor. -‘Ben ve Ardja- ni eski arkadaşız. Onun gibi çalışacağım ve sonucu kardeşim gibi getireceğim. -‘Teşekkür ederiz doktor,’ dedi kızlar. ‘Bu anlaşılmaz yükü bize hafiflettiğiniz için, ama olması gerektiği gibi oldu,’ dedi Dona. Moza gözlerini şaşkınlıkla açtı ve eli- ni salladı biraz. -‘Oo, kafamı patlattın! İyi misin?’ ironik bir tonla dedi. -‘Neden, ne var?’ dedi Dona. -‘Haydaa, neyim var
ah keçi!’ dedi Moza, elini koyduğu kafasını aşağı indirerek. Elini indirdikten sonra, başını bir kez daha eğdi ve sonra tek- rar Dona’ya doğru kaldırdı. ‘Hanımefendi, dün gece senin için hiç uyumadık.’ -‘Evet,’ dedi Ardjani sadece ikisinin diyalogu- nu izlerken. Başını onaylayıcı bir işaret olarak salladı ve dedi: ‘Moza’nın dediği doğru. Büyük bir stres altındayım, şimdiye kadar konuşmadım bile. Bu yüzden doktor, lütfen gündüz gece çalış ve bu işi bitir. Stres beni boğuyor. Ve ben Shkodra’da, hapishanede kontrol edeceğim. Gerçekten kimin beni getirdi- ğini kontrol edeceğim. Annem ve babamın kartlarındaki bil- gileri kontrol edeceğim.’ -‘Bravo!’ dedi kızlar. ‘Bu işte çok iyi gittin. Burada dramınız başlıyor. Burada kazılmalı.’ Toke,’ Moza dedi, ve Ardjani’nin eliyle el sıktı. Dona ise sadece din- lediği kadar ‘Siz bir grup oldunuz. Bravo!’ dedi. -‘Hahaha,’ dediler. -‘Kesinlikle,’ ironik bir şekilde Moza ekledi. -‘Haklı- sın,’ dedi Dona. ‘Temelde bu işi araştırmalısınız. Burada ola- yın kaynağı ve gelişimi.’ -‘Hahaha,’ Moza ve Ardjani güldü- ler. -‘Eskiden edebi analiz sınıfındaymış gibi konuştun,’ dedi Ardjani. -‘Evet, üçüncü sınıfa kadar var,’ dediler, ‘ama sade- leştirildi. Bütün derslerimiz bizim için ya basitleştirildi ya da adapte edildi. Sizin gibi değil, çok zor ve gereksiz yük taşıyan.
-‘Tabii ki!’ dedi Ardjani. ‘Çok ağır, iyi formda olmayan bir
lise öğrencisi asla böyle bir eğitim yükünü kaldıramaz. Lise müfredatı programı hiçbir şey belirlemiyor. Onu bitirdiğinde ne yapacağını bilmiyoruz. Mekaniker mi olacaksın, matematik öğretmeni mi, edebiyat öğretmeni mi yoksa ziraat mı? Gel ve bul! Gereksiz yükleri çeken bu insanlar asılı durur. Hepsi de Rus sistemi çünkü biz kopyalıyoruz. Dünya her yerde ilerli- yor, biz dogmalarla duruyoruz,’ dedi. -‘Hala her derste “par- ti bize öğretiyor” diyorlar.’ -‘Hahaha,’ hep birlikte güldüler.
-‘Bugün beni güldürdün Ardjan. İyi yap,’ dedi kızlar. ‘Eminim ki milletvekili adayı olmalısın. Demokrasi kazanacaksa,’ dedi.
-‘Bunun gibi bir şey aklımda,’ dedi. ‘Ama bununla hiçbir şe- yim yok.’ -‘Bunu biliyoruz,’ dediler ve birbirlerine bakıp gü- lümsediler. O zaman doktor başladı,’ dedi, ‘ve bir hafta sonra burada buluşuyoruz.’ -‘Bu işi yapmak için zamanın var mı?’
-‘Evet,’ dedi doktor. ‘Görüşürüz kızlar!’ dedi. Ardjani kendi arkadaşı doktora el salladı. ‘Görüşürüz kızlar,’ dedi tekrar ve çantayla hızlı adımlarla uzaklaştı. Nereden geldiği yerden git- ti. Üçü de barın çıkışından Kültür Sarayı’na doğru başlarını ve bakışlarını çevirdiler.
Bir saat daha birlikte mekanda kaldılar ve sonunda gö- revlerini ayırdılar. -‘O zaman kızlar,’ dedi Ardjani. ‘Şimdi Shkodra’ya gidiyorum. Doğrudan yetimhane yolunu tutaca- ğım, müdürüyle buluşacağım ve görüşmenin sonucunu size bildireceğim. Bu iş bir günde bitmez tabii ki. Resmi bilgileri almak için zaman lazım, yoksa gazetemizden resmi olarak size yönleniriz ve bundan sonra gidecek hiçbir yer yok. -‘Tamam,’ dediler kızlar. ‘Duvarları kazmak ve gerçeği bulmak için sana omuzlar vereceğini biliyoruz.’ Toke,’ Dona dedi, ve elini Ar- djani’nin eliyle sıktı. ‘Benim yıldız gelinim!’ dedi. ‘Sen de gerçekten çok yakışıklı bir erkeksin!’ dedi, Ardjani’yi göz- den uzak görmek, ona uzaktan bakarak: ‘Sanki sampist gibi görünüyorsun.’ Kemik, kolla? Belim kadar,- diye gülümsedi.
-Ee,- dedi. “Bu yüzden sen bir kadınsın. Rugova kızları gibi şarkılar söylemeye başlayanlar. -Nasıl söylenir?” diye sordu Dona. -Metni burada yok, ama özetlemek gerekirse, uzun, za- rif ve elbette ince. Bence kadının böyle özellikleri olmalı, aksi takdirde erkek denir. -Ahaha,- kızlar güldüler. -Ama siz de çok güzelsiniz! Zarif de. Öyleyse, rahatça konuşurum yanınızda.
-Hahaha,- tekrar güldüler. -Biraz şeytan mısın,” dedi Dona. -Hayır, şeytan değilim. Ben uyanığım. Böyle öğrendim. Halk müziğinde onlar hakkında çok şarkı okudum ve böylece öğrendim, yani uyanığım. -Tam da öyle,” dedi kızlar. -Bayım, her şey için hazır cevabınız var. Sizin bir hatanızı veya so- rununuzu yakalamak zor. Her ikisi de güldüler. -Çünkü hak- sızlık yapmıyorum ve her şeyi herkese açıklıyorum. Dünyada kimseye gizlemem gerekmiyor. İkinci olarak, her şey ortaya çıkar, saklamak için çaba harcamanın bir anlamı yok. Zaman gösterdi ki doğru sonunda ortaya çıkıyor.
-Popopo,- dediler kızlar. -Doğru bazen çıkar ve her za- man çıkmaz. Hatta yüzyıllarca gecikti,” dedi Moza, ciddi bir duruşla ve kederli bir bakışla. -Ne var?” Kameracıya baktı ve sonra ona para ödeyeceğine karar verdi. Bu sefer iş için Shkod- ra’ya gidecek. Bu kez her zamanki iş uçuşu değil, Shkodra’nın beşinci kuşatmasına kadar gitmek istedi. Roma ya da Türkler eksik. Ve nihayetinde, şehri fethetmek için yüz binlerce ölüme neden olan dağcılar. Bu bir kuşatma değil,- diye düşündü. -Bu bir saldırı,- ve biraz güldü. -Ne var?” diye sordular. -Hiçbir şey. Bugün kendimi Shkodra’nın işgalci veya kuşatıcısı gibi hissediyorum. -Ee,- dediler. -Ne hayal kuruyorsun çocuk!
-Tam olarak,” dedi. -Ben yazarım kızım. Bu benim mesleğim. Yazmak ve okumak. Normal ve fotoğraf çekmek. -Kirli sis- temden birçok fotoğraf çektim her gittiğim yerde, birçok olayı belgeledim ve buradan güldü.
Yani, planımız budur,” Ardjan sonunda ekledi. -Çürütül- meyen DNA kanıtı getireceğiz. Ve ikinci olarak, bana bu yüz-
den gönderilen kişiyi ve gerçek annemi göstermek için kanıt getireceğiz. -Tam olarak düşündün,” dediler kızlar. -Şimdi ay- rılalım ve ben Shkodra’ya gitmek için gidiyorum ve iyi haber- ler getiriyorum. -Tanrı korusun,” dediler kızlar. -Amin!” Dona sonunda ekledi.
Hızla Shkodra’ya gitti. Yetimler için zor bir yaşam, yaşa- dıkları her yerde hissedilir. Yazılmamış veya keşfedilmemiş bir yasa gibi. Tabii ki, Tanrı onları sınamak isteyecek,- Dona dedi. -Evet evet,- Moza dedi. -Daha önce inanmadım ama şim- di denedim. -Gidelim,- dedi Dona. Siyah ceketlerini giydiler ve okula doğru gittiler. Onlar, özellikle doktorun haberini bü- yük bir endişeyle beklediler, her şeyin çözülmesini sağladılar. Kardeş ve kız kardeş mi yoksa sadece bir benzerlik, sık sık Arnavutluk’ta meydana gelen şeyler mi? -Özellikle kuzeyliler, aynı insanlar gibi,- her gün Moza söyledi. -Çünkü uzaktayız ve aynı insan topluluğuyuz,” diye tekrar etti, Dona konuşmadı.
Ancak, bir şey söyledi. “Bana olmayacak. O benim kar- deşim değil. Havada, hislerde… her yerde. O sadece kocam olacak. Ama dünyanın en güzel yıldızı. “Yalnızca güzel de- ğil,” Moza sürekli olarak ekledi, Ardjan için özel bir yakınlık ve saygı vardı. -Tüm iyiliklerle bir adam. Kardeşin iyi şanslı,- Dona’ya söyledi. Annem asla lanet etmedi,- dedi. -Tabii ki,- gururlanıyordu Dona. -Nazik, akıllı ve çalışkan bir kızım. Tüm kızlar bir tur attı. Ben sadece annemle “Kızlar, arkadaşlarla çıkmak için bir gün çıktım. Evlenmeden önce en iyi adamı alacağım,” dedim. Ve o büyük bir inançla güldü. Bu yüzden kader bu sefer beni hayal kırıklığına uğratmayacak. Dona, on- ların hiçbir şey olmadığını ama onun anneye olan takıntısı-
nın neden olduğunu ve bu konunun hemen baştan çözülmesi gereken bir sorun olduğunu düşündü. -Evlenip çocuk sahibi olacağız ve bu hayat boyu bizimle olacak,” dedi. Çok fakirdi ve bir yıl sonra artık onu tutamazdı. Geldi ve umutla yetimha- neye teslim etti, iş ve ev bulacağını umuyordu ve geri alacaktı. Kötü kaderi. Çok ağır hasta oldu ve tüberküloz teşhisi konula- rak bir yıl sonra hastanede öldü. Ardjani böylece annesiz kal- dı. Gerçekten kimin doğurduğu bilinmiyordu, o zamanlar az bilgi vardı, ancak yetimhane müdürüne göre bir Arnavut kızı doğurmuş. Babanın Kosovalı bir Arnavut olduğu düşünülü- yordu, bilgilerin güvencesine göre bir zamanlar Shkodra’lı bir kızla ilişkisi olduğu ve ona aşık olduğu söyleniyordu, kötü bir biyografiyle. Adı raporda yazmıyordu, sadece babanın adı var- dı, biyolojik kanıt olmadan. Onun olduğu söyleniyordu. Yani bilimsel olarak kanıtlanmamıştı, doğum sertifikası yoktu, bu çocuğun bu annenin oğlu ve bu babanın oğlu olduğunu. Yani güvence raporunda babanın kim olduğuna dair bilimsel kanıt yoktu. Annesinin adı kasıtlı olarak kaldırıldı veya yazılmadı. Sigorta işi, her zaman olduğu gibi. Çocukları genellikle sigorta toplardı ve onları parti kadrosu yapmak için yetimhaneye gön- derirdi, onları ihtiyaç duydukları yerde kullanırlardı. Veya dış hizmete gönderirlerdi, özellikle zamanın karşıt örgütlerine bil- gi verenler. Yani Ardjani şanslıydı, sigorta okulunu bitirmedi ve onların ajanı olmadı. Ama belki de edebiyat ve öğretimde sahip olduğu yetenek, onları parti propagandası için kullanma- larını sağladı.
Ardjani Shkodra’ya gitti, yetimhane müdürüyle buluş- tu. Ardjani’nin tekrar buraya dönmesine şaşırdı. Kendi eski üyesini büyük bir saygıyla karşıladı ve buluşmanın sonunda
Ardjani kendi dosyasını aldı. Doğru olduğunu yetimhaneye getirdiği Jasemina, güzel bir Roman, ama çocuğu yok. Polis- te bir beyanname ile hikayeyi anlattı. Babanın bir zamanlar Karadağ’dan kaçmış bir mühendis olduğu söyleniyordu. Ko- sovalı Arnavut. Adı yazılmamıştı, ama sigorta da bu işin dos- yası bulundu, yetimhane müdürüne dedi. Ardjani aldı, dosyayı kopyaladı ve bir hafta sonra Tiran’a geldi.
Yasal tıp telefonunu aradı. O, Kültür Sarayı’nın ikinci katındaki bir telefon kulübesinden aldı. -Alo, – Ardjani kısa bir aradan sonra dedi. Diğer tarafta telefon açıldı. -Alo dok- tor, – dedi. -Mirdita, arkadaşım Ardjan! Nasılsınız, iyi misi- niz? -Evet, – dedi, biraz sesini alçaltarak ve siyah gömleğinin koluyla teri silerek, bugün giydiği gibi. Öğle vaktiydi. Eylül hafif serindi. -Doktor, – dedi, – kısa kesin, bir görüşle, anla- madınız mı ?! -Evet, – dedi doktor. -Bir saniye bekleyin, sizi aramak için hazırız, değil mi? -Söyle bakalım, doktor, – dedi diğer tarafın telefon. -Bir yerde.. Karsılaştırmalı biyolojik ana- liz sonuçlarına göre, gazeteci Ardjan Vusho ve öğrenci Do- nika Malaj’ın örneklerinde genetik olarak hiçbir eşleşme bu- lunamadı. – Urraaa! – Ardjani bağırdı. – Ne büyük adamsın! Hayatımın en büyük haberi! Beni kurtardın! Artık Donika’yı sevebilirim! Oh! – dedi ve yaşamının en büyük yükünden ve kaygısından kurtuldu. Onlar kardeş değildi. Tanrı’nın böyle is- tediği. Allah’a şükürler olsun! – gökyüzüne dua ederek söyle- di. Amin! – kendi kendine dedi. – Doktor, hâlâ orada mısınız?
– sakinleştiğinde Ardjani dedi. – Evet, – dedi doktor. – İş ara- cımı alıyorum ve hemen geliyorum. – Lütfen Donika’ya haber verin, – dedi. – Belgeleri ve resmi kaydı getireceğim, her şeyin düzgün olduğunu göstermek için devletten onaylatmamız ge-
rekiyor. Eh, kardeşim, – dedi doktor. – Tamam, tamam, getir,
- dedi sevinçle – Bir parti yapalım, dostum! – Ardjani tekrar dedi. – Şimdi kapat ve bir an önce gel. Kızlara haber vereceğim ve bekleyeceğiz. Büyük doktor, anlaştık mı? – dedi. Telefonu kapattı ve kızlara haber vermek için hızla Enstitü’ye gitmek üzere çıktı. Arabasını Kültür Sarayı’nın önüne bırak- mıştı. Hızlıca bindi ve yirmi dakika sonra yeniden merkeze, ikinci kattaki lokali getirdi. Doktor gelmemiş olabilirdi, ama gözlerini açtılar ve pastanenin içini taradılar, hiçbir şey gö- remediler. Büyük bir vazo çiçeklerin yakınında oturdular. İlk oturan Ardjani ve ardından iki kemanistti. Özgür ve mutlu his- sediyordu. – Uff! – dedi. – Büyük bir dert daha bitti! Tanrı’ya şükürler olsun! – yüksek sesle söyledi. – Sanırım Tanrı beni seviyor, – tekrar dedi. “Konuştular ama yüzleri mutluluktan parlıyordu, gözleri korkunun yarattığı uykusuzluktan dolayı hüzünlüydü, erkek ve kız kardeş olduklarından korkuyorlardı. Bütün bu drama bir hafta boyunca oynandı. Tek perdelik bir drama gibiydi, bir başrol karakteri vardı: Ardjan.
O, tüm oyunu oynadı ve zafer haberini getirdi. Haberciler her zaman iyidir. Zavallıların hiç suçu yok. Bunu yaparlar ve yine de yaparlar,” Ardjan kendi kendine dedi. “Ben bugün za- fer habercisiyim. ‘Bakın burada kızlar,’ dedi. ‘Zafer habercisi olmayı hak ediyorum. Pers savaşlarında Marathonomachus zafer haberini getirdiği gibi, sadece bir farkla. Ben ölmeyece- ğim. Savaş burada bitiyor!” diye ekledi. “Biz kazandık! Böyle bağırmak istiyorum,” dedi. Kızlar başlarını eğip, “Tanrı bize yardım etsin!” dediler. “İyi kal, Moza Dona,” dedi. “Haha- ha,” dediler. “İyi haber özel ve sadece bizim için,” diye ekledi Dona. “Tanrı bizi mutlu etmek istedi. Sonunda,” dedi Moza.
“Toke!” dedi Dona ve elini salladı. “Bravo,” dedi Moza, “kur- tardın!” “Teşekkür ederim, seni korudum!,” dedi. “Tamamen kurtardık,” dedi Dona. “Bir hafta uyumadım. Ekmeği bile iyi yemedim. İki günde bir. Daha iyi açıklamak için birazcık daha fazla söyle,” dedi. “Eee, öyle gördüm,” dedi Moza. “Sen çok zor bir kızsın, kız kardeş, ama onlara sürekli olarak kardeş ve kız kardeş olmadığını söyledim.” “Tanrı için dedin,” Dona cevapladı ve elini sıkarak kardeşini karşıladı. “Bravo!” dedi Ardjan. “Sen gerçekten kaderi öngören birisin.” “Seni Tanrı korumak için kardeş,” Ardjan ona döndü. Doktor yasal tıp ile geldi, büyük bir çanta ve bir kayıt defteri ile elinde. “Merha- ba,” dedi ve onlarca boşluk bıraktı. “Merhaba büyük doktor,” Ardjan ona selam verdi ve onu kucakladı. “Hayatımı sana borçluyum kardeş,” dedi. “Hayır hayır,” dedi doktor. “Arka- daşlar ve arkadaşlar zor zamanlarda vardır. Ya değil mi, kız- lar?” “Evet,” dediler. Her ikisi de elini kaldırdı ve el sıkıştırdı, başlarını hafifçe çarptılar. “Tanrı sizi mutlu etmek istediğinde, bunu beklemezsiniz. Tanrı büyüktür!” Ardjan ellerini kaldırdı. “O zaman raporu teslim ediyorum,” dedi doktor. “Keyfini çı- karın! Üçü de biyolojik testi okuyarak gözlerini açtı, sayılar ve standartlar konusunda anlaşamadılar, ama sonunda ‘Birlikte hiçbir biyolojik uyum yoktur’ cümlesiyle yazıldı. ‘Demek ki hiçbir şeyimiz yok!’ Dedi ve Dona ve Ardjan yerinde zıpladı. “Kutlu olsun!” dedi doktor! “Kutlu olsun ve sen Moza!” dedi ona. Doktor onu doğruca gözlerine baktı. “Sen de çok güzelsin bayan,” dedi. “Tekrar konuşabilir miyiz?” Ve kartvizitini, iş telefon numarasını ve iş adresini uzattı. “Bu bizim iş merkezi- mizin numarası. Onu arayın ve sonra beni isteyin.” “Tamam,” dedi Moza, doktora teklifini sevdiği belli oluyordu. “Hahaha,” dedi Dona. “Başka bir düğün arka planda.” “Ahaha,” dediler
hepsi. “O zaman,” dedi doktor Afrim Lemi Tirana’dan, “ben gidiyorum, çünkü işyerinde kaydı hemen oraya götürmem ge- rekiyor.” “Öyleyse görüşürüz,” dedi ve üçüyle el sıkıştıktan sonra uzaklaştı. “Seni bekleyeceğim,” Moza’ya dedi, o ko- nuşmadı, sadece doktorun teklifini onayladı. O gittiğinde, üçü kaldı. Ardjan, doktorun işini güçlendirmek için onu çok övdü, onun arkadaşı, doktor. “Çok ciddi ve çok iyi bir adam. Tüm dokuz okulu bitirdi, bir doktor için uzmanlık yaptı ve yine de en iyisi oldu. Birbirinize dikkatlice bakın,” dedi. “Elbette kar- deş,” dedi Moza. “Sözlerin babam için gibi.” “Teşekkürler,” dedi ve en pahalı ve en iyisini getirdi. Kamarie, uzun sürme- di ve onları getirdi. Bardakları çırpıp “Kutlu olsun!” dediler. “Tanrı büyüktür,” dedi Ardjan. “Amin!” dediler kızlar. “An- nemizi bildirmeliyiz,” dedi Dona. Benimle bir hafta konuşma- dı. Bu yüzden onları canlı tutmaya çalıştım Bana ya da bize dedi. Ben az konuştum, dedi Dona, ama onu iyi bir şekilde aldım, çünkü o annem. Onu çok seviyorum. -Onu sevdiğimizi biliyoruz, dedi Ardjani, bu yüzden onu bilgilendirmelisin. Ori- jinal raporu al, ona göster ve yasal tıbbi yerin adını ver. Onun, inanmadığı takdirde, resmi olarak gitmesine izin ver, bu rapor gerçek mi yoksa değil mi. Gördüğünüz gibi, her şey yasal hale getirildi. Devlet kayıtlarına kaydedildi ve herkes gerçeği iste- diğinde görmeye hakkı var, biyolojik örnekler de dahil olmak üzere, çünkü biz saçımızı ve saç teli verdik. Her şeyin doğru olduğunu doğrulamak veya emin olmak için her şeyi yaptık.
-Ama gerçek, dedi Dona. Şimdi annemi haberdar etmeliyiz, o
çok sevinecek. Beni kötü yaptığını düşünüyor ve seni benden ayıracağını düşünüyor, bu yüzden çok endişeli. -Ekstra, dedi Ardjani. -Sen git, onu bilgilendir, ben de Mozeyi fakülteye gö- türüyorum, sonra gelip seni de alacağım ve seni merkeze götü-
receğim. -Tamam, dedi Dona, ama biraz bekle. Kafasını eğdi ve düşündü. Oldukça mutlu görünüyordu. Mutlu bir insanın yüzüne bakın, mutlu olduğunda okunur, gülümser ve ruhu par- lar. Mutlu insanın her şeyi kendi vücudunda açar, gözlerden başlayarak, vücut ve yaşam uzunluğu. Mutlu bir insan uzun süre yaşar. Stresli ve sıkıntılı bir insan uzun bir ömre sahip değildir. -Evet, tamam, dedi Ardjani. -Bu zorluğu da geçtik. Başından beri söyledim, hayat kolay değil. Her zaman yeni bir meydan okuma önünde. -Tamam, dedi kızlar. -Ama sen devlet adamı gibi bir erkek seçtin! -dediler mutlu bir şekilde. -Kimse senin kadar hızlı seçmedi ve hayranlık uyandıracak kadar doğ- ru. -Tanrı yardım etti, dedi Ardjani, kızların konuşmasına pek karışmamıştı. Biranın sonunu getirdi ve dedi ki: ‘Kızlara kutlu olsun! Düğün de orada olacak!’ Seni de Moza’yı sevdik, dok- tor arkadaşım. Görüyor musun? -Hahahaha, dedi. -Tamam, iyiyim ve ben de düzeldim, dedi alaycı bir tavırla. -Bu yüzden düğün, dedi, ardından şişeyi Ardjani’nin şişesiyle karşılaştırdı. Şimdi sadece düğün var. Engel yok. Gel, Ardjani, seninle polis koruması geleceğim. Seni kişisel olarak koruyacağım, düğüne kadar hiçbir şey olmayacak. Hatırlıyor musun? -Ahaha, dedi Ardjani. -Zorluğu kabul ediyorum, ama sen Dona’yı koru- malısın, çünkü ona iyi gitmedi. Ya da sen mi dedin ki, beni başarısız yaptı, Tirana’nın kuklası. -Hahaha, dediler. -Kötü kader gitti. Pfypfy, Moza’nın başını tokuşturdu. -Amin! -de- diler ikisi de. -Kız, dedi Ardjani, işe başlamamız lazım. Ben ve Moza fakülteye gidiyoruz. Sonra sen git ve annenin haberi olmasına izin ver, sonra seni de alacağım ve bu merkeze gel. İstediğimiz şey bu. –Dona’nın cevabını sordu. -İyi, dedi Dona.
-Öyle yapalım. -Ve planı açıklamak için kalktı. -Beni kimya-
sal temizliğe götür, son tren istasyonunun sonuna kadar. Gelin
birlikte gidelim. Anneme haber verdim ve ona orijinal raporu gösterdim. Beni dışarıda bekleyin. Bir an bile uymuyor. İkimiz de okula gideriz ve Moza’yı alırız ve bu akşamı kutlarız. Ne diyorsun Dona? -Ardjani sordu. -İyi, dedi Dona. -Bu şekilde yapalım. -Ve planı açıklamak için ayağa kalktı. Çok sevgili. Dona, moral olarak çok düşmüş ve üzgün olan bir bitki gibi çölde su yağmurunun ardından canlandı, böylece her ikisi de motora binip kültür sarayına, Moza’nın onları dış kapının ya- nındaki dış holde beklediği merkeze gittiler.
“Onlar!” dedi. “Şimdi kendinizi aldınız. Hahaha,” altın- dan güldü. “Dün kadar küçülmüştünüz ve kuru bitkiler gibiy- diniz. Şimdi yüzleriniz ve gururunuz geldi. Allah için bravo!” güldü. “Ve sen, doktoru buldun mu?” diye alayla sordu Do- na’ya. “Beni buldu, işte,” diye cevapladı Moza, üzerinde giy- diği bluzu düzeltirken, çünkü sürekli oturduğu için biraz yuka- rı doğru kalkmıştı. “Seksi birisin!” dedi Dona kulağına. “Sen de benden daha seksi!” “Tamam patron?” diye ironik bir şe- kilde cevapladı. “Haydi gidelim!” dedi Ardjan. Her ikisini de arkasına aldı ve gözleri önünde kimse olmadan ilerledi, çünkü insanlar Ardjan’ı gördükçe toplandılar. İkisini de Enstitü’ye götürdü. Girişte hızı yavaşlattı, Enstitü’nün ağaç kapısında durdu. “Şimdi kendiniz gidin,” diye alay etti.
“Evet evet, buraya kendimiz gidiyoruz,” diye alayla ce- vap verdiler. “Plan bu,” diye hızlıca ekledi Ardjan. “İlk olarak nişanımızı resmen ilan edeceğiz; ikincisi, evlenmeyi planlaya- cağız ve tabii ki Tirana’da bir ev bulacağız. Bugünden itiba- ren,” dedi Ardjan, motorun kontağını hâlâ kapatmadan. Sonra ekledi: “Bugün ofise gideceğim, sıradaki yazıyı teslim edece-
ğim çünkü Tiran’da olduğumda orada günlük olarak olmam gerekiyor. Ve daha iyi olacak çünkü gideceğim çünkü şefimiz- le konuşacağım, ona yazı ile ilgili bir talepte bulunacağım ve bilginiz olsun ki, Tiran İcra Komitesi’ne bir ev için. Şefimizle de konuşacağım, parti bağlantıları çok fazla ve bir ev almak için elimden geleni yapacağım. Bir oda ve mutfak bile olabilir. Sadece ne kadar çabuk evlenirsek, başlangıçtan beri dediğim gibi, bana iyi bir şans uymaz.”
“Hahaha,” güldüler. “Başta inanmadık,” dedi Dona, “ama şimdi ikna oldum ki öyle.” Ardjan sadece sessizce baktı ve gülümsedi. “Öyleyse bir plan,” dedi Dona’ya alaycı bir şekil- de. “Ben öyleyim, bu yüzden hızlı bir şekilde medeni duruma geçelim ve evlenelim. Küçük pasaportun var mı? Yani kırmızı kimlik belgesi?” diye sordu.
“Evet, var,” dedi Dona. “Bravo! Yani yarından sonrasını bırakıyoruz ve gidiyoruz. Tanığım,” dedi Ardjan, “Moza’dır.” “Haha,” güldü. “Sen Moza’yı aldın mı?” “Evet evet, aldım, sen başka birini bul veya doktoru alalım mı?” diye sordu. “Evet evet,” Moza doğrudan müdahale etti. “Sana neşe ola- cak,” Dona’yı kışkırtmak için dedi. “Tamam, burada ne var?” diye cevapladı. “Ben bayanım, bu yüzden kimse beni sevmez mi? -Yyy!” dedi Dona. “Hepsi seni seviyor. Sen hiçbirini sevmiyorsun. Sadece doktoru seviyor. Onu görüyorum. – O kötü değil,” dedi Moza. “Orta Arnavutluk’tan gibi görünüyor. Yanımızda, yani,” diye gülümsedi Moza. “Güzel bir adamdı, kimse onu küçümsemedi ve en önemlisi, şef ve kardeşim Ar- djan.” “İyi konuşuyoruz,” dedi Ardjan. “Onunla bir başka bu- luşma yapacağız ve onunla daha iyi tanışın. -Tamam!” dediler
kızlar, Moza ile gülümsediler. Bu sefer biraz tutuklandılar ve bakışlarını uzaklaştırdılar. Bu sefer esprili değil.
“Görünüşüne göre,” dedi kendi kendine, “aşık olmuş gibi görünüyor. -Bak Dona,” diye tekrarladı, “bir ev aldıktan sonra evleneceğiz. Planım budur,” dedi Ardjan, iki kız arasındaki şa- kayı keserek. Onları içtenlikle kucakladı ve ardından gazeteye gitti. Editörün sekreterinden iki talep yapmasını istedi. Birini baş editöre ve diğerini Tiran Parti İcra Komitesi’ne bildirmek için. Şef, onu çok sevgiyle karşıladı, aralarındaki ilişkilerin düzeltilmesinden sonra. Aslında, Ardjan onunla düzeldiği için çok iyi yapmıştı, işte işi buraya geldi ve şimdi onun elindey- di. İki başvuru imzalandı ve mührü kondu. Hazır ve eskiden olduğu gibi esprili olmadan zarfları aldı ve postaya verdi. Gö- revlerini hızlı bir şekilde tamamladı, motora binip Tiran’da uçtu, editörden verilen tüm görevleri tamamladı, çünkü öğle- den sonra Shkodra’ya gidecekti, Dona’nın kampında büyük bir parti oldu. Annesi magnetofonu sona doğru yükseltti ve İtalyan şarkılarını dinliyordu. Dona ve Moza birlikte dans edi- yorlardı. Şimdi mutlu bir aileydiler. Kader tekrar hayatlarına geldi ve güçlü bir şekilde geldi. Başlangıçta Ardjan onları ge- tirdi. O, bir yolcu treni gibi geldi, bilinmeyenden onun kaderi oldu ve o, ailesi ve sevgilisi oldu. O, bir fırtına gibi veya güçlü bir rüzgar gibi geldi, aşkın tüm gücüyle kapıya vurdu. Tanrı, iyi olacağını gösteren bir sinyal olarak onu getirdi. İkisi de ye- timdi. Ve yetim olarak, Dona, babasız büyüdü, sadece annesi ve amcaları tarafından. Annesinin zorlukları büyümesine ve okumasına kadar çoktu. O, annesi iki işte çalıştı, böylece hiç- bir zaman eğitiminden ve viyolonselden ayrılmadı. Ve Tanrı, onun meleği kurtarıcısı olarak kapıyı getirdiği zaman, Ardjan
hakkında sürekli olarak dediği gibi onu çok iyi bir adam ve Tanrı’nın adamı. Bu yüzden Dona annesine dedi. O, onun ve eski sevgilisinin benzerliğiyle çok şaşırdı, çünkü aralarında korkunç bir benzerlik vardı. O ve Jeta’nın bayanının özellik- leri vardı. Bu, onu çok korkuttu, bu yüzden onun oğlu oldu- ğuna şüphe etti. Ancak, biliyor musunuz, bir anne olarak zor bir durum. Bu yüzden o, hayatta mı olduğunu düşündü, onun oğlunu Keser şu ki, bilim zafer kazandı ve her türlü tereddüt ortadan kalktı. Beyaz sisler gökyüzündeki aşklarının ardından yok oldu.
Artık birlikte evlenebileceklerdi. Ardjan mektupları pos- taya verdi. Redaksiyon işlerini tamamladıktan sonra Shkodër’e doğru yola çıktı. Mutlu idi ve her şeyin düzenli olacağına dair söz verdi, Dona ile evlenene kadar. Çünkü kaderin öngörüsüne göre Tanrı der ki: “Biraz sen koru ki, ben çok koruyayım!” Her şey orantılıdır,” dedi Ardjan gülerek. “Ve Tanrı’ya olan aşkımız, bilimin mantığı ile görülmelidir, ve kader, ve Tan- rı bizimle olacak,” diye ekledi. “Öyle umut ediyorum,” dedi. Ve iyi şansın döneceğine inanıyordu. “Yeterince kötü oldum şimdiye kadar, çünkü her şey dünyanın ve tüm canlıların dö- nüşümdür. Böyleyim de ben. Hepimiz diğer gezegenlerin gü- cünü hissediyoruz,” dedi kendi kendine. “Döneme gittim. Dün çok kötüydüm, o yüzden Tanrı’ya inanmak zorundayım. Tan- rı’ya inancım var ki, lanet bu suçluları yakalayacak ve belki bir gün bu güvenlikçileri ve komünistleri elinde bulacak, partinin adıyla terör yaptı, böyle aileleri ayırır ve çocuklarını kaderle- rine terk eder. Onlara acıma olmamalı. Tanrı’nın laneti onları ve ailelerini alacak,” dedi Ardjan, Shkodër’e doğru motorla giderken. O, sessiz ve endişesiz olduğu ilk kezdi. Belki de
Tanrı’nın huzurunun ilk günü, tüm acı ve hayal kırıklığından sonra, Dona’nın annesinin düşüncesinden Ardjan’ın acı çekti- ği ve şüphesinin nedeniyle iki kardeş oldukları düşüncesi ile ilk kez sessizlik ve acı hissi vardı. O sessizlik ve acı, sessizlik ve sonuç bekleme ortamında her şey döndü. DNA sonucunun sonuçlarının ortaya çıkmasını bekledi. Aslında, Ardjan onla- rın hiçbir şey olmadığından emindi, ama yine de içgüdüsünde şüphelenmişti. “Belki de,” demişti, geç saatlerde uykusundan çıkarken. “Her şey sona erdi. Şüphe ve şüphe sıfır ile çarpıldı. Onlar hiçbir şey birlikte değillerdi. Shkodër’e gitti ve oraya vardığında, sadece onun apartmanda telefonu olan komşuları- nın üçüncü kattaki komşusunu aradı. Dona hızla merdivenleri çıktı. Artık Ardjan’sız duramazdı. Onun eksikliği hastalık gibi olmuştu, bir dakika onu çok uzakta görünüyordu. “Alo,” dedi Dona. “Alo,” Ardjan cevap verdi. “İyi gittin mi?” diye sor- du. “Evet, her şey yolunda,” dedi. “Endişeleniyordum,” dedi Dona, “Fantoci’ye benziyorsun.” “Haha,” diye güldü. “Evet, çok benziyorum, ama seni bilgilendiriyorum gelin, “dedi. “Çünkü iyi gittim, hiçbir yere çarpmadım. Yavaşça yürüyo- rum, çünkü şimdi seni ve güzel gelinimi koruyorum. Dona, hızlı bir şekilde katılımı hakkında bilgi verirken, Ardjan te- lefonun diğer ucunda, yazarlar için hızlı bir sığınak talebinde bulunmuştu. “Kendi şefim ve bir yürütme komitesine başvur- duğum hakkında bir bilgi verdim. “Tiran,” dedi. “Üç ay en fazla bir yanıt alırım. İnanıyor musun?” diye sordu. “Evet,” dedi. “Bu bence,” dedi Dona. “Neden kendi evimizde yaşa- mıyoruz?” diye sordu. “Anne’mle birlikte?” “Hayır,” dedi. “Kendi evim ve ailem olacak. Tabii ki, anneni her zaman ya- nımda olacak şekilde alacağız, öne ve geriye,” dedi. “O benim annemdir. Sana ilk yaptığı ve ikinci yaptığından dolayı,” dedi.
“Annem yok ve şimdi bir anne buldum. Bir yetim için yeterli değil Dona. Kimse gelmiyor ve kimse yardım etmiyor. Üzü- cü ve öldürücü bir duygu. Dona, ağlamak üzereyken söyle, “Beni anla.” “Zaten bir ev alacağız. Ben, bu devlete binlerce dolar getirdim, kitaplarımın satışından sadece burada değil, dünyanın her yerinde. Bu devlet, acil bir şekilde benim için bir ev borçludur.” “Evet,” dedi Dona. “Doğru gidiyor. Neden genç bir çiftin anayasal haklarını altüst edelim, yeni bir aile oluşturuyor. Bravo!” dedi. “Öte yandan telefonun diğer ucun- dan. “Neden komünistlere evimizi bırakalım?” “Doğru,” dedi Dona. “Senin patronun ne dedi?” “Dedi ki: ‘Oğlumun gelinini görmek istiyorum!’ İkinci olarak: Benim düğünümde ilk ola- cak. Babam gibi,” dedi. “Ve bir iyi baba gibi, doğrudan baş- kanla görüşmek için komiteye gitti. Yanında dosyasını aldı ve toplantı yapacak. Tabii ki, benim için Halk Konseyi bir top- lantı isteyecektir. Bu gece, beni bilgilendirecek ve sonra sana ne olduğunu söyleyeceğim, ama bence direkt bana verecekler. Bu birçok neden için ve patronumun onunla arkadaş olması gerçeği için. Ayrıca partimin komitesine gidip bu sorunu da is- teyeceğim. “Herkesi seviyorsun,” dedi, şaka yaptı. “Evet evet, beni seviyorlar, seni seviyorum,” dedi. Ardjan Yıldız, seni se- viyorum,- dedi o.
Tamam,- seni, buradan, konuşurken bize anlatır,- dedi Ardyani.
Hayır, biraz otur!- Dedi Dona ısrarla.- Sen olmadan otu- ramam,- dedi o.
Şimdi, sen ve ben biriz,- diye konuştu Ardyani.
Seninle her yerde ve her zaman olmak istiyorum!- dedi o.
Tanrı, bizi her sınırlı dünya zamanının ötesine tanık kılar ve biz dünyalılar değiliz. Dünyalılar aşağı ve kirli varlıklar- dır,- dedi o, gülerek.
Haha,- ikisi de güldü.
Tanrı her şeyin üstündedir!- dedi Ardyani.
Şimdi kapatıyorum. Seni seviyorum yıldız! Cumartesi ve Pazar günleri birlikte geçireceğiz.
Evet, kesin,- dedi o.- Seni seviyorum!- dedi bu.
Aynı cevabı verdi ve o da. Onlar telefonu kapattılar ve aynı anda evlerine gittiler. Her şey tam olarak dönüyordu.
Ardyani, Tiran’a geri döndü. “Tirana” otelinde nişanları- nı düzenledi. “Kavaja” caddesinde bir ev aldılar, iki oda ve bir mutfak. Orada, Dona’nın annesi Jeta’yı da aldılar. Artık birlik- te çalışıyorlar ve yaşıyorlardı. Dona son yılında Güzel Sanatlar Enstitüsü’ndeydi. Okulu bitirdikten sonra, iki kız da evlenme törenini yapacaklardı. Moza doktorla, Dona ise bilinmektedir. Tiran’ın tamamı, kemanlı kızın büyük yazar Ardyani Vusho ile evlendiğini öğrendi. Demokratik değişim zamanıydı. Öz- gürlük günü herkes için yaklaşıyordu, Dona ve Ardyani için de.
Gece Moza, onu on ikiden aradı. Dona, Ardyani ile uyu- duğu yataktan şaşkına döndü. – Alo Moza! Ne oldu?- dedi şaşkınlıkla. – Hiçbir şey kız kardeşim. Sana hayalini ve bi- zimkini gerçekleştiriyoruz. Nasıl?- dedi. – Ne oldu? Kısacası kısa olun!- dedi Dona. – Evet, kısa oluyor. Bu akşam bizde patladı bir gösteri. Birçok ekonomik talebi var, aynı zamanda siyasi talepleri var. Öğrenciler alanlara çıktı. Bu kutlanması gereken bir şey kardeşim! Çok mutluyum! Anlıyor musun?! Söylemeden edemedim, sonunda patladı. Komünistler kaybet- ti! – Aaa!!! Ne dediğini mi?!- dedi Dona. – Ardyani’yi uyandı- rayım mı? – Evet, onu uyandır! Bu hayatının haberi. Değil mi kız kardeş? – Evet!- dedi o sesle. O, bir hafif elbise giymişti,
adeta şeffaf hale geldi. – Ardyani, uyan!- dedi o. – Uyan sev- gilim! – Ne oldu?!- Korkmuş bir şekilde dedi Ardyani. – Öğ- renci Şehri’nde gösteri patladı. – Aaa, gerçekten mi?!- dedi o uykulu bir şekilde kalktı. – İnanamıyorum,- dedi o. – Gerçek mi? – Evet!- dedi Dona. – Moza’ya konuş. – Alo!- dedi o. – Moza, Dona ile alay mı ediyorsun yoksa gerçek mi söylüyor- sun?! – Evet evet Ardyani, uyan! İşe başlama zamanı. Gösteri başladı. Bu akşam üç yüz kişi alanlara çıktı. Bütün yurttaşlar. Çok mutluyum! Gel yarın, seni bekliyoruz! İyi mi? – Evet evet tabii ki!- dedi Ardyani. Yarın katılacağız biz de. Bırakmayalım bunu. – Yarın ben başı çekeceğim!- dedi Moza. – Anlaşıldı. Biz de geleceğiz ve seni tüm Tirana’da yaşayan öğrencilerle destekleyeceğiz. – Bravo!- dedi Moza. – Sizi çok sevdiklerimi ve destekleyeceklerimi biliyordum. – Evet,- dedi ikisi, adam ve kadın. – Şimdi ve arkadaşlarımın ve arkadaşlarımın evleri- ne telefon ediyorum. Yarın, hepsini öğrenci şehrinde bulacak- sınız. – Unutma, kemanı da al!- dedi Moza. Dona şaşkınlıktan gözlerini açtı. Keman niye gerekli?! Sen al, sana göstereyim burada,- dedi. – Sen çılgın bir kızsın Tanrı için Moza. – Haha- ha,- güldü. – Yarın deliliğimizi göreceksin. – Oh bayan Dona,- dedi alayla. – Sen Moza ve gece yarısı şakası yapmadan dur- muyorsunuz. Tanrıya saygılarımızla! Rekor kitabı için Gines,
- gülüyor Tamam kızım, – dedi o. Diktatörlüğün sonu
geliyor! Lafı keselim!- dedi Moza. – Bunu mu diyorsun?- dedi Dona. – Evet evet. Her şey böyle başlar. Küçük bir başlangıç, sonra kar fırtınası gibi büyür. – Tamam,- dedi adam ve kadın.
- Bize hayat haberini de ver!- dedi Ardyani. – Ben farklılıkla- rın karakteriyim romanında mı olacağım?- dalga geçti
- Sen, hayatımın romanında bir karakter olduğunuzdan beri zamanın. Seninle treni tanıdığımdan beri. – Hahaha,- güldü
- Güzel, böyle mi kalacak ya da değil Ardjan? – Bu karar ve- rilmiştir,- dedi o ama şaka yapıyordu. – İyi geceler çift!- dedi – Yarın sizi bekliyoruz.
Gün hızlı geçti, dünya dönüşünün etrafında dönerken her zaman olduğu gibi gün geceyi getiriyor. Aynı ritim, aynı dön- gü, binlerce yıl boyunca dönüyor. Dünya ne yaptığını bilmiyor, kim öldü kim yaşadı. Kendi etrafta ve güneş etrafında eliptik yörüngesini sürdürüyor. Yeni gün vurdu. Her iki de sabah hızlı giyindiler ve Öğrenci Şehri’ne gittiler. Her yerde polis kalaba- lığı vardı, ama Ardyani çok tanınmıştı ve kimse onu durdur- madı. Polis komutanı, on ikinci binanın yakınında durdurdu. Ardyani gazetecinin belgesini çıkardı ve çalıştığını ve kim olduğunu söyledi. – Sana tavsiyede bulunuyorum oraya git- memen için,- dedi polis şefi. Durum çok ciddi. Düşman kendi işini yaptı. Bir sonraki günlerde ilerleyecek bir durumdayız. Bakanımızdan emirler bekliyoruz ne yapacağımız hakkında,- dedi o. – Hiçbir şey yapma!- dedi Ardyani ısrarla. – Şimdi, benim burada yerim. Ben gazeteciyim. Her şeyi veriyorum. Bu bir kavga olacaktır. Sonra ve bu komünistler kaybetti ve ülkeleri sütununa düşer. – Biz ne yapacağımızı biliyoruz,- dedi polis şefi. – Burada benim işim var ve ülkenin hükümetine ihtiyacım var. Polis şefi Ardyani’yi bıraktı. Sonunda Ardya- ni’ye gitmek için izin verdi. Ayrılmak ve bunu yapmak. Gös- teri başlamıştı. Ardyani kız kardeşlerin yanına gitmişti. Kız kardeşler, dostlar, insanlar ve onlarla birlikte birçok öğrenci vardı. “Viva la Libertà!” Diye bağırıyordu kalabalık. Öğrenci Şehri’nde birkaç keman çalıyordu. Sonra yavaşça ve sessizce başladı. Çok güzel ve sessiz bir şekilde başladı. Yine gösteri başladı ve öğrenciler klasik müzik eşliğinde dünyanın en iyi
gösterisini yapıyorlardı. İlk başta yüksek sesle bağırıyorlardı, ama o sırada Ardyani ve arkadaşları oturdular ve duyduklarını dinlediler. Bu gösteri de tıpkı başladı. Moza, Dona, Ardya- ni ve kız kardeşler birbirlerine sarıldılar. Herkes için aynıydı. Gözyaşlarını sildiler ve kız kardeşlerini götürdüler. Ve o saatte sabahtı. Gösteri başladı, öğrenci ve tüm öğrencilerin Öğren- ci Şehri’nde en büyük hayatınızı mı alacaksınız? dedi, bütün şehri olarak, Ardyani, belgelerini düşündü ve ın başka bir ne de vardı. Ardjan dedi. – Kendim göreceğim. Yanlış yapmayın, onları durdurmayın. Onları tutuklamayın.
- Hayır! dedi şef, polis şapkasını düzeltirken ve tulumunu yukarı kaldırırken. Bize ne emrederseniz yapacağız, yani parti, Dikkatli olun! Siz karışmayın! dedi. Bu değişim zama- nıdır. Benim okuduğum kadarıyla, halk ayaklandığında, her hükümet düşmüştür. Bu tarihi bir olaydır, dedi bu.
- Bunu bilmiyorum, dedi Siz daha iyi biliyorsunuz.
- Geçin, Saldırıya uğrarsanız, yardım çağırın, dedi. Ardjan güldü ve onun savunacağı kişinin tam olarak kendisi olduğunu ve diğerlerinin ona yardım edeceğini düşündü. Ney- se, teşekkür ederim, dedi Ardjan. Onu kendi yaptı mı, Dona? diye sordu.
- Hayır, bilmem efendim, dedi Dona. – Biz karşıyız, bil-
- Senin durumundan kaynaklanmıyor, dedi Dona. Sen çok ünlü bir gazetecisin ve yazar, ve onlar senin partiyi yaptı- ğını sanıyorlar.
- Evet, dedi – Bu büyük bir şaka. Onlar suçlu değiller.
Beni iktidarla karıştırıyorlar.
- Hahaha, tekrar gülüyorlar. İkisi de Moza’nın odasına O, onları binanın on ikinci katındaki koridorda karşıladı. Merhaba çift! dedi sadece onları gördüğünde. İkisi de onu ku- cakladı, aynı şekilde Ardjan’ı da.
- Bu işin olduğuna inanamıyorum, dedi şaşkın Ardjan, teri sildi, sokaktan, merkezden öğrenci şehrine kadar eliyle yüzünü.
- Onu sallayacaksınız, dedi Ardjan. – Evet evet, endişe- lenme kardeşim, dedi Moza. – Önde, müzikte olacağız. Bu günü ve tarihi hatırla, dedi Ardjan. Bu gün tarihte kalacak. Şimdiye kadar hiçbir Arnavut, komünist devlete karşı ayak- lanmadı.
- Çok doğru kardeşim, dedi bu, çünkü gözlerini kapadı ve kapıyı ne kadar öğrenci toplandığını görmek için dışarıya doğ- ru döndü. Yüksek spor ayakkabıları düzeltti ve onları kaldırdı ve şunları söyledi: Öğleden sonra protestoya çıkacağım. Peki sen ne yapacaksın? diye sordu Dona’ya.
- Moza, ne soru soruyorsun, dedi Dona. – Seninle ölüme kadar olacağım. Her zaman olduğu gibi! Bravo! dedi Ardjan ve onu öptü. – Ve ben sizi destekleyeceğim. Yanınızda kalaca- ğım. Her şeyi fotoğraflamak için kendi fotoğraf makinesini al- dım. Bu gün tarihi bir gün. Kemanı aldın mı? diye sordu
- Hayır efendim, dedi Dona. – Hızlı gittik ve unuttuk. Peki kemanı ne yaparsın kızım? diye sordu Dona ve onu başı- nın üzerine Hey, bu kafa ne düşünüyor? Ben de bilebi- lir miyim? diye sordu Dona.
- Biz, dedi Moza, biz burada kızlarla kemanımızla ola- cağız. – Evet, kızlar ve kemanlar, dedi Dona. – Burada da?! diye şaşırdı. – Evet, evet, biz barışçıl olacağız. Öğrenciler ve vatandaşlar. Bu devrimi başlatacağız, dedi Moza.
- Hey, dedi Dona, bugün ne yapıyorsun?! Sen tamamen değiştin kızım, Moza’ya döndü. – Hayır, dedi. – Ben okudum ve bu gün için hazırlandım. Bugün politik talepler yapacağız ve bu dordolecetlerin yapacağı herhangi bir şiddet veya şantaj- dan çekilmeyeceğiz. Polislerin yönüne, herhangi bir müdaha- leye hazır bekliyorlar. “Üzgünüm!” diye bağırdı. “Bu köleler köleliği ve komünizmi istiyorlar. Bu talihsizlerin bu hüküme- tin ve bu sistemin düştüğünü Kendi başlarına Gor- bachev’i devirdi.”
- O, Çaushescu’yu da devirdi, dedi Dona.
- Evet, dedi Ardjan, göğsünde kahverengi ceketinin düğ- melerini düzeltti ve zinciri yukarı çekti, boks maçı için hazır gibi görünüyordu. – Sen ne yapacaksın? diye sordu Moza
- Her yerde sizinle olacağım, dedi. – Protestoya çıkacak- sın ve sen, Ardjan? diye sordu şaşırmış.
- Evet evet, ben de sizinle olacağım. Önce size fotoğraf çekeceğim, bu olayı belgelemek Ve Dona, benimle
birlikte burada kalacak, sonuna kadar. Bu yarışmanın sonuna kadar, bu pisliklerin yıkılmasına kadar, dedi.
- Toprak! diye bağırdı Moza. – Seni seviyorum Ardjan kardeş! O neredeyse ağladı, ama bazı gözyaşları yüzünden du- daklarından aşağıya düştü. Moza çok güzeldi. Uzun, siyah saç- lı ve sporcu bir vücut. Onu ressamın gözüyle görsen, doğrudan portresini çizerdin. Motra Tone ve Kolë Idromenos’tan daha güzel. Siyah gözlerde resmedilen güzellik, her film yönetme- nini şaşırtan yüz simetrisiyle.
- Bu kız bir film sanatçısı olmalıydı, Ardjan kendi kendi- ne dedi. Moza, Ardjan’a keman fikrini söyledi ve ona bu gü- zelliği bulduğu için tebrik etti. Eğer sen ve Dona bu hareketin başında kemanla çıkarsanız, hiçbir polis sizi rahatsız etmeye- cek! diye gülümsedi Ardjan.
- Hatta İşçi Partisi bile. Hatta bir hapishanede size emir verecektir, protestodan sizi atacaklar.
- Gerçekten mi? dedi kızlar. Çok güzel miyiz?
- Evet evet, Ardjan ona döndü. – Bak, senin kulübüne gidip size bir bira alacağım.
- Tamam, – Bizim için biraz cesaret istiyor. Koş, dedi Moza.
Ardjan hızlandı, biraları aldı ve geldi. Onları bir araya ge- tirirken iki kemanı buldu.
- Kızlar ne yapıyorsunuz? dedi.
- Dona için bir keman bulduk, dedi Moza. Benimkini al- dım. Onu burada bir arkadaşımdan ödünç aldım. Ve Dona’nın kemanı, sadece Arnavutluk’ta değil, Avrupa’da bile en iyisi,
- Hahaha, Ardjan güldü. – Gel, gelin, bu gelinlik mi?
Gerçek mi?
- Bilmiyorum efendim, dedi.
- Biraz daha değerlendireceğiz ve nasıl hissettiğinizi an- layacağız. Kendini özgürce hisset. Her şeyi bildir, ama benim için.
- Gideceğiz. Daha sonra, dedi Moza. – Kemanı yerleştir ve aşağı, dedi Dona.
- Evet evet, burada yavaşlamanıza neden oluyorlar. Ama bizden vazgeçmeyeceğiz. Bunu polise bildireceğiz.
- Koş, dedi dedi Ardjani. -Bakın, ben kulübünüze gidip size bir bira alıyorum.
-Tamam, dediler. -Bizim için bir teşvik de senden lazım.
Koşun gel, dedi Moza.
Ardjani acele etti, biraları aldı ve ne zaman geldiyse gel- diğini buldu. Kızları birlikte iki kemanı akort ederken buldu.
-Ne yapıyorsunuz kızlar? dedi bu.
-Donna için bir keman daha bulduk, dedi Moza. Benimki var. Gördüğün gibi, bir arkadaşımın borcunu aldım, çünkü o da Dona’nın kimseye kemanı gibi vuramaz, sadece Arnavut- luk’ta değil, Avrupa’da bile.
-Hahaha, güldü Ardjani. -Gelin, gerçekten mi? Doğru
mu?
-Bilmiyorum, dedi Donna. -Belki biraz değerimi artırır-
lar, ama bu enstrümanı iyi kullanıyorum.
-Bravo! dedi bu ve yüzüne vurdu. -Seni seviyorum! dedi.
-Bugün parlamak istiyorum! Yoksa korkuyor musun?
-Hayır, dedi Donna. -Bugün babamın, annem için, senin annen için de intikam günüdür. Bu kanlı adamlar için. Bunlar Arnavut halkına karşı soykırımın sorumlularıdır. Yüzlerce ve binlerce yok edilen, mezarı bile olmayan insan var. Onlar Ar- navutlar. Onlar bizim insanlarımız, farklı düşündüler. Bu kötü adamlarla iç savaş yaptılar. Hiçbir gün yabancı düşmanıyla savaşmadılar. Dağda kaldılar. Ulusal cepheyle savaştılar ve zaferle döndüler. Partizan savaşı için, dedi Ardjani, Almanlar burada iki yüz yıl kalırdı. Bu malzemecilerin Almanları attığı hiçbir şans yok.
-Evet, dedi Donna. -Amerika bizi boğdu, Hitler’i yendi ve kızarmış ordunun yeniden canlandırılma olasılığını verdi, çünkü sadece onlar için, Hitler Moskova’ya kadar gitti, dedi, kaybı sağ taraf dünya ve Rusya’nın Balkan ve Arnavutluk’a gelişiyle.
-Bugün bizim ve Arnavutluk için yeni bir gün başlıyor. Bu politik dolandırıcılığa karşı yarım yüzyıllık bir gerçekle yüzleşiyoruz ve soykırımcılar, dedi. Sonra, konuşmasını bitir- di ve kızların yanına döndü…
-Çıkacaksınız gerçekten mi kemanla? dedi Ardjani, kızla- rın zekice davranışıyla gülerek.
-Evet, dediler. -Birimiz ekonomik ve politik taleplerimizi okuyacak, diğeri ise arka planda kemanlara vuracak.
-Aa, bu fikir çok güzel, dedi bu. -Komünistler doğrudan size koşacaklar kim olduğunuzu ve kiminle olduğunuzu bul- maya çalışacaklar. Ve bütün biyografiniz iki saat içinde gü- venlik ellerinde olacak. Sonra, zirve olacak, onlar beni orada desteklediklerini gördüğünde, bu öğrencilerle ne istediğimi söyleyecekler. Bu öğrencilerle ne yaparım. Sonra, yanınıza geldiklerinde, tepkileri o kadar ağır olacak ki, kendileri de nasıl yanlış yaptıklarını anlamayacaklar, ama sizi ele geçirip tutuklamayacaklar.
-Bravo, kızlar, bu sözlerle kızlar ve toprakları tuttular.
-Bir kardeşsiniz, dedi Moza. -Seni seviyorum! dedi Donna.
-Seninle gurur duyuyorum! dedi bu Dona’ya. O sadece biraz gülümsedi, başını biraz öne eğdi ve sonra dedi ki: “Tüm dünya sizi kızlarınızla görecek! Siz 1990’ların öğrencilerisiniz. Sizi her zaman özgürlüğü getiren öğrenciler olarak hatırlayacağız. Bu ülkenin ve çoğulculuğun tarihinde ölümsüz olacaksınız.
-Ardjani çok iyi biliyordu ne dediğini, çünkü tarih ve felsefe- yi iyi biliyordu. Onlara her şeyi ve bir kez daha açıklamasını istediler, bütün pluralizm gibi kelimeleri. Yani, dünya siyase- tini çok iyi biliyordu, antik çağdan sosyalizme kadar. Yüzlerce kez bütün hareketleri, devrimleri ve hükümet değişikliklerini incelemişti. -Tüm hikayelerde ve çatışmalarda halk kazanır,- dedi. -Bunlar savaşacaklar. Bizi tutuklayacaklar. Güç gösterisi yapacaklar ama sonunda istifa edecekler ve pluralizmi kabul edecekler.
-Ardjani,- dedi kızlar. -Pluralizm fikrini iyi açıklar mısın? Biz de öğrencilerin önünde konuşmalar yapacağız. -Evet,- dedi o,- politik pluralizm ve komünist hükümetin tamamen istifasını isteyeceksiniz. Ekonomik koşullar da isteyeceksiniz, ama bunları yerine getirmeleri hiçbir şansları yok. Programı daha sonra yazacağım. Bir gösteride söyleyeceğiniz tüm talep- leri yazmak için bir yerde oturacağım. Dün sadece ekonomik talepler yaptınız,- dedi. -Evet,- dediler kızlar, -çünkü biz poli- tikayı hiç bilmiyoruz. -O zaman kızlar,- dedi o, -ekonomimi- zin tüm sıkıntıları onları yönetenlerin suçudur. Bunlar gitmeli, bizi sonsuza dek ve tamamen huzur içinde bırakmalı. Ama direnmek zorundayız,- dedi Ardjani. -Bu akşam Amerika’nın sesine röportaj vereceğim. Onları çok kötü vuracağım. Onları bütün dünyanın gözünde aptal yapacağım. Korkmuyorum ar- tık,- dedi. -Sizinle birlikteyim. Birkaç gün sonra ben de sizinle baş başa geleceğim. Sonunda, her zaman bunu hayal ettim: İşçi Partisi’ni devirmek ve Arnavutluk’ta komünizme son dar- beyi vurmak.
Akşam hızla geldi. Hiç eve gitmediler. Öğrenci Şehri’nde beklediler, ama saat on dört civarında şefin telefonla bildirdiği bir bildirim aldılar. Ardjani de Öğrenci Şehri’nde bir telefon kulübesine girdi ve patronu telefonla aldı. -Alo şef,- dedi o,- Ardjani buradayım. -İyi misin oğlum?- ona şef dedi. Cevap verdi: Evet, çok iyiyim ve içgüdüsel olarak telefon kulübesinin kapısını iyice kapattı, başkalarının dinleyemeyeceğinden emin olmak için, çünkü her şeyin dinlendiğini biliyordu. Neredesin Ardjani? Şef dedi. -Öğrenci Şehri’ndeyim şef,- Ardjani dedi.
-Orada ne yapacaksın oğlum anlamıyorum. Ardjani bir hikaye oluşturmayı denedi, ama daha fazla devam etmedi. Biraz başı-
nı salladıktan sonra, dedi: “Şef burada protestolar patlak ver- di.” -Ne diyorsun?!- şaşkına dönmüş şef dedi. -Ee koçum,- şef dedi,- biliyor musun ki bütün telefonlar dinleniyor mu? Niçin boşuna konuşuyorsun?- ona dedi. -Şef,- dedi Ardjani, ve sesini daha da yükseltti. -Bugün komünizm sona erdi! Korkma artık! Şimdi korkmaları gereken bunlar, değil mi biz olabiliriz. -Oh budala!- dedi şef. -Ama bizi hapse atıyorlar! -Şef,- dedi Ard- jani,- bana inan. Bu sefer de olayın ilk haberini getireceğim. Kameralı makinam var mı yoksa ne haber? -Git lan sen,- dedi şef. -Bir şeyler içtin mi? Nereden içtin lan?- O şakayla sordu.
-İçmedim. Sadece su şef. O kadar.
-Şef dinle dikkatlice,- dedi Ardjani. -Olayı bir gazeteci olarak yakından takip ediyorum. Anlıyor musun? Akşam ye- meğine yakın hepsini getireceğim, basabileceğim. Anla şef? -o dedi. -Oh, Ardjan,- dedi şef, – bunlarla oyna oğlum! Eğlence yapma! Unutma sana söylemeyi unuttum. Evinizin adı resmen sizin oldu, Yürütme Komitesi toplantısında. Ne iyi bitti hızla! Şimdi eviniz kağıtla sizin. Keyfini çıkar! -Teşekkürler!- dedi baba şef, – Ardjani güldü. -Ama bugün işimi yapıyorum ve öğrencilere destek oluyorum. Sana söylediğimi söyleme. Sen bana bunları söylersin. -Hahaha,- o güldü. Bu tip hareketler tipik. Biliyorum ama önce çık ve sizi tutuklasın,- dedi şef,- ve yapacak bir şeyim yok. Bunlar acımasız. Politika için adam öldürüyorlar. Bunu çok iyi biliyorsun.
-Şef,- dedi bu. -Gün geldi. Şimdi beni kim olduğumu gö- recekler. -İyi lan koçum, ama dikkatli ol,- ekledi şef. -Bu gece sen haberde olacaksın. Ben ilk gazeteci geldim ve olayı belge- ledim. Keyfini çıkar şef!
Şefin telefonu kapattıktan sonra Ardjani telefon kulübe- sinden çıktı ve yavaş adımlarla öğrenci mensasına gitti, ilk ne yiyeceğine dair yarışan öğrencileri gördü. Sıra her zaman mensa kantininin önünde uzun olmuştu. Her zaman böyle ol- muştu,- dedi Ardjani. Biz, öğrenci ve eski öğrenci aynı has- talığı paylaşıyoruz: “Mensa kantini önünde sıraya girmek ve yemek kartını taklit etmek. Bu sonsuzdur!”- dedi kendi ken- dine. -Ne yapıyorsun?- diye sordu ona Dona. -Öğrencilerle gülmek, Doni. Sen evinde yaşadın ve sıcak yemek sırası için hiçbir fikrin yok. Ben yaşlı yurt konuklarıyım. -Haha,- güldü Dona. -Vay be, seni görmek ne kadar mutlu ediyor, öğrenciler sıraya geçip sıvışıyor. -Nasıl buldun?- o da şaka yaptı. -Gözle- rinde güzel, öğrencileri sıraya geçerken,- ona Dona dedi. Ar- djani başını “evet” anlamına gelen bir işaret yapıp salladı ve sordu: Moza nerede? -Biraz odasında durdu,- ona Dona yanıt- ladı. -Protesto planı yapıyorlar. Tüm toplanıp odasına gittiler.
-Aa, ne iyi,- Demek Moza şef oldu. Ahaha, hayırsız! Hiçbir şey söylemedi bana. Belki de onları başka birine verdi, konuş- madan önce bekledi. Yoksa? -Evet, öyle olacak,- Dona dedi. “Moza çok zeki. Belki de o, gösterinin başkanı olacak,” dedi Ardjan. “Belki,” dedi. “Bu akşam kemanla yer alacak mısınız, fotoğrafınızı çekeceğim,” dedi. “Tabii,” dedi Dona. “Moza ‘evet’ dedi, çünkü barışçıl olduğumuzu göstereceğiz ve barış- çıl hareket istiyoruz, aksi takdirde müdahale edeceğiz,” dedi Ardjan. “Bu pislik polislere silahı vereceğim ve saldıracağım. Bunlar bize dokunamaz,” dedi. “Zoti Dona, onlara atlamak zo- rundayım! Unutma!,” dedi. “Tamam,” dedi Dona. “Sakin ol adam! Olay henüz gerçekleşmedi.” “Evet, öyle,” dedi. “Haha- ha,” ikisi de güldü. “Henüz olmadı,” dedi Ardjan.
Akşam sessiz geçti. Öğleden sonra, tüm öğrenciler on bir binanın önünde toplandı. Ayrıca, sesini yükselten bir otoma- tik polis arabası da vardı. İlk olarak Moza çıktı, diğerlerinin arasında öğrencilerin meydana gelmesini istedi, öğrenci pro- testocularının büyük kantin meydanına, nerede protesto eden öğrenci başkanlığı konuşacaktı.
Yarım saat sonra, meydan tıklım tıklım dolmuştu ve söz Moza Buna’dan, Şkodra’dan geldi. “Merhaba,” dedi. “Ben Moza, sanat öğrencisiyim. Son sınıftayım. Dün gece jeoloji ve madencilik mühendisliği öğrencilerinin protestolarında da vardım. Ekonomik koşullarımız skandal. Söylememe gerek yok. Nasıl yaşadığımızı, nasıl yediğimizi ve beslendiğimizi burada ve ailelerimizde hepimiz biliyoruz. Her şey bizim için bir aldatmaca. Biz, Afrika’dakinden daha kötü durumdayız ve soyulmuş ve aldatılmışız. Çok doğal kaynaklara ve petrol ve krom var. Peki bunlar nereye gidiyor? Bu kaynakları bu insan- lar nasıl kullanıyor? Cevap çok basit: “Kişisel ve ailelerinin politik büro personeline kullandırmak.” Biz bu eğitimsiz lider- lerin köleleri, yani işçi sınıfının köleleri.
Coğrafi olarak Avrupa’dayız, ama bizi biliyorlar, küçük- çe dogmatik birkaç kişiyle yönetiliyoruz ve onlar bizi ve Arna- vutluk’u kendi özel mülkü olarak biliyorlar.
“Sayın öğrenciler,” dedi, otomobilin sesini yükselttiği bir merkez olarak. “Saçlarını gözlerinin üzerine dökmeye başladı ve dedi ki: Çözüm politik. Bunlar hiçbir şeyi çözmüyorlar. Sa- dece aldatma. Hiçbir şey bilmiyorlar ve hiçbir şey yapmıyorlar. Politik pluralizm ve piyasa ekonomisine adım adım girmemiz
gerekiyor. Ama başlangıç olarak Avrupa ve OSCE tarafından garantili serbest ve adil seçimler. İkinci olarak, Amerika Bir- leşik Devletleri ile dostluk, ulusal özgürlüğümüzün ve dünya demokrasisinin garantisi olarak. Aşağı politik bürokrasi! Ya- şasın pluralizm ve Avrupa’da Arnavutluk!”
“Evvet!!” kalabalık alkışlamaya başladı. Moza, olayın başı oldu ve dünya demokrasisinin öncüsü oldu. O gece ve günler boyunca Şehir Üniversitesi.
O, kürsüyü terk etmeden önce şunları söyledi: “Bu ak- şam, sizin için, bir keman parçası çalacağız. Vlora’dan ben ve arkadaşım Donika Malaj.” -ve gözleriyle ve elleriyle ona doğru baktı. Dona, iki keman getirdi ve birini ona verdi, diğe- rini kendisi tuttu. İkisi de Richard Wagner’ın Do Majör Senfo- ni’sini çaldılar. Kalabalık sessizleşti. Ardjan fotoğraf çekmeye devam etti ve hayret içinde izliyordu. Kendine inanamıyordu. Birkaç kez kendini dürttü. Rüya mı görüyor olabilirim? Bir an ‘Komünizme Hayır!’ dedi. Polis oto ambulansını aldı ve kız- gın bir devrim için çağrıda bulundu. Dona ve Ardjan herkesin önünde öpüştü. “Erkek ve kadınız,” dediler. “İki demokrasi için öleceğiz. Kimse bizi geri getiremez. Hayatı seviyoruz. Biz gençiz,” diyorsunuz, “öleceğiz.” “Haydi birlikte ölelim bugün, pluralizm ve demokrasi için,” dedi.
Kentte, büyük yazarın Ardjan Vusho ve karısı Donika’nın kadın kemancısı komünizme karşı açıkça patladığı haber yayıl- dı. İkisi de ilk komünist karşıtı protestonun liderleri olarak ad- landırıldı. İsimleri, heryere yayıldı, nasıl rüzgar. Güzelliklerin ve kemanın bayanlarının protesto lideri olduklarını söylediler.
Bazıları onları aşırı gördü. Bazıları onları sihirbazlara benzeti- yordu. Keman bayanlarıyla ilgili haber yabancı televizyonlara da yayıldı. İtalyan RAI-TV, ilk komünist karşıtı protestanın fotoğraflarını yayınladı. Ardjan, İtalyan televizyonlarına ve tüm dünya gazetelerine göndermişti ve haberlerin başlığında ‘dünyaca ünlü yazar ve iki keman bayanı, devrimin liderleri’ yer aldı. Bir sınır gazetecisi onları ‘Jean Darka’ olarak adlan- dırdı. “ABD Radyo ‘Amerika’nın sesi’ Ardjan’ı röportaj yaptı ve onu Tiran’daki öğrenci protestolarının lideri olarak adlan- dırdı. Açıkça hükümete karşı çıktı ve kendisi ve Arnavutluk için uluslararası koruma istedi çünkü güçlü bir şekilde müda- hale ederlerse ve protestocuları öldürürlerse korkuyordu. Dedi ki, eşi ve arkadaşı birlikte öğrencilerin liderleri olduklarını söyledi ve keman bayanlarının varlığı bile barışçıl bir hareket yaptığımız anlamına geliyor. Dedim ki, ‘bugünden itibaren, iki keman bayanı ile birlikte yasadışılığa geçtik. Arnavutluk’taki yabancı elçiliklerden koruma istiyoruz. NATO’ya talep edi- yorum,’ dedi. ‘Tiran’da misillemeler tırmanırsa korkuyorum, çünkü güvenlik bizi yakalama ve öldürme yöntemine sahip.’” “Geriyorum ve ölsem bile, her yerde, her köşede olacağız, de- mokrasinin rüzgarını yayacağız,” dedi. Ve onlar, kemanlı kız- larla birlikte rüzgar gibi oldular, sözlerini vatanın her köşesine yaydılar. Adları her yerde anıldı. Onlar, ilk anti-komünist gös- teride çıkan sanatçılardı ve diğer tüm öğrencilere yol açtılar. Polis ve ordunun sıraları olağanüstü şekilde arttı ikinci gece. Onlar, kemanlı kızların ve Ardjan’ın Öğrenci Kenti’ne girme- mesi için önlemler aldılar, ancak fırtına durdurulamadı.
Onlar yerden yükseldi, herkesin şaşkınlığına. Güvenlik ve hatta öğrenciler için, üçü tekrar ikinci gösteriyi açtılar, siyasi
mahkumların serbest bırakılmasını ve her durumda pluralizmi talep ettiler. Kalabalık alkışlar ve mutluluk bağırıyordu, çünkü onların hayatta olduğunu ve güvenliklerini ele geçirdiklerini fark ettiler. “Özgürlük – Demokrasi!” Herkesin refreni oldu o günlerde ve gecelerde.
Ve onlar saklanmadılar, tekrar gösteriyi öncülük ettiler, keman çalarak ve sokakta yürüyerek. Tanrı onları korusun. Ve onlar elçiliklerin yolunda, politik programı tamamen hazır- layan Ardjan’la birlikte başa çıktılar. Arnavutluk’ta sessizlik oldu, yazar Ardjan Vusho konuştuğunda. Tanrı büyüktür! dedi ve bir haç çizdi. Turkuaz, biri Tanrı hakkında konuşan ilk kişi olduğunda sessizdi. Biz özgür olacağız ve geri dönmeyeceğiz! dedi. Avrupa Arnavutluk’un elçilikleri aracılığıyla bilmelidir: Ya hepimiz ölürüz ya da kazanırız! Kaç kişi öldürülüyoruz? Yüz bin? Kabul! Ölelim! Ama bu kırmızı pislikler nereye gi- decek? Bugün ölelim dedi, vatan ve vatan için. Biz bu pis- likleri korkutmuyoruz, dedi. Gelin ve deneyin! dedi polis ve askerler etrafında döndü. Ben öleceğim ve yeni ailem ölecek. İnsan olmak istemiyorum, dedi, çünkü vatan için ölüyorum. Ve yeni ailem ve Dona’mın, gösterilere katıldığından dolayı acı çekiyorum. Keman kızı eşim. Ölmeye ve geri dönmemeye karar verdik! Yaşasın Arnavutluk ve demokrasi! Keman kız- ları sahneye girdi. Moza, öğrenci komisyonunun başkanı ola- rak seçildi ve politik pluralizm ve öğrenci partisinin kurulması için hükümetle müzakereler yaptı. İlk gösterinin yıldızı oldu. Dona ve Moza, çok hızlı bir şekilde resimler haline geldi ve başkentteki sokaklarda çocuklar ve yetişkinler tarafından her yerde adları yazılıyordu.
Keman kızları, Alman gazeteleri tarafından komünizmi devirenler olarak kabul edildi. Ardjan, dünya çapında ünlü bir yazar olarak korkmaz ölümden. Boksör vücudu ve bilim insanı koluyla komünizmi yerle bir etti. Eğer hapsedilirse, tüm Ame- rikan gazeteleri NATO’nun Arnavutluk’a müdahale etmesini istedi. Şimdi komünizm, keman kızları, protesto eden öğrenci- ler ve halk tarafından köşeye sıkıştırıldı.
Artık nereye gideceklerini bilmiyorlar, dedi Ardjan ke- man kızlarına. Hepsi bir odada durdular, çünkü güvenlik ora- da yakalayamazdı ve buradan öğrenci hareketine liderlik et- tiler. Arnavutluk, hayatlarında hatırlayacakları öğrencilerden aydınlandı. Tanrı cennette yüceltecek! Tiran halkının tümü dedi. Ardjan ve kızlar odalarına gittiler. Her gün tüm olay- ların özetini yaptılar ve gösterinin amacına ulaştığı sonucuna vardılar. Komünizmin teslim olacağı ve yakında siyasi plura- lizmin kabul edileceği ve İşçi Partisi’nden farklı politik parti- lerin kurulacağı açıktı. Tabii ki, güvenlik her yere sızacaktı ve tüm partilerde kendi işbirlikçilerini olacaktı. Güç ve zorbalıkla alışılmıştı. Aralık öğrencileriyle olan düşmanlık uzun sürecek ve her yerde devam edecekti. Tüm katılımcılar biliyordu ki onlar ve soyundan gelenler, bastırılmış blokla uzun bir savaş yapacaktı.
Dona ve Moza, Dona’nın eski evine, güvenliğin yoğun- laşmadığına inandıkları için gittiler. Tabii ki, yeni evlerinde de onları gözlem altında tutacaklardı. Ardjan’ın evi, Kavaja Cad- desi’nde. Gözetim ekipleri ve takipçiler, Tiran sokaklarını dol- durdu. Ardjan biliyordu, bu yüzden Öğrenci Kenti’nde kaldı.
Sonunda herkes, yazanın ve öğrencilere her şeyi anlatan liderin o olduğunu anladı, özellikle de eşi Dona ve Shkod- ra’dan arkadaşı Moza’nın öğrenci lideri olduğu grup için. Tüm Shkodrans, düşmanlar, güvenlik ve onların fonogramları hak- kında her yerde yazıyor, ama aynı zamanda sokakları kendi propagandacılarıyla dolduruyorlardı. Ülkülen yönetimindeki gözetim büroları elçiliklere ve ana caddelere dağılmıştı. Gri palto giymiş insanlar her yerde belirmekteydi. Kim oldukla- rını anlamak kolaydı. “Onları tanımayanlar için zor olur, ama onları tanımak kolaydır,” diye kendi kendine gülerek Ardja- ni söyledi. “Sadece işbirlikçilerinden korkuyorum,” diye de- vam etti her gün. Bütün mitinglerde işbirlikçiler çok sayıda ve ateşliydi. Partimizi daha fazla çekiştirmek için eğitilmişlerdi, onlara güvenimizi kazanmalarını sağlamak için. Bu yüzden dikkatli olmalıyız,” diye uyardı Ardjani her gün öğrencilere ve öğrenci liderliğine. “Bu güvenlik görevlileri alışılmadık arkadaşlar,” diye ekledi. “Hiç görmediklerimizi yapıyorlar ve aklımıza gelmeyen şeyler yapmakta özgürler. Sovyetler ve diğer Doğulularla aynı yöntemlere sahipler. Bunlar varlığı en güvenilmez insanlardır. Hiçbir prensibe sahip değiller. Sadece ideolojik canavarlar. Bu insanlar ne aileleri ne de sosyal hayat- ları var. Sadece gizli komünistler ve günümüz için hazırlan- mış kancalar. Ayrıca, sessizce güçlerini bırakacakları bir plan yaptıklarından eminim. Onların çekilmesi endişe verici,” diye tekrarladı Ardjani. “Kesinlikle şeytani bir plan yapıyorlar. Ne plan olduğunu öğrenelim,” diye konuştu her gün kızlarla ve arkadaşlarıyla. “Güçlerini bırakacaklar, ama onların çekilme- si beni endişelendiriyor. İşte size söylüyorum ki, bu insanlar şimdi bize ve Amerika’ya karşı nefretlerini açığa çıkaracaklar. Kara bir planları var, bu yüzden mutlaka uluslararası toplumu
uyaralım.” Günler Tiran’ı karşı karşıya bıraktı, anti-komünist protestolarla doluydu ve yeni bir çağ geldi çok yakında. Muha- lefet seçimleri kazandı. Komünistler muhalefete geçti. Ardjani her zaman hatırlatırdı ve aynı sözleri söylerdi: “Onlar karşı saldırı planı yapıyorlar! Boş durmamalıyız! Onları yasal ola- rak eylemleri ve toplu yıkımı için vurmalıyız ki, bu halka ne yaptıklarını gösterelim.”
GÜÇLÜ GÜNLER VİYOLALAR UNUTULDU
Ardjani Demokrat Partisi milletvekili oldu, Parlamento Başkan Yardımcısı oldu.
Moza Buna, Demokrat Partisi milletvekili oldu ve Was- hington’daki doktorla birlikte gitti ve asla geri dönmedi.
Donika Mala, Vlora’daki “Petro Marko” Tiyatro Müdürü oldu ve orada senfoni orkestrası kurdu.
Donika erken kalktı ve Tren İstasyonu’na gitti. Orada Fier’e gidecek treni alacak ve sonra Vlora’ya devam edecekti. Orada hem yatak odası hem de ofisi vardı. Her gün çalışıyordu. Sadece cumartesi ve pazar günleri evine dönüyordu. Ardjani ile birlikte, Tiran’da kalmaya ve hiçbir şekilde Arnavutluk’tan ayrılmamaya karar verdiler. O, yıl sonunda, Tirana Opera ve Balesi Müdürü olarak geri dönecekti. Bu yüzden Vlora’da doğduğu yeri kabul etti. Babasının doğum yeri ama aynı za- manda kendi yeri olarak gurur duyduğu bir Vlonjat olduğunu her zaman ilan etti ve ülkemizin yaşadığı tüm olaylara katılan en büyük ulusal gruplardan biri olduğunu belirtti. Komüniz- min devrilmesinde bile, ilk komünizm karşıtı gösteride öncü oldu. İyi bir soy olduğu için atalarının kanı onu komünizmden
kurtarmak için çağırdı. Aslında, elinde viyola ile gösterilere liderlik eden kişi o idi. Bu Moza’nın ve Ardjani’nin motivas- yonuydu. Onun desteğiyle, ikisi de daha güçlü oldu ve hiç ol- madığı kadar birleştiler. Hepsi komünizme karşı. Dona birçok yabancı dergiye kapak oldu. “Bir sinema yıldızı!” diye herkes söylüyordu. Ve gururla, anti-komünistler şunları söylüyorlar- dı: “Bu, elinde viyola ile gösterilere liderlik eden kızlar, zulüm ve komünist terör karşısında.” Bu, 90’ların Aralık öğrencile- rinin barışçıl ruhudur, komünizmi barışçıl bir şekilde deviren ve asla komünist terörden vazgeçmeyen. Ne onlardan ne de ailelerinden. Dona hızla adımını attı. Geç kalmıştı ve treni ka- çırabilirdi. Eğer treni kaçırsa, sadece taksiyle Vlora’ya gidebi- lirdi ve taksi tek yön için maaşının yarısını alırdı, bu yüzden acele etti. Ardjan’ı uykuda bıraktı. Onu hiç selamlamadı bile. O, kendi kaderine gitti, sevdiğinden daha çok sevdiği koca- sıyla son görüşme günü olduğunu bilmeden. Hızlı yürüdü ve son dakikalarda boş bir vagona bindi. Çok mutlu bir şekilde oturdu, kimse olmayan bir kabine. Tıpkı eskiden Ardjan ile tanıştığı zamanlar gibi. Belki de bu Tanrı’nın bir işaretiydi, geri dönmek için. Ya da hatırlamak için, Vlora’ya Ardjan ile gitmek için, ama Tanrı onlara böyle bir olayı düşündürmedi. Ama o ve Ardjan, bu son buluşmalarının hatırlanmayacağını hiç düşünmemişlerdi ve hayatları tamamen farklı bir yöne gi- recekti. O gün kader ortadan ikiye bölündü. Bir aşk güçlüle- rin ya da kaderin kötü talihi tarafından acımasızca parçalandı, çünkü Ardjan iyi olmaya başladığında her şeyi alt üst eden bir şeyler oluyordu.
Doñika tabii ki şehrin en güzel kadınıydı. Herkes ona hay- ranlık ve sevgiyle bakıyordu. “Bu Vlonyalı olamaz!” diyordu insanlar onu gördüklerinde. “O, dış dünyadan biri gibi görü-
nüyor, ama bravo ki herkes kaçarken Vlora’ya geldi. Buradaki en iyi aileden geliyor!” diye fısıldıyorlardı birbirlerine. Sonra hepsi alkışladı: “Bravo!” dediler diğerleri. “Allah yolunu aç- sın! Başbakan olursun inşallah!” dedi tüm Vlora halkı için.
O öğlen civarında Vlora’ya geldi. Hemen ofise gitti. Kı- yafetlerini değiştirdi, resmi kıyafetlerini giydi ve tekrar ofise gitti. Her zamanki gibi işe başladı. Bekçilere ve yardımcılara talimatlarını verdiği gibi. Tiyatro hem temizliği hem de onun gelmesiyle birlikte eklenen performanslarla parlıyordu. De- ğişimlerin zamanı gelmişti. Her Pazar bir performans vardı. Ve tiyatro orkestrası yeni elemanlarla yeniden düzenlendi ve Vlora ve Tiran’da gösterilere başladı. Ayrıca Viyana’da kon- serler ve resitaller düzenlemek için anlaşmışlardı. Avrupa’da ve daha ötede çokça adı geçiyordu. Hiç kimse tekliflerini red- detmiyordu. Viyana Orkestrası onu soloist ve müzik direktörü olarak davet etmişti.
Bu, Vlora’nın orkestrasını ilk başta yükseltmeyi düşündü- ğünü söyledi. Sonra görürüz ve yaparız. Vlora’ya olan sevgisi onu bir daha geri dönmeyeceği bir solist ve dünya çapında ta- nınmış biri yapmasına izin vermedi. Sadece çok para kazan- makla kalmayacak, aynı zamanda Arnavut adını her yere gö- türecekti!
BİR ANLIK HABER
Saat onda vardı. Ardjan’ın ofisinde, Arnavutluk Parla- mentosu’nun üçüncü katında, sürekli zil sesi çalıyordu yak- laşık iki dakika boyunca. Ardjan merdivenleri tırmanıyordu ve hemen kapıyı açtı ve cevap verdi. “Alo – Alo!” dedi diğer taraftaki ses. “Ardjan Vusho’yu arıyorum, Arnavutluk Parla- mentosu’nun milletvekili ve başkan yardımcısını.” “Evet, be- nim,” dedi Ardjan, kapıyı açık bırakarak ve koridordan gelen sesler net bir şekilde duyuldu. “Bir saniye,” dedi, “kapıyı ka- patacağım.” Kapıyı kapattı, çantasını masanın üstüne bıraktı ve hemen masanın üstünde bıraktığı telefonun ahizesini aldı. “Alo, efendim! Bugün hala işe başlamadık burada.” “Sorun değil,” dedi telefondaki ses. Ardjan biraz eğildi, diğerini te- lefondan daha iyi duyabilmek için. Başını ellerinin arasına aldı ve cebine soktu ve konuştu: “Evet! Buyurun, emredin!” “Bak,” dedi, “ben Ermal Zani, Vlora Polis Direktörü’yüm. Kısaca açıklayacağım. Bugün sabah saat dörtte eşinizi kaçır- dılar.” “Nee?!!!” dedi Ardjan. “Ne diyorsunuz?! Benim eşim bir müdürdür, efendim. Ne diyorsun?!” “Tam olarak! Donika Malaj dün gece kaçırıldı. Ve bu sabah tiyatrosunun çalışanla- rından bilgi aldık.” “Ne diyorsunuz efendim???!!!” neredeyse bağırdı. “Evet, bay Başkan Yardımcısı. Eşiniz kaçırıldı. Ve tüm Vlora polisi harekete geçti. Her yerde kontrol noktaları
kurduk. Alan gözlemcilerini artırdık. Bizim suç gruplarımızın içine de işbirlikçilerimizi gönderdik.
Ve ben bu operasyonu yönetiyorum. Bugün içinde bula- cağımızı umuyorum. Ne diyorsunuz efendim?!” Ardjan, şim- diye kadar hiç konuşmamış, sadece dinlemişti. “Şaka yapıyor olamazsınız, değil mi?” tekrar sordu Ardjan. “Hayır, hayır!” dedi Vlora Polis Direktörü.
Genel Direktör ve Bakanı bilgilendirdim. Tüm suç ko- vuşturması olayına katıldı. Daha fazla önlem hakkında İçiş- leri Bakanı tarafından bilgilendirileceksiniz. İyi günler!” dedi Vlora Polis Direktörü. Ardjan hiç konuşmadı. Yüzünde bir solgunluk vardı ve soğuk terler vücuduna döküldü. Ofisin her yeri ve ahşap mobilyaları birden dönmeye başladı. “Donika’yı kaçırdılar!” Ardjan’ın sekreterine söylediği son sözdü, bilinci kaybetmeden önce. Sekreter ne olduğunu anlayamadı, sadece baygın halde yere düştü. Hemen güvenlik ekibi geldi ve ambu- lansı çağırdılar. Havada sadece ambulans sireni duyuldu, hızla Tiran Merkez Hastanesi’ne doğru ilerliyordu. Haber yayıldı. Vlora Tiyatrosu Müdürü Donika Malaj, Vlora’nın en tehlikeli çetesince kaçırıldı ve ya öldürülecek ya da İtalya’ya kaçırıkla- caktı, çünkü o çok güzeldi. Ayrıca komünizmi yıkan öğrenci. Ardjan sadece bu kadarını duydu, bayılmadan önce. Önlemler alınmalıydı. Tüm kayıklar ve kayıkçılar kontrol edilmeliydi. Vlora Polisi’nin sesiydi yani direktörün sesiydi. Ardjan hasta- neye yetişti. Hemen muayene edildi ve serum verildi. Hastane çok kötü bir durumdaydı, ama personeli iyileştirmek için elle- rinden geleni yaptı. Ertesi gün kendisi kalktı ve hastane müdü- rüyle görüştükten sonra Ardjan işe gitti. Vlora polisini bir kez daha aradı. Şu ana kadar hiçbir şey bulamadıklarını ve ertesi güne kadar ele geçiremezlerse hiçbir şey yapamayacaklarını söylediler. “Botla kaçmış olabilirler,” dedi polis müdürü.
“SHIK veya Merkezi Suç Polisi müdahale etmeli,” dedi müdür. “Personelim eski rejimden ve baskı altında. Bir şey sakladıklarını düşünüyorum,” dedi telefonda. “Henüz reform yapmadım ve her şey onların elinde. Beyefendi, SHIK’e yö- nelin ve Tiran SHIK’i müdahale etsin. Beni kandırmaya çalı- şıyorlar gibi görünüyor. Ya da satın alınmış ikinci başkanlar,” dedi sonunda.
“Teşekkür ederim müdür!” dedi Ardjan. “Hemen SHIK başkanına gidiyorum ve sizin için takviyeler başlatıyorum. Vlora’ya da kendim geleceğim. Ona cesur bir ders vereceğim orada! Tüm ailesini rehin alacağım, kim olursa olsun!” Ardjan telefonu kapattı ve annesinden ağır bir şekilde söylendi.
“Anacığım,” dedi. “Hiçbir güvenlik garantimiz yok! Onlar organize ettiler,” diye bağırdı meclis merdivenlerinde. Onların benim için mezarları sessizlikleriydi. Onlar erkek de- ğiller! Biz Arnavutluk’ta veya Kuzey Albanistan’da hiçbir zaman birinin karısına saldırmayız veya kadınlara hakaret et- meyiz. Bunlar Yunanlar, bunlar Sırplar. Tüm mahalleyi onlara asmak istiyorum!
Duyuluyordu bağıran sesi parlamento merdivenlerinde birinci kata kadar. Güvenlik iyi davrandı, ama böyle bir vücu- du (yüz kilo ve iki metre boyunda) engellemek çok zordu. O daha çok bir süper polis veya tüm Arnavutluk’un başı gibi bir mafya patronu gibi görünüyordu. Artık takdiri kaybetmişti ve intikam her dakikanın müziği haline gelmişti.
Mevcut Parlamento otomobili onu aldı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’na götürdü. İçişleri Bakanı SHIK başkanıyla telefon-
da konuşmuştu, onu bekliyordu. “Peugeot” tipi kırmızı araba SHIK binasının önünde göründü. Yeni kurulmuştu ve faali- yetlerine başlamıştı. Tabii ki, burada da merkezi ajanlar, hala merkezi aygıtta çalışıyorlardı. Reform çok yavaş ilerliyordu, ulusal güvenlik endişesi ve çok hassas bir kurum olarak.
On dakika sonra, SHIK binasının girişindeki isimsiz ens- titüye gitti. Orada Ulusal İnşaat Enstitüsü ve yapay gölet yer alıyordu. SHIK binası burada bulunuyordu. Demir kapıdaki koruma memuru selamladı Ardjan’ı. Parlamento belgesini çı- kardı ve tanıttı.
“Ardjan Vusho,” dedi. “Evet,” dedi rota memuru. “Sizi yazar olarak da tanıyorum, ama politik zulüm görmüş olarak da tanıyorum. Birlikte çalıştık,” dedi. “Bir kez daha, komü- nistlere yaptıklarınız için sizi tebrik ediyorum. Size yakından bakmak ilk kez ve sizden çok öğrenciyi Aralık’ta kızdırdınız kırmızı cübbeyi devirdiniz. Ardjan sessiz kaldı, sadece dedi:
“İlk olarak, eski politik zulmü yaşamış birinin işe alınma- sı için tebrikler. İkinci olarak, komünistler bizi asla affetme- yecekler. Bizim düşmanımız ve sessizce vuracaklar.” “Evet, tamam!” dedi memur. “Buraya biraz haber vereyim. Koruma memurunu uyardı. Telefonunu kaldırdı ve enstitüye girişteki memuru doğrudan bilgilendirdi. Ve o da patronunu bilgilen- dirdi, eski matematik profesörü.
Hemen kapılar açıldı ve o enstitüye girdi, beyaz camlar- da. SHIK’in iki başkan yardımcısı, eski güvenlik subayları ve Personel ve İdare Direktörü Mero Çalamani onu beklemek için çıktılar. O en çok ona hizmet etmeye hazır olan ve daha
çok aldatıcı görüneniydi. Ardjan’ın dikkatini çekti “Hemen şu kurnaz adamı,” dedi Ardjan. “Sen nesin?”
“Şu an işe başladın mı yoksa burada daha önce mi çalıştın?” “Hayır,” dedi adam. “Yeni başladım. Matematik öğret-
meniydim.”
“Aaa,” dedi Ardjan, “Ne güzel! Şef kendini seçmiş gibi.” “Evet,” dedi adam, “Teşekkür ederim.”
“Ama sen bana tam bir hilekar profili gibi görünüyorsun,” dedi ve onaylayarak kafasını salladı. Sağ elinden çantasını aldı, sol tarafa doğru götürdü.
“Hayır, efendim başkan! Yanlış yapıyorsunuz!”
“Haha,” adam güldü. “Tamam, şaka yaptım. Hadi, yol ver, şefinizin yanına gidelim.”
Böylece yaptılar. Delegasyonları tekrar içeri girdi. SHIK şefi kapıyı açtı ve onları içeriye davet etti.
“Ben Ardjan…”
“Tanıyorum sizi,” dedi. “Matematik öğretmeni, Dhejtor hareketi üyesi. İlk olarak, kitaplarınız, ününüz ve komünizme yaptıklarınız için sizi tebrik ederim,” dedi SHIK şefi.
“Teşekkür ederim,” dedi Ardjan, gözlerinin içine bakarak.
Orta yaşlı bir adamdı. Gergin ve sözünde durmayan biri olarak göründü.
“Oturmaz mısın,” dedi SHIK başkanı ve yeni aldığı kol- tuğu getirdi, SHIK depolarından.
“Yeni evimizdeyiz,” dedi başkan. “Çok fazla mobilya ve lüksümüz yok ama elimizdekileri sunuyoruz.”
“Teşekkür ederim,” dedi Ardjan, otururken.
SHIK şefi, kurumunun faaliyetlerini ve yabancı ajanlarla mücadeledeki reformlarını kısaca anlattı.
“Yeni elemanlar aldınız mı?” diye sordu Ardjan.
“Evet,” dedi şef. “Yeni subaylarımız var. İsterseniz per- sonel direktörlüğüne yeni bir subay çağırayım.”
“Ah, çok iyi,” dedi adam. “Onu tanıyorum. O Aralık ha- reketinde başkan yardımcısıydı.”
“Evet,” dedi şef. “O da sizin gibi yazar.”
“O zaman onu analiz departmanına gönderin,” dedi Ard- jan ve gülümsedi.
“Hahaha,” güldü personel direktörü Mero Çalamani. “Bunu nereden buldun?” diye sordu Ardjan.
“Onu orada tanıdık,” dedi. “İyi ama bana bir casus gibi geliyor,” dedi Ardjan.
“Hayır,” diye itiraz etti SHIK şefi. “Hayır, efendim, ca- susları tanırım ben.”
“Tamam, çık dışarı,” dedi personel direktörüne emir ve- rerek.
“Nereden buldun bunu?” diye sordu Ardjan. “O da öğretmendi ve biz orada tanıdık,” dedi.
“Evet, iyi ama bana bizden biri gibi gelmiyor,” dedi Ard- jan. “Kötü bir casus gibi görünüyor.”
“Hahaha,” gülümsedi şef. “İşte tam olarak casusların yeri, efendim.”
“Oh, tamam, unuttum,” dedi Ardjan. “Özür dilerim.” “Ne içersiniz?” diye sordu şef.
“Teşekkürler, bir şey istemiyorum,” dedi adam. “Soru- num var, biliyorsunuz ne buldular bende.”
“Sizi bekleyeceğiz,” diye emretti sekreterine. “Sorun de- ğil, getiriyoruz… Sonra,” dedi SHIK şefi.
“Tamam, şef,” dedi adam. “Ama iki kahve getirir mi- siniz?” Ve sekreterine emir verdi ve öyle oldu. Gecikmeden
kahveleri getirdi ve iki bardak su bıraktı, kendi şeflerini rahat bırakarak.
“Şimdi konuşmamız gerekiyor,” dedi Ardjan. “Biliyorum,” dedi SHIK şefi, “ama yalnız olunca işe baş-
lıyoruz.”
“O zaman efendim, lütfen toplantıdan çıkın, ben ve parla- mento başkan yardımcısı bir konuyu tartışacağız.”
Ve onlara çıkmaları için işaret etti. Üçü dışarı çıktı ve odada Ardjan’ın düşünceleri ve endişeleri kaldı.
“O zaman başlıyoruz,” dedi SHIK şefi. “Ne olduğunu bi- liyorum, işte durum böyle oldu.”
“Dün sabah Vlora’daki SHIK beni aradı. Tüm gözlem gruplarımız alarm durumuna geçti ve ne yapacağımızı gözden geçiriyoruz.”
“Gördüm,” dedi Ardjan. “Eğer iki gün içinde bir şey bula- mazsak, ya onu öldürürler ya da onu kaçırırlar.”
“Biliyorum,” dedi SHIK şefi, “ama elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.”
Telefon sekreterine yaklaştı ve Vlora şefini aradı. “Alo!” dedi. “Emir ver!”
“Cevap verme durumumuzla ilgili ne oldu?” diye sordu SHIK şefi.
“Hiçbir şey yapmadık şef,” dedi, telefonunun kordonu- nun karşı tarafında sesi duyuldu.
“Hiçbir şey!” dedi şef bağırarak. “Bu adam nerede? O gü- venlik işbirliği. Onu bulun! Biliyorsun ne demek istediğimi! Çabuk getirin onu sahneye. Vlora güvenlik operasyonlarının tüm hareketlerini biliyor. Önce tehdit edeceğim ve sonra onun- la yüzleşeceğim. Erkeklerin bir buluşması. Arka tarafta değil, kahrolası kürekler!”
“Sakin ol lütfen,” dedi SHIK şefi. “Durumumuz büyük bir hata.”
“Şimdi su içtim,” dedi Ardjan, sakinleşmek için bir bar- dak su içti. “Bu yüzden onlara bir şey yapmadık, hiçbir şey! Bu adamlar tüm Alban varlığına el koydular ve şimdi bize kar- şı saldırıyorlar,” diye bağırdı. “SHIK, bu adamların bu kadar zenginleşmesine izin vermemeliydi. Bu kadar çok para aldılar ve intikam alıyorlar. Ben biliyordum ki bana intikam alacaklar ama bir kadını rehin alacaklarını düşünmemiştim. Hikayele- rimde bile böyle bir şey anlatmadım.”
“Onu kimin yaptığını bilmiyorum. Güvenlik şefi olmalı veya bizim şimdi dağıttığımız eski komünist garda. Benimle savaşa gerek yok,” dedi Ardjan. Bu açık. Bu siyasi bir intikam. Benim hükümetim beni koruyamayacağını bilmiyordum. Av- rupa’ya siyasi sığınma başvurusunda bulunurdum. Her yerde
kapılar açıldı ama ben vatansever olarak kaldım. Arnavutluk’u büyük yapalım dedim.
Bak başkan,- dedi adam, bir yudum su içerken. Bardağı masaya koyduktan sonra, dedi: Bana bir işaret ver. Bir insan, bunu istiyorum. Sonra kendim bulurum. Aynı yöntemle anne- mi, kız kardeşimi, eşimi, ailemi rehin alırım. Anlaştık mı?!- diye bağırdı adam.
Anlaştık!- dedi SHIK şefi.
Sakin ol! Bu işi kurumsal bir şekilde çözeceğiz. İmkansızı yapacağız. Çok sinirlisin ve haklısın. İmkansızı yapmak için uğraşacağız. Çok zor, çünkü olay yerinde hiçbir iz bırakma- dılar. Maskeler ve eldivenler kullandılar. Parma izi bile bırak- madılar. Her şeyi onun odasında inceleyeceğiz. Her nesneyi! Ve suç şubesinde laboratuvar analizi yapılacak.
Devlet ayaklandı. Bir iz kesinlikle olacak,- dedi SHIK şefi. Onu bulacağız, ama endişemiz, gücünü ve bizimkinin bu gece dışarı çıkarabileceğini bilmeleridir.
Büyük bir korku var. Seni üzmek istemiyorum ama bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Onu o gece doğrudan yurtdışı- na gönderdiler, senin gücünü ve bizimkini bilerek.
Büyük korku. Onu hemen yurtdışına, bir lastik botla gön- dermiş olabilirler. Ama eğer İtalya’ya götürdülerse, SHIK’in İtalya başkanıyla daha sonra konuşacağım. S.S.I.
Eminim,- dedi,- onlar o geceyi doğrudan İtalya’ya gö- türdüler. Bu yüzden bizim de İtalya’ya gitmemiz gerekiyor. Burada yakalayacağımızı umarım,- tekrar ekledi. Ardjani’ye döndü ve iki telefon daha açtıktan sonra ona döndü: İşbirlikçi gruplarımızı sokup, sahada doğrudan arayacaklar. Satın almak isteyenler gibi yapacaklar vb. Yani, ofislerimizin güçlüler gibi kamufle olmalarını sağladım. Ve böylece, güçlülerimiz, bu- gün şüphelendiğimiz adamla görüşmeye gidecekler. Tabii ki,
güvenlik ve Sosyalist Parti dahil,- dedi Ardjani. -Evet evet, kesinlikle,- dedi şef, biraz daha yaklaştı. Sonra pencereyi açtı ve dedi: İyi geldin. Ardjan, daha iyi durumlarda tanışmalıydık, ama Tanrı böyle istedi.
-Gerçekten de şef!- dedi adam, -ama bitik durumdayım. Anlıyor musun? O insan olmadan öleceğim. Yetim olduğumu biliyorsun ve kötü kader beni her yerde takip ediyor. Yetimin kaderi kara kaderdir,- dedi, hemen hemen ağlamak üzere. Ba- şını eğdi ve sonra yüzüne iki damla yaş düştü. Yollarını yere kadar izlediler. Şef döndü ve büyük bir acıyla şunları söyledi: Biliyorum. Her şeyi biliyorum! Sen ve ailen ne çektin. İyi bir adam olduğunu biliyorum ve çok geleneksel olduğunu biliyo- rum. Kötü intikam alacaksın. Her şeyi biliyorum, ama bu ada- ma ulaşalım ve ne yapacağımızı tartışalım.
Şükürler olsun ki bizim elimizde güç var,- dedi. -Mutlak gücümüz var, şef!-Nasıl cesaret edebilirler parlamento başka- nının karısını rehin almak?! Bu güvenlikçiler ve komünistler bir arada. Bu adamların güçlü bir destekçisi var. Finansal des- tek olarak birisi var. Gücün ilk kanıtı benimle oldu. Bu adamlar benimle başladı ve düşüncem, çok yakında devrim yapacakları yönündedir. Ve silahlı olduklarını düşünüyorum. Onların ses- sizliği hiç hoşuma gitmedi. Onların hazırlanmakta olduğunu biliyordum ve işte saldırı başladı. Tarih ve günü işaretle, şef. Benimle başladılar, sırada siz varsınız.
Kurumları yakacaklar. Yolların ortasına yayılacaklar, dünyaya gösterecekler ki burada Arnavutluk’ta demokratik hükümet soykırım yapıyor. Bu söylediklerini kaydet.
Benimle bu hainlerin savaşı başladı. Hainlik onların anah- tar sloganıdır,- dedi Ardjani. -Ama onları bulursam, arabaların ezme makinasına veya silaha götüreceğim.
Ömür boyu hapis cezası alayım! Sorun değil. Ama bunla- rı onların diğer dünyasına götüreceğim. Bu adamlar öldükçe, Arnavutluk daha iyi olur. Onlar senin gibi bir Pinoçeti yapmak istiyorlar. Sosyalistler ve komünistler bir sallantı gibidir, asla sallanmaz. Sadece ölüm onları iyileştirir. Biliyorum,- dedi şef.
-Ve ölürken bu hainlerin nasıl yönlendirildiğini garip buluyo- rum. -Evet,- dedi Ardjani. -Hahaha,- şef de güldü. -Bak,- dedi,
-her yerde çok sayıda devletle telefonlaşmamız gerekiyor. Dün gece başkanla konuştum ve senin önünde açıkça çalışmama izin verdi. Hepimiz devlet olarak çok üzgünüz ama yapacak bir şey yok. Savaş başladı. Bu akşam, evde kontrol edeceğiz ve onların üslerini basacağız. Ve sahilde, teknelerin hareket ettiği yerde, gözlemciler gönderdik. Bak Ardjani, devletimiz çok zayıf durumda. Suçla mücadele etmek için hiçbir aracımız yok. Kameralar yok. Hızlı arabalar yok. Hiçbir şeyimiz yok.
Her şeyi baştan yeni yapıyoruz. Önceki hükümetimiz, hiçbir bilimsel araç ve gereç kullanmadı. Sadece politika ya- pıldı sürekli. Bilimsel veya polis yönlendirmesi hiçbir gerçek şey olmadı. Suçu nasıl çözdüklerini bilmiyorum, sadece gö- zetimde iyiydiler, ama çok ilkel. Operatif tekniklerine bakın, 1970’lerin KGB’si gibi. Ama güvenlik birçok ortakla çalışı- yordu, her yerde ve herkesle. Onlara bilgi kardeşin sayesinde geliyordu. Şimdi birçok ihbarcı ayrıldı ve korktukları için bize bilgi vermiyorlar. Polis işbirliği merkezleri artık çalışmıyor, SHIK’in merkezleri de. Artık işbirliği yapmıyorlar. Birincisi: Korkuyorlar ve ikincisi, bizim ödeyecek paramız yok. Piya- sa ekonomisi koşullarında, çok para gerekiyor Ardjan,” dedi. “İnspektörlerimiz için bile masalarımız yok. Onları görsen, hepsi çok eski. İyi ofislerimiz bile yok. Bir ofiste çok fazla denetleyicimiz var. Bu bina bizim için çok küçük.
“Yani, bu işi finanse edecek paramız yok. Reformu bile yapamıyoruz,” dedi. “Hâlâ güvenlik görevlilerini işten çıkar- mamı engelleyen müdahalelerim var.” “Kim müdahale ede- cek? Ardjan dedi. “Hepimiz kardeşiz,” dedi. “Başkanın bana izin vermesine rağmen, hiçbirini işe almamak için çıkış yok.
Evet,” Ardjan bağırdı.
Hiç kimseyi işe alma. Hepsi inanılmaz. Burada hiç ye- nilenmiş yok. – Evet, haklısın, dedi. Ama yavaş yavaş onları çıkaracağım. – Ardjan, sinirle sordu. Ardından, SHIK şefine dönerek, “Şimdi ne yapacağız?” Dedi. – Şimdi evinize gidi- yorsunuz. Yeni bir gün yarın! “Bölgeyi taramaya başlayaca- ğız. Yerel kafelerin başlangıcına kadar her veriyi alacağız, karınızı kaçırdığınızda hangi kafanın başladığını göstereceğiz. NATO’nun uydu verilerini de kullanacağız ve bilimsel olarak her şeyi doğrulayacağız, “dedi. – Başkanı veya profesörü gö- rün.
Sana nasıl söyleyeyim,” Ardjan dedi. – Onları İtalya’ya kaçırmak istiyorum. Sadece bir işaret ve kendimi bulacağım. Ama masumları vurmak istemiyorum, Tanrı’ya inanıyorum ve benim gibi bu yüzden delireceğim. Biraz deli olacak. Çok az şey beni deli yapmaktan alıkoyar. Delilikten ince bir çizgi beni ayırır.
Biliyorum, biliyorum,” dedi SHIK şefi, ama bize bunu kanıtlayacak bir şeye ihtiyacımız var, dedi. Eşinizin kaçırıldığı adama hesap vermesini sağlayacak. Onun sosyalistler tarafın- dan organize edildiğine inanıyorum. Ödemeyle katil olduğuna ikna oldum.
Çünkü burada bir suç dosyası yok. Hatta suçlu bile olsan. Biri senin hakkında soru sorduğunda, seni affetmeyeceğini ve hemen intikam alacağını biliyor.
Zaten ağlamak üzereydi, Ardjan, kim bilir? Çünkü ben iyi bir efendi değilim. Tanrı’nın beni bana göstermesini rica ede- rim. Her şekilde ve para vereceğim. Kredi alacağım ve ödeye- ceğim, sadece Donë’nin geri almasına izin ver.
Onun yerine, rehin gitmeye hazırım. Sadece şu anki ku- rallarımı takip edin,- Ardjan ekledi. – Hiçbir polis gücü seni kurtaramaz. Öfkeni ona ve ailesine çarpar. Benim acımasız- lığım onun ve sponsorları üzerine düşecek!- Ardjan bağırdı.
Benim davam özel olacak. Başlangıçta parmaklarını ke- siyorum. Daha iyi olacak, öğretme ne yapacağım. O, akıllı bir adama izin verir. O’nun yoluyla serbest bırakır ve dengeye ulaşırız. Ben intikam almayacağım.
Ama İtalya’ya, ticaret için başladıysa, lanet ve Tanrı’nın öfkesi üzerine düşecek. Ona ve onun arkasındakilere lanet ol- sun.
Derin pişmanlık duyacaklar. Bir duvar veya duvar bile ele geçiremem ve bulacağım. Anlaştık!- SHIK şefi, durumu biraz sakinleştirmek için dedi. – Yarın, biz de alanda başlayacağız. Her yerde kontrol edeceğiz ve eğer burada ise, bulacağız.
Yarın sabahı, tüm SHIK orada. “Ben de geleceğim,” dedi.
-Anlaştık!- Dedi şef. – Yarın saat sekizde, Vlorë’de, SHIK ofi- sinde seni bekliyorum. Ardjan ayrıldı. Şu anda, ofisine gitti ve
eşinin bilgilerini toplamak için her yerde ve herkesle konuş- tu. Gelen bilgilerin çoğu, karısının bir genç mafya tarafından kaçırıldığını söyledi, Yunanistan’ın hapishanelerinden geldi. Çok acımasız ve paranoiddı, fark etmedi.
Eğer suçluysanız, sadece kafanı vururdum. O, onunla ça- tışmayı denemedi. Tüm suç bölümü ve devlet bilgi servisi iz- lerine girdi, ama hiç kimse onu bulamıyor.
Görünüşe göre o, o gece İtalya’ya kaçtı, eşi Donë ile aynı botla. Bilgi servisi onu zaten bir adamla yakaladı ve onu hiç bulamayacaklarını söyledi. Şimdi, o öldü! Vlorë’de, Ardjan ve SHIK ekibinin geldiğini öğrendiklerinde, dediler. Yarın sabah saat sekizde, Ardjan Vlorë’nin merkezine çıktı ve Arabasını Bağımsızlık Meydanı yakınındaki bir sokak köşesine park etti. Uzun süre beklemedi ve SHIK ajanları arabayı çevreledi, bel- gelerini ve sözlerini sunarak kendisini tanıttılar.
“Tamam!” dedi Ardjani. “Ofisinize gidelim!” dedi SHIK Vlora şefi sizi bekliyor orada,” dedi bir müfettiş.
“Tamam o zaman,” dedi Ardjani, “gidelim.” On dakika sonra Vlora SHIK’ın yeni ofislerine vardılar. Girişte başkan ve ekibi onu karşılamak için çıkmıştı. “Merhaba, sayın millet- vekili başkan yardımcısı!” dedi ilk sırada bir adam, olgun ve eğitimli görünen. “Nerelisiniz?” diye sordu Ardjani.
“Vlora’danım, ben şef,” dedi adam. “Matematik öğretme- niydim. Andrea Beja adını taşıyorum.”
“Aa,” dedi Ardjani, “yani siz de gençsiniz, anladım.”
“Evet evet,” dedi şef, “endişelenmeyin. Güvenlikle hiç ilgim yok. Ben de sizin kadar antikomunistim. Teşekkür ede- rim,” dedi ve gülümsedi Ardjani.
“O zaman içeri girelim!” dedi ve yolu gösterdi. İlk ola- rak o, Ardjani ve SHIK yönetim ekibi arkasında. İkinci katın merdivenlerini çıktılar ve mavi kapılı büyük bir kapıyı açtılar. Sekreteri kapıyı açtı ve Ardjani’ye hoş geldiniz dedi. “Bu mil- letvekili başkan yardımcısıdır,” dedi SHIK şefi.
“Evet tanıyorum,” dedi sekreter. “Tüm kitaplarınızı oku- dum ve Tiran’da komünizmin devrilmesi için yaptıklarınızı biliyorum. Sizi tebrik ederim,” dedi.
“Ben de ailem adına teşekkür ederim, komünist rejimin zulmüne uğradık,” dedi Ardjani. “Aa,” dedi uzatarak, siyah bir takım elbise giymiş ve kravat takmamıştı. Saçları düzgün taranmamış ve atletik değildi. Sekreter bir kez daha baktı ama ses çıkarmadı.
“Hoş geldiniz!” dedi ve odasının kapısını açtı. Ardjani masasının karşısına oturdu, şef kahve sipariş etti, sekreter he- men getirdi. “O zaman işe başlayalım,” dedi Ardjani. “Bizi beklediğiniz için teşekkür ederim, ancak kafamda bir şeyler var ve iyi değilim. Bunun için özür dilerim. İkinci olarak, he- men işe başlamamız ve benim ve ailemin karşılaştığı bu büyük sorunu çözmek için o kişiyi bulmamız gerekiyor.”
“O zaman sayın Vlora SHIK başkanı,” dedi Ardjani, “bu- gün gözetimi organize ettik. Yapacağımız gözetim türlerini ve özelliklerini açıklayacağım. Gözetim türleri şunlardır:
- Basit veya yapılandırılmamış gözetim, sadece kendi memurlarımız tarafından;
- Sistematik veya yapılandırılmış gözetim. Sürekli ola- rak evi, işi, oturduğu mekanı vb. gözlemleyeceğiz.
- Katılımcı veya iç gözetim. Dediğimiz gibi ve emir ver- diğimiz gibi, memurlarımızı içeri sokacağız, burada ve İtal- ya’da. Ayrıca dışarıdan gruplar da organize ettik. Onlar işbir- likçilerimiz olarak adlandırılır, kısacası.
- Katılımcı olmayan veya dış gözetim. Dışarıdan bize gösterilen verilere göre gözlem yapacağız. Hiçbir şey içeri sokmayacağız, ancak şef,” dedi SHIK Vlora başkanı, Ardja- ni’ye döndü, “onu geçen gece doğrudan İtalya’ya gönderdiler, çünkü çetenin lideri bile şehirde görünmüyor.”
“Çetenin lideri kim?” dedi Ardjani. “Samir Kaushi, şef,” dedi adam.
“O kimdir?” diye sordu Ardjani, keskin bir şekilde. “Buradan, yakında bir mahallen. Mahalle adı Gjole’dir.”
“Eee, güzel! Yani bu adam, yani, benim karımı kaçırmış ve ticaret yapmış,” dedi Ardjani, başını sallayarak geriye doğ- ru ve onun fotoğrafına baktı.
“Evet, sonunda ortaya çıkacak,” dedi SHIK Vlora şefi. “Tamam!” dedi Ardjani. “Bu pisliği bulacağız! Şehrin tam or- tasında asacağız!” dedi. Şef ve ekibi gözlerini açtılar, Ardja- ni’nin konuşmasından endişeli ama hiçbir şey söylemediler, sadece birbirlerine bakış attılar, işlerin çok kötü gideceğini
anladılar. Sonra SHIK Vlora şefi, Ardjani’ye yöntemlerini açıkladı. “Sonra yapacağız,” dedi, ön hazırlıkları monitörde okuyarak, “ama hazır oluyoruz,” dedi. Evvet, var,” dediler, gözlerini açarak. “Tamam! O zaman, bu benim eşimi kaçıran adam olduğuna dair bilimsel kanıtlar istiyorum. Ayrıca şef,” dedi Ardiyani, “silah taşıma izni almak istiyorum.”
“O polisin işi. Bizde değil,” dedi şef.
“Ama bildiğim kadarıyla,” diye devam etti, “iş yeriniz si- lah taşıma hakkını içerdiğinden, size ait olmalı.”
“Aa,” dedi Ardiyani. “Bu konuyu açıklığa kavuşturun!
Avukatınıza danışın ve bana söyleyin.”
Şef bir an dışarı çıktı, kendi avukatına sordu ve şöyle ce- vap verdi: “Sayın meclis başkan yardımcısı, iş yerinizin içeriği nedeniyle size silah taşıma izni verilir.”
“O zaman şef,” dedi Ardiyani, “birini görevlendirin ve bugün içinde silahı bana getirin. Anlaşıldı şef!” dedi.
“Sözler boşuna!” dedi Ardiyani. “Bu konuyu bitirin ve getirin bana. Anlaştık mı? O isteğiyle yapar, çünkü burada hem onu hem de lisansız birini bulabilirsiniz. Duyuruları bı- rakın, onlara deyin. Kimseyi vuramayan, tıpkı Samiri gibi bir tip! Samiri ya da Jorgo b…q… öne koydu,” dedi.
“Bu mut SHIK ve suç polisi ne? Pupupupu!!!” dedi Ar- diyani. “Siz sadece maaş alıyorsunuz, ama güvenlik ve komü- nistler kardeşlerimiz gibi davranmamalıdır. Onlar bize sahip
değil. Onlar kan emici ve yıkılmış. Güç, mülkiyet ve her şeyin Arnavutluk’ta olduğunu düşünüyorlar. Onlarda bir saplantı var, hiçbir zaman bizim yaşama bırakmamak. Bu adamlar öz- gürlüğü veya demokrasiyi sevmezler. Şiddet ve sadece şiddet onların anladığı sözdür.”
“Doğru bir şekilde açıkladık mı bilmiyorum,” dediği polis memurlarına, başlarını öne eğmiş ve konuşmuyorlardı. “Bu adamlar iktidar tutucularıdır. Oylarla gücü bırakmazlar. Manipülatörler, gerçekliği değiştiriciler ve sahtekarlar. Sade- ce kağıt üzerinde başarı istiyorlar, gerçekte değil. İnsan hayatı onlara ilginç gelmiyor. Onlar kan emici ve sadece kan ve silah ile iktidarda bırakılıyorlar. Onlar Sırbistan ve Yunanistan’ın kardeşleri ve öpücükleri. Kısacası, işgalciler gibi savaşmalı- yız!” dedi.
“Yugoslavya’yı ve Rusya’yı buraya getiren insanlar,” dedi SHIK başkanı. “-Evet, evet, anlaşıldı! -Ne yapacağız başlangıç olarak? -Başlangıç olarak olay yerine gideceğiz. Ar- navutluk’tan gelen uzmanlarımızı alacağız. Polis uzmanlığını çağırmayacağız. Biz kendi uzmanımızı da yapacağız!” dedi.
“-Tamam,” dedi.
“Bunlar Vlora’nın iyi yapılmadığını düşünüyor mu?” dedi SHIK şefine. “-Bilmem, dürüst olmak gerekirse,” dedi ajan. “-Poliste hala uzakta,” dedi. “-Biliyorum, kızım,” dedi Ardiyani. “Her yerde yapıları var. Hiçbir şey değişmedi. Her yere giderim reform yok. Üst düzey okullardan mezun insanlar olmalıdır. Demokrasiyi ve yasayı seven insanlar. Geçmiş siya- si mağdurlardan avukatlar ve başka avukatlar olmalıdır. Onlar
devletin verdiği acıyı iyi biliyorlar. Onlar devlete on beş yıl boyunca ne yaptıklarını biliyorlar. Onlar demokrasiye hizmet etmek biliyorlar ve asla hile yapmazlar.”
“Başbakan olman gerekiyor, Bay Ardjan!” dedi SHIK memurları, hepsi birlikte.
“Başlangıçtan itibaren bunu yapardım,” dedi Ardiyani, “ya da Arnavutluk’tan ayrılabilirdim. Belki de Arnavutlar beni yaptı! Her Avrupa ülkesinde saygı göreceğim ve onur- landırılacağım. Avrupa’daki tüm yayınevlerini bana çok para ödeyeceklerdi. Ve ben burada kalmayı seçtim. Eşek. Hatırla- yın. Ben hayvanım! Bu yer komünistlerin, bu yüzden gücü- nü bırakmazlar. İş günleri bizi devirecekler. Ben devrimin ilk işaretiyim. Bu adamlar Avrupa’yı bilmek istemiyor ya da ben ne biliyorum. Bu adamların fakirlerin yaşamı umurumda de- ğil. Organize bir suç grubu. Bu adamın arkasında biri yoksa, beni saldırıya uğratmayacak ama biri garanti aldı. Bu adam- lar bir şeyler pişiriyor çünkü tüm ekonomik güçlerini aldılar. Yüzlerce kârlı şirket kurdular ve bir gün onları liderliklerinin talimatıyla iflas ettirdiler. Ve, patlamış patlamış! Bu adamlar gerilla savaşının ustaları ama güvensizlikle kanla. Onlar us- talıkla gerilla savaşı yapıyorlar, ama kadınlar … Bu adamlar kadınlarıyla yaşamıyor. Kadınları başka biri onlara iş yapar. Bu adamlar sadece dış şekiller için varlar. Onlar homoseksüel
… Tuh! “Ardjani yerleşti. Sadece dinliyorlar ve konuşmuyor- lardı. Sessizce Ardjani’nin söylediği her şeyi kabul ettiler. Te- ori ve pratikte çok doğruydu. Bu adamlar bir şeyler hazırlıyor, dedi SHIK memurları.
“Hepsi yolu aldılar ve olay yerine gittiler. On dakika son- ra, Dona’nın ofisini-odayı açtılar ve Tiyatro personelini dışarı attılar. Olay yerine Ardjani geldi. İnsanlar şaşkınlıkla bakıyor- lardı, çünkü hepsi onu tanıyor ve onunla tanışmak istiyorlardı, ama hemen onun korumasında sıkı bir polis halkası oldu. Ara- badan indi ve hızlı bir adımla Dona’nın ofis-odasına girdi. Çok endişeliydi ve neredeyse ağlıyordu, ama kendini tuttu. Polis şefi ve SHIK şefi “Saklan!” emrini verdiler tüm personelleri. Hepsi ona askeri bir şekilde saygı gösterdiler. “Çok cesur!” dedi “Bu SHIK şefi olmalıydı. Başbakan olmalıydı veya or- dunun başı. Komünistleri aldatıyorlar!” dedi Vlora Emniyet Müdürü.
Tirana’dan gelen beyaz giysili ekip odaya yerleşti. “Ha- rekete geç!” emri verildikten sonra, olay yerinde incelemeye başladılar.
İlk olarak parmak izlerini, ayakkabı izlerini, lastik izleri- ni, kapıyı açmak için kullandıkları araçların izlerini kontrol et- tiler. Biyolojik izleri toplamak için her tarafa yayıldılar. Sigara izmaritleri ve bir maske buldular.
Önce parmak izi izlerini filmlendiler. Ter ve yağ izleri- ni kaydettiler. “Parmak izlerinin üç türü var,” dedi Ardjan’a SHIK şefi, Tirana ekibinin çalışmasını dikkatle izliyordu. “Görünür, görünmez ve plastik parmak izleri. Ayrıca, ayak- kabılarının ve araçlarının lastik izlerini de alacağız,” dediler.
“Ve size bildirelim ki, Vlora polis ekibi olay yerinde iyi bir inceleme yapmadı. Giriş ve çıkış hatlarının net olmaması, kullanılan silahların belirlenememesi gibi nedenlerle. Yetkisiz
kişiler de olay yerine girdi. Hava koşulları da dış kapıdaki iz- leri bozmuş vb. Ayrıca, kırılma izlerini almadılar. Kapıyı kır- mak için kullanılan araçlar, kapı kırıcının izleri veya biyolojik izler alınmadı. Olay yeri incelemesi için gerekli pek çok şeyi yapmadılar.”
Hemen ayakkabı iz numaralarını fotoğrafladılar ve kay- dettiler. Donika’nın masasındaki her köşe ve cisim için biyo- lojik inceleme yaptılar. “Ağ şebeke yöntemini kullanıyorlar,” dedi Ardjan’a SHIK şefi, sadece izliyordu.
“O zaman, Bay Ardjan,” dedi şef, “bugün 05.11.1995, Salı günü… vb. Bu olay yeri incelemesinin bir tutanağıdır. İşte çizimler. Ne bulduysak, nasıl bulduk, nerede bulduk vb. Hepsi fotoğraflandı ve olay yerinde ne varsa.”
“Sonuçlar yarın Tiran’da Polis Laboratuvarı’nda çıkarıla- cak. Daha önce hiç bu kadar derinlemesine bir inceleme yapıl- mamıştı. Neyse ki, parmak izi, sigara izmariti vb. gibi birçok iz bırakmışlar.”
“Sayınlar, size teşekkür ederim!” dedi Ardjan. “Gerçekten bugün bilimsel bir iş çıkardınız. Size minnettarım! Kutlama- larınıza layık olmayı diliyorum! Düşman görünmez olabilir, ama onu bulacağız, kim ve nerede saklandığına bakılmaksı- zın. Bulacağız! Kadınlarla uğraşan korkak tavşanı çıkaraca- ğız. Eğer bir erkek olsaydı, benimle dövüşürdü, nasıl istese de her türlü düello. Ama gizlice vurmayı seçti. O adama veya o mahalleye bir mesaj gönderin: Hepinizi yakacağım. Benim arkadaşlarımı her yerde alacak ve onlar için bir ordu yapaca- ğım! Haberi verin, dokunulmazlığı teslim edeceğim ve karşı-
sında olacağız. Eşimi alıkoymakla kalmayıp, ailemi de aldı. O Samir Kaushi adlı adama bir yer bul. Ailesini onun gözleri önünde yakacağım. Öfkem ve arkadaşlarıma düşecek. Ayrıca mahalleye. Söyle! Güçlendirilsin! Hiç kimsenin istemediği bir savaş başlattılar. Beni sadece bir yazar sandılar ve beni itip kakacaklardı.”
“Onlar hiçbir şey bilmiyor, sadece güç biliyorlar. Ben de bunu biliyorum. Ben sokaktan geliyorum. Bu türle ilgileniyo- rum, ilkokuldan liseye kadar. Bu tür yalnızca şiddet ve kafa kesmeyi bilir. Bu kişiler devleti veya iyiliği bilmezler. Ben sokaktan geliyorum. Bu adamlarla savaşmaya hazırım. Artık dönüş yok!”
“Polis ve SHIK ekibi başlarını öne eğdiler ve hiç konuş- madılar.”
“Üzgünüm!” dedi SHIK şefi. “Öneriyoruz ki bu tutukla- mayı ve cezayı bir devlet olarak yapalım. Neyse, ne yapacağı- nızı biliyorsunuz.”
“Tabii ki, gruplarımız bugünden itibaren içlerine girdi. Gizli polis memurlarımız, bilgi satın alma konusunda konuş- maları başlattılar, hatta ön para getirerek eşinizi bugün getir- meleri için onları yaklaştırdılar. Kanıtla her şeyi istiyorum,” dedi Ardjan. “Suçu olmayan birine kötülük yapmak istemiyo- rum. Sadece suçlu olanları istiyorum, patron!”
“Evet, dedi şef. “Suçu kimin işlediğini bulacağız ve he- men tutuklayacağız.”
“Ne yaptığınız ve devlet için yaptığınız iş sizindir,” diye konuştu Ardjan. “Sadece suçlu olanları bulun. Ben size borç- luyum. SHIK ekibi onun sözlerine şaşırmıştı. O çok açık ko- nuştu ve onları arkadaşları olarak gördü.
“Ministreminiz olmanızı isterdik,” dedi polis ve SHIK ekibi, onun sözlerinden heyecan duydu.
“Tamam!” dedi Ardjan. “Bu, organize suç grubu. Yapı- landırılmış.” İyi finanse edilmiş bir romanın bölümlerini ter- cüme ediyorum. Dikey liderlik yapıları var. Ama biz, siz ve ben, onlara çok kötü vuracağız. Hepimiz birlikte nerede olur- larsa olsunlar vuracağız.
Onları birlikte vurursak, bu güçlü adamlara ne olacağını göreceksiniz. Biliyorsunuz, lisede “güçlü grup” adında bazı Shkodranlar vardı. Ve bize ders vermiyorlardı. Kızları rahat- sız ediyorlardı, mağazaları kırıyorlardı. Güzel motorları vardı.
Ben iki metre on santim uzunluğundayım. Biliyor musu- nuz, bir gün ne yaptım? Tüm motorlarını arkama aldım ve hep- sini nehirde yüzdürdüm. Birinin bacağını üç yerden kırdım, vb. Ama sonuç beklenen gibiydi. Bu adamlar okulumuzda bir daha asla görünmediler. Benim davranış notumu düşüren mü- dür, okulun önüne geldi ve onu çağırdı. Tüm okulun önünde beni teşekkür ederek okul gençlik liderliğine seçilmemi teklif etti.
Başka bir deyişle, bu adamlar sadece şiddet dili biliyorlar. Bu adamlar, onları kurşunla vurursanız veya yumrukla vura- cağınızı bilirlerse, size karşı çok akıllı davranırlar. Çok sinsi
insanlar. Bence, gruplarınızın bu tehditkar sözleri mahalleye yaymasını sağlayın, çünkü onların da casusları var. Söz doğ- rudan o güçlü adama ulaşacak. Size bu kadar çok çalıştığınız ve benim ağır sözlerimi dinlediğiniz için teşekkür ederim. Asla bu dilde konuşmamış olurdum, ama umutsuzum. Umut- suzluk sizi sıkıntıya sokar ve konuşacak bir şey bulamazsınız. Demokratik devletimizi temsil eden sizden özür dilerim, ama dikkatli olun, çünkü bu adamlar bize çok sert yanıt verecekler. Komünistler güvenilmezdir ve beni arkamdan vururlar. Top- lanıyorlar. Bu başladığında dumanın çok hızlı yükselmesini bekliyorum. Söylediklerimi bugün hatırlayın.
Bugün Vlora’da demokratik rejime karşı savaş başladı. Bu sadece ailemin bir rehin alınması değil. Bugün demokrasi düştü. SHIK’teki adamların analiz bölümü var ve durumu bi- limsel olarak analiz ediyorlar, ama size açıkça söylüyorum ki bugün ülkemizin devleti düştü. Önlem alın!
“O zaman,” dedi SHIK’in lideri. “Sizi parlamentonun başkan yardımcısı olarak bilgilendiriyoruz, ama aynı zamanda Arnavutluk ve demokrasi için çok şey yapmış bir insan olarak. Dün, Sayın Başkan, SHIK’in ajanlarını grubun içine sızdırdık, 294/a ve 294/b maddelerine dayanarak (K.P. R.).
Yani, kısa ve öz olarak, Sayın Başkan. Casusumuz devlet hesabı için bilgi sağlamakla görevli ajan olarak adlandırılıyor. Casusluk bir meslektir ve provokatif ajanlarımızı gönderdik. “Provokatif ajan” terimiyle, genellikle polis kuvvetlerinin bir üyesi olan bir kişi anlaşılır, eylemleri veya tavsiyeleriyle diğer- lerini etkiler ve suç işlemeye teşvik eder veya suçun işlenme- sine katılır, suçluların ortaya çıkarılması ve cezalandırılması amacıyla. Bu nedenle, iki provokatif ajan gönderdik ve üç gün
içinde durumu kontrol altına alacağız. Belgelemeleri düzene soktuk, onları Yunan hapishanelerinden serbest bırakılmış gibi gösterdik ve grubun lideri bu sahte haberlere inanmayacak. Şu ana kadar elde ettiğimiz bilgilere göre, şef, Samir Kaushi’nin geceyi Brindisi’ye dört kız kardeşiyle birlikte geçirdiğini ama gizli hizmetin büyük patronuyla İtalya’da görüşmelere girdiği- ni öğrendiğimiz gece. Ve çünkü her yere ajanlarımızı gönder- dik ve onun izlerini bulamadık. Bu bize, maalesef, onu teslim ettiğini düşündürüyor. Öyleyse üç gün boyunca ajanlarımızın raporunu bekleyelim ve sonra ne yapılacağı size bağlı, ancak bizim gönderdiğimiz kanıtları ve tüm suçlu grubu uluslararası olarak aramak istiyoruz. Unutmadım: Tabii ki, en iyileri gön- derdik ve Vlora’dan ayrılmadan önce eşinizi bulacaklar veya onun artık topraklarımızda olmadığını kanıtlayacaklar. Eğer o İtalya’ya kaçtıysa, bu yüzden İtalya’ya bir grup ajan gönder- mek zorunda kalacağız, ama hala bilinmiyor. “Ben bunu kapo diyorum” dedi ofiser. “Ancak, tüm seçenekler için acil önlem almalıyız,” dedi. Ardjani başını salladı ve işbirliği yapmaya hazır olduğunu gösterdi. “Ben de Arnavutluk Silahlı Kuvvet- lerini çok seviyorum ve saygı duyuyorum,” dedi. Sonra doğ- rudan Vlora SHIK başkanının sözünü aldı, durumu açıkladı ve sonunda şunları söyledi: “Silahınızı (izinle) hazır etmiş ol- manızı unuttum, bugün saat on ikide şef.” “Bay Başkan, çok yetenekli bir adam gibi görünüyorsun,” dedi SHIK’in başka- nına, “ama gördüğüm kadarıyla sen de bir antikomünistsin.” “Teşekkür ederim patron!” dedi ve Ardjani ve grubuyla daha serbest bir konuşma yapmak için geriye doğru iki adım attı, çünkü şimdiye kadar sadece bir ders vermiş ve tüm planları- nı SHIK tarafından infiltrasyon için açıklamıştı. İşte bu, size bilgi vermek istediğimdi patron. “Bölgenin tüm telefonlarını ve onların telefonlarını dinlediğimizi ve her bilgisayar özel bir
radyo dalgası fırsatlarına dair bir bölümü çeviriyorum. İşlerini nasıl organize ettiklerini planlamış ve şemayı oluşturmuşuz.
“Bence,” dedi liderleri, “onların düzenli bir yönetimleri var ve terör örgütüdürler. Tüm şemayı çizdim ve büyük ek- ranımızda açıklıyorum. Yani beyler, onların şunları olduğunu düşünüyorum: 1. Finansör, 2. Aracı, 3. Koordinatör, 4. Dağı- tıcı, 5. Mülk bekçisi, 6. Mülk güvenliği, 7. Rehin alma yar- dımcıları, 8. Rehine taşıyıcısı, 9. Botlar, 10. İtalya’daki mafya grubuna haber açacak kuryeler. Bu terör örgütü böyle çalışır. Ayrıca, bu suç örgütü için bilimsel bir plan yaptık. Üyeler ara- sındaki bağlantıları, üye sayısını, yaş ve önceki ceza durum- larını, eğitim düzeyini, agresifliği, işbirliğini, grup içindeki diğer kadınların rolünü, iletişim yöntemlerini inceleyeceğiz. Dolayısıyla, herhangi bir çalışma veya müdahaleyi burada ben ve ekibim onaylayacak. Endişelenmeyin, polis çok fazla dahil olmayacak. Bölge savcısından da onay aldık, yani yasal yolu açtık. Hukuki engel beklemiyorum!” SHIK şefi konuşmasını tamamladı.
“Ardjani,” dedi, “söylediklerin çok ikna edici, ama saha- da nasıl yapacaklarını görmem gerekiyor, şef.” “Anlaşıldı,” diye yanıtladı gözlemci. “Hayal kırıklığına uğratmayacağımı göreceksin.” “Göreceğiz,” dedi Ardjani gülerek. “Aa, silahı kontrol et, unutma saat on ikide almanı.” “Pasaportunu yanın- da mı getirdin?” diye sordu Ardjani’ye gözlemci tekrar. Siyah çantasını açıp biraz araştırdı ve bir dakika içinde yanında ge- tirdiği pasaportu çıkardı. “Diplomatik mi yoksa normal mi?” diye sordu SHIK şefi. “Hayır hayır,” dedi Ardjani, “diploma- tik istemem, sıradan vatandaşlar gibi normal bir pasaportum var. Gözlemci gözlerini açtı. “Basitliğin ve cesaretin beni şa-
şırtıyor, Sayın Ardjani,” dedi gözlemci. “Ardjani’yi arayın!” “Nasıl çalıştığınızı ve nasıl yönettiğinizi seviyorum. Size bir iltifatım var.” SHIK şefi heyecanlandı ve gururla şunları söy- ledi: “Burada eşinizi bulmak istiyorum! Kişisel bir savaş ya- pacağım, silahla ellerimde onlara karşı çıkacağım, sadece siz iyi insan, sevginizi ve ailenizi bulun. “Allah seni korusun!” Ardjani dedi ve gözlerinden yaşlar süzüldü. “Yetimim, şef,” dedi Ardjani, “ve asla iyi günler görmeyeceğim. Bu bir lanet ya da yazılı olmayan bir yasadır. İşte o yasaları anımsayın, nasıl değil mi? Beni cezalandıran kod hakkında bahsettiğiniz yasalar gibi. Benim şansım ve asla olmadı. Hayatım savaş gi- biydi. Hiçbir zaman huzurlu olmadım. Her zaman savunmada, maskeli adamlarla savaşırken. Açık söylemek gerekirse, bura- da durmakla büyük bir hata yaptım. Bu vatan daha iyi olmu- yor. Komünistler ve devlet güvenlikleri her zaman önde gidi- yor. Vatanları için güç, mafya ve uyuşturucu anlamına gelir. Bizim için ise, komünizmi yıktığımızı ve bu canavarların işi gibi yarılardaki yırtıkları açtığımızı hatırlatmak kaldı. Onlar bana ve devlete zarar vermek istiyorlar. Devlet, sanki bir ka- ğıt gibi, boğuluyor. Ya da değil mi, SHIK şefi?” Ardjani’ye döndü. “Keşke seni başbakan olarak görebilseydim, Sayın Ardjani,” dedi. “Seninle başbakan olarak, bu güvenliklerin parçalarını koparırdık.” “Haha,” Ardjani güldü. “Hiç düşün- medim ama şimdi düşündüğümü söylüyorum. Bu yaratıkları vatanımızdan çok hızlı temizlerdik. Onlara acımak yok. Onlar için şehir meydanında idam cezası yasası getirilmelidir. Av- rupa bize izin vermez dersiniz. Avrupa ne lan, beyefendi! Bu- rada karılarımızı alıyorlar ve ne yapacağınızı bilmiyorsunuz! Evet! Avrupa, yüzyıllardır hepsini ölüme mahkum etti. Ama sonunda işlerini bitirdiklerinde. Biz de bu adamları asıp iplerle doldurup bakalım ne olacak. Düzen ve yasa var mı? Şef, bak!
Görüyorsun, Ardjani dedi. “Burada bir Guinness dünya reko- ru var. Arnavutluk parlamento başkanının karısını kaçırdılar. Dün yabancı gazeteler ve İtalyan televizyonları yazdı. Beni utanç içinde bıraktılar, Tanrım. Dün, Arnavut olarak kim ol- duğumu sorgulamaya başladım. Beni ne yaptılar! Ömür boyu İtalyan vatandaşlığı almak istiyorum veya ne. Buradan gitmek istiyorum. “Leydi özgürlüğü! Ah, çünkü bunlar erkekler de- ğil. Zayıf bir güç. Artık yasayı korkmuyorlar, ama ben onla- rı iktidardan indirdim, beni affetmiyorlar. Ama cesur olmak için benimle yakalanıyorlar, kadınlarla değil. İşte buradayım. Sadece benim. Kasıtlı olarak kimseyi getirmedim, sadece bu pislikle savaşırım, kafamı keserim veya bunu isteyebilirler. İkisi de ikili bir düello. Her türlü silahla ve istedikleri gibi. Bu pısırık işleriyle değil. Kadını rahatsız edip onu kaçırmak. Hiç- bir Arnavut, düşman bile, kadına saldırmamıştır. Ya da değil mi, şef? Kanunlarımız olmadı, ama kanunlarımız vardı. Ya da değil mi, şef?” Gözlemciye tekrar döndü. Ben rehin alındım, yerine geçti. Anlıyor musun şef?! O orospu çocukları benimle uğraşsınlar,- diye ekledi Ardjani.
-Sadece bir şey bil: Kim olursa olsun, o ölü! Bunu unut-
ma! Onu hiçbir polis kurtaramaz. Öfkem, şimşek gibi onun ve ailesinin üzerine düşecek.
Anlıyor musun, hiç merhametim olmayacak. O pisliğin kanını içeceğim! Sadece ona değil, onu destekleyenlere de!- diye bağırdı Ardjani. -Benim mahkemem özel olacak. Önce parmaklarını keseceğim… En iyisi, ne yapacağımı öğrenme. Eğer akıllıysa, kaçmasına izin verir. Onu serbest bırakır ve eşit oluruz. İntikam almayacağım. Ama, eğer onu İtalya’ya insan kaçakçılığı için gönderdiysen, Tanrı’nın laneti ve şimşeği üze- rine düşecek. O ve peşinden gidenler.
Derin pişmanlık içinde olacaklar. Aşılmadık taş, duvar bırakmayacağım ve onu bulacağım. Anlaştık mı!- dedi SHIK şefi durumu biraz yatıştırmak için. Yarın biz de sahada olaca- ğız. Her yeri kontrol edeceğiz ve buradaysa onu bulacağız.
Yarın sabah bütün SHIK orada olacak. – Ben de gele- ceğim, dedi Ardjani. -Anlaştık!- dedi şef. -Yarın sabah saat sekizde seni Vlorë’de, SHIK ofisinde bekliyorum. Şehre ge- lir gelmez seni almak için adamlar göndereceğim. -Anlaştık!- dedi Ardjani. -Büyüksün.
Ayrıldılar. Şu anda, Ardjani kendi ofisine gitti ve karısı hakkında bilgi toplamak için her yere telefon açtı. Gelen bilgi- lerin çoğu, onu Yunanistan hapishanelerinden gelen acımasız ve paranoyak bir capo tarafından kaçırıldığını söylüyordu.
Suçun var mı yok mu, o sadece kafana vururdu. Kendi se- viyesinde bir güçlü ile henüz karşılaşmamış bir tür psikopattı. Bütün kriminal polis ve devletin istihbarat servisi onun peşi- ne düşmüştü, ama kimse onu bulamıyordu. Görünüşe göre, o gece aynı gece Donika’yı kaçırdığı botla İtalya’ya kaçtı. İstih- barat servisine göre, şimdi ölüme mahkum biriyle karşı kar- şıya ve asla bulunmadan ve cezalandırılmadan kalmayacak. Artık o ölü! – diye konuşuluyordu Vlorë’de, Ardjani ve SHIK ekibinin Vlorë’ye geldiğini öğrendikten sonra. Sabah saat se- kizde, Ardjani Vlorë’nin merkezine çıktı ve Arabada bağım- sızlık meydanının yakınında bir yolun köşesine park etti. Çok geçmeden, SHIK ajanları etrafını sararak belgeler ve sözlerle kendilerini tanıttılar.
“Tamam!” dedi Ardjani. “Sizin ofisinize gidelim!” “Orada sizi Vlorë SHIK şefi bekliyor,” dedi bir müfettiş. “Tamam,” dedi Ardjani, “gidelim.”
On dakika sonra, Vlorë SHIK’in yeni ofislerine vardılar. Girişte onları bizzat başkan ve ekibi karşıladı. “Merhaba, sa-
yın Parlamento Başkan Yardımcısı!” diye ilk sırada orta yaşlı, eğitimli ve işinde usta biri konuştu.
“Nerelisiniz?” diye sordu Ardjani.
“Vlorë’danım şef,” dedi adam. “Matematik öğretmeniy- dim. Adım Andrea Beja.”
“Aa,” dedi Ardjani, “demek ki bizimlesiniz, bizim taraf- tan yani.”
“Evet, evet,” dedi şef, “merak etmeyin. Güvenlik birimiy- le hiçbir bağlantım yok. En az sizin kadar antikomunistim.”
“Teşekkürler,” diye güldü Ardjani. “O zaman, içeri gire- lim!” ve yolu gösterdi. İlk o, ardından Ardjani ve SHIK yöne- tim ekibi onu takip etti. İkinci katın merdivenlerini çıktılar ve büyük mavi bir kapı açtılar. Sekreteri onu açtı ve Ardjani’ye hoş geldin dedi.
“Bu Parlamento Başkan Yardımcısı,” diye tanıttı SHIK
şefi.
“Evet, tanıyorum,” dedi sekreter. “Bütün kitaplarınızı
okudum ve Tiran’da komünizmin yıkılması için yaptıklarınızı biliyorum. Tebrik ederim!” dedi.
“Ayrıca, komünist rejim tarafından zulme uğrayan ailem adına da teşekkür ederim.”
“Aa,” diye cevap verdi Ardjani, siyah bir takım elbise giymiş, kravat takmamıştı. Saçları pek taranmamış ve ayak- kabıları bağlanmamıştı. Sekreter ona bir kez baktı ama ses çı- karmadı.
“Hoş geldiniz!” ve şefinin ofisinin kapısını açtı. Ardjani, masanın karşısına oturdu, şef iki kahve sipariş etti, sekreter hemen getirdi.
“O zaman, işe başlayalım,” dedi Ardjani. “Öncelikle, mi- safirperverliğiniz için teşekkür ederim ama aklım karışık ve iyi değilim. Bu yüzden özür dilerim! İkinci olarak, hemen işe
başlamalıyız ve bana ve aileme bu büyük kötülüğü yapan ki- şiyi bulmalıyız.”
“O zaman, saygıdeğer,” dedi Vlorë SHIK şefi, “bugün gözetimi organize ettik. Yapacağımız gözetim türlerini ve özelliklerini açıklayacağım. Gözetim türleri şunlardır:
Daha sonra Vlorë SHIK şefi, yöntemleri Ardjani’ye açık- lamaya devam etti. Ayrıca, sonra yapacağımız şeyler,” dedi monitörden ön hazırlığı okurken, “ama hazırlanıyor,” dedi SHIK şefi, “diğer noktalar da, örneğin:
- Bireysel gözetim;
- Grup gözetimi.
Herkes gözlemlenecek ve fotoğraflanacak. Grubu parça parça yakalayacağız. Her iki saatte bir grup üyelerini tutukla- yacağız. Ayrıca, kıyıda, Radhimë’de gözlemciler gönderdik. Botların kalktığı yerden, şef,” dediler Ardjani’ye. “Açıklama- ları anladığınıza inanıyorum,” dedi Vlorë SHIK şefi.
“Anladım, ama bu Saimir tipinin başka bir adı olduğunu kanıtlayan bir şey istiyorum,” dedi SHIK şefi.
“Yunanistan’da kendine Jorgo Buzanis demiş. Birkaç adı var, ama nüfus kaydında adı Saimir. Tamam!” dedi Ardjani. “Bu adamın akrabaları var mı?”
“Annesi, babası, kardeşleri var.” Evet, var, – dediler göz- lerini açarak. – Peki! O zaman, bu adamın karımı kaçıran kişi olduğuna dair bilimsel kanıtlar istiyorum. Ayrıca şef, – dedi Ardjan, – bir silah ruhsatı da istiyorum. – Bu poliste. Bizde yok, – dedi şef. – Ama bildiğim kadarıyla, – devam etti, – sizin iş pozisyonunuz gereği bir silah hakkınız var. – Aa, – dedi Ar- djan. – Bunu bana açıklayın! Hukuk danışmanınıza sorun ve bana söyleyin. Şef bir saniye dışarı çıktı, hukuk danışmanına
sordu ve yanıtladı: “Sayın Meclis Başkan Yardımcısı, iş pozis- yonunuz gereği bir silah ruhsatınız var.” – O zaman şef, – dedi,
- birini ayarla ve bugün içinde, silahı Tamam şef!
– dedi şef. – Laf istemiyorum! – dedi Ardjan. – Bu işi hallet ve bana getir. Tamam mı? Onlara söyle, ruhsatlı istiyor, çünkü burada ruhsatsız bulmak kolay. Onlara saçmalamayı bırakma- larını söyle. Aptal bir devlet ki bir Samir ve arkadaşlarına karşı bile harekete geçemiyorsunuz! Samir veya Jorgo piç kurusu sizi rezil etmiş, – dedi. Ne tür bir SHIK’siniz siz ve kriminal polis? Pupupupu!!! – öfkelendi Ardjan. – Sizin için üzgünüm çünkü siz sadece maaşlı çalışanlarsınız, ama güvenlik ve ko- münistler kardeş gibi muamele edilmemeli. Onların bize bir şeyleri yok. Onlar kan emici ve hain. Gücü, mülkü ve Arnavut- luk’taki her şeyi kendilerine ait sanıyorlar. Onların saplantısı bizi hiç yaşatmamak. Bu tipler özgürlüğü ve demokrasiyi iste- mez. Onlar şiddet ister ve sadece şiddeti anlarlar.
Bunu iyi açıklayıp açıklamadığımı bilmiyorum, – dedi müfettişlere, başlarını öne eğmiş ve konuşmayanlara. – Bu insanlar iktidarı elinde tutmak isteyenlerdir. İktidarı oyla bı- rakmazlar. Batıyı kandıran, gerçekleri süsleyen manipülatör- lerdir. Sadece kağıt üzerinde başarı isterler, gerçekte değil. Onların umurunda olan insan hayatı değil. Onlar kan emiciler ve iktidarı sadece kan ve silahla bırakırlar. Onlar Sırbistan ve Yunanistan’ın kardeşleri ve yalakalarıdır. Kısacası, onlarla iş- galciler gibi savaşmalıyız! – dedi. – Sırbistan’ı buraya ve Rus- ya’yı elli yıl boyunca getiren insanlar gibi.
O zaman işe başlayacağız şef, – dedi SHIK başkanı. – Evet evet, Tamam! – Peki, ilk olarak ne yapacağız? – İlk olarak biz de olay yerine gideceğiz. Tirana’dan gelen uzmanlarımızı ya- nımıza alacağız. Polis uzmanlığını kabul etmeyeceğiz. Biz de kendi uzmanlığımızı yapacağız! – Tamam, – dedi. – Vlora’da-
kilerin işi düzgün yapmadığını mı düşünüyorsun? – diye sordu SHIK başkanına. – Doğruyu söylemek gerekirse, bilmiyorum,
- dedi SHIK’cı. – Poliste hala o lanet olasılar var, şef, –
- Biliyorum, dostum! – dedi Ardjan. – Yapılar her yerde var. Hiçbir şey değişmedi. Tüm devleti ellerinde tutanlar hala on- Nereye gidersem gideyim reform yok. Yüksek öğrenim görmüş insanlar lazım. Demokrasi ve yasayı isteyen insanlar lazım. Eski siyasi mahkumlardan avukatlar ve avukatlar lazım. Onlar devletin neden olduğu acıyı iyi bilirler. Devletin onlara elli yıl boyunca neler yaptığını bilirler. Ve, onlar demokrasiye hizmet etmeyi bilirler ve asla aldatmazlar.
Sen başbakan olmalıydın, Bay Ardjan! – dedi tüm SHIK memurları bir ağızdan.
Başından beri yapacağım şey bu olurdu, – dedi Ardjan,
- ya da Arnavutluk’tan ayrılırdım. Belki de burada kalmakla hata yaptım. İşte Arnavutlarımın bana yaptıkları! Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde saygı görecek ve onurlandırılacaktım. Tüm yayınevleri Avrupa’da bana çok pahalı ödemeler yapar- dı. Ve ben burada kalmayı seçtim. Ben aptalım. Bunu unutma- yın. Ben bir hayvanım! Bu ülke komünistlerin, bunlar iktidarı asla bırakmaz. Günler meselesi bizi devirecekler. Ben onların devriminin ilk işaretiyim. Avrupa veya ne bileyim başka bir şey umurlarında değil. Onlar fakirlerin hayatıyla ilgilenmez. Onlar organize bir suç grubudur. Bu adam bana saldıracak ce- sarete sahip değildi, ama birinden garanti aldı. Bir şeyler pi- şiriyorlar çünkü tüm ekonomik gücü ele geçirdiler. Yüzlerce kazançlı şirket kurdular ve bir gün liderliklerinin emriyle bir iflas patlaması yaparlar. Ve, bam Arnavutluk çöküşte! Geril- la savaşı ve adam kaçırmada ustalar. Hainlik onların kanında. Onlar usta gerillalar, ama aynı zamanda karı koca kr. Bunlar karılarıyla yaşamazlar. Karılarını başkaları idare Onların
karıları sadece göstermelik. Onlar homoseksüel… Phu! – yere tükürdü Ardjan. Onlar sadece dinliyor ve konuşmuyorlardı. İç- lerinden tüm söylediklerine katılıyorlardı. Teoride ve pratikte o çok doğruydu. Bu insanlar bir şeyler hazırlıyor, – dediler SHIK memurları da.
Hepsi yola çıkıp olay yerine gittiler. Ve, on dakika sonra, odanın kapısını açtılar ve tüm Tiyatro personelini dışarı çıkar- dılar. Ardjan da olay yerine ulaştı. İnsanlar şaşkınlıkla izliyor- lardı, çünkü herkes onu tanıyor ve onunla tanışmak istiyordu, ama hemen bir polis kordonu onun korunması için oluşturul- du. Arabadan indi ve hızlı adımlarla Dona’nın ofisine girdi. Çok endişeliydi ve neredeyse ağlayacak gibiydi, ama kendi- ni tuttu. Polis şefi ve SHIK şefi tüm ekiplerine “Hazır olun!” emri verdi. Hepsi iki sıra halinde dizildiler, yüzleri Ardjan’a dönük olarak. Ve hepsi ona askeri selam verdiler. – Bu çok cesur biriymiş! – dedi.
This content may violate our usage policies. SHIK şefi. “Bu başbakan ya da ordu genelkurmay başkanı olmalıydı. Bu, komünistlere kafa tutar!” dedi Vlorë Polisi şefi.
Tiran’dan gelen beyaz giyimli ekip, odanın başında yer aldı. “Harekete geç!” emri verildikten sonra olay yerinde ince- lemelere başladılar.
İlk olarak, parmak izlerini, ayakkabı izlerini, lastik izleri- ni ve kapıyı açmak için kullanılan alet izlerini kontrol ettiler.
Her yere yayıldılar ve biyolojik izler topladılar. Sigara iz- maritleri ve bir maske buldular.
Önce, parmak izi izlerini filme aldılar. Parmakların sal- gıladığı ter ve yağ izlerini fotoğrafladılar ve yanlarında gö- türdüler. ŞIK şefi Ardjani’ye, bu süreç hakkında bilgi verdi, Ardjani ekip çalışmasını dikkatle izliyordu. “Üç tür parmak izi vardır,” dedi. “Görünür, görünmez plastik ve derinlemesi-
ne olanlar. Ayrıca, olay yerindeki ayakkabı ve araç lastik iz- lerini de araştıracağız, şef,” dediler. “Ve belirtmek isteriz ki, Vlorë polisi olay yerini yeterince incelememiş. Olay yerinde tam bir araştırma yapılmamış olabilir. Suçluların giriş ve çı- kış noktaları, kullanılan silahlar yeterince belirlenmemiş. Olay yerine yetkisiz kişiler girmiş ve atmosferik koşullar birçok izi bozmuş. Ayrıca, kapının kırılma izlerini, kullanılan aletleri ve parmak izlerini almamışlar. Birçok gerekli şey eksik,” dediler. İzlerin fotoğraflarını çektiler ve Donika’nın masasındaki her köşeyi biyolojik olarak incelediler. ŞIK şefi, Ardjani’ye bu iz- leme yöntemlerini açıkladı.
“Zaten, Bay Ardjan,” dedi şef, “eylemlerimiz hakkında size bilgi vereyim: Bugün, 05.11.1995, salı günü… İşte olay yerini inceleme tutanağı. Bunlar, bulduklarımızın ve nasıl bulduğumuzun skiceleri. Her şey fotoğraflandı ve Tiran’da- ki Bilimsel Polis Laboratuvarında analiz edilecek. Daha önce böyle kapsamlı bir inceleme yapılmadı. Neyse ki, birçok par- mak izi, sigara izmariti ve diğer izler bırakmışlar. Bu izler işi- mize yarayacak. Yirmi dört saat içinde, bu kaçırmaya katılan kişilerin listesini çıkaracağız.” Ardjani ayağa kalktı ve şefe ve müfettişlere döndü. Düz bir duruş sergileyerek dedi ki: “Bey- ler, teşekkür ederim! Bugün gerçekten bilimsel bir iş yaptınız. Size minnettarım! Mutluluklarınızı size borçluyum! Düşman görünmez olabilir ama onu bulacağız, kim olursa olsun ve ne- rede saklanırsa saklansın. Onu bulacağız! O korkak tavşanı yuvasından çıkaracağız. Eğer erkek olsaydı, benimle istediği şekilde ve her türlü düelloda karşı karşıya gelirdi. Ama gizlice vurmayı seçti. O adama ya da o mahalleye haber verin: Hepi- nizi yakmak için geleceğim. Tüm arkadaşlarımı toplayacağım ve bir canavar ordusu kuracağım! Haberi yay, dokunulmazlı- ğımı bırakacağım ve yüz yüze geleceğiz. Beni nasıl kaçırdılar-
sa, sadece ailelerini değil, tüm akrabalarını da kaçıracağım. O Samir Kaushi, saklanacak bir yer bulsun. Ailesini onun gözleri önünde… Lanet olası bir yazardım ve beni tokatlarla kova- caklarını sandılar. Güçten başka bir şey anlamıyorlar. Ben de bunu biliyorum. Öyleyse, ben yetimim. Bilin ki sokaklarda bü- yüdüm ve bu türlerle ilkokulda ve lisede yüzleştim. Bu türler sadece şiddeti ve kafa kesmeyi tanır. Ne devleti ne de iyiliği tanırlar. Ben sokaklardan geliyorum. Bu türlerle savaşmaya hazırım. Artık geri dönüş yok!”
Polisler ve ŞIK görevlileri başlarını eğdiler ve hiç ko- nuşmadılar. “Çok üzgünüz!” dedi ŞIK şefi. “Bu tutuklama ve cezalandırmayı devlet olarak yapmamızı öneririz. Her halü- karda, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Elbette, gruplarımız bu- gün onların içine sızdı. Gizli görevlilerimiz bilgi almak için konuşmalara başladı. Karınızı bugün geri getirmek için her türlü müzakere yöntemini kullandık. Kim yaptı ve kim emir verdiğini öğrenmeliyiz.” Ardjani dedi ki: “Her şeyi kanıtlarla istiyorum. Suçsuz birine zarar vermek istemiyorum. Sadece suçluları istiyorum, şef!” dedi kesin bir şekilde. “Tabii,” dedi şef. “Suçluyu bulup hemen tutuklayacağız.” “Sizin ve devle- tin ne yapacağını bilmiyorum,” dedi Ardjani. “Sadece suçluyu bulun. Beni borçlu çıkarmış olursunuz.” ŞIK görevlileri onun sözleri karşısında şaşkına döndüler. Çok açık konuştu ve on- ları arkadaş olarak gördü. “Biz sizi bakanımız olarak görmek isteriz,” dedi polisler ve ŞIK görevlileri, onun sözlerinden ce- saret alarak. “Tamam!” dedi Ardjani. “Bu, yapılandırılmış bir suç örgütüdür. İyi finanse ediliyorlar. Dikey liderlik yapıları var. Ama biz, siz ve ben, onlarla mücadele edeceğiz. Onlara çok kötü vuracağız. Hepimiz birlikte nerede olurlarsa olsunlar onları vuracağız.
Onlara karşı hepimiz birlikte vurursak, bu güçlü tiplerin başına neler geleceğini göreceksiniz.
Biliyor musunuz, lisede bir zamanlar güçlü grup olarak adlandırılan bazı Shkodra’liler vardı. Ve bize hiç öğrenim şan- sı vermezlerdi. Kızları taciz ederlerdi, vb. Dükkanları kırarlar- dı. Ayrıca güzel motosikletlere sahiptiler.
Ben iki metre on santim uzunluğundayım. Bir gün onlara ne yaptım biliyor musunuz? Motosikletleriyle birlikte sırt üstü aldım ve nehre attım. Birinin bacağını üç yerden kırdım, vb. Ama sonuç beklenildiği gibi oldu. O insanlar bir daha okulu- muzda hiç görünmediler. Davranış notumu kıran müdür, oku- lun önüne geldi ve onu geri çekti. Bütün okulun önünde bana teşekkür ederek beni Okul Gençlik Birliği’ne seçilmeyi teklif etti.
Kısacası, bu insanlar şiddet dışında başka bir dil tanımı- yorlar. Eğer onlara kurşunla vurur veya burunlarına yumrukla vuracağınızı bilirlerse, önünüzde çok sakin dururlar. Gerçek- ten korkaktırlar. Bence, gruplarınız bu tehdit edici sözleri ma- hallede yaymalı, çünkü onların da casusları var. O güçlü tipe hemen haber gidecek. Sizin bu kadar çok çalıştığınız ve be- nim ağır sözlerimi dinlediğiniz için size teşekkür ederim. Hiç bu dille konuşmazdım, ama umutsuzum. Umutsuzluk insanı kör eder ve ne dediğinizi bilmezsiniz. Demokratik devletimizi temsil eden sizlerden özür dilerim, ama dikkatli olun, çünkü bunlar bize çok ağır karşılık verecekler. Komünistler güvenil- mezdir ve beni sırtımdan vurdukları gibi size de vururlar. Bir araya geliyorlar. Bugün burada başlayan şeyin dumanının çok yakında çıkacağını hissediyorum. Bugün burada size söyledik- lerimi hatırlayın.
Bugün, burada, Vlorë’da demokratik rejime karşı savaş başladı. Bu sadece ailemin rehin alınması değil. Bugün burada
demokrasi çöktü. SHIK’tekiler durumu bilimsel olarak analiz ediyorlar, ama açıkça söyleyeyim ki bugün burada devletimiz çöktü. Demokrasi çöktü! Önlemler alın!
-Şimdi,- SHIK başkanı konuştu.-Size hem Parlamento Başkan Yardımcısı olarak hem de Arnavutluk ve demokrasi için çok şey yapmış bir kişi olarak bilgi veriyoruz. Dün itiba- riyle, sayın başkan, 294/a ve 294/b maddelerine göre ajanları- mızı grubun içine sızdırdık.
Yani, açıkça söylemek gerekirse, sayın başkan. Casusu- muz, devlet adına bilgi toplamakla görevli ajandır. Casusluk bir meslektir ve biz kışkırtıcı ajanlar gönderdik. “Casusluk,- diye devam etti,- bir süreçtir ve ajanlar veya teknik araçlar- la kamuya açık olmayan bilgileri elde etmek için kullanılır. “Kışkırtıcı ajan” terimi, genellikle polis kuvvetlerinin bir üye- si olan ve diğerlerini suç işlemeye teşvik eden veya suçun iş- lenmesine katılarak suçluları ortaya çıkaran kişiyi ifade eder. Bu nedenle, biz iki kışkırtıcı ajan gönderdik ve en geç üç gün içinde durumu tamamen kontrol altına alacağız. Onlara belge- leri hapishaneden yeni çıkmış gibi düzenledik ve grup lideri bu numaramızı yutacak. Şu ana kadarki bilgilere göre, şef,- dedi,- Samir Kaushi o gece dört kız kardeşiyle birlikte Brindisi’ye doğru bir botla kaçtı. Büyük şefimiz İtalyan Gizli Servisi ile müzakerelere başladı ve bize o gece kaçan her botun uydu gö- rüntülerini gönderecekler. Elbette, orada sizin eşiniz de olma- lı, çünkü her yere ajanlar gönderdik ve onun izine rastlamadık. Bu da, maalesef, onu kaçırdığını düşündürüyor. Üç gün içinde, ajanlarımızdan rapor bekleyeceğiz ve sonra karar size kalmış, ama gönderdiğimiz kişilerden kanıtlar istiyoruz ve tüm suç örgütü için uluslararası tutuklama emri çıkaracağız. Unuttum: Tabii ki en iyilerini gönderdik ve siz Vlorë’dan ayrılmadan eşinizi bulacaklar veya onun artık bizim bölgemizde olmadığı-
nı kanıtlayacaklar. Eğer İtalya’ya gitmişse, oraya ajan gönder- me gerekecek. Bu adamın onu oraya götürüp götürmediği hala belli değil, ama her türlü senaryo için acil önlemler almalıyız,- diye tamamladı memur. Ardiani başını olumlu anlamda salladı ve onlarla iş birliğine devam etti. -Ben Arnavutluk’un silahlı kuvvetlerini çok seviyorum ve saygı duyuyorum,- dedi. Ar- dından, doğrudan, SHIK Vlorë başkanı konuşmaya başladı ve ondan özür dileyerek durumu tamamen açıkladı ve sonunda: “Silahınızın izni ile, unuttum söylemeyi, bugün saat 12’de ha- zır olacak, şef.” -Bana çok yetenekli bir insan gibi görünüyor- sunuz sayın başkan,- dedi SHIK başkanına,- ama, görüyorum ki anti-komünistsiniz. -Teşekkür ederim şef!- dedi ve Ardiani ile grubuyla daha rahat konuşabilmek için iki adım geri çekil- di, çünkü şimdiye kadar sadece konuşma yapıyordu ve sızan ajanların müdahale planını açıklıyordu, vb.
Bu sizin mesleğiniz çok güzel,- dedi Ardiani,- ama aynı zamanda çok tehlikeli. -Öyleyse size bilgi vereyim şef,- dedi SHIK başkanı,- bütün mahallenin telefonlarını ve onların te- lefonlarını dinliyoruz. Her adresi siber olarak dinliyoruz ve Kendi özel radyo dalgalarını araştırıyoruz. Ayrıca tüm işlerini nasıl organize ettiklerini gösteren bir şemayı da hazırladık.
Düşünüyorum ki, dedi şef, bunlar organize bir yapıya sa- hip ve bir terör örgütü. Onların tüm şemasını çizdim ve büyük ekranımızda açıklıyorum. Yani, efendiler, şunları düşünüyo- rum: 1. Finansörler, 2. Aracılar, 3. Koordinatörler, 4. Dağı-
tıcılar, 5. Mülkiyet alıcıları, 6. Mülkiyet güvenliği, 7. Rehine yardımcıları, 8. Rehine nakliyecileri, 9. İtalya’daki mafya gru- buna bilgi verecek kuryeler, 10. Büyük patron. Bu terör örgü- tü böyle çalışıyor. Ayrıca bu suç grubuna yönelik bilimsel bir plan hazırladık. Şunları inceleyeceğiz: üyeler arasındaki bağ-
lantılar, üye sayısı, yaşları, suç geçmişleri, eğitim seviyeleri, saldırganlıkları, işbirliği yetenekleri, gruptaki diğer kadınların rolleri ve iletişim yöntemleri. Yani, yapılacak her araştırma veya müdahale benim ve buradaki ekibimin onayıyla gerçek- leşecek. Endişelenmeyin, korkmayın! Çok fazla polis müdahil olmayacak. Savcıdan onay aldık, bu yüzden yasal olarak da önümüz açık. Yasal engellerle karşılaşacağımızı düşünmüyo- rum! dedi SHIK şefi konuşmasını bitirirken.
O zaman, dedi Ardian. – Bana söylediklerin çok ikna edi- ci, ama sahada yapacaklarınızı görmek istiyorum, şef, dedi.
Tamam, dedi SHIK üyesi. – Göreceksin, seni hayal kırık- lığına uğratmayacağız.
Göreceğiz, dedi Ardian gülerek. – Aa, saat on ikide sila- hını almayı unutma.
Pasaportun yanında mı? diye tekrar sordu SHIK üyesi Ardian’a. Ardian siyah çantasını açtı, biraz karıştırdı ve bir dakika içinde yanında getirdiği pasaportu çıkardı.
Diplomatik mi, değil mi? diye sordu SHIK şefi.
Hayır, hayır, dedi Ardian. – Diplomatik olanı burada da var ama normal bir vatandaş gibi pasaportum var.
SHIK üyesi gözlerini açtı.
Sade ve cesur oluşun beni şaşırttı, dedi SHIK üyesi. – Ardian diye hitap et! Senin çalışma tarzını ve liderliğini be-
ğeniyorum. Sana takdirlerimi iletiyorum. SHIK şefi coştu ve boğazını temizleyerek, dedi: Senin burada olmanı çok isterim. Kişisel olarak da savaşacağım, onlara karşı silahımı alıp sa- vaşa gireceğim, sadece senin iyi bir insan olarak sevdiğini ve ailenle birlikte olmanı istiyorum.
Tanrı seni korusun! dedi Ardian ve gözyaşları gözlerin- den akmaya başladı.
Yetimim, şef, dedi Ardian, ve asla iyi günler görmeye- ceğim. Bu bir lanet veya yazılı olmayan bir yasadır. Senin bahsettiğin ceza kanunundaki yasalar gibi. Şansım yok ve hiç olmadı. Hayatım savaş gibi geçti. Hiçbir zaman huzur içinde olmadım. Sürekli savunma halinde, şerefsizlerle savaşarak.
Açıkça söyleyeyim, Türkiye’de kalmanın büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. Bu vatan bir daha asla iyileşmeyecek. Komünistler ve devlet güvenliği ülkeyi ileriye götürmeyi hiç bırakmadı. Onlar için vatan, güç, mafya ve uyuşturucu demek- tir. Ve bize düşen, komünizmi devirdiğimiz ve bu canavarlara, bizi ve devleti alt edeceklerini sanan bu tür yaratıklara şans verdiğimiz için hata yaptığımızı söylemek kaldı. Devlet, kar- ton gibi, seni boğar. Öyle değil mi, SHIK şefi? dedi Ardian ona.
Keşke başbakan olsaydın, zeki Ardian, dedi o. – Sen baş- bakan olsan, bu güvenlik canavarlarını paramparça ederiz.
Haha, dedi Ardian gülerek. – Bunu hiç düşünmemiştim ama bence olurdu. Ülkeyi bu tür adamlardan çok hızlı temiz- lerdik. Onlara acıma yok. Yasalar içinde şehir merkezinde
idam cezası verilmesi gerekir. Avrupa’nın izin vermediğini söyleyeceksiniz. Ama Avrupa’nın ne önemi var, efendi! Bura- da kadınımızı kaçırıyorlar ve yapacak bir şeyiniz yok! Avrupa bile bu tür adamlara yüzyıllardır ölüm cezası vermiştir ama şimdi engellemiyor.
Avrupa’yı unutun şef, dedi Ardian. – Onlar, suç grupları- nı yok edip, onları cezalandırıp, alt ettikten sonra ömür boyu hapis cezası vermiştir. Ama iş bitince. Biz de bu tür adamlara ipleri geçirelim ve sonra ne olacağını görelim. Kanun ve düzen var mı yok mu? Bakın şef, dedi Ardian. – Burada yaşananlar Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek. Bir parlamenter şefinin eşi kaçırılmış. Dün yabancı gazeteler ve İtalyan televizyonları da yazdı.
Beni utandırdılar, Tanrı için. Dün itibariyle, kendimi bir Türk olarak varlığımı sorgular oldum. Beni ne hale getirdiler! Kalıcı olarak gitmeyi düşünüyorum. İtalyan vatandaşlığı al- mak ya da ne olursa olsun. Buradan ayrılmak istiyorum.
Berbat bir ülke! Çünkü bunlar erkek değil. Zayıf bir ik- tidar. Yasayı ve beni iktidardan düşüren güvenliği korkutmu- yorlar. Ama cesur olmalılar, benimle uğraşmalılar, kadınlarla değil. İşte buradayım. Tek başıma geldim. Kasıtlı olarak kim- seyi yanımda getirmedim, sadece bu şerefsizlerle, liderleriy- le veya ne istediklerini bulmak için dövüşmeye geldim. Yüz yüze dövüşeceğim. Her türlü silahı kullanırım, nasıl isterlerse. Bu tür kişiler gibi alçakça davranmam. Kadınlara saldırıp onu kaçırmak nedir? Hiçbir Türk, kadına ya da düşmanına karşı in- tikam almaz. Öyle değil mi şef? Yasalarımız yoktu ama Kanun
vardı. Öyle değil mi şef? dedi Ardian tekrar SHIK üyesine. Ar- djan, – Bir kahve istiyorum. Bir de konjak. Eğer varsa, mekân- da. – Bunu bırakmıştım, – dedi Ardjan, – ama böyle güzel bir mekânda konjak içmemek olmaz. Şefler gözlerini açtılar. O hiç alkol içmezdi. Bu ne kural? – dediler kendi kendilerine. – Bu adam bu haliyle ne yapacak!?
Garson hızla bara gitti ve siparişi getirdi. Ardjan, arkada- kilerin hareketlerini fark etti. Siparişinin ardından gülüşmeye başladılar. Ardjan, dudak hareketlerini hafızasında tutarak şu cümleyi oluşturdu: “Bu yazar kadın peşine düştü.”
Bravo! – dedi Ardjan. – Ne oldu şef? – Polis yetkilileri konuştular. – Bak, ben onları camdan takip ediyorum, mekâ- nın içinde. Dudak hareketlerini ve sözleri montajlıyorum ve yaptığım montaja göre, bunlar yazarın kadının peşinden gel- diğini söylediler. – Öyle mi? – dediler. – Şef, bizi mi meydan okuyor? Dudak hareketlerinden nasıl sözleri montajlıyorsun?
- Yatılı okuldayken, çok kötü gözcülerimiz olduğu için dudak hareketleriyle anlaşırdık.
Hahaha, – dediler. – Bu Mors Alfabesi mi? – Hayır, ha- yır, – dedi Ardjan, – bu, benim gibi ömür boyu yatılı okulda kalanların yöntemi.
Vay, – dediler katılımcılar. Garson içkileri ve kahveleri getirdi. – Afiyet olsun! – dedi ve uzaklaştı. – Peki şimdi, ne diyorlar? – Polis şefleri Ardjan’a sordular. – Bak, bunların pe- şinden gidin ve emin olun ki doğru yere ulaşırız. Bir öngörüm var. Şef, bunu aklında tut! – dedi SHIK şefine.
Bu arada, şef telefonuna bir mesaj yazdı ve başını kaldıra- rak şunları söyledi: “Görevimi tamamladım! Yani talimatı ver- dim.” – Bravo, ama dikkatli olun. Göze batmayın! – dedi Ar- djan. – Onlar işlerini kendileri bilir, profesyonellerdir, – dedi SHIK şefi. – Tamam, tamam! – dedi Ardjan. – Yani tekrar söylüyorum, aklında olsun diye. Ama, işinizi başarıyla yapa- cağınızı biliyorum, – diye bitirdi düşüncesini.
Teşekkürler! – dedi SHIK yetkilisi, başını bile kaldırma- dan. – Hiç bakmayın! – dedi sonra. – Yoo, başımı hiç çevir- mem, – dedi Ardjan. – Endişelenmeyin! Aklımda, ama her ha- reketlerini dikkatle takip ediyorum…
Böyle bak, ama göz önüne çıkmadan, – dedi SHIK yet- kilisi. – Tamam şef! Üzülme, – dedi Ardjan, suyu bitirdi ve mekândaki musluktan bir bardak daha doldurmaya gitti.
Onlar, gözleriyle Ardjan’ı izlerken birbirlerine gitme işa- reti verdiler. Görünüşe göre, bu yazar onların işini anlamıştı, yani onları tanımış ve görevleri açığa çıkmıştı. Ardjan tekrar masasına döndü. Şefler, operasyonlarıyla ilgili olarak astlarıy- la konuşuyorlardı. İletişim SMS yoluyla yapılıyordu.
Onlar masadan kalktı ve gözlem grubu aynı anda peşle- rine düştü. – Yola çıktınız mı? – diye sordu Ardjan. – Evet, evet, hiç endişelenmeyin. Her 300 metrede gruplarımız var. Her grubu farklı yaptık ki dikkat çekmesinler. Her grup kendi gözaltı bölgesine sahiptir. – Bravo! – dedi Ardjan. – Başarılı olacağınızı düşünüyorum. – Şerefe! – dedi ve gözlerinde zafer umudu açıkça görülüyordu. – Bu iyi düşünülmüş manevra ile
biraz moral buldum. Bilimsel bir unvana layıksınız, – dedi Ar- djan, memnun bir şekilde.
Hayır şef, bunu senin için yapıyoruz, ama her şeyden önce, müdüre çok üzüldük. Burada çok büyük bir iş yapıyor- du. Her gece yeni gösterimler oluyordu; farklı konser grupları. Sayıca Milano gibi görünüyordu, konserlerin ve katılımcıla- rın sayısı açısından. Hiç böyle bilimsel ve kaliteli bir organi- zasyon görmemiştik. Bu şehirde herkes Dona’yı seviyor. Her yerde onun için yas tutuluyor. Çok üzgünüz. Bilmem, bana inanıyor musun… ama bana da öyle geliyor ki, sanki ailemden birini kaybetmişim, – dedi SHIK yetkilisi. – Şehir karanlık bir gölgeye büründü. Müdür olmadan şehrin anlamı yok.
Yemin ederim, her ne olursa olsun onu bulacağım. Hatta gerekirse hayatımı feda edeceğim. Sağ ya da ölü, onu nere- de olduğunu ve bu kaçırmanın arkasında kimlerin olduğunu bulacağım. Bu, doğrudan Sosyalist Parti veya komünistlerin Vlorë’deki fanatikleri, güvenlikçiler olarak geri döndüler. Bunlar, malokların elinde gücü görmeye tahammül edemez- ler. Biz kötü bir halkız şef, – dedi SHIK yetkilisi, neredeyse ağlayarak.
Onlar tekrar konjak siparişi verdiler ve bir saat sonra tek- rar merkeze, SHIK şefinin ofisine döndüler. Şef hemen Ti- ran’daki kendi şefiyle bağlantı kurdu ve yaptıkları tüm eylem- ler ve yapacakları hakkında rapor verdi. SHIK şefi, müdürü İtalya’ya göndermiş olduklarından emindi. Şunları söyledi: “Bu gece botların hareketinin uydu görüntüleri gelecek, bu yüzden grup hazırlığa geçmeli ve İtalya’ya sızmalı. Bu gece İtalya SHIK şefi ile görüşeceğim ve hareketleri koordinatlarıy- la birlikte planlayacağız. Üç kişi SHIK’tan gidecek,” – dedi.
- İtalyanca’yı iyi bildiklerinden emin ol. Onlara bir miktar para, konaklama vs. sağlamamız gerekiyor. Özellikle, onlara uyuşturucu satan, cinayet işleyen ve benzeri işler yapan bir grup olarak tanıtmalıyız. Bu kişilerin orada doğrudan bir ola- ya dahil olmalarını ve gruplar arasında, Arnavutluk’tan kor- kutucu bir grup geldiği hakkında konuşulmasını sağlamalıyız. Yani, bunlar iki iş yapacak ve her şeyi çizecekler. Şefler, suç gruplarının başları, özellikle de fuhuş konusundaki durumları belirlemeye yönelik. Yani, yerel video ve ses kanıtlarına ihti- yacımız var! Öncelikle, İtalya’ya gönderilecek olan üç kişiyi bulmalısın. Eminim ki onları İtalya’ya göndermişlerdir.
- Emredersiniz! – dedi Vlorë Şube Müdürü. – Gönder- diğin senaryoya göre her şey yapıldı, şef, – dedi. – Tam bir tedbir planı hazırladık. Akşam size faksla göndereceğim. – Ta- mam, – dedi büyük SHIK şefi. – Dikkatli hareket edin! Daha sonra, Vlorë SHIK şefi şöyle dedi:
“Bugün, bu grubun üç üyesini dinlemeye aldık. Üyeler olduklarını düşünüyoruz çünkü küçük radyo ile konuştukları- nı duyduk ya da bize öyle göründü. Daha sonra, tüm gözetim gruplarını peşlerine taktık. Bir yerlerde hata yapacaklar, şef, – dedi. – Hatanın bu gece ortaya çıkacağına eminim. – Tamam! Beni her saat dinleyici numaram üzerinden ara. Çok endişe- liyiz. Amerikan büyükelçisi de bugün, bu eylemin arkasında yatanı mümkün olan en kısa sürede keşfetmemizi emretti çün- kü mesele uluslararası bir hal aldı. Yabancı gazeteleri okudun mu?
- Hayır, hayır, sahadaydım ve müdahale planını hazır- lıyordum. Hiçbir şey okumadım. Ayrıca, onlar sadece Vlorë
Turizmi’ne gelir, şef, – dedi gülerek. – Tamam, – dedi büyük SHIK şefi. – Onlara faksla yazılanları ve şüphelenilen yerleri özetleyerek göndereceğiz. Analiz bölümünün sonuçlarını da iki saat içinde faksla göndereceğim. Tamam mı? – ve ekledi: “Şu ana kadar yaptığın işten çok memnunum!” – dedi büyük şef.
- Şef, – dedi memur, – gözetim ve sızma grubumuz gö- revde, ancak senin de belirttiğin gibi, müdürün o gece bir bot- la alındı ve Brindisi’ye gönderildi. Bu akşam sahadan bilgiler alacağız ve her şeyi sana bildireceğim. Bu arada, sen şef, İtal- yan hizmetinin şefiyle telefon görüşmesini Burada zaman kaybı. Cevap birkaç saat içinde gelir, – dedi şikasi.
- Tamam, – dedi SHIK başkanı. – Hazır olun. Beyefen- diler, polise mümkün olduğunca az bilgi verin. Onların için- de casuslar var. Tüm bilgileri satıyorlar. Polislerin de onlarla işbirliği yaptığı kesin. Bu bir zaman meselesi ve bu durumu doğrulayan fotoğrafları göndereceğim. Bunları savcılığa bu gece vermen gerekiyor. Bu suç grubunun tüm işbirlikçilerini tutuklamalı ve durdurmalısınız.
- Yolsuz polisler devletimizi ve Avrupa geleceğimizi kir- letiyor, – dedi SHIK şefi. – Bilgi bekliyorum, – dedi. Kişisel faksım her an açık olacak. – Tamam şef, – dedi Vlorë şefi. – Seni sormadan herhangi bir duraklama yapmayacağız.
- Bir planınız olduğuna inanıyorum. Değil mi? – Evet,
- – Planını çok iyi inceledim. Birkaç tuzak daha ekleye- ceğim ve bu cesur okul mezunu adamların yakalanacağından eminim. Ama çok cesurlar. Bu adamları takip etmemiz gere-
kiyor. Onların finansörüne gideceğiz, ki bence Yunanistan’da ama solcularımızın etkisi altında. Yunan istihbarat servisi bu suçluyu bizi kışkırtmak için serbest bıraktı, yani Vlorë’yi ha- ritadan silmek ve sonra güney Arnavutluk’u ilhak etmek veya Yunanlaştırmak istiyorlar. Ama hızlı hareket etmemiz gereki- yor, bana söylemeden hiçbir şey yapmayın. Bu meseleyi kimin yönettiğini öğrenmek istiyorum. Bu bana Yunanistan’daki “Asfalia” istihbarat servisini getiriyor, ki bu bizim destabili- zasyonumuz için yüz milyonlarca drahmi getirdi. Ve Ardja- ni’nin de dediği gibi, müdürün kaçırılmasıyla devlet çöktü. Bu, demokratik bir devletin tarihinde hiç yaşanmamış bir saldırıdır. Sınırlarımızdaki saldırılara karşı savaşta pozisyo- numuz nettir. Kanıtları bulacağız ve uluslararası mahkemeye göndereceğiz. Arnavutluk’taki çeşitli derneklerdeki sızmaları da ifşa edeceğiz. Amerika’daki lobicilikleri de biliyoruz. On- lar, Arnavutluk’un kuzeyinde Yunan dernekleri açtılar.
Vlorë şefi şok olmuş bir şekilde kaldı. – Şef, beni şaşırttı- nız, – dedi ve telefonun diğer tarafını değiştirdi. – Güvenli bir hat mı bu şef? – tekrar sordu. – Çünkü burada Vlorë’de çok güçlü dinleme cihazları var ve biz hala eski cihazlarla çalışı- yoruz. – Merak etme, – dedi SHIK başkanı. – Güvenli bir hat. Hoşça kal! Bu gece haber bekliyorum, ama İtalya’ya gitmeye hazır olun. SHIK Vlorë şefi telefonu kapattı ve kendi ofisinden çıktı çünkü dışarıda Ardjani onu bekliyordu.
- Ne dedi şefin? – Aynı görüşlere sahip. Hiçbir farkınız O, devlete ve Güney Arnavutluk’a karşı bir isyan olarak düşünüyor, tıpkı senin gibi, parlamentonun başkan yardımcısı.
- Tamam, – dedi Ardjani. – Otelde bekliyorum. Bir oda ayırdım. Senden, bana silah izni vermeni istiyorum. Pasapor- tumu hazırladım, ceza alıp almadığımı ya da silah almamı en- gelleyecek başka bir sorun olup olmadığını doğrulamak için. Tiran’dan gelmelerini bekliyorum. Savcılığa yazıyorum ve… Gerçekten, senin ofisine fakslayacaklar. Silah meselesini hal- lettiniz mi şef? – diye sordu şikasi.
Evet, evet. Onlarla çatışmaya gireceğimizden eminim. Köpeklerini üzerime salacaklarından eminim. Hatta bu gece, beni yaralamaya ve korkutmaya çalışabilirler, böylece bura- dan kaçmamı sağlasınlar. Yani, başımı kurtarmak istiyorlar. Tuzaklarına tuzakla karşılık vermeliyiz. Birimlerinizi bu gece Turizm Oteli’ne hazır bulundurun. Beni kurtarmak mümkün değil. Anlıyor musun, onları ekmekle peynir gibi gördüm. Ama onları tutuklamak ve yaptıkları işin tümünü Arnavutluk ve güneyi hakkında ifşa etmek istiyorum.
Tabii ki, eğer ateş açarlarsa, ben de karşılık vereceğim. Sonuçta kendimi savunacağım. Ayrıca, tüm devleti haberdar ettim, suçlu değilim. Saldırıya uğrarsam, karşılık vereceğim.
Tamam şef, – dedi. – Kurşun geçirmez yelek getireceğim. Hayır! Onu getirme! Onlara doğrudan ve aynı silahla kar- şılık vereceğim. Başlangıçta kapının anahtarını kıracaklar ve beni uykuda yakalayıp koyun gibi rehin alacaklar. Benimle alay edecekler ve sonunda beni öldürecekler. Bu, planları ol- malı. Lokaldeki insanların dudak hareketlerinden bunu anla- dım. “Bu yazar buraya koyun gibi gelmiş” dediler. Göreceğiz
bu gece kim koyun, göreceğiz, – diye mırıldandı Ardjani.
Biz koruyacağız, – dedi şikasi.
Hiçbir şey yapamazlar bana şef. Silahı getirin! Burada ya ofisinde ya da turizmde beni bekleyin. – Daha iyi orada, orada olacağız, – dedi subay Ardjani’ye yanıt verirken. – Bak, sana
diyorum, şef, bir 20’lik ver, – dedi yazar, – “skorpion” türün- den. Tamam mı?! Ve beş şarjör. Bıçak buluruz otelde, merak etme. Bak, kurşun geçirmez yelek istemiyorum. Uyuyormuş gibi yapacağım ve kapıyı anahtar ile kapatmayacağım. Onları yormaya gerek yok. Onları orada tuzağa düşüreceğim. Sonun- da siz müdahale edecek ve tutuklayacağız, sonra doğrudan Ti- ran’a götüreceğiz.
Seni riske atamayız şef. Biz bu iş için ödüyoruz.
Hayır, ben kendim suçlularla karşı karşıya gelmek ve sorgulamak istiyorum. Şimdiye kadar çok iyi çalıştınız. İn- filtrasyoncuların bize direkt görüntüler vereceğinden eminim. Oradaki tüm isimleri ve ne varsa alacaklar, unutma şef, – dedi Ardjani. – İtalya’daki üslerini bulmalıyız veya hangi mafya örgütüyle çalışıyorlar vs.
Bu, şik’un görevidir şef, – dedi şikasi. – Biz terörle ve suç çeteleriyle mücadelede ana yükü taşıyanlarız. Bu yüzden, 1991’de kurulan Ulusal İstihbarat Servisi yasası gereği, ana- yasa dışı faaliyetlerin engellenmesi, tespiti ve durdurulması görevini üstlendik.
Ayrıca ekleyeyim, – dedi subay, – ŞIK senin başbakan ol- manı iyi yapar, sayın Ardjani. Tek başına komünistleri düzel- tebilirsen, görüyorum. ŞIK’ın kuruluş dekretini okudum, sayın başkan. Ve parlamentoda senin ve şefinin lehine oy kullandım. Her şeyi biliyorum, ancak yasanın belirttiği şekilde uygulama- ya geçmek gerekiyor.
Karım kaçırıldı ve sen bana dekret ve SHIK’ın kuruluşu hakkında ne olduğunu söylüyorsun. Tebrikler! Burada biraz kafa karışıklığına neden oldun, ama önemli değil. Şimdiye kadar çok iyi çalıştın, bu yüzden seni affediyorum. Şikasi su- ratında bir ifade değişikliği yaşadı. – Hayır şef, bunu böyle söylemedim. Müdahale eden biz olacağız. – Hayır, dün neden
yakalamadınız? Ben buraya gelmeden hiçbir şey yapmadı po- lis. Nerede vardınız?
Durumu tamamen rapor ettik ve biliyorsunuz şef, polisin içinde çok fazla yolsuzluk yapan ve çetelerden maaş alan var. İşte şimdi doğru konuşuyorsun, – dedi Ardjani. – Burada devlet nerede? Bu polis ne işe yarar?! Polis tamamen yeniden yapılandırılmalı. Bu tür polisler güvenlik görevlisi bile ola- maz. Tiran’a dönünce köklü bir reform yapacağız, artık böyle olmayacak. Size garanti ederim ki, Arnavutluk’un her yerin- den polis getireceğiz. Bu tembel polisler kafe köşelerinde otu-
rup rakı içerek ne işe yarar?!
Bunu da fark ettin şef, – dedi şikasi. – Evet, ayrıca gaze- teciyim. Unuttun mu ki gazeteciyim?
Hayır, biliyorum, – dedi şikasi. – Sen yazı işlerinde en iyisisin. – Birçok konuda da, – dedi Ardjani gülerek.
Ya da daha doğru bir şekilde her yerde en iyisisin kar- deşim şef, – dedi şikasi. – Arnavutluk seninle gurur duyma- lı, sadece kaleminle değil, ülkemiz için yaptıklarınla da. Ve ironik bir şekilde, şimdi ülkemiz için yaptıkların için bedel ödüyorsun. Bunlar hainler. Senden yaptıklarının zararını hiç affetmediler ve şimdi gazetelerdeki yazılarınla bu zararları ya- pıyorsun. Gerçekten, dünyadaki tüm ana gazetelerde yayım- lanan tek Arnavut sensin. Başka hiç kimse senden önce bunu yapmadı. Bu işlere ulaşamadıkları için seni gözümüz gibi ko- rumak zorundayız, lütfen bu işi zorlaştırma! Çok güçlü bir çe- teyle karşı karşıyayız, lütfen onların yakalanmasına izin ver.
Hayır, bu iş bitti. Kanunu ve yasal organlarını saygıyla karşılayacağım, – dedi Ardjani, – ama git ve söylediğim silahı getir, onların tutuklanmasını organize et. Ama sonunda bana bırak. Onları kulaklarından yakalarım. Ayrıca… unuttum. Ya-
nınızda kameralar olduğunu gördüm, – dedi Ardjani. – Çok iyi bir iş çıkardınız. Onları kaydedeceğiz, böylece tüm dünya saldırılarını kanıtlarla görebilir.
Çok doğru şef! Umarım tuzağa düşerler, – dedi şikasi.
Ben de umuyorum, – dedi Ardjani. – Şimdi git ve sana verdiğim işi yap, yoksa sadece suçlularla mı karşı karşıya ka- lacağım?!
Hayır, – dedi. – Yola çıktım, iki saat içinde buradayım. Sen nereye kalacaksın şef? – Ardjani’ye yöneldi. – Turizmde kalacağım. Oraya kadar benimle gel. Arabama bin, seni ben götüreyim, – dedi Ardjani. Orada, sanırım savcılık ve mahke- me yakınlarda. Yok mu?!
Hayır, şoförümüzü alacağım. Kendini yorma, – dedi su- bay. – O bizi ikimizi de götürecek.
Hayır, dediğimiz gibi, – dedi Ardjani. – Ya tek başıma ya da birlikte yürüyerek gideceğiz. Oraya rahat bir şekilde gide- ceğiz, sanki biraz içmişiz gibi, – diye konuşmasına devam etti Ardjani. Sonra, sizin şikası bizim arkamızdan gelsin. Ama me- safeyi korusunlar, anlaşılmasın, belki şanslı oluruz. Kim bilir, belki bizi beklerler ve şimdi saldırırlar.
Hayır, inanmıyorum, – dedi şikasi, gri iş ceketini giydi, beyaz gömleğini düzeltti ve Ardjani’nin arabasına bindi. – Bu parlamento aracı şef, – dedi Ardjani. – Ben henüz kendi araba- mı almadım. Bu kadar uzun başlıkla arabam yok, ama yapacak bir şey yok şef. Yakıt ve iş dışı zamanı maaşımdan ödeyece- ğim.
Hayır, – dedi şikasi. – Senin çok ciddi bir ailevi sorunun
var. Kimse senin iş arabasını aldığına kızmaz. Hepimiz burada hayatımızı riske atıyoruz, yakıt veya başka bir şey ödemekle ilgilenmiyoruz.
Şef, – dedi Ardjani, – sen bana kuzeyli gibi görünüyor- sun. Seni sık sık gözlemledim ve kuzeylilerin cömertliği ve ce- saretini taşıdığını görüyorum. Bizimle bir ilişkin var mı yoksa sadece ben mi yanılıyorum?
Evet şef, – dedi. – Biz uzun süredir Mirditalıyız, uzak kö- kenlerden.
Ah, anlaşıldı, – dedi Ardjani, güçlü olanı umursamadan.
Bravo!
Bak, – dedi subay, – tüm Himara ve Vlora’dan geldik.
Ben dört nesildir Vloralıyım, yani yarı dağlıyım.
Haha, – dedi Ardjani gülerek. – Labler çok cesur ve ulusal dava savaşçılarıdır, ama sizinle bir ilişkiniz var.
Ahaha, – ikisi de güldü.
Belki, – dedi şikasi. – Kim bilir. Hepimiz akrabayız şef,
- – İki milyonuz, hepsi. Üç ya da dört milyon denmesin. Çok azız ve halk olarak çok geriyiz. Hem burada, hem kuzey- de. Aynı şekilde kötülük yapıyoruz. Birbirimizi ve vatanı sal- dırıyoruz, vatan savunulması gerekirken. Her zaman kuzey ve güney arasında hiç bir zaman bir arada olmadık. Şimdi vatan tehlikedeyken, yine de güney ve kuzey olarak ayrılmış durum- dayız. Bu Yunanlıların ve Sırpların işi, bilmelisin şef, – dedi şikasi.
Evet, biliyorum, – dedi Ardjani. – Onlar her zaman bizi parçalayıp ayırmaya hazırlar. Amerika’nın adımlarını biraz kaydırdıktan sonra, bizi parçalara ayırırlar.
Tamam şef, – dedi Ardjani şikasına. – Git ve seni turizm- de burada bekliyor olacağım. Girişte pencerenin yanındaki köşe masasında olacağım. Hatırladın mı?
Evet, tabii ki, turizmi nasıl bilmem ki, – dedi. – Her şe- hirde kaldım, her zaman turizmde kalırım. Şkodër’de de orada kalıyordum, – dedi Ardjani. – Sorabilirsin. “Rozafa”da tüm
arkadaşlarım var. Personel gibi, yani. Donika ile orada düğün yapmayı düşünüyoruz, tabii ki eğer Türkiye’de kalmayı seçer- se. Ama, eğer Donika’yı bulamazsam, ölürüm. Artık hayatı istemiyorum, anlıyor musun şef? – dedi Ardjani.
Bulacağız, – dedi subay. – Ölmen için uzak olmalı! – dedi şikasi. – Sen demokrasiye canlı bir kahramansın, Bay Ardjani,
- – Seninle aynı kökenden gelmekten gurur duyuyoruz. Onlar, yaptıkları şeyler için pişman olacaklar, özellikle de ka- rını kaçırdıkları için.
Bak buraya, – dedi Ardjani. – Bil ki, onsuz hayatı sür- dürmeyeceğim. Eğer o ölürse, ben de ölürüm, ama intikamı- mı alacağım. Onun huzur içinde bu dünyadan ayrılmasını ve hakkının alındığını bilmesini istiyorum. Onsuz yaşayamam, tamam mı? Bu kadar. Nasıl istersen al.
Hayır, senin ciddiyetini anlıyorum şef, – dedi şikasi. – Ama hemen silahını alıp gitmeliyim. Ama, sen bizim gözeti- mindesin, tüm birimler etrafında. Korkma!
Korkmuyorum! – Ardjani, dediği şeyi anladın mı? İnti- kam almak istiyorum. Hayatım hiç umurumda değil. Ama, bunu yapanı cezalandırmak istiyorum, masum insanları değil. Kimin yaptığını bilsem, asla polise gelmezdim. Anlıyor mu- sun? O gün öldürecektim. Onu düelloya zorlar ya da ailesini tankla öldürürdüm. Bu hatayı anlıyor musun? O adamı asla canlı bırakmam. Kim olursa olsun, ölüdür. Basit bir konu. “Benim başıma gelmeyecek bunlar. Bu yüzden seni gözümüz gibi korumamız için kesin bir emir aldık, lütfen bu işi zor- laştırma! Karşı karşıya olduğumuz çok güçlü bir çete var, bu yüzden onları yakalamamıza izin ver lütfen.”
“Hayır, bu iş bitti. Yasanın ve yetkili organlarının gereği- ni yapacağım,” dedi Ardjan, “ama oraya gidip söylediğim si-
lahı getir ve tutuklamayı organize et. Ama sonunda bana bırak. Onları ben kulaklarından yakalarım. Ayrıca… unuttum. Yanı- nızda kameralar gördüm,” dedi Ardjan. “Çok iyi yapmışsınız. Onları kayıt altına alacağız, böylece her şey kanıtlarla olacak ve tüm dünya saldırılarını görecek.”
“Bu çok doğru, şef! Umuyorum ki tuzağa düşerler,” dedi şikasi. “Ben de umuyorum,” dedi Ardjan. “Şimdi yola çık ve belirttiğim işi hallet, yoksa beni yalnız mı bırakacaksın?”
“Hayır!” dedi şikasi. “Yola çıkıyorum, iki saat içinde bu- rada olacağım. Şef, sen nerede kalacaksın?” Ardjan’a yöneldi.
“Turizme yakın bir yerde kalacağım. Gel hadi benimle. Arabama bin, seni götüreyim,” dedi Ardjan. “Orada savcılık ve mahkeme de var sanırım. Değil mi?”
“Hayır, şoförümüzü alacağım. Sen zahmet etme,” dedi subay. “Bizi ikimizi götürecek.”
“Hayır, daha önce konuştuğumuz gibi,” dedi Ardjan. “Ya yalnız giderim ya da birlikte yürürüz. Oraya, sanki dikkatsiz- mişiz gibi ve biraz içmiş gibi gitmeliyiz,” diye devam etti Ar- djan. “Sonra şikasi ekibin arkamızdan gelsin. Ama mesafeyi korusunlar, fark edilmesinler. Belki şansımız yaver gider. Bel- ki de tuzağa düşerler ve bizi hemen saldırırlar.”
“Hayır, buna inanmıyorum,” dedi şikasi, gri iş ceketini gi- yerken, beyaz gömleğini düzeltti ve Ardjan’ın arabasına bindi.
“Bu parlamentoya ait, şef,” dedi Ardjan. “Henüz kendi arabamı almadım. Başka bir çare yok. Benim tüm maaşım ya- kıt ve mesai dışı zamanı ödeyecek.”
“Hayır,” dedi şikasi. “Ailende çok büyük bir sorun var. Kimse seni kötü niyetli görmüyor, iş arabasını aldığın için. Hepimiz hazırız ve burada hayatımızı riske atıyoruz, yakıt ödemesi ne ki!”
“Şef,” dedi Ardjan, “Siz bana kuzeyli gibi görünüyorsu- nuz. Sizi hep kuzeylilerin cömertliğini ve cesaretini gözlemle- dim. Bizimle bir bağlantınız mı var yoksa yanılıyor muyum?”
“Evet, şef,” dedi o. “Biz Mirditalıyız, uzak bir kökümüz var.”
“Ah, anlaşıldı,” dedi Ardjan, güçlü insanlara hiç önem vermeden. “Tebrikler!”
“Bak, şef,” dedi subay, “bütün Himara ve Vlora’dan gel- dik. Ben dört kuşaktır Vloralıyım, yani yarı dağlıyım.”
“Ha ha,” diye güldü Ardjan. “Ve dağlılar çok cesur ve ulusal davası için savaşçıdır. Ama siz dağlılarla bağlantınız var gibi görünüyor.”
“Ah ha ha,” ikisi de güldü.
“Kim bilir,” dedi şikasi. “Biz kan bağlantısındayız şef,” dedi. “İki milyon, biz tamamız. Üç ya da dört milyon diyorlar ama biz çok azız ve halk olarak çok geri kalmışız. Hem burada
hem de kuzeyde aynıyız. Aynı şekilde kötüyüz. Birbirimize saldırıyoruz ve vatanı savunmamız gereken yerlerde bile sal- dırıyoruz. Her zaman, kuzey ve güney arasında birleşmedik. Şimdi vatan tehlikede, hala ayrılmış durumdayız. Bu Yunanlı- ların ve Sırpların işi, bunu bilmelisin şef,” dedi şikasi.
“Evet, biliyorum. Onlar her zaman bizi parçalayıp ayır- maya çalışır,” dedi Ardjan. “Amerika’nın bir adım uzağında bile olsalar, bizi parçalayıp saldırıyorlar.”
“Tamam şef,” dedi Ardjan. “Yola çık ve seni burada tu- rizmde bekleyeceğim. Girişte pencerenin yanındaki köşe ma- sasında olacağım. Hatırladın mı?”
“Evet, kesinlikle. Turizmi bilmeme gerek yok,” dedi su- bay. “Her gittiğim şehirde turizmde kalırım. Şkodra’da da hep öyleydim,” dedi Ardjan. “Sorabilirsiniz. ‘Rozafa’da herkesle arkadaşım. Personel gibi, yani. Hatta Donika ile düğünümüzü orada yapacağız, tabii ki eğer karar verirsem Türkiye’de kal- maya. Ama Donika’yı bulamazsam, ölüyorum. Hayatımı hiç istemiyorum, anladın mı şef?” dedi Ardjan.
“Bulacağız,” dedi subay. “Sen ölme!” dedi şikasi. “Sen bir canlı demokrasi kahramanısın, Sayın Ardjan,” dedi. “Senin ailenle birleşmen için elimizden geleni yapacağız. Sizi damat olarak kabul etmekten gurur duyuyoruz. Bu kötü adamlar, Vlo- nalılar ya da Arnavutlar değil. Kan dökmüşler ve doğduklarına pişman olacaklar. Hele ki karını, Donika’yı kaçırdıkları için.”
“Bak buraya,” dedi Ardjan. “Bil ki, onsuz yaşamıyorum. Eğer o ölürse, ben de ölürüm ama intikamımı almak istiyorum.
O huzur içinde diğer dünyaya gitmeli ve hakkını aldığını bil- melidir. Ben onsuz bu dünyada yaşayamam. Bu kadar. Nasıl istersen öyle al.”
“Hayır, şef,” dedi şikasi. “Sizi ciddiye aldığımızı biliyo- rum. Şimdi silahınızı alıp gidiyorum. Ama gözlem altındası- nız, tüm birimler çevrenizde. Korkmayın!”
“Ben korkmam,” dedi Ardjan. “Söylediğimi anladın mı? İntikam almak istiyorum. Hayatımı umursamıyorum. Ama suçsuz insanları değil, suçu işleyenleri cezalandırmak istiyo- rum. Suçluyu bilseydim, hiç polisle uğraşmazdım. Anlıyor musun? O gün öldürürdüm. Düşüşüne ya da ailesine karşı sa- vaş açardım. Anlıyor musun ne kadar büyük bir hata yaptılar? O kişiyi asla yaşatmam. Kim olursa olsun, ölüdür. Sadece me- sele.”
Ardjan, masadaki üçüncü sandalyeye oturdu. Garson he- men yanına geldi ve selamladı. “Siz Ardjan’sınız, ünlü yazar,” dedi garson.
“Evet, benim,” dedi Ardjan. “Beni tanımanız çok iyi. Ki- tap okur musunuz, bayım?” diye sordu Ardjan.
“Evet, öğrenciyim ve hem çalışıyorum hem de öğreniyo- rum,” dedi garson. “Ne üzerine çalışıyorsunuz?” diye sordu Ardjan.
“Dil ve edebiyat,” dedi garson.
“Aa, bravo! Ben de edebiyat bölümü bitirmek isterdim ama yapamadım, çünkü kötü bir geçmişim vardı ve rejim beni nereye göndermek isterse oraya gönderiyordu, istediğim yere değil.”
“Biliyorum,” dedi garson. “Ne içmek istersiniz? Yoksa bir şey mi yemek istersiniz?”
“Hayır, hiçbir şey yemek istemiyorum, arkadaşlarımı bekliyorum. Bir kahve ve yerel rakı istiyorum, var mı?”
“Tabii ki var, üzümden orijinal. Onu ben getireceğim ve sizden bir imza almak istiyorum çünkü kimse sizin Vlorë’ye geldiğinizi ve beni ziyaret ettiğinizi inanmıyor. Bu imza, bana verdiğiniz bir kanıttır.”
“Yani bu kadar önemli miyim?” diye güldü Ardjan. “Evet, yazar bey. Bizim ulusal gururumuzsunuz,” dedi garson ve restorana döndü.
“Teşekkürler garson, yüksek öğrenim görmüş biri,” dedi Ardjan. “Şey, şef, ne yapacağım. Sonra işim bittiğinde öğret- men olmak istiyorum. Edebiyat benim tutkum.”
“Yazıyor musunuz?” diye sordu Ardjan.
Gözümde kalan bu roman parçası var. Biz yol arkadaşla- rıyız. Belki ben de bir canavara dönüşeceğim, çünkü bu insan- lar merhamet istemiyorlar. Sadece barbarlık ve güç istiyorlar. Onlar sadece aynı dilden anlıyorlar.
İnsanlar, kelimenin tüm anlamlarında en kötü yaratıklar- dır. İnsan güvenilir değil, dinine bağlı değil. Arkadaşları yok, kardeşini, akrabalarını, kız kardeşini bile sevmiyor. İnsan kötü kokulu bir varlıktır. Onun bedeni ve dışkısı kötü kokar. Hatta nefesi bile kokar. Tanrı, böyle bir insan yaratarak hata yaptı. O, diğer yırtıcı hayvanlar gibi bir hayvandır. Sadece zayıf ve güçlü insanlar vardır, iyi insanlar yoktur. Her iyi insanın içinde deli, hayvani ve istismar edici yönler vardır. Kötü bir insan gibi, bunları dışa vurur. İnsanlar seçilmelidir, birçok ırk ve insan yok edilmelidir; bunların çoğalmayı hak etmedikleri ve soylarının devam etmemesi gerekir. Dünyayı kirletenler, dü- şük seviyeli insanlar, bankerler, faizciler, komünistler ve ge- nel olarak Slavlardır. İnsan çakal gibi bir varlıktır. Çakal daha iyidir, daha soylu ve sevimlidir. İnsan ceza almalı, hataları için asla bağışlanmamalıdır. Eğer bağışlarsan, bunu zayıflık olarak görüp tekrar saldırır. Cezalandırma, onu düzeltmek için yapı- lır! Tüm günahkarlar cezalandırılmalıdır, aksi takdirde günah- ları artar ve adalet ve toplum için yakalanması imkansız hale gelir. Cezalandırma, acı çeken, köleleştirilen veya rehin alınan kurbanları rahatlatmanın en iyi yoludur. Bu canavarlar, neden İşçi Partisi’nde seslerini çıkarmadılar? Neden o zaman kimse- yi rehin almadılar?
Yoksa ölüm cezası mı onları korkutuyordu, bu yüzden mahalle polisinin ve monist devletin önünde tavuk gibi mi bekliyorlardı? Demokrasi açıldığında, cesurlar pislikten çıktı ve şimdi, bulmaları zor. Onlarla dövüşmek zorundayım çünkü artık onlar için deniz sütliman. Devletin ya da özel sektörün cezasından korkmuyorlar. Eğer daha önce evlenmemiş olsay- dım, bu kızın hali ne olurdu acaba. “Ben onun uğursuzluğu- yum,” dedi kendi kendine tekrar. “Ben Fantoci veya yetimin
talihiyim. Her zaman yapabileceğim daha önemli işler vardı, yani evlenmemek!” Bak, evliliğim nerede sona erdi. Sevdiğim kız rehin alındı. Her şey öfkem yüzünden. Ben suçluyum. Ben de onlardan biri olacağım. İntikam alacağım, ama çok daha şiddetli, çok daha kötü.”
Gelecek nesillere örnek olacağım. Onlara kötü insanlar nasıl parçalanır, göstermek istiyorum. Diğerlerinin kadınlarını saldıran ve rahatsız eden herkese bir ders verilmesini istiyo- rum. Vereceğim ceza, onlara ebedi bir ders olacak.
Bir süre sonra, düşüncelerinden çıkıp dedi: “Bu SHIK adamı ne kadar geç kalacak?” – ve güldü. İki saat geçti ve bu adam ortaya çıkmadı. Acaba beni unuttu mu, çünkü beni burada yalnız bıraktı. Şaşırtıcı bir şekilde, mekânda hiç kimse yoktu. Bu, onların haberdar olduğunu gösteriyor. Onların ha- berci ve gözlemcileri var. Bu saatte insan olmaması rastlantı olamaz. Biraz hile gibi görünüyor.
“Ah, şef!” – dedi kendi kendine. “Çok geç kaldın! Burada boşuna bekliyoruz. Onlar denizi geçti, ben görüyorum. Burada Dona olsaydı, bunlar bana bir haber getirir ya da para isterdi, ama şimdiye kadar hiçbir şey olmadı. Yanında kimse olma- dan durmam. Kimse gelmedi ya da otelin telefonu aracılığıyla bana para istemedi. Ve bu, onun burada olmadığı anlamına ge- liyor. İtalya’ya göndermişler. Onu kaldırıma mı ya da nerede bilmiyorum. Kötü bir iş bekliyor beni.
“İnsan, kendindeki en kötü kısmı tanımalı ki kötülükleri yakalayabilsin. Onlar gibi düşünmelidir, çünkü onların yap- tıkları eylemlerle ilgili detayları yakalamak gerekmektedir,
çünkü onlar profesyonel. Bu sadece bir grup haydut değil. Başlarında eğitimli bir liderleri var. Bu, saf bir güvenlik stra- tejisidir,” – dedi Ardjan monoloğunu tamamlayarak. Sonra bir süre durdu ve ekledi:
“Başka bir deyişle, hiç görünmediler. Gözlemciler yerleş- tirmişler. Onlar SHIK’yi veya polisi belirli koşullarda izliyor- lar. Bu, her şeyin sona erdiği ve burada Vlora’da kalmanın boşuna olduğu anlamına geliyor.”
O gece aldılar ve gittiler. Neyse, resmi bilgileri bekleyip harekete geçeriz,” – diye kendini teselli etti, geride kalan üzüm rakısını içerek. Saat geçti ve şef görünmüyordu, – dedi Ardjan kendi kendine, saati gömleğinden çıkarıp baktı. Saat dört oldu. Üç saattir gitmiş ve hala görünmüyor.
Belki bunu da mı rehin aldılar. Kim bilir, burada devlet yok gibi bir orman var. Ardjan gözlerini iyice açtı ve kaldırıma baktı. Küçük hareketler gördü, ama pencereye yaklaştığında her şey kayboldu. Görüyor musun? – dedi kendi kendine, – beni gözetliyorlar. Yani adam burada grup var. Sadece bizim ne yaptığımızı gözlüyorlar, çünkü onlar işlerini tamamlamış- lar. Pekala, göreceğiz bu cesur adamlara ne yapacağım, arkam- dan iş çevirenlere ve kadınlarla ilgilenenlere. Pekala! – ve öfke içinde kafasını salladı. Öfkem sizi bulacak ve parçalayacak, – dedi yüksek sesle. Yazık size ve size emir verenlere! Beni çok yakında karşınızda bulacaksınız. Sahip olduğum her şeyi kul- lanacağım. Hem toplumu hem de devleti. Sizi parçalayacağım.
“Hayır, şef, sadece roman okurum. Şu ana kadar binlerce kitap okudum.”
“Yani, bravo! Beni geçtiniz. Ben her gün çalışıyorum ve bu kadar çok kitap okuyacak zamanım olmuyor. Beni geçtiniz. Görüyor musun?” Ardjan güldü.
“Kimse seni geçemez şef,” dedi garson ve kahve ile ra- kıyı getirdi. “Eğer kabul etmezsen, hiç vermeyeceğim,” dedi garson.
“Tamam, tamam,” dedi Ardjan. “Ödemeyeceğim.” Gar- son selamladı ve ayrıldı.
“Şu adamlar beni seviyorlar!” dedi Ardjan kendi kendi- ne. “Türklerin okuduğu ve kültürle ilgilendiği birkaç kişi ol- duğunu görmek beni şaşırtıyor. Ama Tanrı’ya şaşırıyorum. Neredeydim ve nereye geldim. İşimi yapıyordum ve geleceği planlıyordum, şimdi bak, beni nereye getirdi!” diye düşündü Ardjan, yola bakarken.
Dışarıda Bağımsızlık Meydanı görünüyordu. İnsanlar yolda ve sokaklarda yürüyordu, korkmuş ve fakir görünüyor- du. Bu yer, sanki savaş çıkmış gibi görünüyordu, sosyalizm- den değil. Sonra gözlerini daha uzağa dikti. Bağımsızlık Evi ve rüzgarda dalgalanan kırmızı-siyah bayraklar görünüyordu. Ne kadar iyi ki büyük evler, beylikler ve ulusumuzun önde ge- lenleri var. Onlar, Arnavutluk’u yapmak için serveti paylaştı, oysa komünizm ulusumuzu yok etti. İşçiliği ilk sıraya koydu, beyleri hapise attı. Buna gelişim diyoruz, ha ha! Zeka seviye- sini ırkların karışımı ile düşürdü, çünkü ırkların karışımı çok kötüdür. Aptal nesiller ortaya çıkar, çünkü torunlar oğullara benzer. Ahaha!” Ardjan tekrar güldü. “Irk teorileri gerçektir. Kaplan, kaplan doğurur ve böyle devam eder. Irksal melezle-
me her krallık ve imparatorluğun geleceği için önemlidir. Her zaman böyle işlemiştir. İyi ırklar, iyi ırklarla melezlenmelidir çünkü canavarlık, yani kötü ırk, öyle kalacaktır.”
“Genetik miras da bir deyimdir,” dedi Ardjan, “canavar- lara karşı savaşan herkes dikkatli olmalıdır, yoksa kendisi ca- navara dönüşür. Bu benim için tipik bir deyimdir,” diye düşün- dü ve güldü. “Önümde bir uçurum var, ve uçurum…”
Yazıklar olsun! Öfkem sizi yok edecek. Sonunda üzerine benzin dökeceğim ve sizi diri diri yakacağım. Akılda tutun!
Kendisiyle konuşuyormuş gibi, onları karşısında görü- yormuş gibi konuşuyordu. Bu sırada, SHIK şefi ufukta belirdi.
“Merhaba şef!” dedi. “Gecikme için özür dilerim, çok fazla prosedür vardı. Normal zamanda bile en az bir hafta sü- rüyor.”
“Hoş geldin şef!” dedi Ardjan. “Sana doğruyu söylemek gerekirse, çok sıkıldım. Ruh halimi biliyorsun. Çok kaygım var ve ne yapacağımı bilmiyorum. Şu ana kadar hiçbir iz yok. Kadınımın nerede olduğunu bilmiyorum.”
“Biliyorum şef,” dedi SHIK görevlisi, saatine bakarak, sanki bir toplantıya ya da toplantıya yetişmeye çalışıyormuş gibi. Siyah bir takım elbise giymişti ve yanında bir bavul çan- tası vardı, onu kendisinin arkasına çekip masanın üzerine koy- du. “Ne içmek istersin?” dedi Ardjan. “Siz nasıl isterseniz, ben de öyle içeceğim.”
“Rakıyı mı?” dedi Ardjan. “Ben rakı aldım.”
“Hayır,” dedi SHIK şefi. “Rakıyı istemiyorum. Garson, bana bir bira getir. Çok yoruldum ve hem su hem de enerji istiyorum.” Ardjan’ın yanına bir sandalyeye oturdu.
“Çok yoruldun mu? Senin için üzüldüğümü biliyorum,” dedi Ardjan, “ama şimdi bizi yakaladı, ne yapabilirim,” diye tekrar Ardjan. “Halk der ki, ‘Kötü zamanlarda kapıyı aç!’”
“Evet, aynen öyle,” dedi SHIK görevlisi, şişeyi açıp biraz içtikten sonra derin bir nefes aldı ve sonra ekledi: “Şimdi iyi haber şu ki, sana izinli bir tabanca getirdim ve bunu yurt dışın- da da kullanabilirsin. Orada da kaydettik.”
“Ah, Tanrı’ya şükür!” dedi Ardjan, gülerek. “Sen gerçek bir adamsın! Bunu başından beri fark ettim. Bilmiyorum, şefin senin işini takdir ediyor mu?”
“Bilmem şef,” dedi bu kişi, “ama işimi ciddiyetle yapıyo- rum ve amacım sadece suçluları yakalamak değil, sistemimiz- deki yolsuzları da yakalamak. Mesela: Polis tamamen rüşvet- çi. Bu uyuşturucu kaçakçılarının parasıyla satın alındı.”
“Bir devlet, sınırları, anayasayı ve düzeni korumak isti- yorsa, kesinlikle SHIK’tan bilgi almalıdır. Şimdi birayı içer- ken ve konuşma arasında zaman geçirirken dedi: ‘Biz en az yolsuzluk yapanlarız ve sadece biz gerçekten Arnavutluk’u seviyoruz.’”
“SHIK şefimiz, nerede bulduklarını bilmediğimiz büyük şef,” dedi Ardjan. “Bekle!” dedi SHIK görevlisi ve konuşma- yı ortasında kesti. “Çalışmaya çalışıyor. İşini yoluna koymuş
ama çok kötü alışkanlıkları var, bunları başka bir gün konuşa- cağız.”
“Ah, neyse,” dedi Ardjan. “Bırak, ama buradaki memur dinle,” dedi SHIK görevlisine. “Güçlü bir SHIK gerekli ki güçlü bir devletimiz olsun, ama bu başkanınızın ne yaptığı umurumda değil. O adam beni karşıladı ve her şeyi emrime sundu. Teşekkür ederim ve nasıl çalıştığını ya da kiminle ça- lıştığını bilmiyorum ama sanırım anti-komünist. Gerçek asla bilinmez, değil mi şef?” dedi Ardjan SHIK görevlisine.
“Bir arkadaşım var,” dedi Ardjan. “Bir Aralık öğrenci- si, onunla çalışıyor ve ona çok kötü davrandı. Hakkında ne yazmadı ki. Bu başkan da güvenlik işbirlikçisi olmalı. Ondan korkuyor, haha,” dedi Ardjan, “belki de yerini alacak diye kor- kuyor, başka türlü açıklanamaz.”
“Bilmem,” dedi SHIK görevlisi. “Ben onların altında- yım. Durumu pek iyi bilmiyorum. Burada devlet düşüyor ve güvenlik pozisyonlarını çok güçlendirdi. Onların SHIK’ın yönetiminde ve merkezi cihazlarda kendi memurları var. Her yerdeler. Z dosyaları açılmalı. Ardjan,” dedi SHIK görevlisi, “Sadece onlar çok fazla bulmacayı seçiyor ve güvenlik işbir- likçilerine aramıza sızma şansı vermiyorlar. Onlar her yerde- ler, şef,” dedi SHIK görevlisi. “Anahtar yerleri aldılar ve bizi içeriden yok ediyorlar. Bu bir tesadüf değil. Bu onların plat- formu. Gücü bırakıp şimdi tekrar almayı planlıyorlar. Sanki halk bizi seçti ve dünya demokrasiyi saygı göstermeli. Değil mi şef?” diye sordu SHIK görevlisi.
“Evet, ustalar ve onlardan korkuyorum. Saldırıları benim- le başladı. Önümüzdeki günlerde sizi de hedef alacaklar. Akıl- da tutun! SHIK’ı mı hedef alacaklar?” diye sordu.
“Evet, bunu önceden hissetmiştim,” dedi Ardjan. “Siz gerçekten bu insanları hedef alan tek kurumsunuz ve devleti koruyorsunuz. En azından bana öyle görünüyor. Değil mi?”
“Evet, bu doğru. Bu kurumu yönettiğim sürece, onlar ko- lay geçmeyecek,” dedi SHIK görevlisi.
“Tabancayı göster bana,” dedi Ardjan merakla. “Unut- tum,” dedi SHIK görevlisi ve birayı tekrar kaldırdı. “Birayı diğer içeceklerden daha çok içiyorum çünkü susuzluğumu gi- deriyor,” dedi SHIK görevlisi. Biraz sessiz kaldıktan sonra, Ardjan ona: “Bak, seni çok üzdüm. Senin için durmaksızın ça- lıştın. Dinlenmeye ihtiyacın olduğunu biliyorum,” dedi Ard- jan. “Evet, haklısın,” diye güldü SHIK görevlisi ve şişenin ne- redeyse yarısını bir kerede içti. “Kışla yakıyordun, arkadaş,” diye şaka yaptı Ardjan.
“Evet, şef, gerçekten susuzdum. Affet lütfen.”
“Önemli değil. Biraz daha iç. Hayır hayır, tabancayı gös- tereceğim,” dedi. “Çıkarmayacağım, çünkü onların köpekleri görecek. Çantamın içine bak. Biraz bekle,” dedi SHIK görev- lisi. Kalktı, çantayı aldı ve ağzını açtı. “Şef, sana ne harikalar getirdim,” dedi. “Bu piyasada bulunan en iyi tabanca. Tanrı şahit, yalan söylemiyorum,” dedi. “Bu ne tabanca? Söyle ba- kalım, göremiyorum.” Markayı görebiliyorum. – Bu “Glock 20” şef, – dedi. – Avusturya yapımı, yarı otomatik veya tam
otomatik bir tabanca. Yani yakından, – dedi Şikasi. – Kısa geri dönüşlü polimer çerçeveye ve kilitli bir kılıfa sahip. Güveni- lirlik ve güvenlik testlerinde en iyisidir. Daha fazla ne yapabi- lirim ki senin için?! Benim kişisel olarak bir Rus veya Çin ya- pımı “Makarov” var, yedi mermi kapasiteli. Hiç kullanmadım. Boşuna taşıyorum. – Haha, – dedi.
Belki de artık ateş etme zamanı geldi şef, – dedi Ardjani.
- Gerekirse hedef alırım. Sorun değil! Doğrudan vücuda, Tanrı için. – Tamam, görelim, – dedi Ardjani. – Aa, bakabilir miyim? – Hayır, sadece yukarıdan bak. Valizi al ve bu gece odana götür. Ayrıca beş şarjör mermi var. Toplam yüz mermi. Benden daha ne isteyebilirsin? – ŞIK şefi şaka yaptı.
- Yooo, bravo, hiçbir şey. İşini yaptın, sana borçluyum. Eğer senin de benim için bir işin olursa, sana karşı cömert olacağım. Hiçbir zaman yalnız bırakmadın ve bana kardeş gibi hizmet ettin, devlet yetkilisi gibi değil. – Görevimi yaptım ve yapma- ya devam edeceğim, unuttum söylemeyi, bu gece polis teşki- latının başında olacağım. Büyük şefle konuştum. Biz o üssü, infiltrelerimizden sinyal geldiğinde müdahale edeceğiz. Eğer Donika bu gece Vlorë’de ise, bu gece canlı ya da ölü alaca- ğız. Büyük şefle; genel polis müdürüyle ve bildiğim kadarıy- la, İtalyan ŞIK şefiyle iletişim halindeyim. – Evet, senin için her şeyi yapıyorsunuz biliyorum. Asla minnettarlığımı unut- mayacağım, – dedi Ardjani. – Ama, bana göre şef, – dedi, – bugün benden para ya da başka bir şey istediler. Ya da bana saldırdılar. Hiçbir şey olmadı. Yani bence işlerini yapmışlar. O gece İtalya’da. Ayrıca, o gece oraya gönderilmişler. Ney- se, işinizi yapın, ama unutma, böyle – Tamam, şef,
- dedi ŞIK görevlisi. – Ofisime gidelim ve akşam toplantısı
yapalım, böylece planımıza göre hareket edebiliriz. Bu gece ne yapacağımızı belirleyeceğiz. – Şaşırtıcı, – dedi ŞIK görev- lisi. – Nasıl olur da ne önceden ne de başka bir şekilde bir iz bırakmadılar. – Hayır, – dedi Ardjani. – Kimse yaklaşmadı. Bu bar-restoranda tek başımayım. Turist olarak kimse gelmiyor. Yani, buraya kimseyi kabul etmediler, beni burada gördükle- rinde. Yani, etrafımda bir yerlerde ve müdahale etmiyorlar. Beni rahat bırakıyorlar. Bu, onların Donika’yı İtalya’ya gön- derdiklerini gösteriyor. Bizimle oynuyorlar, sanki bu durumla hiç ilgileri yokmuş gibi. – Tamam, – dedi ŞIK şefi. – Bu tuza- ğı kurduk ama yemediler. Diğer tuzakları yapacağız. Bu gece oyunu göreceksin. – Tamam, – dedi Ardjani. – Senin bu işte çok yetenekli ve yetkin biri olduğunu biliyorum. Senin dediğin gibi yapacağız. – Tamam, işimize doğru hareket edelim ya da nereye gideceksen git, – dedi Ardjani’ye.
Ofisime gideceğiz. Tamamım! Orada konuşuruz. Orada konuşmanın daha güvenli olduğunu düşünüyorum, değil mi? Bu adamlar kafalarını çıkaracaklar. Umarım çıkarlar çünkü uyuşturucu ve alkol etkisi altındalar, – dediler ikisi birden. – Ayrıca, her şey onlara dümdüz olmuş. Ayrıca, buranın devleti- nin çökmüş olduğunu görüyorum, – dedi Ardjani.
Şef! – dedi ŞIK görevlisi. – Görevin demokratik düzeni ve hukuk devletini korumak. Polis burada tamamen bozulmuş. Umurumda değil. Bu gece merkezde rapor vereceğim çün- kü demokrasiyi bir kez daha kurtarma görevim var. Ne ka- dar anlayacaklar ya da bana katılacaklar, bu onların sorunu. Ama gördüğüm ve izlediğim her şeyi anlatacağım. Ayrıca, yorumlarımı ve sonuçlarımı vereceğim, bunlar doğru. Kendi
gözlerinle görüyorsun. Halk mafya ve güvenlik güçlerine karşı eylemler bekliyor. Bunlar birlikte çalışıyor ve anti-demokratik bir ayaklanma hazırlıyorlar.
ŞIK şefi dikkatle dinledi ve her kelimenin başını sallaya- rak onayladı.
Doğru söylüyorsun şef, – dedi ŞIK görevlisi. – Kalkalım ve oraya gidelim. Ofisimde öğle yemeğini yiyelim ve orada net planlar yapalım, çünkü bunların bizi gözetlediğini hisse- diyorum. Yeni ve modern cihazları kullanıyorlar ve bu bizi gözetliyorlar. Gözetmenlerin ve sızanların bilgilerini incele- yeceğiz ve büyük şefimizin emriyle müdahale edeceğiz, ŞIK olarak, polis olarak değil. Onlara hiçbir şey söylemeyeceğiz, çünkü bizi ispiyonladıkları kesin. – Tamam. Anlaşıldı. Ofisi- me gidelim. Yapılması gereken budur.
ŞIK araçlarının dizisi harekete geçti. Ardından ŞIK baş- kanının ve Ardjani’nin aracı çıktı. Yavaş yavaş ilerlediler ve mafya grubuna müdahale şansı bırakmadılar, ama hiçbir şey olmadı. ŞIK ofislerine gittiler ve orada toplandılar. Ardjani çok üzgün görünüyordu. Dakikası dakikasına Donika’yı bul- mak için tahmin ipi daralıyordu. – O şimdi rehin alındı ve bir- kaç saat içinde olayın nereye olduğunu doğrulayacağız. Her şey kötü. Her zaman olduğu gibi, Ardjani şanssız. Her şey onun karşısında oluyor. Yetişkinliğin kaderi her zaman onu takip ediyor. Her zaman kazanmak için çok mücadele etmek zorunda kaldı, diğerleri işi düzeltilmişken. O zaman, – dedi SHIK Başkanı, – ne yapacağız? Bir restorana mı gideceğiz, yoksa buraya mı yemek getirelim, sayın başkan?
Nasıl isterseniz efendim, – dedi Ardjani. – Ama, pek bir şey yakalayacağımızı sanmıyorum. Onlar kendi köşelerine
toplanmışlar ve bu gece oraya müdahale etmeliyiz, sonra ne olacağını göreceğiz.
Ardjani, SHIK Başkanının bekleme kanepesine oturdu ve derin bir iç çekerek “Ufff!!!” dedi. Ne yapacağım?! Zavallı Dona! Şimdi ne yapıyor? Belki de öldürdüler, çünkü kolay kolay teslim olmuyor. Dişleriyle savaşıyor. Teslim olmuyor. Eğer ona biraz fırsat verirlerse, birini yaralar ve öldürür. Çok korkuyorum ki, onlar da onu öldürecekler. Çok endişeliyim. Eğer ölürse, ben yaşamam. Ama yanımda çok pislik götüre- ceğim. Bu dünyadan ayrılmadan önce, milletimin bedenini çevreleyen bu pisliği temizleyeceğim. Nasıl siyasi büroyu de- virdiğim gibi, bu tüm toplumu sarmış kanserli hastalığı da te- mizleyeceğim.
Şef, – diye seslendi koruma, – ne yapacağız? Karar ver.
Burada mı yiyeceğiz, yoksa dışarı mı?
Zvërnec’e gideceğiz. Ne dersin? Orada başka koşullarda güzel olurdu, – dedi Ardjani.
Ama ben yas tutuyorum ve pek iştahım yok. Burada ofiste birkaç hamburger ve ayran sipariş et. Yeter. Akşam yemeği için enerji sahibi olalım çünkü, aslında, artık hiçbir şey yemek istemiyorum. Ne yemek, ne başka bir şey. Ama birkaç saat bekleyip, işin sonucunu bilelim.
Tamam şef, – dedi koruma. Bu arada ofisin kapısını ka- pattı, ortadaki masayı Ardjani’nin yanına getirdi ve ona bir si- gara uzattı.
Hiç sigara içmedim, – dedi Ardjani, – ama bugün içece- ğim. Bir paket daha al.
Evet, ama masada üç parça var, – dedi koruma, oturmak üzereyken.
Şef, – dedi Ardjani. – Bak, bekle, oturma! Bu gece için planı iyi yap, başarısız olursak kendimi öldürürüm. Anlıyor musun, ne kadar kötü durumdayım?!
Kötü olduğunu biliyorum. Ben de kötü durumdayım ve tüm ekibim de kötü durumda. Kalbimiz ağrıyor ama daha fazla yapacak bir şeyimiz yok, çünkü hiçbir yere delil olmadan sal- dırmıyoruz. Bilgi bekliyoruz ve müdahale edeceğiz. Sonra in- tikamımızı gör, kardeşim şef, – dedi koruma. – Sen de intikamı tadını çıkar, çünkü biliyorum ki sen de intikamı bekliyorsun.
Evet, bravo, – dedi Ardjani gülerek. Masanın üstünden biraz kalktı ve ardından dedi: “Ne yapacağımı göreceksin. Sa- dece kimseye zarar vermemek istiyorum. Sadece masumları cezalandırmak istemiyorum! Filozofimi anlıyor musun, koru- ma bey, – dedi, sigarasını ayakkabısının üzerine silkeleyerek.
- Sonra ekledi: “Üçünüz de açsınız, hamburger ve her birimiz için bir ayran getirsinler. Unutma, bir bira da getir. Ve bana sigara da.”
Bu siparişler gecikmeden geldi. Ardjani sessizce yedi, tıpkı ölüm cezasına çarptırılmış birinin son akşam yemeğini tadarken olduğu gibi. Yüzü solmuştu ve bu günlerde çok za- yıflamıştı. Normal, o onun ailesiydi, ama Dona’ya olan sev-
gisi, ebeveyn sevgisini geçiyor. O, onun için hem anne, hem baba, hem kardeş, hem de kız kardeş. Her şey!
Yirminci yüzyılda böyle bir aşk, bir çift arasında yaşan- mamıştı! En güzel kadınla, Keman Kız ile olan aşk. O, tüm gösterilerin ve protestoların öncüsü oldu. Güvenlik ve komü- nist polisle karşı karşıya geldi. Çok kez durduruldu ve hapse- dildi, ama hiçbir zaman teslim olmadı. Bu kez de teslim olma- dı, ama korkuyorum ki, doğrudan öldürmüş olabilirler, – dedi Ardjani. – Ya da… kim bilir, çünkü o sağ olarak kimsenin eline geçmez. O, dövüş sanatları konusunda iyi bir uzman. Yalnız başına kimse onu yere düşüremez. Onu benimle antren- man yaparken gördüm. Çok çok güçlü. Eğer karate sporunda yarışmış olsaydı, birçok altın madalya kazanırdı. Ehhh! – dedi. Keman Kız, seni seviyorum! Ve seni siyasete soktuğum için özür diliyorum. Seni yok oluşa yüz tutmuş bir halkın pisliğiyle karıştırdım. Sosyalist bir halk, gelişim ve Avrupa istemeyen. Sadece komünist ideoloji ve barbarlık. Korkak bir halk, ken- disini bir grup uyuşturucu kaçakçısının önüne koymuş. Orta Çağ’da yaşamaya devam eden bu korkaklardan ne beklenir ki?! Batı gelişimini tanımayan?! Hala brigadier ve parti sekre- terinin gölgesinde yaşıyorlar. Hala kooperatifte üç kuruş için çalışmak istiyorlar.
Hala güvenlik görevlisinin her gece gizli yerlerde sorgu- lama yapmasını istiyorlar. Bunlar artık şef olamaz, – dedi ko- ruma.
Başkan, biliyorum. Dona’yı bulamazsam bir daha Arna- vutluk’a gelmeyeceğim şef, – dedi Ardjani. – İtalyan ya da Fransız vatandaşlığı için başvuracağım. Burada kaldığım için
hata yaptım. Beni uyuşturucu bağımlısı s…ler tarafından ez- dirmelerine izin vermeyeceğim. Onlara ne yapacağımı biliyor musun? Onların etini yerim. Kız kardeşlerini ve eşlerini de ya- parım. Evde ne varsa. Bu adamlara her zaman saldırdım. On- lara hiçbir yer bırakmadım. Hatta Shkodër’de onları yaraladım ve dövdüm, sayısız kez. Hiçbir zaman Enstitü’ye yaklaşmala- rına izin vermedim. Hiçbir zaman güçlü numarası yapmaları- na izin vermedim. Güvenlik ajanıydılar, bu güçlü adamların hepsi. Başka bir şey değil. Her yerde güçlü rolünü oynadılar.
Güvenlik her zaman böyleydi ve öyle kalacak, şef, – dedi koruma. – Bu tür sapkın senaryolar yapıyorlar.
İşte bu yüzden, – dedi Ardjani. – Unutma! Buradaki gü- venlik görevlileriyle ilgili bir liste yap. Ayrıca Yunanistan’da buradan kaçanlardan. Tiran’daki bağlantıları, hangi eski ko- münist yöneticilerle bağlantıları olduğunu belirle. Onlar ve bunlar eski-
“Biliyoruz ki,” dedi SHIK Başkanı. “Bu yüzden olağa- nüstü önlemler almamız gerekiyor, çünkü bize karşı kötü bir şey hazırlanıyor.”
“Peki,” dedi Ardjani, kapıyı çaldı ve içeride yemekler geldi. İkisi de SHIK’ın yuvarlak masasına oturdular. Ardjani çok üzgün ve yavaş yavaş yemek yiyordu. Acı, insan olma ye- teneklerini almıştı. Sessiz bir şekilde oturuyordu. Her an ölme hazırlığındaydı. Her saniye sadece Dona’yı, güzel kemancı kızı kurtarmayı düşünüyordu.
“Şef,” dedi şikasi, “bana tüm Avrupa gazetelerinin sizin olayınızla ilgili yazdığını bildirdiler. Baş sayfalarda Dona ve
siz var. ‘Kızıl Tugaylar tarafından rehin alınma!’ başlıkları Avrupa gazetelerinde yazıyor. Eski Kızıl muhafızlar Aralık 90’daki gösterilerin liderini kaçırmış ve onun akıbeti bilin- miyor. O, uluslararası üne sahip yazar Ardjan Vusho’nun eşi, aynı zamanda Arnavutluk’taki komünizmi devirmede de lider- lik yapmış. Bu yetenekli adamı her yerde kötü bir kader takip ediyor. Şu anda Vlorë şehrindeyiz, polis ve adalet organlarını Dona’nın bulunması için organize ediyoruz.
Kaçırılan liderin sağcı gruptan gelecekteki tepkiler bek- leniyor. Ayrıca polis her yerde onu arıyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’ne çağrıda bulunuyoruz, güzel kadın Dona’nın, halk arasında ‘Kemancı Kız’ olarak bilinen, komünizmi devirmek için ilk sırada yer alarak polis ve ko- münist muhafızların kordonları arasında keman çalan kadının bulunması için müdahale etmelerini istiyoruz.
Birçok polis ve muhafız silahlarını bırakıp halka katıldı çünkü o sadece şiddete karşı demokrasi yaymakla kalmadı, aynı zamanda kemanının güzel sesleriyle özgürlüğün tınıları- nı da yaydı. Bu nedenle, bugün beklenen demokrasinin gücü onun güzelliği ve Tanrı tarafından verilen yeteneği sayesinde geldi. O, insanlara iyilik ve güç getirmek için gösterilere öncü- lük etti. O, Arnavutluk’un ‘Joan of Arc’ıdır.
Arnavutluk demokratik reformları gerçekleştirmeli ve düzeni ve huzuru sağlamalı, böylece en hızlı şekilde ilerleyip Avrupa Birliği üyesi olmalıdır!”
“Çok güzel makaleler!” dedi Ardjani. “Yemeğini bitirin- ce, bana turizmdeki tüm gazeteleri getir.”
“Tamam, hemen. Buyurun şef!” dedi şikasi. “Umarım bu olay uluslararası hale gelir. Bu iyi mi şef, kötü mü?” diye sor- du şikasi.
“İki tarafı var,” dedi Ardjani, yemek servisiyle birlikte getirdiği beyaz kağıt havlularla dudaklarını sildi. Yemekten hiç tat almadı, çünkü hayata dair hiçbir duygusu kalmamıştı. Hayatı, Dona rehin alındığında sona ermişti ve şimdi onun ha- yatta olup olmadığı bilinmiyordu.
“İlk taraf: Doğrudan öldürülmesi; ikincisi: Korkutulup belki serbest bırakılması. Bu işin nasıl gideceğini göreceğiz. Sabır ve eylem. Ama intikamımı alacağım. Onun kanını yer- de bırakmayacağım. Hiç kimse onun intikamını almama engel olamaz. Bu dünyada onu kaçıran bir yer yok!”
“Tamam şef!” dedi şikasi. “Sakinleş! Bu gece aksiyonda olacağız. Bizimle mi geleceksin yoksa ofiste mi bekleyecek- sin?” diye ekledi, kucağındaki sandalyeden kalkarak Ardja- ni’ye yöneldi.
“Dışarı çıkalım mı? Bahçemiz var burada,” dedi şikasi. “Tamam,” dedi Ardjani. “Dışarı çıkalım, denizden de bi-
raz alırız. Evet, beni iyileştiren tek şey var. O da Dona, eğer
yaşıyorsa… Hayatta başka hiçbir şey istemiyorum! Eğer o ya- şıyorsa ve ben oraya giderken, bu Tanrı’nın mucizesi olacak. Sonra intikamımı göreceksiniz,” dedi Ardjani.
“Bir listeye ihtiyacım var şef,” dedi Ardjani, dışarı çıktık- tan sonra.
“Hangi liste?” diye sordu şikasi.
“Bu Samir’in çetesiyle ilgili. Onların ailelerinin nerede yaşadığını, akrabalarının nerede olduğunu ve benzeri bilgile- ri öğrenmek istiyorum. Samir’in ailesi nerede? Kardeşleri var mı? Ayrıca ev adreslerini de istiyorum. Ben de arkadaşlarımı buraya Vlorë’ye getirmeyi düşünüyorum ve onlarla yüzleşece- ğiz. Neden sadece bunlar çete kurmuş olsun ki? Ben de onların çetesi gibi kurarım!” dedi Ardjani.
“Bu adamların silahları, uyuşturucuları ve kim bilir ne- leri var. Eğer birine karısını kaçırmışsan, bizim bölgede, iki büyük kan davasına bulaşmışsın şef,” dedi Ardjani. “Kadın bizim için kutsaldır şef! O kadını bulmak için sadece Vlorë’yi değil, gerekirse tüm İtalya’yı yakarım. Barışçıl bir çözüm yok, bunu görüyorum. Olsa, telefon açarlardı, para isterlerdi veya ne bileyim. Bu intikam kişisel bir meselem oldu. Aynı şekilde geri döneceğim. Bu Samir’in ‘Gjole’ mahallesindeki akrabala- rının acil listesini istiyorum. Nerede var ve nerede yok, bunla- rı öğrenmeliyim. Bunlar ne olduğunu bilmiyorlar, bu yüzden sahada ne tür bir yazar olduğumu görecekler. Bu kahramanın karısına uyuşturucu koyacağım. Şef, size yemin ederim!” dedi Ardjani, bahçede birkaç Akdeniz bitkisini tekmeleyerek öfke- sini dışa vurdu.
“Tamam şef,” dedi şikasi, “intikam alacağını biliyorum.
Sen…”
İki metre boyundasın ve seni gördüğümde ben de korku- yorum, hele diğerleri… Ayakların benim iki ayağımın topla- mı kadar. Bu Vloralılar yanlış kişiyi yakaladılar sanırım, dedi gözcü. – İkinci raundu bu gece bekleyeceğiz ve göreceğiz.
Orada bulduğumuz herkesin peşine düşeceğiz. Karşımıza kim çıkarsa. Hapishanemizi hazırladım. Onlara tuz ve bok yedirte- ceğim, yemin ederim şef! dedi, alnındaki terleri silerken.
Tamam! dedi Ardjani. – İyi bir adamsın ve yeteneklisin! Buradan ayrıldığında, sen de benim ekibime İtalya’ya gel. Bu- rada kalma! Bu olaydan sonra artık Arnavutluk’ta kalmam. Hemen İtalyan vatandaşlığı alacağım. Bu günlerde yapaca- ğım. Karımı çalan bir ülkeye daha hizmet edemem. Ailem her şeyden daha değerli. Bu işin sonu, kardeşim. En derin roman kurgularımda bile bu kadar kirli bir durumu hayal edemezdim. Nerede? Kendi ülkemde! Pu pu pu!
Şef, dedi Ardjani. – İçten içe patlıyorum. – Sen görmü- yorsun ama içimde bir karmaşa var. Kaygı ve üzüntü içeri- sindeyim. Kalp krizi geçireceğimden korkuyorum, Tanrı için şef, dedi Ardjani. – Biraz soğuk su getireyim mi? dedi gözcü.
- Evet, getir. İyi geleceğini düşünüyorum, dedi Ardjani. – Ta- mam, Gözcü hızla gitti ve su dolu bir termosla geri dön- dü. – Buradan iç şef. Dağdan doldurdum. Kendi için saklıyo- rum ama sen iç. – Bravo, en iyi SHIK şefisin sanırım. – Evet, haha, dedi gözcü gülerken. – Vlorë’de daha iyi olabilirim şef, ama Tiran’da benim gibi pek çok insan var ve daha iyileri var.
- Öyle olsun! dedi Ardjani. – Eğer senin gibileri varsa, Arna- vutluk için umudum – Bilmiyorum şef, dedi gözcü, – ama bu gece ikimizin de iyi işler yapacağına eminim. Tanrı isterse, karınızı bulacağız. – İnşallah! diye dua etti Ardjani elleri ve gözleri göğe doğru. – Sözüne, Tanrı’nın kulaklarına! diye ek- ledi Ardjani.
Peki, biraz rahatladın mı şef? diye sordu gözcü. – Evet, ama kalbim sanki içeriden yanıyor gibi. Sanki bir şey etimi yiyor. Anlıyor musun, adam? – Biliyorum şef, dedi gözcü. – Kaygı. Kaygı kurşundan daha kötü. Ömrünü kısaltır. Ama bu gece seni güldüreceğim. Tanrı isterse, bu işi halledeceğiz. – O zaman bu gece ne yapacağız? diye sordu. – Ya da şimdi bilme- sem mi daha iyi olur? – Planı yaptım ve yukarıda onayladım. Her şey yazılı ve onaylı, endişelenme. Devletimizin tamamı senin yanında. Amerikan Büyükelçiliğinden de gelecekler. Büyük patron böyle söyledi. İşin uluslararası hale geldi. – Bak, bu iki kötü tarafı var, diye yineledi Ardjani. – Birincisi: Şimdi iz bırakmamak için seni tamamen öldürecekler. Korkuları yü- zünden. İkincisi: Daha fazla korunacaklar ve bize düşmemek için daha sofistike yöntemler bulacaklar. Üçüncüsü: İtalyan mafyasıyla işbirliği yapacaklar. – Güvenlik, eskiden İtalyan mafyasıyla mükemmel ilişkiler kurmuştu, dedi gözcü. – Evet, biliyorum, dedi Ardjani, geri dönüp ona bakarak. Şimdiye kadar konuşuyordun ve gözlerin denize bakıyordu. – Botlar buradan nereye gidiyor şef? diye sordu Ardjani. – Çoğu Rad- hima’dan gidiyor, diye cevap verdi. – Bazıları doğrudan eski plaja gidiyor, polislerin gözü önünde. – Öyle mi? dedi Ardja- ni. – Ama bu polis nedir? – İstediğimiz polis işte! Güvenlik polislerinin mottosu böyle. – Bu slogan, istediğimiz polis gibi şaka mı? Ahaha, dedi Ardjani gülerken. – Bu, istemediğimiz polis. Yani, bizimkiler de şaka yapıyor. Bu adamı polis şefi ya- pan kim? diye sordu Ardjani alaycı bir şekilde. – Tanrım, bil- miyorum şef, dedi gözcü. – Vlorë’dan bir milletvekili olmalı, başka bir açıklaması yok. Bütün hayatını güvenlikte çalışmış, komünist bir parti kartı var ve diğerleri bunu polis şefi yap- mış, diye bitirdi gözcü anlatımı. – Büyük şaka, dedi Ardjani. – İçişleri Bakanı’nı bilgilendireceğim. – Hayır hayır, bırak. Beni
işin içine sokma, Tanrım şef! dedi gözcü. – Sana söylediğimi biliyorsun. İki gündür birlikteyiz. Bana saldıracaklarını şüphe etmiyorum. Biraz dayan, işini bitirelim sonra konuşuruz. Sana doğru bilgiler vereceğim. İçişleri Bakanı’yla görüşmeye beni götür. Orada polis şefinin tüm biyografisini yüzüne söyleyece- ğim. – Tamam, antikomünist kardeşim, dedi SHIK şefiy Ard- jani’ye. Ardjani sadece biraz güldü.
Antikomünist olarak doğdum şef, dedi Ardjani gözcüye.
- Görünüşe göre, onlara karşı savaşta oldukça sertsin. Başba- kan olmalısın. Bunu her gün düşünüyorum şef, dedi
- Ahaha, dedi Ardjani gülerken. – Eğer Dona’yı bulursam, Ar- navutluk’ta kalmam. Buradan ne kadar uzaklaşırsam o kadar Bana bunu yaptıklarıyla, bu vatan için tüm isteklerimi kay- bettim. Ne dersin şef? dedi Ardjani. – Bugün herhangi bir şan- sımız var mı? diye sordu. – Ve yumuşak kestane yapraklarını parçaladı. Onu aldı, eline koydu ve diğer eline sertçe vurdu. Saat beşi geçiyordu.
Çok geçmeden kararmaya başlayacak. SHIK’ın hızlı mü- dahale araçları hazırdı. Sivil araçlarla bina çevrilmişti. Tekrar haber veya giriş emrini bekliyorlardı. – Bu gece işi bitireceğiz. Tüm önlemleri aldık. Nasıl görünüyor şef? dedi gözcü, ceke- tini çıkarıp sadece düzgün ütülenmiş beyaz gömlekle kaldı, o kadar düzgün ki sinekler bile…
Orada kalamazdılar. Ardjani, ona uzun uzun baktı, sonra bakışlarını ondan çekti ve dedi: “Ben de bu gece geleceğim!”
“Hayır!” – dedi şef. – “Senin için güvenlik önlemleri var. Geleceksin ama bir kilometre uzaklıkta kalacaksın, çünkü gü- venlik gerekçesiyle. Sana kurşun geçirmez yelek getirdim, ama
eğer Dona’yı bulursak, evet, gelebilirsin ama uzak duracaksın, ben mahalleye tüm kapıları teslim edeceğim. Eğer Tanrı izin verirse, Samir’i, güvenlik ve Yunan mafyasının casusunu ya- kalayacağız. Şimdi güçlü hale geldi, insanları soyduruyor ve masumları öldürüyor.”
“Uzaktan keskin nişancı tüfeğiyle vuralım ve hiç içeri girmeyelim,” – dedi sinirli ve kararlı bir şekilde şikasi. Ardja- ni’ye dönerek, “Şef, izinsiz hiçbir şey yapma, işimizi bozma. Bu işi ben hallediyorum. Beni hemen işten atarlar, çünkü sana yapılacak bir şey yok. Anlıyor musun? Seni burada Vlorë’de bile korkuttun. Bir goril gibi görünüyorsun, güvenlik görev- lilerinin cücelerine korku saldın, ama dikkat et, yani biz seni bu işten sağ salim çıkarman için dikkat edeceğiz, çünkü bu pis bir savaş. Karşısında düşman olduğunda, biri ölürken diğeri- nin yaşaması savaş değildir. Burada neyle savaştığını ve kimle savaşta olduğunu bilmiyorsun, şef?”
“Anlıyorum,” – dedi Ardjani, bahçenin korkuluklarına oturarak ve düşmeyecek şekilde emin olduktan sonra, – “Şef! Bu kişilerin gerilla olduğunu, güvenilmez olduklarını biliyor musun? Asla karşı karşıya gelmezler. Bu kişiler iktidarı kay- bedip yeraltına geçtiler, tıpkı eskiden olduğu gibi, gece avlanı- yorlar ve gündüzleri fareler gibi saklanıyorlar, anlıyor musun? Cesur değiller. Kesinlikle cesur değiller. Komünist gerillalar. Düşmanı arkasından vuruyorlar. Hiçbir zaman savaş yapmadı- lar. Ne Almanlarla, ne de başkalarıyla. Sadece bizimle, sadece bizle.”
“Eğer bu partizanlar savaşında olsaydı, Almanlar bura- da beş milyon yıl yaşardı. Bu kişiler ülkeyi kurtardıklarıyla
övünüyorlar, anlıyor musun? Ne zaman güldüğümü hatırlıyo- rum, şimdi ise anıtları görünce ve bu kişilerin tarihini okurken. Her zaman kendime bu kişilerin efsuncu ve aldatıcı olduğunu söylerdim. Ama propaganda konusunda bir numaralar. Daha büyük yalanlar yok. Komünistler her ulusun kötülüğüdür. On- lar eğitim almamış, ailesiz ve düşük bir soydan gelen bir grup insandır. Nerede iktidar sürdülerse, sadece fakirlik, hapishane ve sefalet getirdiler. Sadece bizlere, yani Arnavutluk’a bak, komünist doğuya bak. Ne gelişimimiz var? Hiçbir şey… Yüz- yıllar sonra batıdan gerideyiz.”
“Batıyı asla yakalayamayacağız. Onlar ilerlediler, çün- kü ilk olarak uluslardır. Kendi devletlerini kurdular. Kendi uluslarına olan gururları ve sevgileri var. Ulus, kavram olarak çok önemlidir, şef” – dedi Ardjani. “Sadece dil, kültür veya yerleşim yeri değil. Ulus, Arnavutların yaşadığı her bir avuç topraktır. Ulus, kendi diline, toprağına ve etnik kökenine olan sevgidir.”
Şikasi dikkatle dinliyordu. “Ne dediğini pek anlayamıyo- rum, şef, çünkü ben bir matematikçiyim, ama senin söylediğin her şey güzel bir şekilde ifade ediliyor. Tanrı sana sağlık ve mutluluk versin, çünkü bu işten sonra ne olacağını bilmiyo- ruz, şef. Tanrı’ya yemin ederim ki sana çok üzülüyorum. Sen çok iyi bir insansın. Hepimiz seni seviyoruz. Cesaretin ve sa- deliğinle bizi kendine bağladın. Senin ve ailenin iyiliği için dua ediyoruz. Tanrı sana yardım etsin!” – dedi şikasi, ardından ellerini birleştirip gökyüzüne doğru yöneldi: “Tanrı, bu iyi in- sana yardım et!” – dedi Ardjani. Ardjani, şikasi’nin güzel söz- lerinden etkilenerek kalktı. “Teşekkür ederim, sayın subay!” – dedi ona. “Bu komünist gerillaların bize karşı yaptığı adaletsiz
savaşta birlikte olmalıyız. Arnavutluğu onların devriminden kurtaralım ve Avrupa Birliği’ne mümkün olan en kısa sürede üye olalım.”
“Ancak o zaman kurtulabiliriz. Bunu aklında tut, çünkü siyasi mafya asla bu üyeliği kabul etmeyecek, çünkü ayrıcalık- ları kaybedecekler ve Türkiye döneminden beri sahip olduk- ları güçten olacaklar.” – dedi şikasi, Ardjani’ye kalkması için elini uzatarak ve ekledi: “İçeri girelim, yoksa merkezden biri beni arar ve onların emirlerine hazır olmam gerekiyor.”
“Tamam kardeşim,” – dedi Ardjani. Kalktı ve ofise git- ti. Ardjani’yi her yerde takip eden şikasi de onun arkasından gitti. Bir saat içinde büyük şefin ve SHIK’ın başkanlığının onayladığı planı faks yoluyla göndereceklerini düşünüyorum. Her şeyin genel savcılıktan onaylanması gerektiğini söyledim, çünkü bu kişilerin güvenilirliği yok. Bunlar sadece şeytani iş- lere yöneliyorlar. Ne güvenilirlikleri, ne de inançları var. Bunu biliyorum,” – dedi Ardjani. “Bunlar güvenilmez, ahlaksız ve eğitimsiz. Ayrıca aileleri de yok. Her şey sosyal. Yani, demir- ciden liderlerine kadar hepsi birlikte.”
“Ahaha,” – dedi şikasi gülerek. “Ne hatırlıyorsun sayın, eğilip saygı duruşunda bulunarak, sonra içeri girdiler ve faksın ziline basmayı beklediler, böylece mühürlü ve imzalı kağıtları alıp hayatlarına yönelik saldırılara başlayacaklardı. Dışarıda yoğun yağmur başlamıştı ve hafif bir rüzgar esti, denizden ka- raya doğru.”
“Bu bir hafif rüzgar ya da muson,” – dedi Ardjani ken- di kendine, coğrafya dersini hatırlayarak ve gülümsedi. “İyi
değilim!” – dedi kendi kendine. “Ne tür bir sıkıntım var ve coğrafya derslerini hatırlıyorum. Neyse, kaygı olduğunda be- yin iyi çalışmıyor.” Bu, geniş açılı ışın dağılımı teorim gibidir. Her yerde aynı ve hiç bir yerde aynı şekilde düşmüyor. Dün- ya’nın oluşumundaki nebülalar çok enerji ve gelişim aldıktan sonra birleşip taşlar ve içten ateş oluşturdular. Hidrojen, hel- yum, oksijenin birleşimi ve atomik parçalanmaları sonucunda Dünya’nın çekirdeği oluştu. Güneşin ışınları olmadan hiçbir şey yapılmadı, – diye düşündü. – Her neyse, Dünya yaşamın yarısını gerçekleştirdi. Yaşam faktörleri arasında güneşin ge- niş açılı ışınları da var. Aynı şekilde, güneş belki de onlardan enerji çekiyor. Bu, altı milyon yıl boyunca böyle devam etti. Bu, kesinlikle devam edecek, çünkü sonu yakında gelmeli, ama bence başka altı milyon yıl daha gerekiyor. Bu kesinlikle olacak, çünkü kara delikler, çok sevdiğim şeyler, umarım bizi en kısa sürede yutar, çünkü bu kötü halka zamanla daha uzun bir ölüm ve daha fazla işkence hak ediyor. Hayvanlık zirveye ulaştı, büyük balık küçükleri yer vs. Ama bu ülkenin insanları, nesiller boyunca, akrabamız oluyorlar. Birbirimizi öldürüyor ve yiyoruz. Tüm İtalya ve Yunanistan, kadınlarımıza ve kızla- rımıza, onları genelev olarak sundukları için alay ediyor. Onlar birinin kız kardeşi ve annesi. Her zaman birinin intikam alaca- ğı birisi vardır. Nasıl olur da bir Arnavut, bir başka Arnavut’a bunu yapar?! – Başını sağa sola salladı. – Bu, hiç beklenmedik bir şey ve böyle olunca komünizmin bu insanları diktatörlük- le tutmuş olduğu ortaya çıkıyor, yoksa büyük bir ün yapmış olurlardı. İşte böyle, – dedi şikasi. – Siz beklerken, – ekle- di, – ben çıkmalı ve her şeyi hazırlamalıyım, hazır gruplardan ambulanslara kadar her şeyi. Neden ambulans? – dedi Ardjani şaşkın bir şekilde. – Bunu bana bırakın şef, – dedi subay. – Bu bizim işimiz. – Doktor olarak ortaya çıkmayı hiç düşünme-
miştim, – dedi Ardjani gülerken. – Evet, evet, içeri girmeliyiz ki onlarla çatışmaya girmeyelim ve onlardan korktuğumuzdan değil. Yani onları canlı olarak istiyoruz ve hepsi cezalandırı- lacak. Bizim elimize düşen hiç kimse, hiç çıkmamıştır bura- dan, şef. Birincisi, bizim topladığımız ve bu tehlikeli siyasi suç örgütü için toplayacağımız delilleri reddedecek herhangi bir savcı veya yargıç yok. İkincisi: hem kameralarımızı hem de tüm iş aracımızı aldık… Ve müdahale edecek en yetenekli insanları getirdik.
Ben de geleceğim, – dedi Ardjani. – Evet, evet, – dedi şef, ofisin zemininde kapıya doğru üç adım atarak, düşündükten sonra, – Tamam, ama biraz uzak kalmalısın. En az bir kilo- metre, çünkü güvenliğin uluslararası önem taşıyor. Seni ya- nımda götürme yetkisine sahip değilim. Senin uzak ve güvenli olmanı sağlamak için kesin bir emir aldım. Şimdi sana kurşun geçirmez yelek ve standart zırh getirdim. Ayrıca gaz maskesi, çünkü gözyaşı gazı ya da bilmediğim başka bir şey de kullana- biliriz. – Tamam, – dedi Ardjani.
Sizin hatırınıza kuralları uygulayacağım, ama siz olma- saydınız, ben otomatikle içeri girerdim. Bütün bu saçmalıkları öldürürdüm. Onların botuna biner, doğrudan İtalya’ya gider- dim, bilinmeyen bir yöne. Bu pislikler şiddet istiyorlar. Şiddet alacaklar, ama raporları çok kötü olacak. Hiçbirini affetmeye- ceğim. Artık onlarla kan içindeyiz. Onları bulana kadar, Sai- mir’in nerede olduğunu öğrenene kadar, sonra kendim çöze- ceğim. Eğer burada yakalayamazsam, İtalya’ya, Yunanistan’a ya da nerede olursa olsun peşinden gideceğim. Eğer onu bula- mazsam, ailesini alır, tüm akrabalarını tecavüz ederim. Eğer o bana doğrudan gelmezse, eğer Dona’yı tecavüz etmişse ya da
öldürmüşse, hatırla ki, bu ailenin otuz kişisi ölecek, tüm akra- balarıyla birlikte. Okul arkadaşlarımı getireceğim, sokaklarda- ki pislikleri ve bilmediğim diğerleri. Bütün çürükleri toplayıp ona zorla kabul ettireceğim. Anladın mı şef? Şef, onun konuş- masına şok olmuş görünüyordu ve saçlarını yukarı kaldırarak, sanki görüşünü engellemiş gibi, boğazını temizleyip dedi:
Tanrı’nın izniyle biz devlet olarak bunu çözeceğiz, çünkü devletin intikam almasına izin vermek iyi olurdu, ama sonuçta o, sizin değerli ailenize saldırdı, bu yüzden intikam alma hak- kınız var. Siz ne yapardınız subay? – Ardjani bir duraklamadan sonra ve ona arkasını dönerek sordu. Tabii ki hemen öldürür- düm. Ailemle uğraşan birinin yaşama şansı yok! – dedi subay ve iki adım daha atıp gözlerinin önüne geldi. – Ama, – ekledi,
- Sen şimdi devleti yönetiyorsun ve bizi bırak adaleti sağlama. Ömür boyu hapis cezası vereceğiz, endişelenme. Eğer bu gece yakalarsak, başına geleceklerden Daha sonra kapı çaldı ve bölge denetleyicisi içeri girdi. Askeri bir selam verme- nin ardından, şöyle rapor etti: “Şef, – dedi, – değerli başkan,
- Ekibim olay yerinde bekliyor, müdahale formasyonunda. Ambulanslar da geldi, kapımızın önündeler. Ayrıca iki grup var, yani fiziksel müdahale ekipleri doktor kıyafetleri giymiş ve üç güçlü kadın, karate ve kickbox şampiyonları, kişisel dö- vüş eğitimli. Ayrıca bir keskin nişancı da var. Her yerde, bir kilometrelik yarıçaplı bir daire içinde kendi adamlarımız var. Ayrıca gaz bombası grupları var. – Harika! – dedi Ardjani.
- Size çok saygı duyuyorum. Tanrı sizi korusun! O zaman biz oraya yaklaşıyoruz şef, – dedi bölge – Tamam,
- – Üstten müdahale emri bekliyoruz ve sonra başlayaca- ğız. Hiçbir hareketi bana sormadan yapmayacaksınız. Her şey benim emrimle yapılacak. Onları canlı yakalamak istiyoruz.
Mesele bu. Haber konusu olmak istemiyorum. Her şey gizli olmalı, bu pisliklere gösteri yapma şansı vermemek için.
Evet, endişelenme şef, dedi memur. – Onları yakalaya- cağız ve üssümüze götüreceğiz. Vücut kameralarımız da var. Her şey siz ve merkez tarafından izlenecek. Hiçbir hata veya insan hakları ihlali olmayacak. Doktor olarak gireceğiz, hasta olan hastaları alacağız ve çıkacağız. Eğer karşı koyarlarsa, bu onların kötü şansı. Eğer bize ateş ederlerse, elbette biz de ateş edeceğiz. Teslim olma prosedürünü de uygulayacağız.
Bir vatandaş, polisin emirlerine cevap vermediğinde, so- nucu bellidir.
Tamam kardeşim, çıkabilirsin, dedi şik şefi. – Başka bir şeye ihtiyacınız var mı şef? dedi memura. Memur hazır olda durdu ve dedi ki: – Hayır, hiçbir şeye! Sadece bize yeni bilgi- ler getirin, belki yeni gelişmeler olur. – Tamam, dedi, dalga iki’yi dinle ve orada konuşacağız. Gizli kanalımızda. Kimse bu kanalı yakalayamaz şef, dedi. – Biliyorum biliyorum, dedi şik şefi. – En iyisisiniz! Sizi seviyorum! dedi neşe ve gururla parlamentonun başkan yardımcısının önünde. Her şeyi nasıl organize ettiğimi gördün mü sayın başkan? dedi memur.
Tebrikler şef! dedi Ardjani. – Beni şaşırttın! Bilimsel ve çok doğru bir plan yapmışsın. Sanırım kuşlar bile bu tuzaktan kaçamazlar. Hayır, kurtulamazlar, büyük şef, savcı ile konu- şana kadar onaylamadı. Canlı yayın istediklerini söyledi, mer- kezde şef. Her şeyi kontrol edecekler. Sonra konuştu: – Endi- şelenmeyin, çıkın! dedi yardımcısına. – Akşam görüşürüz! O zamana kadar sizi tebrik ediyorum! dedi şik şefi. “Labia” ve “Shpirtmira” ajanları “Hazır!” konumunda rapor verdiler. Bu gece tüm ajanların kullanacağı parola buydu. Şef çift kanallı radyosunun sesini kıstı ve dedi ki: – Zil çaldığında bekleyin,
sonra işe başlayın! İçeri girdi, birkaç ekipman daha aldı, kula- ğına taktı ve radyosuna bağladı. “Maloku” ve “Shiringa” ajan- ları kapıda, dedi radyo sesi. “Ballisti” ve “Pabuksi” ajanları da binanın çatısında, işe hazırlar. Sahipten iz yok. Ne yapa- cağımızı bilmiyoruz, dedi tüm ajanlar sırayla rapor verdiler. Paket yerinde. Dikkat! Oraya kartalı gönderin, uçuşa başlasın. İlk siyah başlı kartal.
Merkezden net bir emir verildi. Kartal uçsun. İlk siyah başlılar.
Grubun binası iki dakika içinde ele geçirildi. Tüm grup- lar başarılı bir şekilde grubu etkisiz hale getirdi,… Labia ve Pabuksi çetenin ikinci komutanını yakaladı. Kuzeyliymiş şef, dediler hemen ve kamerayı ona yönelttiler, ellerini ve ayakla- rını bağladıktan sonra. – Tamam, dedi şik şefi. – Tüm sandık- ları depoya taşıyın. Orada buluşacağız. Yaklaşık kaç sandık aldınız? dedi. – Sanırım yirmi şef, dediler. – Tamam, güzelce yerleştirin, ilaç yapın. Yolda virüs kapmasınlar. Tüm sandık- ları ayrı odalara yerleştirin. Depoya ben ve büyük şef Tara- boshi de geleceğiz. Her şey anlaşıldı. Şimdi tahliyeye başlıyo- ruz. İki kartalımız dolu. Fazlalıklar için bir kamyon gönderin, dediler fiziksel müdahale ajanları. – Evet, kamyon yola çıktı. Beş dakika içinde avluda olacak, dedi şik şefi. Ana paket yok. Onu deport etmişler şef, dediler üç ajan grubu aynı anda. – Tamam, tamam, dedi şik şefi. Yeraltını kontrol edin ve kıyıya çıkış tünelleri var mı bakın. Duvarları da kontrol edin. Sahte duvarlarla gizlenmiş çift odalar var mı bakın. Bahçeyi ve onun altındaki her şeyi kontrol edin. Özellikle, metal dedektörü ile herhangi bir yeraltı galerisi var mı bakın, çünkü ne düşünürler- se düşünürler. Belki de gizli tüneller yapmışlar ve yeraltı evle- ri inşa etmişlerdir, çünkü bu da bir Sicilya mafyası yöntemidir. Özellikle havalandırma borularını kontrol edin ve eğer varsa
onlara dokunmayın. Arkaya gidin, çünkü her zaman sahibi- ni ararlar. Bir köpeği izlemek kolaydır. Köpeklerimizi sıkıca bağlayın ki onlarınkiler öldürmesin. Yeraltını kontrol edin. Orada her şeyi dikkatlice taramanızı istiyorum. Ve her şüpheli duvarı ve çift duvarlı odaları ve sahte tavanları matkapla delin. “Flakëhedhësi” ve “Gomonia” ajanları. Matkaplarla müdahale edin! – emretti şik şefi. – Ben depoya gidiyorum büyük olanla. Tutuklulara soracağınız her soruyu göreceğiz. İki sorgu me- muru ve bir kamuflaj memuru hazır olsun, çünkü başlangıçta konuşmazlar. “Flakëhedhësi” orada gomonia ile olsun. Alım ve İşlem. İş başladı. Dört bir yandan zili çalın. Tanrı yardımcı- nız olsun inşallah! – şik şefi iletişimi kapattı.
HER ZAMAN TANRI’YA DUA EDİN!
TANRI GÜÇLÜLERİN DEĞİL, DOĞRULARIN YA- NINDADIR
DONIKA, KEMANLI KIZ Ardjani, üzgün bir şekilde Ti- ran’a gitti. SHIK ve polisin iki yüz elit gücüyle bir operasyon yapılmış olmasına rağmen, Donika bulunamadı. Onu o gece bir botla İtalya’ya götürmüşlerdi. İtalyan SHIK’i, olayı görün- tü ve sesle tamamen göndermişti. Sonuç olarak, soyguncunun, acımasız Samir Kaushi olan Vlora’nın yeni patronu olduğu or- taya çıktı. Ardjani, valizini ve diplomatik pasaportunu hazır- ladı ve İtalyan Büyükelçiliğine gitti. Diplomatik pasaportu ol- masına rağmen, gideceği ülkenin büyükelçiliğine bildirilmesi gerekiyordu. Büyükelçi, onu doğrudan kabul etti ve iki saatlik bir görüşmeden sonra, her iki taraf, bu kişinin Arnavutluk dev- letinin bir yetkilisi ve büyük bir derdi olduğunu, büyükelçinin müdahalesiyle, İtalyan Gizli Servisi AISI’nin genel müdürü ile bir toplantı düzenlenmesine karar verdiler. Orada, Doni- ka’yı kurtarma operasyonu yakından izlenecekti.
Toplantı ertesi akşam Roma’da, gizli bilgi binasında ya- pıldı. Bina güneybatısında büyük müdürün ofisi bulunuyordu. Ardjani ve iki SHIK ajanımız ile birlikte toplantıya gitti. Ajan- lar, bu alanda en iyilerdi ve mükemmel derecede İtalyanca biliyorlardı. Diplomatik pasaportları olmasına rağmen, yine de kontrol edildiler. “Ballisti” ve “Pamëshirshmi” ajanları SHIK’in İtalyan girişinde ilk inenler oldular. Orada, zafer ke- meri gibi görünen bir kapısı, iki uzun selvi, ortasında İtalyan bayrağı ve kalın demir parmaklıklı pencereleri olan bir Roma tarzı bina vardı. Yan tarafında, antik bir ziyaret merkezi izleni- mi veren çok büyük olmayan iki palmiye ağacı vardı.
Girişte, İtalyan Gizli Servisi müdürü ve yardımcısı vardı. Onlar için ünlü yazar Ardjan Vusho’yu ilk kez görmek büyük bir sevinçti. Ardjani İtalyanca selamladı ve iki yardımcıları- nı tanıttı. “Bu benim şoförüm,” dedi Ballisti için, “ve bu da rehberimiz, yani ekibim,” dedi acımasız için, o sadece hafifçe gülümsedi ve konuşmadı. “Hadi ofise gidelim,” dedi İtalyan hizmet şefi. Ve öyle oldu. On kişilik grup, İtalyan SHIK mü- dürünün ofisine gitmek için yola çıktı. Ofis, Roma tarzında karışık barok stilde beyaz bir binanın üçüncü katındaydı. Ark şeklinde üç kapısı ve çift camlı pencereleri olan bir bina, beş katlı ve her katında üç büyük penceresi vardı. Önden bakıldı- ğında, her katta altı kare pencere vardı. Tarz olarak Tiran’daki bakanlıklara çok benziyordu. Ardjani ve yardımcıları, büyük binanın görünümünden etkilenmiş gibi davranmadılar. Sadece emirlerine uydular ve İtalyan arkadaşlarının ardından hızla yü- rüdüler. Ön tarafta uçan bir çift kuş logosu vardı, yani haberci kuşlar. Mavi armanın içinde ne tür kuşlar olduğu belli değildi, ama kahverengi kuşların içinde yukarıda bir taç olan siyah bir kartal arması ve altında iki yıldırım vardı. Büyük, kahverengi
deri koltuklara oturdular, U şeklinde. Ortada büyük siyah bir masa vardı. Ofis çok büyüktü, birçok obje ve ilk bakışta antik süslemeler gibi görünen aletler vardı.
Arka planda, cam kapının arkasında, sekreter ve büyük şefin yardımcıları vardı. Ofis, ana caddeye bakan büyük siyah camlarla kaplıydı. İçeriden dışarısı tamamen görünüyordu, ama dışarıdan içerisi görünmüyordu.
Müdür, kısa boylu, yanları griye dönmüş ve jölelenmiş saçları olan orta yaşlı bir adamdı. Sonra kendini tanıttı, adı Giuseppe Biskali, kariyerli eski bir subay ve son olarak, genel müdür olarak geri dönmüş bir generaldi. Ayrıca, Ardjani’nin İtalyanca yayınlanan romanlarını iyi bir okuyucusuydu. “Sizi uzun zamandır tanıyorum,” dedi müdür. “Romanlarınızı oku- dum. Sizi büyük yaşta biri olarak düşündüm, ama çok genç görünüyorsunuz. Ayrıca bir boksör gibi görünüyorsunuz,” müdür güldü. “İki metrelik bir yazar görmedim,” dedi. “Kader bizi böyle buluşturdu, ama yapacak bir şey yok. Bütün Arnavut ekibini gözlemledikten sonra sordu: “Ne içmek istersiniz?” İlk olarak Ardjani’ye ve sonra yardımcılarına sordu. “Sadece su,” dediler üçü de. “Kahve ister misiniz?” diye sordu. Arnavutlar birbirlerine baktılar ve “Tamam, kahve de içeriz,” dediler. Zor durumda, ceketlerinin düğmelerini ilikleyip resmi bir duruş sergilediler. Koltukların yanlarına yaslandılar, oturmuş olma- larına rağmen. Gerginlerdi ve ne söyleyeceklerini bilemediler. Sonra hatırlayıp, “Teşekkür ederiz!” dediler, hepsi aynı anda hafif bir gülümsemeyle. Doğal olarak, bu kadar büyük ve gü- zel dekore edilmiş, gotik ve Roma tarzıyla karışık bir ofis gör- memişlerdi.
Ayaklarının altında, el yapımı mavi bir halı vardı, kahve- rengi ve siyahın birleşimini oluşturuyordu, tıpkı bir zamanlar Roma armasında olduğu gibi. “Bunlar milliyetçi,” dedi Ardja- ni Arnavutça. “Bakın arkadaşlar! Her şey eski Roma’yı taklit etmiş.” İki yardımcısı hafifçe güldü ve bardaklarını tokuştur- dular. İtalyan SHIK müdürü, Ardjani’yi, SHIK’in yıllar için- deki reformları hakkında bilgilendirdi, kuruluşundan günümü- ze kadar. 2007 yılında, tüm ulusal hizmet aygıtı, Cumhuriyet Güvenliği Bilgi Sistemi’ni kuran 3 Ağustos 2007 tarihli ve 124 sayılı yasayı uygulamak amacıyla kapsamlı bir reform süreci- ne tabi tutuldu.
Yeni mevzuat, şu gibi yenilikler getirdi: “İtalya Cum- huriyeti Bakanlar Kurulu Başkanı’nın genel yönetim ve so- rumluluğunu düzenleme, her iki yeni ajansın, yani Dış Bilgi Güvenlik Ajansı’nın (AISE) ve İç Bilgi Güvenlik Ajansı’nın (AISI) direktörlerini ve yardımcılıklarını atamakla sorumlu olarak atanması. Koordinasyonu Başbakanlık Bilgi Güvenliği Departmanı (DIS) sağlar.”
AISE’ye, Cumhuriyet’in dış tehditlerine yönelik istihba- rat faaliyetleri, ulusal sınırların dışında karşı casusluk ve silah- ların yayılmasına karşı faaliyetler yürütme görevi verilmiştir. AISI ise, Cumhuriyet’in ve demokratik kurumların iç güven- liğini koruma ve ulusal çıkarları koruma ve İtalya toprakların- daki casusluğa karşı bilgi toplama faaliyetlerini yürütür.
Ardjani, Arnavutluk Parlamentosu Başkanı’na kalite için teşekkür etti. SHIK Direktörü dedi ki: “Sayın Başkan, sizin sıkıntınıza geçmeden önce, bir yıl önce satın aldığım iki roma- nınız için sizden bir imza almak istiyorum. Ayrıca sizinle fo- toğraf çekilmek istiyorum. Bu ikinci dileğim,” diye gülümsedi İtalyan direktör.
“Sizi bir daha görme şansımın olacağını sanmıyorum,” diye ekledi Ardjani’ye karşı büyük bir tevazu ve saygı ile. “Yetenekli yazarlar azdır,” dedi direktör. “Her iyi şey nadir- dir,” diye kendi sözleriyle hafifçe güldü.
“Bugün buraya gelmiş olmanız milletim için bir onurdur ve vatandaşlık başvurunuz bugün benden imzalanacak, ardın- dan Cumhuriyet Başkanına iletilecek.
İtalyan vatandaşı olmanız bizim için de bir gurur kaynağı- dır. Tüm gazetelerin bu büyük olayı yayınlayacağına inanıyo- rum çünkü Avrupa’da ve ABD’de sizi ve eserlerinizi tanıma- yan bir ülke yok. Arşivimiz için de önemli, çünkü ofisimizde böylesine önemli bir ziyaret hiç olmamıştı. Mutluyuz ve baş- kanla toplantının ardından sizi burada, Roma’daki evimde bir yemeğe davet edeceğim.” dedi.
“Teşekkür ederim!” dedi Ardjani. “Bu benim için büyük bir onur.” dedi. “O zaman bu toplantının düzenlenmesinin asıl sebebine geçelim,” dedi İtalyan SHIK başkanı.
“Biz Tiran’daki muhatabımızla sürekli temas halindeydik ve olayı aydınlatmak için birlikte çalıştık. Sonuç olarak, şu so- nuçlara ulaştık: “Hizmetiniz onların üssüne müdahale ettikten sonra, İtalya’da da suç işlemiş yirmi suçlu suçüstü yakalandı. Birçoğu için iade işlemlerine başladık bile. Tiran’da mükem- mel bir iş çıkarıldı. İtalya’da suç işlemiş büyük katiller ve te- cavüzcüler yakalandı.
İkincisi: Eşiniz gece saat yirmi ikide ofisinde kaçırıldı. Uyuşturucu madde verilerek uyutulup felç edildikten sonra ka- çırıldı. Sekreteriyle işbirliği içinde kaçırıldı, o da suçlu ve iki saat içinde tutuklanacak. Tiran’daki SHIK başkanına buradan görüntüleri yeni gönderdik. Daha sonra, sayın başkan,” dedi İtalyan SHIK başkanı, “iki beyaz minibüsle alınarak Samir Vusho’nun kişisel teknesine Radhima’ya götürüldü. Yolculu-
ğun tamamına dair görüntülerimiz var, Brindizi’de durdular ve sonunda Milano’ya, ‘Ticineze’ mahallesine götürüldü, eğer biliyorsanız,” dedi İtalyan SHIK başkanı.”
“Hayır bilmiyorum,” dedi Ardjani, “ama bana görüntüler ve doğru yönlendirmelerle yardımcı olursunuz,” diye yanıtladı Ardjani. “Elbette,” diye yanıtladı İtalyan direktör. “Bilgilere göre, onu bu mahallenin iki numaralı bölgesinde tespit ettik.
Tamamen Sicilya mafyasının İtalyan grubu tarafından çevrili. Daha önce adından bahsedilmeyen bir grup, ama çok şiddetli ve Milano ve güney İtalya’da terör estirdi. Bu koşul- larda, karınızı sokağa fahişe olarak çıkarmaya hazırlanıyorlar. Görünüşe göre şimdiye kadar çıkarmadılar çünkü muhtemelen o karşı koydu. Ve uyuşturma ve hafıza kaybı yöntemini kul- landıkları düşünülüyor. Daha sonra, çok güzel olduğu için onu diğerleri gibi maksimum düzeyde kullanarak çok para kazan- mak istiyorlar… acele etmiyorlar.
Maalesef, Arnavutluk’tan gelen kız ve kadınların sayısı şimdiye kadar yirmi bini geçti. Hepsi sokakta ve eskort hiz- metlerinde çalışıyor ve doğrudan hizmet veriyorlar.” 2007 yı- lında, tüm ulusal hizmet aygıtı, Cumhuriyet Güvenliği Bilgi Sistemi’ni kuran 3 Ağustos 2007 tarihli ve 124 sayılı yasayı uygulamak amacıyla kapsamlı bir reform sürecine tabi tutuldu.
Yeni mevzuat, şu gibi yenilikler getirdi: “İtalya Cum- huriyeti Bakanlar Kurulu Başkanı’nın genel yönetim ve so- rumluluğunu düzenleme, her iki yeni ajansın, yani Dış Bilgi Güvenlik Ajansı’nın (AISE) ve İç Bilgi Güvenlik Ajansı’nın (AISI) direktörlerini ve yardımcılıklarını atamakla sorumlu olarak atanması. Koordinasyonu Başbakanlık Bilgi Güvenliği Departmanı (DIS) sağlar.”
AISE’ye, Cumhuriyet’in dış tehditlerine yönelik istihba- rat faaliyetleri, ulusal sınırların dışında karşı casusluk ve silah- ların yayılmasına karşı faaliyetler yürütme görevi verilmiştir. AISI ise, Cumhuriyet’in ve demokratik kurumların iç güven- liğini koruma ve ulusal çıkarları koruma ve İtalya toprakların- daki casusluğa karşı bilgi toplama faaliyetlerini yürütür.
Ardjani, Arnavutluk Parlamentosu Başkanı’na kalite için teşekkür etti. SHIK Direktörü dedi ki: “Sayın Başkan, sizin sıkıntınıza geçmeden önce, bir yıl önce satın aldığım iki roma- nınız için sizden bir imza almak istiyorum. Ayrıca sizinle fo- toğraf çekilmek istiyorum. Bu ikinci dileğim,” diye gülümsedi İtalyan direktör.
“Sizi bir daha görme şansımın olacağını sanmıyorum,” diye ekledi Ardjani’ye karşı büyük bir tevazu ve saygı ile. “Yetenekli yazarlar azdır,” dedi direktör. “Her iyi şey nadir- dir,” diye kendi sözleriyle hafifçe güldü.
“Bugün buraya gelmiş olmanız milletim için bir onurdur ve vatandaşlık başvurunuz bugün benden imzalanacak, ardın- dan Cumhuriyet Başkanına iletilecek.
İtalyan vatandaşı olmanız bizim için de bir gurur kaynağı- dır. Tüm gazetelerin bu büyük olayı yayınlayacağına inanıyo- rum çünkü Avrupa’da ve ABD’de sizi ve eserlerinizi tanıma- yan bir ülke yok. Arşivimiz için de önemli, çünkü ofisimizde böylesine önemli bir ziyaret hiç olmamıştı. Mutluyuz ve baş- kanla toplantının ardından sizi burada, Roma’daki evimde bir yemeğe davet edeceğim.” dedi.
“Teşekkür ederim!” dedi Ardjani. “Bu benim için büyük bir onur.” dedi. “O zaman bu toplantının düzenlenmesinin asıl sebebine geçelim,” dedi İtalyan SHIK başkanı.
“Biz Tiran’daki muhatabımızla sürekli temas halindeydik ve olayı aydınlatmak için birlikte çalıştık. Sonuç olarak, şu so- nuçlara ulaştık: “Hizmetiniz onların üssüne müdahale ettikten sonra, İtalya’da da suç işlemiş yirmi suçlu suçüstü yakalandı. Birçoğu için iade işlemlerine başladık bile. Tiran’da mükem- mel bir iş çıkarıldı. İtalya’da suç işlemiş büyük katiller ve te- cavüzcüler yakalandı.
İkincisi: Eşiniz gece saat yirmi ikide ofisinde kaçırıldı. Uyuşturucu madde verilerek uyutulup felç edildikten sonra ka- çırıldı. Sekreteriyle işbirliği içinde kaçırıldı, o da suçlu ve iki saat içinde tutuklanacak. Tiran’daki SHIK başkanına buradan görüntüleri yeni gönderdik. Daha sonra, sayın başkan,” dedi İtalyan SHIK başkanı, “iki beyaz minibüsle alınarak Samir Vusho’nun kişisel teknesine Radhima’ya götürüldü. Yolculu- ğun tamamına dair görüntülerimiz var, Brindizi’de durdular ve sonunda Milano’ya, ‘Ticineze’ mahallesine götürüldü, eğer biliyorsanız,” dedi İtalyan SHIK başkanı.”
“Hayır bilmiyorum,” dedi Ardjani, “ama bana görüntüler ve doğru yönlendirmelerle yardımcı olursunuz,” diye yanıtladı Ardjani. “Elbette,” diye yanıtladı İtalyan direktör. “Bilgilere göre, onu bu mahallenin iki numaralı bölgesinde tespit ettik.
Tamamen Sicilya mafyasının İtalyan grubu tarafından çevrili. Daha önce adından bahsedilmeyen bir grup, ama çok şiddetli ve Milano ve güney İtalya’da terör estirdi. Bu koşul-
larda, karınızı sokağa fahişe olarak çıkarmaya hazırlanıyorlar. Görünüşe göre şimdiye kadar çıkarmadılar çünkü muhtemelen o karşı koydu. Ve uyuşturma ve hafıza kaybı yöntemini kul- landıkları düşünülüyor. Daha sonra, çok güzel olduğu için onu diğerleri gibi maksimum düzeyde kullanarak çok para kazan- mak istiyorlar… acele etmiyorlar.
Maalesef, Arnavutluk’tan gelen kız ve kadınların sayısı şimdiye kadar yirmi bini geçti. Hepsi sokakta ve eskort hiz- metlerinde çalışıyor ve doğrudan hizmet veriyorlar.” Aa, bana çok büyük bir haber verdiniz, o zaman sağcı meslektaşız. Ar- djani ayağa kalktı ve onu kucakladı. – Şimdi seni iki kat arka- daşım olarak görüyorum, çünkü dürüst olmak gerekirse, bura- da İtalya’da birçok solcu var ve oradaki solcularla çok canım sıkılıyor, çünkü hepsi bana tam bir uluslararası komünist gibi görünüyorlar.
Evet, evet, – dedi müdür. – Komünistler dünyanın her ye- rinde aynıdır, ailesiz ve vatansız birer çöplüktürler. Hahaha, – tüm katılımcılar güldü. – Sosyalist sol her yerde bir felakettir,
- dedi Ardjani. – Hiçbir yerde işe yaramazlar, sadece reklam
Rakiplerine karşı acımasız ve kanibalisttirler. Seni saf ya- kaladıklarında, – dedi Ardjani, – tıpkı beni yakaladıkları gibi, seni parça parça yaparlar. Ne Hristiyan ne de İslam merha- metine sahiptirler. İnsan yüzlü canavarlardır. Aynı ideolojilere sahiptirler. Tıpkı eski komünistlerin ideolojileri gibi. Onlar da hiç yenilenmemiş olan ailelerine benziyorlar. Ama bu Leni- nist, Ortodoks kırmızı tohumunu durdurmalıyız. Müdür hiç- bir şey söylemedi, sadece başını salladı. – Birbirimizle çok iyi anlaşıyoruz, – dedi tekrar müdür. – Aynı takımdayız. – Haha,
- toplantıdaki katılımcılar hafifçe güldü. – Eşinizi sağlam
bulacağımızı umuyorum. Ayrıca, bir aile yemeğinde birlikte olmayı diliyorum, – dedi SHIK müdürü Ardjani’ye. Bir du- raksamadan sonra Ardjani şöyle dedi: “Gökyüzündeki Tan- rı ve yeryüzündeki siz, bize yardım edin!” Siz yeryüzündeki kurtarıcı Tanrı olacaksınız, müdür. Eğer isterseniz, imkansızı başarın ve eşimi bulun. Size ve kurumunuza verdiğiniz ve ver- mekte olduğunuz büyük yardım için her yerde adınızı anaca- ğım. Kurumunuz çok yetenekli ve organize suçla mücadelede çok profesyonel, – dedi Ardjani. – Devlet için ve korumasızlar için çok şey yaptığınızı biliyorum, bu yüzden bugün bu güçlü mafya karşısında savunmasız ve muhtaç durumdayız. Sadece siz bizi kurtarabilirsiniz, – diye yalvardı Ardjani ona. – El- bette efendim, – dedi müdür, bir yudum daha içmeden önce kahvesinin sonunu getirdi. Fincanın altı beyazdı ve geçmişten esinlenilmiş gümüş ipliklerle süslenmişti. Ardjani böyle bir ta- sarım hiç görmemişti.
Tamam, şef, – dedi müdür ona. – Bu gece tüm bilgile- ri karabineriye ve diğer gizli polise göndereceğiz. Oraya tüm kuvvetlerle ineceğiz. Milano’daki en iyi saha ajanlarımızı göndereceğiz. Bizi ve adaletimizi hiçbir güç yenemez, – dedi müdür. – Biliyorum, biliyorum, – diye yanıtladı Ardjani ve o da kahve fincanını alıp biraz içti, çünkü şimdiye kadar hiç içmemişti. Sadece konuşmuş ve açıklamalar yapmıştı. Siyah takım elbisesi ve beyaz gömleği ona bir Top Model’in zara- fetini verirken, aynı zamanda bir gladyatör veya Amerikan başkanlık servisinde çalışan biri gibi görünmesini sağlıyordu. Müdür, bu boyutlarda bir yazar ve parlamento başkanını hiç görmemişti, ona bir Roma gladyatörü gibi Kolose’de rakibiyle hayat memat mücadelesi için geldiğini düşündürüyordu.
Biliyorum efendim, – dedi müdür ona, ayağa kalktı ve birkaç adım attı, sonra geri döndü, masanın ortasına bir şey bı-
raktı ve dedi ki: “Bu mafya mensupları zor durumda kalacak. Onlara kulağını keseceğini ve grubu dağıtacağını biliyorum. Gerçekten kiminle başa çıktıklarını ve düşmanlığa girdiklerini bilmiyorlar. Bunu bir polis içgüdüsü olarak söylüyorum. Sanı- rım onlara çok kötü çıkacak, ama bunu bize bırakmalısınız, ya- sayı uygulamalıyız ve siz zarar görmemelisiniz. Ayrıca eşinizi sağ salim eve geri getirmeliyiz. – Evet, evet, merak etmeyin,
- diye yanıtladı – Devletimle birlikte sizin ne yapaca- ğınızı bekleyeceğim, sonra ben konuşacağım. – Tamam efen- dim, – dedi müdür. – En iyisi olsun! İtalya’da ve vatanınızda barış ve adalet egemen olsun! – dedi. – Ama her zaman kötü ve yasadışı insanlar olmuştur ve olacaktır. Görevimiz onları yakalayıp her zaman olduğu gibi adalete teslim etmektir. Ada- letin işleyebilmesi için deliller, gerçekler ve izler gereklidir,
- – Her şeyi hazırlıyoruz ve adalete teslim edeceğiz, hem burada hem de orada.
Orada Tiran’da, – gizli servis operasyonu sırasında mü- dür söyledi, – tüm suç grubu için tartışmasız deliller bulduk. Orada tutuklanan suçlular İtalya’ya iade edilecek ve hak ettik- leri cezayı alacaklar. Umarım uzun süre demir parmaklıklar arkasında kalacaklar ve umarım adalet dünyanın her yerinde sağlanır. – Teşekkürler saygıdeğer müdür, – dedi Ardjani. – Bu gece bu işi bitirmek istiyorum, çünkü onları öldürecekler ve tecavüz edecekler. Onu öldürecekler, çünkü eşimin vücu- duna enjekte edilen uyuşturucuların etkisi geçtiğinde hemen onlara saldıracağını biliyorum. Ve bu yanıt olarak onu parçala- ra ayıracaklar. – Evet, – dedi müdür, – biliyorum, ama her şey kontrolümüz altında. Bu Samir’in fotoğraflarını buldum. İster misiniz? – Evet, evet, nasıl istemem, – diye sesini yükseltti Ardjani. – Bu Samir’in patronu. – Elbette, bana verin, – dedi Ardjani. Kısa bir telefon görüşmesi yaptı ve kısa bir gecikme-
nin ardından müdüre Samir’in on fotoğrafını getirdiler. Onları direkt müdüre verdiler, o da Ardjani’ye verdi. Ardjani gözle- rini açtı ve suçlunun fotoğraflarına bakarken adeta büyülen- mişti. Hiç görmedim bu adamı,” dedi Ardjani. “Yunanistan’da hapisteydi,” dedi İtalyan müdür. “Serbest bırakıldı ve şimdi tehlikeli ve acımasız biri oldu. İtalya’ya her geldiğinde arka- sında bir yığın kurban bırakıyor. Bizim mafyadan daha vah- şi, daha kötü. O bir psikopat, Bay Ardjan,” dedi İtalyan mü- dür. En güçlü ajanlarımızı hazırladık ve ayrıca o bölgede tüm dinleme araçlarımızı gönderdik. Ortam dinlemesi yapıyoruz. GSM sistemi aracılığıyla telefonları izliyoruz ve Compv2 al- goritması ile onlara gönderilen her SMS ve yapılan her telefon görüşmesi bizim tarafımızdan dinleniyor. Ayrıca, çetenin her üyesinin telefon kartlarını klonladık. Oraya duvarlara asılan askılar yerleştirdik, iç mekanlara ve tuvaletlere kameralar koy- duk. Her masaya kamera yerleştirilmiş saatler koyduk. Ajanla- rımız A4 ve ‘sporcu’ ajanımız gözlüklerini değiştirdiler ve ye- rine dört saat boyunca kayıt yapabilen kamera gözlüklerimizi taktılar. Ayrıca, uzaktan kumandalı kablosuz kitap kameraları yerleştirdik. Kitaplar 2.4 GHz yayın kanalıyla donatılmıştır. Çakmaklarını çakmak kameralarımızla değiştirdik. Her odaya kamera takılmış vantilatörler ve araç anahtarları yerleştirdik, araç içindeki her şeyi kaydediyorlar. Kamera ile donatılmış iki kasa bira kutusu yerleştirdik. Casus kalemler, kâğıt kutuları ve kravatlar yerleştirdik. Çete için yirmi beş adet casus vazo ve kemer, sigara detektörleri ve casus spor şapkaları yerleştirdik.
“Vay!” diye şaşırdı Ardjani ve yanındakiler. “Komutan, çok korkutucusunuz,” dedi. “Yazar olduğum halde, aklıma bu kadar derin düşünceler gelmemişti, bu yüzden her zaman çe- telerle savaşı kazanıyorsunuz. Yolsuz değilsiniz ve suça karşı
hiç merhamet göstermiyorsunuz. Bu yöntemleri Türk ajanları- na da öğretmenizi ve onlara da aktarmanızı umuyorum, çün- kü bu çok büyük bir vatanseverlik eylemi olur,” dedi Ardjani. “Evet,” dedi müdür, “Birçok memurunuzu eğittik ve her yıl eğitmeye devam ediyoruz, çünkü hizmetimiz daha çok zekâya dayanıyor, yani teknik. Eğer son bilimsel verilere sahip de- ğilsek, suçluları yakalamamız mümkün değil, çünkü biliniyor ki, suçlular da suç teknolojilerine çok yatırım yapıyorlar. Çev- relerindeki sinyalleri engellediler, yirmi beş bin euroluk cep telefonları satın aldılar. Bu telefonlar 00 olarak adlandırılıyor. İstedikleri her numarayı yakalayıp izliyorlar, herhangi birinin telefonuna erişebiliyorlar. Eğer benim numaramı bile bulsalar, tüm mesajlarımı ve telefon görüşmelerimi alırlar. Her yerde ilerlediler çünkü paraları var ve yanlarına en iyi doğu bilim insanlarını aldılar.”
“Neyse ki bu grubu keşfettik ve bu gece bu Samir’i de bitireceğiz, ancak Ardjan, bence bunun siyasi bir arka planı var,” dedi müdür. “Sizin siyasi rakipleriniz sizi zarara uğrat- mak için onu ödemiş olabilirler. Demokratik devrim sırasında onlara yaptıklarınız için intikam almış olabilirler. Gizli ser- vis,” dedi müdür, “terörist bir örgüttü. İtalya’da birçok cina- yet işledi. Anlaşılıyor ki, siyasi rakiplerini, sağ kanadı, yani antikomünist ve milliyetçi diasporayı öldürdüler. Okulda bu fenomeni inceledim,” dedi İtalyan müdür. “Komünizm her yerde aynı ve korkutucu. Maalesef, insanlar bunu anlamıyor ve onlara oy veriyor. Sosyalistlerin her yerde suç ve terör iş- lediklerini anlamıyorum ve halk neden onları seçiyor. Burada da yirmi yıl boyunca sosyalistler hüküm sürdü. İtalya’ya bü- yük zarar verdiler. İşsizlik, yoksulluk ve vergi artışları getir- diler. Zenginlerden nefret ediyorlar ama kendileri milyonlar
yapıyorlar. Her liderleri milyoner ve işçileri sever gibi davra- nıyorlar, zenginleri sevmiyor gibi. Bu, onları seçen cahillerin ironisidir. Her solcu liderin her yerde milyarlarca doları ve al- tın ve gümüş mücevherleri, hesap numaraları ve Amerika’da işletmeleri vardır, ama yoksullarla tiyatro oynarlar. İktidarda olduklarında bile onlar için hiçbir şey yapmazlar, ama nasıl oy aldıklarını anlamıyorum. Bu beni strese sokuyor,” dedi İtalyan müdür. “Komünizm her yerde aynı. Komünistler,” dedi Ardja- ni, “gizli masonlardır, bir yerden sapkın bir homoseksüel tara- fından yönetilirler, her yerde satın almış ve dünyayı kaosa ve karmaşaya sürüklemeye çalışır. Özellikle biz, üç milyon kişi- yiz. Bir mahalleniz kadar değiliz, ama trigonometri açısından Balkanlar ve Güney Avrupa’da çok hakim bir pozisyonumuz var. Arnavutluktan yapılan trigonometrik noktalar kısa bir etki yarıçapı ile birçok bölgeyi kontrol edebilir, Afrika’ya kadar.”
“Doğru Bay Ardjan,” dedi müdür, “ama şükürler olsun ki artık bizim ve demokrasinin içindesiniz ve artık doğuya dö- nüşe izin vermeyeceğiz, çünkü Rusya’nın egemenliği sonsuza kadar sona erdi. Ekonomik olarak da bakarsanız, Amerika her- kesin iki yüz yıl önünde, hem ekonomi hem de ordu açısından, bu yüzden rahatım,” dedi müdür. Bu komünist kalleşler, – dedi Ardjani, – halkıma çok büyük bir yoksulluk ve devrim getire- cekler. Sizi ve tüm hükümetinizi bir an önce müdahale etmeye çağırıyorum, çünkü onlar bizi devirecek ve bizi tekrar geriye, olduğumuz yere döndürecekler.
Eski rejimin gizli polisi, muhafızları binlerce çalışanı olan, şimdi onların militanları olan bir grup insan barındırıyor- du, artı güvenlik işbirlikçilerini de katın, ne kadar büyük bir tehlike oluşturduklarını tahmin edebilirsiniz mi?! -Biliyorum,
- dedi müdür, – tüm bu grup bize karşı hazırlıklı. -Biliyorum
sayın müdür, – diye ekledi Ardjani, – propaganda ustaları da var. Sanki kurşuna dizilmişler gibi, sanki hapsedilmişler gibi davranıyorlar. Gazeteleri var, paraları var, yurt dışında da des- tekleri var. Nasıl olur da bunlardan birçok kişi ABD ve di- ğer ülkelerde sığınma hakkı kazanmış ve hiçbir tanesi NON GRATA ilan edilmemiş? -Ah, komik, bırakın, – dedi Ardja- ni. – Sanırım bunları hükümetinize bildireceksiniz. Ülkemde eski güvenlik grupları, işadamı kılığına girmiş ve her yönden aldatma yaparak büyük bir kargaşaya neden oluyorlar. Eğer müdahale etmezseniz, orada ulusal bir zarar olacak ve artık Arnavutluk olmayacak. Bunu sizden bir arkadaş olarak, ayrıca uluslararası bir yazar olarak istiyorum. Düşünüyorum, – dedi Ardjani, – çeteler, birkaç ay içinde demokratik yönetimi de- virecek ve oraya şiddet ve terör getirecekler. Zihniyetleri, Ar- navutluk’un onların ve çocuklarının olduğunu düşünüyorlar. Arnavutluk’un sahipleri olduklarını, sadece direniş gösterdik- leri için, ballistleri ve kralı yendikleri için sanıyorlar ve bizi küçümsüyorlar. Bizim onların karşısında silahlanmadığımızı düşündükleri için, bizim onlara benzediğimizi sanıyorlar. El- bette, zamanlar değişti. Biz de aynı şekilde karşılık vereceğiz. Batı bu kitleleri ve onların yozlaşmış ve mafyavari liderlerini desteklememeli. Aksi takdirde, ben o kirli adamlara silah doğ- rulturum. Eğer ben çıkarsam, ordum bir milyonu geçer. Yani pislikleri durdurun, geç olmadan. İntikamım ve bizimkiler sı- nır tanımayacak.
Toplantıdan sonra, Ardjani ve arkadaşları doğrudan Mi- lano’ya trenle hareket ettiler. Ardjani çok üzgün ama aynı za- manda başaracağına dair umutluydu. Ayrıca, İtalyan SHIK’ın müdürüyle çok iyi ve akıllı bir arkadaş edinmişti. Dünyada hâlâ iyi insanlar var, – dedi Ardjani toplantıdan çıkarken. – Umarım, İtalyan polisi ve gizli servislerinin müdahale edeceği
zamanı yakalarız. Mutlaka yakalayacağız! – dediler Arnavut SHIK ajanları, onu izliyorlardı. Bu gece Milano’ya gideceğiz, hayatta ya da ölü olarak! – dediler. – Endişelenmeyin! Saldırı saatini de yakalayacağız, – dedi Ballisti, valizini alıp trenin koridoruna yerleştirerek özgürlüğüne ve umarım karısının öz- gürlüğüne giden yoluna devam etti.
Bir haftadır tarihi Ticinese mahallesinde rehine olarak tu- tulmuştu. – O gerçek bir cesur kadın! dedi Ardjani. – Şimdiye kadar sağ kaldıysa… o kurtulur! Tanrıdan başka hiçbir şey is- temiyorum! Sadece Dona’nın sağ olarak dönmesini istiyorum, sonra her şey yoluna girecek. Belki Tanrı sağ olarak bulur! Bu benim mutluluğum! Tek istediğim bu! Ve dizlerinin üzerine kapanıp dua etti.
Donika
Aynı gece Vlora’dan Brindisi’ye tekneyle taşınmış ve diğer grup tarafından arabalarla alınarak Milano’ya doğrudan götürülmüştü. Donika, Milano’nun zenginleri için bedeniyle istismar edilmesi amacıyla eskort olarak veya başka yerlerde kullanılmak üzere değerli bir mal olarak düşünülüyordu. Eski bir villaya gönderildi, burada kameralar yoktu ve iki ülkenin polislerinin bulması imkansızdı.
Villa iki katlı, eski ve yirmi oda vardı. Tüm odalar eski Milano tarzında döşenmişti. İçeride yüz yıllık eski mobilyalar vardı. İkinci katta, ses geçirmeyen bir odada, dört kişilik bir odada bağlı tutuluyordu. İki gün boyunca ilaç nedeniyle uyu- duktan sonra uyandı ve bağırmaya başladı. Aşağı katta, tüm grup ve birçok koruma, villa etrafında dolaşan insanları izle-
yerek kesin bir şekilde yeri kontrol ediyorlardı. Villada birkaç tuvalet ve her odada masa vardı, ayrıca giysi askıları da vardı. Eski dolaplar, eski Milano villasında duvarlarda asılı olan giy- silerle doluydu. Dışarıda alışveriş yapan insanlar ve özellikle kadınlar gece, reklamlardan gelen ışıkta ve sayısız mağazayı gezerek alışveriş yapıyordu. Genel olarak, eski yollar taş dö- şeli ve dar.
İtalyanlar yabancı dil konuşmuyor. İngilizce sadece göç- menler tarafından konuşuluyor. Milano’da çok güzel ve şık kadınlar var. Hepsi boyunlarında birçok değerli takı taşıyor. Erkekler ise kot pantolon, tişört ve son derece şık ayakkabılar giyiyor. Burada, birçok erkeğin küpe taktığını görmek ilginç. Dünyada, bu kadar çok erkeğin saçlarına jöle sürdüğü bir yer yok, ayrıca… Brune ile Aynı Model Saçlar
Milaneli herkes güneş gözlüğü takıyor ve bunları metroda bile çıkarmıyorlar. Tabii ki, cep telefonları da hayatlarının bir parçası olarak yanlarından ayrılmıyor. Büyük alışveriş sezonu 10 Temmuz’da başlıyor ve tam üç hafta sürüyor. O zaman alış- veriş yapmak için en iyi zamandır.
Şehir merkezine gittiğinizde, Duomo’yu ziyaret etmeyi unutmayın ve katedralin tepe katına çıkın. Bu oldukça dik ve kaygan. Dağcılık becerilerine ihtiyacınız olacak. La Scala Ti- yatrosu, şehir sakinlerinden çok yabancılar tarafından ziyaret ediliyordu. Bu şehir üç günde gezilemez. En az üç hafta ya da daha fazla zaman gerektirir.
Viktor Emanuele Caddesi’nde çok sayıda ziyaretçi vardı. Yolun sonunda bulunan villa uzun zamandır sahipleri tarafın-
dan terk edilmişti. Son zamanlarda, -dedi vatandaşlar,- içeri giren ve çıkan insanlar gördük. -Sanırım, Arnavut göçmenler kiralamış,- dedi bir kadın Ardjan’a.
Akşam saatlerinde Milano’ya vardılar ve eski mahalleye gitmek için taksiye bindiler, böylece İtalyan SHIK yöneticisi- nin bahsettiği gizemli villayı bulmaya çalışacaklardı.
Donika üç gündür uyanık kalmış ve yüksek sesle bağırı- yordu, bu yüzden büyük şefi Samir Kaushi’yi bizzat yanına çağırmak zorunda kaldılar. Merhaba yurtsever!- dedi Samir. Dona başını kaldırdı ve kendisini ellerinde kelepçeler ve ayak- larında zincirlerle buldu. -Siz kimsiniz efendim?!- dedi, gözle- rini ona öfkeyle dikerek. -Ben Samir, Vloradanım. -Ona, “Sen Vlonjat olamazsın! Çingeneye benziyorsun, çünkü bu surat ve bu boyda Vlonjat olmaz,” dedi. -Hanımefendi,- diye gülerken,- siz hokkabazsınız. Görüyorum ki, birlikte anlaşacağız, -diye yanına iki adım attı. Sonra Dona konuşmaya başladı. -Neden beni kaçırdığınızı ve size ne yaptığımı öğrenebilir miyim?!- diye sordu Dona, üzerindeki geceki çalışma kıyafetleriyle: siyah ceket, siyah pantolon ve koyu mavi bir bluz giymişti. Başını kaldırıp Samir’i daha iyi görebilmek için bakarak, Sa- mir dikkatlice ona baktı ve cevap verdi: “Sizi kimse kaçırmadı hanımefendi. Vlorada size çok güzel bir kadın olarak dikkat ettim. Kesinlikle Vlorada görülmemiş bir kadın olarak diye- bilirim ve böylece size aşık oldum. İlk görüşte aşık oldum.”
-Öyle mi?!- dedi Dona. -Ve aşkınız yüzünden kelepçelendim ve kaçırıldım mı?! Bravo yurtsever!!!- dedi ironik bir şekilde.
-Beni küçümsüyorsunuz!- dedi Samir. -Peki, benim kim oldu- ğumu biliyor musunuz?- -Peki ya sen, benim kim olduğumu biliyor musun?- dedi Dona tekrar. -Evet!- dedi Samir, – Siz
Dona Malaj, Vlorada Tiyatro ve Opera Müdürüsünüz. Anla- şıldı mı?! -Evet mi?! -Ve ben sizi tanımıyorum, -dedi Dona.
-Eşinizin kim olduğunu biliyor musunuz? -Evet, biliyoruz,- dedi Samir gülerek. -O şair mi? -Hahaha!- provokatif bir şe- kilde güldü. -O şair sizin parçalanmanızı mı istiyor sanıyorsu- nuz?!- dedi Dona. -Evet, biliyoruz,- dedi Samir. -Bir hafta yas tutacak, şiirler yazacak ve size bir zarar daha verecek. Başka aşk bulacak. Şairler alkolikler gibidir. Gün boyu sarhoş olur- lar. Tanıdığım bazıları uyuşturucu da kullanıyor. Hahaha! Sizi güldürdüğünüz için teşekkürler, güzel hanımefendi. Onun pe- şinden geleceğini unutun. O sizi hak etmiyor. Siz bir yıldızsı- nız. Biz burada ünlü olacağız! Birlikte evleneceğiz ve milyon- lar kazanacağız. Ne dersiniz yurtsever?! Hem de yurtseveriz. Peki ya siz, ne işiniz var bir köylüyle? Bütün Arnavutluk’ta gidip bir köylü buldunuz. -Ahaha,- dedi Dona küçümseyerek.
-O köylü tarafından saatlerinizin sayılı olduğundan eminim,
-dedi Dona tüm gururuyla. -Şimdi, o pis şairden bahsediyor- san, seni döverim,- dedi Samir. -Pislik sensin ve hatta pislikten daha fazlasısın. Pislik ve çok çirkin! Ancak ölüyken seninle evlenmeyi kabul ederim! Pislik!- diye bağırdı. Samir yaklaştı ve acımadan iki kez yumrukladı. Bak, bu güzel yüzü mahvet- mek istemiyorum, -dedi Samir, tamamen siyah giyinmiş, siyah gözlükler takmış ve başında kahverengi tonlarında bir şapka vardı. -Hanımefendi!- dedi. -Öncelikle, kocanız şair ve sarhoş ya da ne olduğunu bilmiyorum, sizi bulmaya bile gelmiyor; ikincisi, onun benimle baş etme şansı yok.
Bir suçlular ordum var. Daha doğrusu, onların lideriyim. Milano’da ve tüm İtalya’da milyonlarca dolarım ve mülküm var. Adriyatik’te yirmi tekne bana hizmet ediyor. Otranto’yu nasıl yaptığımı biliyor musunuz?! Bir otobüs gibi, hahaha, gi-
dip geliyor, göçmenlerle dolu. Hiç kimse beni durduramaz. Milano’da mafya ve politikayla ilişkim var. Arnavutluk yakın- da benim ilim olacak. Oradaki köylülerin hükümetini devire- ceğim. Sosyalistleri tekrar iktidara getireceğim. -Bravo!- dedi Dona. -Büyük bir hayal gücünüz var. Uyuşturucu etkisi altında mısınız?! Burun yoluyla uyuşturucu aldınız mı,- dedi Dona ve kelepçeleriyle başını kaşıyarak, “Henüz kiminle karşılaştığı- nızı ve kimin karısını kaçırdığınızı bilmiyorsunuz. Size tekrar söylüyorum ki, ölümünüz sadece saatler mesafesinde. O şair dediğiniz kişi sadece çok yakışıklı değil, aynı zamanda çok iyi bir insan. İkincisi, seni durdurmak için yirmi kişi gerekir. Seni, pire gibi eziyorlar! Bunu kendin gerçek hayatta göreceksin. Sen ve ekibin buraya ve yola nöbetçi koydunuz. Bilmelisin ki, dünyada hiç kimseye teslim olmam. Ölürüm, zehirlenirim, elektrik çarparım ama sadece o adamı isterim. Bu dünyada beni kimse dokunamaz. Şimdiden söylüyorum. İlk fırsatta seni öldüreceğim, bu yüzden Samir Vusho’yu hedef al ve aramız- daki diyaloga son ver. Eğer ellerimi serbest bırakıp karşıma gelirse, tanıyacaksın! – dedi ve sesini tüm gücüyle yükseltti.
- Cesurları severim, – dedi Samir. – Biz Vlonjatlar çok
- Senin Vlonjatlarla ne alakan var?! – dedi. – Sen bir Ar- navut köyünden biri olmalı ve Yunanlılara satılmış olmalısın. Sen, Vloralı kızları kaçırıp Milano’nun sokaklarında seks iş- çiliği yaptıran adamsın. Sen, birçok masum insanı öldürdün. Bravo! Beni de öldür ve hiçbir şansın yok, canlıyken beni seks işçisi yapamazsın! – dedi Dona.
- Bir şeyler çalmanı mı istemeliyim? – diye alay etti, oda- da gidip gelerek.
- Evet, tabii ki, sadece ellerimizi serbest bırak! – dedi Dona ve ellerini uzattı.
- Eller serbest bırakılmadan anlaşma yapılmaz! – dedi. – Seninle evlenmek istiyorum. Anlıyor musun, bayan?! Senin benden kaçma şansın yok, yazarın yanına gidemezsin. Haha- ha! O sarhoş yazar dediğin adam, seni gözlerimin önünde ka- çırır ve o, böyle bir iş yapmak için cesareti olmayan biridir!
- dedi Samir.
- Bekle, – dedi Dona. – Bu bir saatler ve dakikalar mese- O gelecek ve sonra ona yüzüne karşı böyle konuşursunuz, çünkü siz cesur insanlarsınız. Bak, herkes silahını alıp seni öl- dürür. Bu cesaret değil! – diye kışkırttı Dona.
- Nedir peki?! – dedi Samir, terini silerek ve saçlarını ace- leyle düzeltip jelleştirerek. – Sen bir şımarıksın! – dedi tüm öfkeyle Dona’ya.
- Ellerimi serbest bırak ve konuşalım, – dedi Dona.
- Ellerini serbest bırakacağım çünkü zamanla beni affe- deceksin ve bana aşık olacaksın. Senin ne kadar güzel olduğu- nu bilmiyorum, Tanrı böyle güzel bir yaratık nasıl yaratmış, bilemiyorum! – dedi ve gözlerini açıp daha iyi görmek için baktı.
- Seni zengin yaşlıların ellerine bırakmayacağım. An- ladın mı? Seni sadece kendim için tutacağım. – dedi. – Bak, seni zorla almayacağım. Böyle biri değilim. Sen de sıradan bir kadın değilsin. Senin sevgini bekleyeceğim. Sen beni sev- diğinde, ben de sana aşık olacağım. Seni Milano’da bir pren- ses gibi tutacağım. Bak, bu şehir bile beni korkutuyor. Burada Tanrıyım!
İtalyan mafyası bile çekildi ve alanı terk etti. Neden? De- diğin gibi. Çünkü ben en acımasız ve en korkutucu kişiyim. Peki, neden böyle oldum? – dedi. – Neden iyi ve nazik bir çocuk değilim?! Çünkü sokakta büyüdüm ve kimse bana değer vermedi. Herkes beni dövdü, parçaladı ve şimdi intikamımın sınırı yok.
- Ben ve kocam sana bir şey yapmadık, – dedi Dona. – Seni bile tanımıyoruz. Neden bize musallat oldun?
- Sizler için rakip gruplardan çok para ödendi. Kocan ko- münizmi devirdi. Parlamento başkan yardımcısı oldu ve kim bilir ne. Ah, unuttum. Güç kimin elinde? Neden arkanızdan gelmiyor? Ya da aşkınız bu kadar mıydı. Tükendi ve şimdi daha gençlerine bakıyor.
- Ah sen orospu çocuğu! – dedi Dona. – O hakkında ko- nuşurken dikkatli ol ve cesur ol. Yüzüne karşı böyle konu- şursan, seni tutar. Defalarca söylüyorum ki, ölüsün. Meselesi sadece zaman. Sen, beni kaçırdığın andan itibaren ölümsün. Sen ve ailen ölecek. Hepiniz, orada ve burada sahip olduğun her şey. Kocam sizi yer yüzünden silecektir. Onunla düşman Anlıyor musun?! Kuzeyde bir yasa var, kaçamazsın.
Başkasının karısını öldürdüğünde iki kan borcun olur. Yani sen öleceksin, kardeşin veya kız kardeşin.
– Beni korkuttun sanatçı, – diye güldü, – Hahaha – ve sadece Dona’ya zaman zaman silahlarını doğrultan çetenin üyelerine baktı, komut almadan. Onlar tamamen umursamaz ve kendilerinin başlarına bir şey gelmeyeceğini güvenli bir şe- kilde hissediyorlardı. Hiçbir fikirleri yoktu çünkü oraya polis ödemişti. Polis komiseri bile iş için güvence vermişti. Ve bun- lar her ay bir miktar para ödeyerek rahatça çalışmalarını, yani seks işçiliği yapmalarını sağlıyordu. Onlar uyuşturucu kullan- mış ve uyuşmuş durumda, sadece geceyi bekliyorlar, herkes uykuya dalacak. Hiç kimsenin aklına gelmiyordu ki, ifşa ol- muşlardı. Dona, mavi spor bir elbise giymişti. Koyu kahve- rengi bukleli saçları alnına ve vücuduna dökülüyordu. Uzun saçları vardı. O, hayranlık verici bir görünüm sağlıyordu ve hatta Samir Kaushi bile şaşkınlıkla onu izliyordu.
- Çok güzelsin, vatansever! – dedi alaycı bir şekilde.
- Bak, genç ya da adam: “Birlikte vatansever değiliz. Sen bir Vlora çingenesisin ve bu, vatansever olduğumuz anlamına Güzelliğimi asla tadamayacaksın. Bugüne kadar sa- dece bir adam bana dokundu ve o dokunuş ve aşkla gömülece- ğim. Anlıyor musun, eğitimsiz aptal?”
- Ben eğitimsizim, – dedi Samir, – ama milyonerim. Av- rupa’da mülklerim ve kumarhanelerim var; Adriyatik’te yirmi tekneye sahibim; Milano’da ve şehir dışında evler ve villalar aldım; İtalya ve Fransa’da mülklerim var.
- Sen bir katilsin! – dedi Dona.
Hahaha,- diye güldü. -Sana kocan dediğimi sırada oldu- ğunu sandım. Ya da daha iyisi eski kocan. Nerede peki senin aşkın? Neden ortaya çıkıp beni bulup meydan okuma dueli yapmıyor? Kaç gün oldu? Çok! O kadar korkak adamını nere- de saklıyorsun? -diye dişlerini sıktı.
Dışarıda sıcak hava vardı. Sivrisinekler hâlâ yuvalarına gitmemişti ve her saniye beyaz üzüm yapraklarının üzerinde vızıldıyordu. Milano tamamen yeşillik, dar sokaklar ve tarihti. Burada mezarın olacak!- dedi Samir Dona’ya.
-Çok iyi!- dedi. -Ama önce ellerimi çöz, sonra konuşuruz kim kazanacak. Samir daha çok güldü. -Yani düello istiyorsun. Ahaha, beni erittin! Bilir misin, ben kaç kişiyi öldürdüm, bu- dala kadın?! Bilmem ve bilmek istemiyorum!- dedi Dona, el- leri ve ayakları kelepçeli durumda oturmaktan dolayı uyuşmuş bacaklarını hareket ettirirken.
Dün beş kişiyi öldürdüm,- diye övünerek söyledi, silahı- nı çıkarıp Dona’ya doğrulttu. Sonra bir süre öyle bekledikten sonra silahın namlusunu kendisine yaklaştırıp öptü. Bu taban- ca beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı,- dedi. -Çok mermi al- mıyor ama doğru hedef aldığı her şeyi hak etti. Bu tabancayı seviyorum!- dedi.
-Tırmanmışsın gibi görünüyor,- dedi Dona.- Gittiğin yere bak! Zavallı sen! -Bak!- dedi. -Seni çok tolere ediyorum bayan kemancı. Nedenini bilmiyorum, ama diyelim ki çok güzelsin ve seni hemen öldürmek istemiyorum. Sonra kocanı yazar öl-
dürürüm. Onun için üzülmem! Sadece birkaç gün işim, ve onu öldürürüm. Ahaha!- diye güldü.
Senin kocanın seni bulacak ve beni parçalara ayıracak de- men beni güldürüyor. Hayal gücünü beğendim kemancı! Belki de sen de bir yazar mısın?! Dona yere tükürdü.
-Benim sana söylediklerim ve söyleyeceklerim şu ki, sen ölümsün. Bu gerçek. Eğer ellerimi serbest bırakır ve beni iş- kence etmezsen, ben arabulucu olurum ve o sana hayatını ba- ğışlar. -Beni güldürdün kız,- dedi. -O yazar mı bana hayatımı bağışlayacak?!! Ahahaha!- dedi Samir, elinde tuttuğu birayı bir yudum içerek. Bak, ben bu şehirde ve birçok şehirde impa- ratorum. Seni akıl hastalığını bırakıp benimle evlenmeye da- vet ediyorum ve yazarı unutmanı. Ya da ikinci olarak, sokakta fahişe ya da eskort olarak çıkacaksın! Seç şefim, hangisini is- tiyorsun?
-Zavallı, hiç kimse beni fahişe yapamaz! Henüz doğma- dı,- dedi Dona.- İkincisi, seni ilk fırsatta elektriğe çarpacağım ve sana düşmem. Nasıl istersen,- dedi ve aniden tabancanın kabzasıyla kafasına vurdu. Kan yüzünü kapladı. Biraz izledik- ten sonra, “Ben bir kan emici olduğumu görüyorsun ve benim- le bağlamadan konuşmamalısın!” dedi.
-Kadınlara ve savunmasızlara karşı çok güçlüsün!- dedi.
-Sen intikam almak için öldürdün. Suçsuz insanları ve dürüst Arnavutları öldürdün. Tanrı’nın intikamı peşindedir, bu sadece zaman meselesi,- dedi yüzündeki üzüntü ifadesi ve sesinde gözyaşıyla.
-Nedir bu güzelim?! Seni dövdüğüm için üzülüyor mu- sun? Neden böyle? Bana dürüstlük ve cesaret dersi vermek zo- rundasın mı?! Kocan nerede? Hadi bana numarasını ver, onu düelloya davet edeyim ve sana ne yaptığımı göreyim? -Aha- ha,- dedi Dona. -Sen, o yazarın önünde bir küçük cüce ve insan şeklinde bir köpek pisliği gibisin.
-Seni vuracağım!- dedi. – Vur ama konuşmamı engelle- yemezsin. -Aa sen demokrat mı oldun, unuttum. Ne oldu par- tine?! Neden sana yardım etmiyor? -Gelecek, gelecek ve in- tikamımı göreceksin,- dedi ve onu sinirlendirip yere tükürdü.
-Yere tükürme!- dedi. -Ayrıca sen entelektüel misin, iyi!
-Ellerimi çöz ve entelektüelliğini göster!- dedi tekrar.
-Beni mi kışkırtıyorsun güzelim! Seni sadece işkencelerimle yumuşatabileceğimi düşünüyorum. Çok yakında sana ne ka- dar zengin olduğumu ve bugüne kadar ne kadar insan öldürdü- ğümü gösteren bir video göstereceğim. Hiçbir hapishane beni tutamaz! Ooo kafa!- dedi.
-Belki çok para ödedin ve serbest bırakıldın ya da bile- miyorum,- dedi Dona, ama bu kez Tanrı seni lanetledi ve ko- camla başını belaya soktu, o da sıradan biri değil, iki metre beş santim. Onun sadece yumruğu kafa büyüklüğünde, zavallı!
-Eh, şimdi köylüleri övüyorsun! Bravo vatansever!- dedi alaycı bir şekilde. -Neden köylüler yardımına gelmedi, onları bu kadar övdüğün halde? -Ee… -Bekle!- dedi. -Dayan ve ne olacağını gör. Bana çok baskı yapıyorsun, belki bugün seni öldürür ve uzun dilinden ve redcilik yapmandan kurtulurum!- dedi.
-Evet,- dedi Dona.- Beni öldürebilirsin, ama bana doku- namazsın. Bağlıysam, dişlerimle ısırırım ve boynunu keserim!
- dedi cesaret ve -Maşallah!- dedi. -Samir’le çocuğun olursa, birçok cesur erkek ve kız doğacak ve milleti ön plana çıkaracaklar. O yazar bir gün ne seçeceğini bilir, aptal değildi.
-Yazarı anma!- dedi. -Ağzını yıka pislik!
Tüm sahne çekiliyordu ve İtalyan hizmeti tarafından ka- nıt olarak kullanılmak üzere yayımlanıyordu. Onlar, Donanın itiraf etmesini ve tüm açıklamalarını yapmasını beklemek için müdahale etmiyorlardı.
- Tanrı seni çok yakında cezalandıracak.” O, ve çetesi ta- rafından işlenen tüm suçları belgelerle savundu. Polis ve İtal- yan güvenlik hizmeti villayı kuşatmış ve onunla Dona arasın- daki diyalogu kasıtlı olarak dinlemeye bırakmıştı. Müdahale emri bekleniyordu çünkü her şey doğrudan merkeze aktarılı- yordu ve SHIK genelünden nihai müdahale emrinin verilmesi Artık suç sahnesi canlı yayındaydı. Bu, iki ül- kenin polislerinin gerçekleştirdiği böyle büyük, cesur ve özel bir müdahale örneğiydi. Dona başını eğdi ve yüzünü kaplayan kanı saçlarıyla sildi, ardından bir “off!” sesi çıkardı; bu, bir üzüntü ya da pesimizm hali değil, daha çok bir iç çekiş gibi geldi.
“Pişman olacaksın, seni kahpe!” dedi. “Senin gibi, senin Vlorë’deki ortakların da! Güvenlik teşkilatınız ve partiniz,” dedi ona, “Arnavutluk’ta asla zafer kazanamayacak, ne kadar terör ve manipülasyon uygularsanız uygulayın. Ne kadar para göndermiş olsanız da, fakirlere oylarını satın almak için, yine de kaybedeceksiniz çünkü siz anti-Krist partisiniz. Şeytanın çocuklarısınız, Arnavutluk’u parçalayan ve şimdi sokakla-
rı Arnavut kadınlarıyla dolduran. Siz ne tür Arnavutlarsınız böyle, siz kurtçuklar?!” diye bağırdı. “Arnavut böyle şeyler yapmaz!”
“Biraz sus, güzelim,” dedi o, sırıtıyor. “Yirmi bin kişi sa- dece benim için çalışıyor. Hahaha!” dedi ve güldü. “Paranın önünde vatanseverlik nerede? Beni deli ettiniz, şef!” diye alay etti. “Peki, neden onlar gitmiyor ya da beni ve çetemi ihbar etmiyorlar?! Çünkü aldıkları paraları seviyorlar. Hesabımda, onları işe aldığımı düşünüyorum, değil mi?”
“Defol, böcek!” dedi Dona. “Fakirleri ve savunmasızları ne işe aldın? Onları sokaklara seks kölesi olarak attın.”
“Seni de çıkaracağım,” dedi o, alaycı bir şekilde. “Beni öldüremezsin ve hiç kimse öldüremez. Bugüne kadar hepsini ben öldürdüm. İsimler ister misin? Artık kapolar var mı? Onlar ayrıldı, diğer dünyadan selam söyleyecekler. Ben şiddet yan- lısı değilim ama başıma dert oldular. İşimi bozmadılar mı? Ne yapabilirdim? Affeder miydim? Hayır, bu olmayacak. Karşı karşıya geldik, ben kazandım. Bu kadar. Onlar beni öldürebilir miydi? Belli olmaz. İşte kazandım ve genişledim. Şimdi ben egemenim, her yerde iş yapıyorum. Partinizdekilere ne kadar para verdiler biliyor musun? Bilmezsin tabii. İşte söylüyorum. Rakip partiniz bana seni ve kocanı kaçırmam için bir milyon dolar ödedi. Sen bir rehindin. İşte sana gösterdim.”
“Anlıyorum, çok cesur görünüyorsun,” dedi Dona, “ko- rumasız ve zincirlenmiş olduğunda. Beni de öldürebilirsiniz, çünkü sizlerin zincirlediği birisiyim. Silah alır ve konuşuruz,” dedi Dona.
“Seni çok tolere ediyorum!” dedi Samiri, dişlerini sıktı ve başını onaylar şekilde salladı. “Sabır taşım sonuna geliyor ha- nım. Güzel birisin, kabul ediyorum bunu, ama bizi deli ettin! Anlıyor musun ki ağzın hiç durmuyor? Ağzını bağlayacağım! Bir şey koyacağım ağzına ve artık konuşmayacaksın.”
“Denemeye çalış!” dedi Dona ve dişlerini sıktı.
“Hayır, seni rahatsız etmeyeceğim,” dedi o, “ama çok en- dişeli görünüyorsun. Rahatla hanım, rahatla! Gerilim kalbine iyi gelmez. Kalp krizi geçirebilirsin ve sonra bize hiçbir yara- rın olmaz,” diye alay etti.
“Salak!” dedi Dona. “Son kez söylüyorum: ‘Hayatta asla eskort veya fahişe olmam. İkincisi, kocam buraya geldi ve seni ve çeteni yakacak.’”
“Muhtemelen köylüleri yanına almıştır!” diye güldü. “Gül, biraz ömrün kaldı. Dayan ve kehanetimi göreceksin!” dedi.
“Tamam hanım,” dedi o ve ayağa kalktı. “Diyalogumuz sona eriyor. Çok cesursun, bunu anlıyorum! Ama çok fazla gereksiz konuşuyorsun. Özellikle de o kocanı çok övüyorsun. Hadi bakalım, kocanın çocuğunu kim aldı? Neden şimdiye ka- dar hareket etmedi? Vlorë’de kimleri öldürdü? Hahaha! Şaka- ları bırak, hanım!” dedi. “Önünde dev bir fırsat var. Anlaşalım ve belediyede evlenelim, yoksa seni yol bekliyor. Hangi kararı vereceksin?”
“Kararım kesin!” dedi Dona. “Sen şu an yürüyen bir ölüden başka bir şey değilsin. İkincisi, son kez söylüyorum, beni serbest bırakırsan kocam sana hiçbir şey yapmaz. Bunu yapmayacağım. Hayatını bağışlayacağım. Anladın mı, salak?
- “Sakin ol!” dedi o, “yoksa ağzını bağlayacağım. Tehditlere başladın. Anlıyorsun ki eğer korksaydım, yüzüme maskeyle Seninle konuşmazdım. Maskesiz gel Toprak. An- ladın mı şimdi? Hadi, yeterince gevezelik ettin.
Evet, görüyorum ki ölüme yaklaşıyorsun, efendim, dedi Dona. Sonra ekledi: Bir saat süren var, düşün ve konuş.
Beni işimle bırak ve bir daha hiç karşılaşmayalım.
Hayır, seni asla bırakmam. Unut gitsin! dedi ve Dona’ya sırtını dönerken, henüz bitirmediği birayı kafasına dikti.
Bu, vahşi bir at gibi. Yatıştırmak zaman alacak! dedi adam, yardımcılarına. **Kimse ona dokunmaya kalkmasın, o benim. O bir vahşi hayvan ve çok güçlü. **
Bir eşek gibi görünüyor, hahah! Böyle cesur kadınlar ol- duğunu bilmiyordum. Bu kadının gözleri hiç hareket etmiyor. Korkusu yok. İşte aradığım kişiyi buldum.
Ve bu kadar övdüğü yazar için, gelsin ve göğsüne kaç kurşun sıktığımı konuşalım.
Hiç kimse cevap vermedi. Adam evinde her şeye hakim- di. İlk katın kapısından döndü ama çıkmadı. Yine ikinci kata
döndü. Spor kıyafetini değiştirdi ve başka bir spor kıyafet giy- di. Bu sefer belirgin bir siyah renk.
Unutmadı ve birkaç yedek mermi de aldı. Hepsi hazır. Sadece yuvaları değiştirdi. Adam, tabiri caizse, aşırı derecede ıslaktı, ama kendini vermedi. Tekrar ikinci kata çıktı ve Do- na’nın odasının önündeki bir yatağa uzandı. Görünüşe göre gün boyunca hareketlerini görmek istiyordu. Bu sıcak ve nem- li günlerde bile, onu serbest bırakmadı. Milano çok soğuk de- ğildi. Moskova ile kıyaslandığında veya nerede bilemiyorum, sıcak bir yaz ve soğuk, yağışlı bir kıtanın kışı var. Son yıllarda çok fazla sıfırın altına düşmemişti.
Bu yıl çok iş olacak, dedi kendi kendine. Yeni kızlar ge- tireceğim ve her zamankinden daha fazla iş yapacağım. Do- na’nın işinin ona büyük kâr sağladığını düşündü. Sadece fidye için bir milyon dolar değil, aynı zamanda yolda elde edilebi- lecek diğer kazançlar da vardı. Ama bunun büyük bir kötülü- ğü vardı, kendi kendine düşündü. **Bu kadın yolda yürümeyi reddediyor, hatta eskort olarak bile. Söylediklerinden açıkça belli. Her şeyi yapıyor. O bir eşek gibi, dedi. Yani kendini öl- dürüyor ve kimseye yakalanmıyor. Açık ve net söyledi. Bu işte çok deneyimim var. O kararını verdi ve ben onu görmezden geldim, ama gerçekten böyle yapıyor. Bu güzel hanımefendi bize çok sorun çıkaracak. Onu bir yere bırakmak ya da bu gece öldürmek en iyisi olacak. Çok güzel bir şeytan. Kötü şeytan yesin! **
Bu kadar güzel bir kadını nasıl öldürebilirim? Elim kalk- mıyor, ama eğer yumuşamazsa, yapacak bir şeyim yok. Onu
bir köşede öldüreceğim ve kaçacağım. Kötü şansı ki ben gör- düm. Yani, onu kaçırdım.
Bu kadın, gerçekten bize sorun çıkaracak, ama nereye gö- türürsem götüreyim iyi bir fiyatı var.
Ve o yazar hakkında, o sarhoş adamı astıracağım. Onu da öldürmek için adamlar yollayacağım, çünkü bacaklarımın arasına giriyor. Bir gün bana arkadan saldırmaya çalışacağını biliyorum ya da nerede bilemiyorum. Belki eşi için hiç umur- samıyor, çünkü yazarlar eşek gibidir. Kimle karşılaştıkları ve ne yaptıkları umurlarında değil. Çoğu uyuşturucu kullanıyor ve içkileri hiç bitmiyor. Bu sığır, başkan yardımcısı da san- mıyorum ki bu kadını umursasın. O onun suyunu içti ve şim- di başka birini teselli olarak arıyor. Sonuçta bu dünyada aşk yok. Her şey yalan. Aşk yüzyıllık bir aldatmacadır. Eğer öyle olsaydı, asla ihanet olmazdı. İnsanlık, ilk zamanlarda sürüler halinde yaşadı, tıpkı hayvanlar gibi. İşte insanın başlangıcı, il- kel topluluklarda yaşadı. Yani bir grup dişi, bir grup erkekle çiftleşiyordu ve hiç baba veya koca yoktu. Çocuklar da kar- şılarına çıkanlarla çiftleşiyordu. Tanrının insanlara eş ve aile kurma kararını verdiğine dair hiçbir bilgi yok. Hristiyanlık bu adımı insanlık için attı.
Öncelikle, doğa sonsuz çiftler yaratmadı. Doğa, sadece çiftleşme sırasında geçici çiftler yarattı, yani sadece seks için ve bu kadar, her biri kendi işine.
Sonra din ve insan, çifti ve aileyi yarattı. İş çiftleşme- nin karşısında ekstrem bir tarafa gitti. Kadınların köleliğinde ve onların örtülmesinde. Tanrı, bir kadının tüm hayatını bir
adamla geçirmesi için hiçbir işaret bırakmadı. Nerede yazıldı- ğını bulun, dedi Samiri, yarı sarhoş ve yarı uyuşturulmuş bir şekilde.
Bu adamı seviyor! Bu kemancı bize aziz oldu. Hiç koca- ları olmadan her yerde yasayı koydu ve şimdi bana emir ver- meye kalkıyor. Hahaha, dedi ve yatağı tekmeleyerek güldü. Bu kadın beni güldürüyor, dedi yüksek sesle. Bu kadın, eği- timli ve nazik biriyle konuştuğunu düşünüyor. Hiç fikri yok kim olduğumu. Ona bir katil olduğumu söyledim ya da neyse, hiç umursamadı. Aynı şekilde konuşmaya devam etti. Pupu, ne kadar konuşkan! Böyle bir kadını hiç görmemiştim. Ben bir kelime söyledim, o bin tane. O, o dağlı adamı yönetmeye alış- mış. Onunla dalga geçti. Görünüşe göre bu kemancı bir mafya. Çok ciddi ve suçlu görünüyor. Birlikte süper suçlu bir çift ola- bilirdik. Tam olarak dim çünkü hiç kimseyi umursamıyorum.” Filmlerde yaşardık. Hahaha, bu beni o kadar hasta ediyor ki uykusuz kalıyorum. Kafama baltayla vurdu ama silah bulama- dı. Beni zehirliyor ya da kulağıma yağ döküyor. Bu, eğer akıl- sızca davranmazsa, yoksa ben ölüyorum. Yoo, buna ne gerek var! Onu eskort olarak satsam daha iyi. Gecede bana yirmi bin euro getirsin. Bu kadar koyuyorum fiyatını. Şuna bak, nasıl bir kadın. Herkes ona baktığında ağlayacak. Ne yapayım? Bir kez daha düşünüp acele etmemeliyim, diye düşündü Samiri, Mi- lano mafyasının patronu. – Yine de bunu gelecekteki günlere bırakacağım, çünkü bu yumuşayacak. Kim yumuşamadı ki, bu yumuşamaz mı?! Bu tipe çok önem verdim. Bir kere konuş- mayacağım, birkaç gün değil. Sonra, yıkanmadan ve aç kalmış olarak, bayılacak ve o zaman değişecek çünkü hayat tatlıdır.
Bu kadının açlık grevi ya da ne bileyim, kendini feda edeceğini düşünmüyorum. Yıkanmadan ve aç kalıp kurtlar- la rüyalar görecek ve o zaman bu yiğit kadın yumuşayacak, çünkü şu anda hiçbir şey yemeyi veya içmeyi kabul etmiyor. Sadece su içmiş, ama bir hafta geçti. Nasıl yaşayacak bu kadın böyle? Tanrım korusun! – dedi yine kendi kendine. – Bu gece biraz yiyecek vereceğiz. Bir kadın getireceğim Vloradan, va- tansever rolü oynayacak ve sonra onu biraz yemesi için ikna edecek, yoksa fazla yerse ölür ve çok para kaybederim. Mavi gözlü bu kadının ölmesiyle ilgilenmiyorum ama çok para kay- bedeceğim, çünkü bu pazar için bir numara olacak. Onunla bir model tutacağım. Şehrin en güzel eskortu olacak.
Dedim ki, herkes bana bu kadına imrenecek. Böyle bir ka- dını hiç görmedim. Bu kadar güzel ve uzun. Vücut hatları elle yapılmış gibi. O yazar birçok günü seçmiş. Ama o da çok gü- zel olmalı, çünkü bu vatanseverim ona bu kadar aşık. Ahaha, gülüyorum. Bir kere iyi bir şekilde döveceğim ki bir daha sesi- ni yükseltmesin ve ben geldiğimde ya da karşısına çıktığımda, korkudan işemekten kurtulacak, çünkü bu hiç korkmuyor. Ne- rede büyümüş bu? Of! Onu her iki günde bir sopayla yumuşa- tacağım. Bu yiğit dövülecek! Ama gerçek odunla. Onu sopay- la ve kemerle döveceğim. Ya da daha iyi bir şekilde kamçıyla. İki tane var. Ama eğer burada yoksa, diğer üslerden alırım. Yeter ki bu bana korkuyla baksın, çünkü bu benim döveceğimi ve iyi davranacağımı sanıyor. Beni yalvaracağımı düşünüyor. “Lütfen, beni koca olarak kabul et! Lütfen!” Bu şekilde alış- mış. Terbiye ve kültürle. Dr. Samiri’nin odunun ve kamçının ne olduğunu bilmiyor, çünkü sadece odun ona cesaretini gös- teriyor. Bu merhametsizce yumuşatılmalı. Ama önce, beslen- meli ki ölmeyip tüm yatırımımı ve onu almak için verdiğim
savaşı boşa çıkarmasın. Onu av gibi yakaladım, güzel bir dağ geyiği gördüğümde tuzağı kurarım ve yakalarım. Biz de böyle yakaladık bu yiğidi, ben ve arkadaşlarım. Tiyatronun müdürü- nü kaçırarak tüm üslere risk verdik, bu yüzden dikkatli olmalı- yız. Onu beslemeli ve bakımını yapmalıyız ki, bana daha sonra onur getirsin ve yaptığım yatırımın karşılığını versin. Ama ay- rıca bir milyon dolar kazandım. Bunu unutmamalıyım. Sonra tekrar kendi kendine güldü. Sanırım aptala döndüm. Bu bana bir milyon dolar kazandırdı. Her şeyi unuttum.
Akşam yaklaşıyordu ve güneş batıda alçalıyordu, gündü- zün sıcaklığı yavaşça akşamın hafif rüzgarına yerini bırakıyor- du. Sonuçta her şey geçicidir. Bu gece çıkıp bir içki alacağım ve tüm gece disko da kalacağım, dedi kendi kendine. – Uma- rım güzel bir kadın daha bulurum ve eğleniriz, çünkü bu Vlo- ra’dan gelen köylü kadınla yeterince sıkıldım.
Ardjan ve iki SHIK subayı trenle Milano’ya geldiler. Metro temizdi ve birçok yolcu vardı. İnsanlar metroyu tercih ediyordu, çünkü park yeri bulmak imkansızdı. Bu yüzden Mi- lanolu insanlar az yakıt tüketen küçük arabalar alıyor ve park etme imkanı buluyorlar. Üçü de küçük bir araba kiraladılar. Ballisti’nin sahte bir İtalyan pasaportu vardı, bu yüzden araba kiralama belgelerini sorunsuz yaptılar. Arabayı aldıktan son- ra, Corvetto sanayi bölgesine gidip bir haftalık kiralık bir ev aldılar. Ekonomik sınıftan bir otel odası almak yerine, bir haf- talığına kiralık bir villa aldılar. Şansları yaver gitti, çünkü bir hafta boyunca böyle bir ev bulmak imkansızdı, ama Ardjan diplomatik pasaportunu gösterdi ve ev sahibi teklifi kabul etti. Hızla yerleştiler ve her biri kendi odasını aldı. Yıkandılar, te- mizlendiler, kurşun geçirmez yeleklerini ve siyah takımlarını
giydiler. Sessiz tabancaları aldılar. Sadece Ardjan susturucu kullanmayacağını söyledi.
Zamanı var, – dedi. – Kesin ve bakın. – O zaman her şey hazır, patron, – dedi Ballisti. – Diğer kişi nerede? – dedi Ar- djan diğer subaya. – Acımasız, ismini unuttum. – Ahaha, – güldü Ballisti. – O, komünistlere karşı en acımasız olanıdır patron. Ailesinin beşi kurşuna dizilmiş ve onlarcası rejim ta- rafından içeri alınmış. O, sadece komünistleri eline geçirmedi, çünkü soykırım yapar ya da bize yaptıkları gibi aynısını yapar. “Tamam, tamam,” dedi Ardjani. “Hiçbir şeyi unutma, çünkü savaş var ve savaş parolalarla yapılmaz. O Samiri onurumu ağır şekilde zedeledi ve ben intikam almadan durmam. Devlet alır dersini demenizi mi bekliyorsunuz? Hayır, efendi. Devlet sonunda her şeyi affeder. Bu adam halkıma ve yoksullara bü- yük zararlar verdi ve cezalandırılmalı.”
“Sanırım biletini kestin,” dedi Ballisti gülerek, siyah vali- zini silahlar ve mühimmatla kapatırken. “Bir de tarabuka var, şef,” dedi. “Bu adam kurtulamaz!” dedi Ballisti öfkeyle.
“Elbette, eğer İtalyan polisi izin verirse, çünkü onlar ka- nun konusunda çok titizler, hiçbir toleransları yok, hiçbir ihla- le izin vermiyorlar.”
“Biliyorum, biliyorum,” dedi Ardjani. “Ama Tanrı’ya dua ediyorum, onu yakalayalım.”
“Haydi, dua et!” Ardjani dizlerinin üzerine oturdu ve haç çıkardı. “Sen Müslümansın şef,” dedi Ballisti.
“Evet, evet,” dedi Ardjani, “Müslümanım ama bilmen gereken bir şey var. Osmanlı İmparatorluğu sadece bizi zorla Müslümanlaştırmakla kalmadı, bizi Avrupa’nın dışına da itti. Görüyor musun? Ne kadar kötü! En alt sınıf vatandaşlarıyız! Sonra, Rus komünist Ortodoksluğunu ve bize büyük zarar ve- renleri birleştiriyoruz. Bizi sonsuza dek Avrupa’nın dışında bıraktılar. Biz asla batıda, hakkımız olan yerde, sadece bu ca- navarlar yüzünden ve atalarımızın dini Katoliklik. Biz bu dinin kurucularıyız ve bizim de atalarımız gibi Katolik olmamız ve Roma ile birlikte olmamız gerek.”
Ballisti şaşkınlıkla baktı. “Gerçekten mi?” dedi şef, “bun- ları bilmiyordum,” dedi ve Ardjani’ye siyah takım elbisesini ve kurşun geçirmez yeleği verdi. “Şimdi giyin ve gidelim.”
Ardjani elbiselerini giymek üzere odaya gitti. Ballisti, operasyon için gerekli olan tüm ekipmanı dikkatlice hazırladı.
Her şeyi düzenledikten sonra, üçü arabaya gittiler. Orta- lama boyları iki metreden fazlaydı. Üçü, siyah takım elbise, siyah gözlük ve kulaklık takmış olarak, acımasız şoförün kul- landığı arabayı alıp Ticineze doğru yola çıktılar. Saat akşam altıya yaklaşıyordu. Arabayı mahalleye girişte, boş yerleri olan bir binanın önüne park ettiler, sonra siyah çantayı alıp, fotoğrafını verdikleri villaya yaklaştılar. Hemen etrafı saran İtalyan ajanlarının büyük sayısını gördüler ve müdahale em- rini beklediler. İçeriden bir bilgilendirici son anda görüntüler göndermişti. Samiri uyuyordu. Diğerleri ise merdivenlerde ve zemin üzerinde uyuşturucu etkisindeydi. Dona’dan hiç bilgi alınamamıştı. Ardjani, “Duralım ve bir plan yapalım,” dedi.
“Tamam,” dediler ikisi de. Bir daire şeklinde oturup çan- tayı yere bıraktılar ve eklediler: “İtalyan servisi burada. O pisliği yakalama şansımız az, ama Tanrı varsa, onu elimizde tutacağız.”
“Ne yapacağız şef?” diye sordular subaylar. “Dağılacağız,” dedi Ardjani. “Sen burada pozisyon al
Ballist! Sen diğer tarafında çatıya yakın dur! İyi bak, çünkü
bodrum ve gizli çıkışlar olmalı. Eski yapılar genellikle yer altı tünelleri içerir, bu yüzden tehlikeden uzaklaşmak için. Eski- den bu tüneller bahçelerin sonunda, çevre duvarına yakın inşa edilirdi. Ben burada olacağım,” dedi Ardjani. “Samiri oradan çıkacak. Hayır şef,” dediler subaylar. “Bize bırakın, kanatları olsa bile kaçamaz,” dediler ve ekipmanlarını bir kez daha dü- zenleyip saldırıya hazırlandılar.
Ardjani, subayları gözlemleyip, “Bu adamı havada üç saat tutarım. Onu yalnızca ben yakalarım. Bunu unutmayın! O bana gelecek. Şimdi sizler benim kardeşlerimsiniz. Açık konu- şuyorum. O pisliği sadece ben tatmalıyım. O kadını parçalara ayıracağım!” dedi ve silahına elini koyarak, “Eğer beni parça- lara ayırmama izin vermezseniz, ölürüm, kalp krizi geçiririm. Ne kadar kötü olduğumu anlıyor musunuz?” dedi.
Onlar kafalarını eğip, birkaç adım uzakta kendi araların- da konuştular ve karar verdiler. “Şef, biz gizli polis temsil- cileriyiz, yani devlet adına çalışıyoruz ve onu yakalayıp Ar- navutluk’a göndermekle görevliyiz. Ama yaşadıklarınız bizi üzüyor. Tamam! Onu yakalamanıza izin vereceğiz, ama siz-
den otuz metre mesafede Ballisti olacak ve villanın köşesinde ben olacağım. Sözleriniz doğru, o gizli tünelden kaçacaktır, bu yüzden yakalayacağınız yeri doğru düşünmüşsünüz. Endişe- lenmeyin, yanımda başka ekipman da var şef,” dedi Ballisti. “Onu hasta gibi yaparız ve arabamıza götürürüz, sonra emirler sizindir.”
“Bravo! Siz benim kardeşlerimsiniz,” dedi Ardjani se- vinçle ve belindeki tabancayı salladı. “Biz de seni seviyoruz,” dediler ve ellerini çaldılar.
“Başbakan olmalıydın şef!” dediler. “Komünizm ve maf- ya Arnavutluk’u iki saatte terk ederdi ve herkes göç ederdi.”
“Evet, doğru,” dedi Ardjani gülerek, “ama işimize döne- lim. O zaman radyoları kanalımıza ayarlayalım!”
“Tamam,” dediler subaylar. “Mesafeyi koruyun ve villayı resim çizen ressamlar gibi hareket edin!”
“Tamam,” dediler subaylar ve Ardjani bir beyaz kağıt ve büyük bir kalem çıkarıp villanın ön görünümünü çizmeye baş- ladı. Roma ve Gotik tarzını da doğru şekilde çizdi. Sonra Mi- lano’nun temellerinin iki Kelt halkı olan Biturigler ve Aedu- i’ye atfedildiğini hatırladı; bunlar simgelerinde bir koç ve bir domuz taşıyordu. Bu yüzden şehir sembolü, bir tür iki yüzlü bir hayvan olan, bazen diken gibi yükseltilmiş, bazen de düz olan bir domuzdur. Çok zamanımız var,” dedi Ardjani. “Yani, biletimi kestin Samir?!”
“Evet, tabii ki, çok fazla bilgi var efendim!” dedi Ardjani kendinden emin bir şekilde. “Tüm hayatım okumakla geçti, efendim. Hiç aklıma gelmezdi aksiyon filmleri yapacağım.”
“Ahaha!” iki polis memuru kahkaha attı. “Bizim her gün çalıştığımız gibi görünüyor. Aramızda tek farkın, kaslarının bizimkilerden çok daha büyük olması ve yirmi santim daha uzun olman.”
“Haha,” diye güldü Ardjani. “Çocuklar, şimdi İtalyanla- rın başladığını düşünüyorum. Pozisyon alın!”
“Evet, evet, başladılar. Ateş etmeye hazırız!” dediler ve pozisyonlarına geçtiler. Ardjani çizimini yapmaya devam etti, İtalyan polisinin yaptığına aldırış etmeden. Mahalle tamamen kararmış ve sessizlik tüm bölgeyi sarmıştı.
Belki bu eylemi haber aldılar, ya da kim bilir. Sessizlik öyle bir hale geldi ki, özel birlikler kapıları kırıp içeri girdi. On saniye içinde grup yakalandı ve tutuklandı, ancak Samir bulunamadı. Tilki, nemi koklayarak bir tünele girmişti ve beş dakika sonra bahçenin demir kapağını açarak kaçmayı başardı. Ardjani orada onu bekliyordu veya daha doğrusu, Ardjani’nin güçlü yumruğu bekliyordu, ki bu neredeyse alnına çarptı. Top- rağa düştü ve sarsılarak yere yığıldı.
“Gelip yakaladım!” diye bağırdı Ardjani polis memurları- na. “Burada kafasını keseceğim!” dedi Merhametsiz.
“Yooo!” dedi Ardjani. “Bu onur benim. Siyah çuvalı bı- rakın!”
“Yooo!” dediler. “Görünür. Onu sarhoş gibi sırtımızda tu- tup evimize götürelim. Ne dersin efendim?” dediler.
“Tamam, doğru söylüyorsunuz, orada yargılarız!” dedi Ardjani. “Tamam!” dediler ve başlarını sallayarak onayladı- lar. Samir’in cesedini aldılar ve İtalyanca konuşarak yola çık- tılar. “Neden bu kadar içtin Samir, bizimle karıştın? Sonunu gör şimdi!” dediler. Samir’i arabaya yerleştirip yol boyunca kamera görmemelerini sağladılar.
Dona, İtalyan polisi tarafından alındı ve Milano’daki zi- hinsel rehabilitasyon merkezine gönderildi. Beyanını aldıktan sonra, beş İtalyan SHIK görevlisi eşliğinde tüm sağlık mua- yeneleri yapıldı. Herkes Samir’in nasıl kaçtığına şaşırıyordu. İtalyan SHIK başkanı şöyle dedi: “Yunan servisinin onu ya- kaladığından eminim. Bunu aklınıza kazıyın!” Ardjani’nin yanında olan iki polis memurunun dünyadaki en iyi eğitilmiş kişiler olduğunu ve bizim için çalışmayı kabul ederlerse he- men işe alacağımı söyledi, övünerek. İtalyan polis memurları ise hiç konuşmadı.
Ardjani ve polisler Samir’i kiralık villalarının bodrum katına taşıdılar. İki saat beklediler ki, Ardjani’nin ağır ve ani yumruğundan dolayı şişmiş olan kafası iyileşsin. “Sanırım ka- fatasını kırdın,” dedi Ballisti. “Yooo!” dedi Ardjani. “Bu kafa- tası sıkıntı yaratmaz. Bekleyelim ve görelim,” dediler. Samir kafasını döndürerek yerden kalktı, nereye olduğunu görmeye çalıştı ve Ardjani’nin vurduğu yerden kafasını tuttu. Kapıya iki adım atıp bodrumdan çıkmak istedi, ama hızla üç yoldaşı- nın geldiğini gördü. İşte onların parolası buydu.
“Kim bu?” dedi Ardjani. “Gelinin tespihleriyle.” “Sen kimsin?” dedi Samir, henüz kendine gelmemişti. “Kim mi? Yılbaşı yaşlısı!” dedi Ardjani.
“Eylül olduğunu biliyorum,” dedi Samir. “Evet, doğru. Ama Eylül ayında yılbaşı yaşlıları da var. Beni tanıyor mu- sun?” dedi Ardjani cesaretle. “Tam olarak bildiğimiz için bu- raya getirdik seni.” “Eh, siz SHIK’siniz. Tamam,” dedi Samir. “Ne kadar ödeyeceksiniz, bırakın gideyim.”
“Yirmi milyon dolar,” dedi Ardjani. “Yooo,” dediler ikisi de. “Başına yirmi milyon isteriz.” “Şaka mı yapıyorsunuz?” dedi Samir, biraz gömleğini kaldırarak altındaki pantolonun düştüğünü gösterdi. Sonra ekledi: “Ben tüm ülkenin patronu- yum, buradaki ve Arnavutluk’taki. Arkadaşlarım sizi param- parça edecek, bunu öğrenin.”
“Eh, işte böyle!” dedi üçü birden, Ardjani ve polisler. “Ama sana haber vereyim,” dedi Ballisti, “Vlorada üssün yok edildi. Tüm arkadaşların orada tutuklandı ve ceza bekliyor. Buradaki arkadaşların da hepsi İtalyan polisi tarafından tutuk- landı. Şimdi ne diyeceksin?” dedi Ballisti.
“Güzel konuşuyorsunuz,” dedi Samir, bir bankta oturmak üzere yöneldi ama Ardjani onu tekmeleyip yere serdi. Arka planda onun çığlığı duyuldu. “Beni döven sensin!” dedi Samir. “Evet, benim,” dedi Ardjani. “Neyle dövdün beni?” “Yumruk- la,” dedi Ardjani. “Seni hayatta tutmak istedim ki yargılaya- bileyim. Katılıyor musun?” “Kim senin beni yargıladığını?” dedi Samir. “Doğrudan söyleyelim, kısaca, ben Ardjan Vusho, Donika’yı kaçıran adam.”
“Ne?!” dedi Samir, gözlerini açarak. “Sen bir goril gibi adamsın! Nerede büyüdün sen? Gel, pazarlık yapalım. Yirmi milyon doların var ve beni bırak! Bak, polis Donika’yı aldı ve biz temiziz. Onu hiç ellememedim. Hiçbir şey yapmadım, yemin ederim!” dedi Samir.
“Şimdi kendimizi kesmiş değiliz,” dedi Ardjani. “Size çok para vereceğim, bırakın gideyim ve sizinle işim kalma- sın!” diye yalvardı Samir. “Eh,” dedi Ardjani. “Ne var? Şimdi Napolyon mu oldun? Hadi, kasap olarak dans et!” dedi Ard- jani. “Sen Kasap mısın, takma adın bu, değil mi?” Pfyyy diye tükürdü Ardjani. “Evet,” dedi Samir. “Yani insanları hayvan gibi kesiyorsun,” dedi Ardjani. “Yoo,” dedi o. “Arkadaşlarım bana bunu taktılar, alay ederken.”
“Hayır, hayır efendi, sen çok sayıda yoksul ve korunma- sız insanı öldürdün.”
“Mahkemeye çıkacaksın.” – “Beni devlete mi teslim ede- ceksiniz?” – diye sordu ve yüzünde bir nebze rahatlama belir- di, çünkü serbest kalacağına kesin gözüyle bakıyordu.
“Hayır efendi,” dedi Ballisti. “Mahkemeyi burada yapa- cağız.” Ve bu arada kamerayı çıkarıp film çekmeye başladı. “Neden seni çektiğimi biliyor musun?” dedi Ballisti. “Çünkü bu arkadaşım senin kesilmiş kafanı internette paylaşacak ve orada insanlar senin gibi kasapların başına neler geldiğini gö- recekler.”
“Yani kafamı mı keseceksiniz?” dedi Samiri. “Mahkemenin kararını bekleyeceğiz,” dedi Ballisti. “Saat
kaç?” diye sordu Ardjani.
“Bu saatle dokuz on dokuz,” dediler memurlar.
“Tamam! Çok geç kalmamalıyız çünkü peşimize düşüp yakalayabilirler, o zaman bu kasap elimizden kaçabilir.” Üçü birbirlerine işaret ederek onay almak için baktılar.
“Yani sen yazar mı oldun,” dedi Samiri ona alaycı bir şekilde. “Sen ne tür bir yazarsın, efendi? Sen bir hayvansın! Tarzan gibi misin, ne bileyim ben. Yazarlar insan dövmez ve kimseyi rehin almaz,” diye ekledi Samiri ve spor pantolonla- rını biraz daha yukarı kaldırdı. Sonra kafasını uzattı ve dedi:
“Bir tavsiye vereyim sana! Yazar olduğunu kimseye söy- leme, sana gülerler. Sen kesinlikle yazar değilsin. Sana söyle- diğim tüm sözleri geri alıyorum. Seni küçümsemişim. Aptal- mışım. Kızılmalıydı, doğrudan öldürmeliydim. Ama, bravo! O kadın seni çok seviyor. Çok şanslısın. Anlıyor musun?! O, işkence altında, elleri bağlı, agonide, sadece seni anmış.” Ard- jani’nin gözlerinden iki damla yaş süzüldü.
“Sus, orospu!” dedi. “Az sonra seni parçalayacak ve ka- raciğerini pişireceğim, orospu, pislik!” diye öfkelendi Ardjani.
“Ne oldu şef?” dedi Samiri. “Doğru söyledim. Aşk konu- sunda güvenim yoktu, o kadını senin bu kadar sevdiğini gö- rene kadar. Hala asil ve iyi kadınlar bitmemiş,” diye düşündü içinden, dedi Kasap. “O, dergi kapağı için! Onu kaçırdığım için suçlu değilim. Kim onu istemez ki? Bir dağ köyü nasıl bir sevgiyle bağlanmış! Neyse, boş ver,” dedi Samiri.
“Hey, çingene!” dedi Ardjani. “Köpeğim kadar değerim var. Anlıyor musun, seni ayakkabıyla ezerek bir kara böceği gibi ezmek istiyorum! Sıkıca bekle ve halk mahkememizin ka- rarını bekle!”
“Burada mahkeme yok,” dedi o, alaycı bir şekilde. “Avu- katım yok. Beni nasıl cezalandıracaksınız?!”
“Bekle, avukatı da bildirelim,” dedi Ballisti. Sonra ekledi: “Peki, öldürdüğün ve rehin aldığın kişiler ne olacak? O ka- dınları sokakta fuhuş yapmaya zorladığın kadınlar ne olacak? Onların avukatı var mıydı?”
“Hayır, yoktu,” dedi ve başını eğdi. “Ne yapacaksınız? Beni öldürün, çünkü yoruldum,” dedi. “Biraz daha dayan,” de- diler. “Sadece sana gösteriyoruz ki, Arnavut halk mahkemesi seni mahkum etti, bunu birazdan açıklayacağız,” dedi Ballisti. “O zaman kararınızı alın! Ne bekliyorsunuz? Size yalvarırım, beni affedin! Size söyledim, size yirmi milyon dolar verece- ğim. Siz istemiyorsunuz. Bir Arnavut olarak özür diledim,” dedi Ardjani ona. Sen istemiyorsun.
“Şimdi Arnavut’sun,” diye güldü Ardjani. “Ooo, pis kö- pek!” diye küfretti. “Sen Arnavut çingenesisin. Vlorë ile ve ne bileyim ben, hiçbir bağın yok.” Onlar üç metre geri çekildiler, seslerini azalttılar ve tartışmaya başladılar.
“O zaman nasıl karar verdik şef?” dediler memurlar. “Ne yapacağız?!” dedi Ardjani. “Bu burada öldürülecek. Suçun ta- mamını üzerime alıyorum. Size ben emir verdim ve eğer sizi Arnavut SHIK’ından atarlarsa, burada İtalyan SHIK’ında işe
başlamanız için görüştüm. Hatta, müdür dedi ki: ‘Bu adamı bana ver!’ ” Onlar başlarını eğdiler ve birbirlerine bakarak göz teması kurdular.
“Ben oy verelim diyorum şef,” dedi ikisi de. “Tamam, o zaman. Oylamaya sunalım,” dedi Ardjani.
“Sen ne dersin, acımasız?” diye sordu Ardjani. “İşken- cede ölüm!” dedi keskin bir şekilde. “Oylamam, ölüm! Beni artık sorma!”
“Oylarınız?” dedi Ballisti. “Ne söyleyeyim? Sen bizim için bir kardeş gibisin ve seni gerçekten çok seviyoruz. Senin için hayatımızı bile esirgemeyiz. Vatanımıza ve sana hizmet etmek bir gurur meselesiydi,” dedi Ballisti. “Oy?!”, dedi Ard- jani ve oyları saymak için kalemini çıkardı. “Ölüm!” dedi Bal- listi. “Ama işkenceyle değil, hızlı ölüm istemiyorum. Ve ölüm oylamam, o da değerli değil!” dedi Ardjani.
“Tamam o zaman,” diye ekledi Ardjani. “Mahkeme ço- ğunluk oylarıyla, boğaz kesme, kafa kesme ve uzuv kesme şeklinde ölüm kararı verdi. Tıpkı senin masum ve savunmasız insanlara yaptığın gibi! Parçalayacağız ve çöp kutusuna ata- cağız.”
Samiri iki kez titredi, sonra dedi: “Tüm Avrupa’daki mülklerimi size vereceğim. Size milyonlarca dolar ve euro vereceğim. Beni serbest bırakın! İntikam almayacağım. İşimi göreceğim.”
“O zaman,” dedi Ardjani, “lafları bırak ve daha fazla ko-
nuşma. Bana eşimi hangi elle dokunduğunu göster!” O iki kez titredi ve sonra konuştu: “Hayır, tecavüz etmedim!” – kesin- likle ağlayarak. “Ne oldu, adam?” dedi Ardjani. “Cesurların sonuçları budur, neden ağlıyorsun şimdi?! Eşime dokunduğun zamanki gibi düşünmeliydin. Ve birçok başka cinayet ve te- cavüz vakası. Cesurlar ağlamaz. Şef Samir,” dedi Ardjani ve tabancasıyla “glock” silahının namlusunu sessizleştirip nişan aldı. “Bırakın beni infaz edeyim,” dedi Ballisti. “Hayır, eşim ve onurum için intikam alma hakkım var!” dedi Ardjani. “Bili- yorum, ben bir yazarım, yasal bir insanım ama aileyle yasal ve kanun yok. Birini eşine dokunan kişi, iki kan borcuna sahiptir. Halk adaleti benim elimden gelecek, ve tabancayı doldurdu, aynı anda sağ bacağını da öne sürdü. “Tamam!” dediler me- murlar. “Kardeşim, biliyorsun! Bir dakikalığına olay yerinde sessizlik oldu. Sonra kafasını biraz eğdi, sanki düşündü ve dedi: “Bitti!”
“O zaman, önce sen orospu, göster.” – Kimden aldın para- yı, beni saldırmak için? -diye başladı, Merhametsiz. – Sessiz- lik! -dedi küçük bodrum pencerelerine, tabii ki şaka yaparak.
- Hahaha, -diye güldü Ballisti. – Burada da şakalardan vaz- geçmiyorsun, kardeşim. – Evet, -dedi o da gülerken. – Şimdi burada ölüme yaklaşan bu kızı bir fahişe gibi – Hadi, boş yapmayı bırak! -dedi Ballisti. – Çabuk söyle, suçu işlemek için parayı kim verdi? – Bilmiyorum, -dedi o. – Sosyalist Parti Vlorë’den bir milyon euro aldım. İlk kişiyi bilmiyorum ama Azili adında bir topal, parayı adamlarıma bırakmış. Daha fazla ilgilenmedim. Parayı aldım ve seni küçümsedim çünkü senin yazar olduğunu sanmıştım, burada uyuşturucu ve alkol içen ve sokaklarda yatanlardan biri gibi. Çok kolay oldu. Senin ne tür bir yazar olduğunu bilmiyordum. Benim eğitimim yok. Sadece
ilkokul eğitimim var. – Eğitim aldığın kesin, -dedi Ardjani, – ama komünistsin ve güvenlikçisin. Seni bu noktaya getiren de senin terörist eylemlerin. Soruşturma bir saat sürdü. Her şey doğal olarak kaydedildi.
Ardjani, Arnavut polislerine gizlenmeyeceğini söylemiş- ti. İşlerini bitirdikten sonra doğrudan polise teslim olacağını ve hak ettiği cezayı çekeceğini belirtmişti, bu yüzden endişe- lenmelerine gerek olmadığını söyledi. – Ben suçluyum, -dedi onlara sonuç olarak. – O zaman, yargı süreci sona erdi, -dedi Ardjani. İlk olarak siyah eldivenleri giydi, silahın susturucusu- nu taktı ve dedi ki: “Donën’e dokunan eli çıkar!” O eli kaldır- dı. Ardjani doğrudan kopardı, korku filmlerindeki gibi çift bir darbe ile. Kan aktı ve yüzünü yıkadı. Samiri sonsuz bir şekilde çığlık attı. – Kalk! -dedi tekrar Ardjani ve diğer eli de kesti. Sonra yüksek sesle söyledi: “Halkım adına ve masumlar adına seni ölümle cezalandırıyorum, kurşuna dizme. Sen, o korkak Samiri, işin bitti.” Ve onu on kez göğsünden vurdu, mermi- ler kalbini çıkardı ve yere düşürdü. Subaylar sadece “İntikam alındı!” sözlerini söylediler. – Silahın eline sağlık kardeşim!
-dediler ve onurunu yerine koyduğunu tekrarlayarak, kasabın bedenini toplamaya başladılar. Yüzleri biraz solmuştu ve gör- dükleri dehşetten korkarak başlarını çevirdiler.
Bunu internete yükleyin, arkadaşları görsün ve ne tür bir son beklediğini bilsinler. Seni ve bizi tutuklayacaklar, eğer bunu yayınlarsak, -dedi Ballisti. – Hayır, size değil. Siz emir- lerimi yerine getirdiniz. Özgürsünüz, suçunuz yok. Bir kez söyledik. – Hayır! -dediler, – seni asla yalnız bırakmayacağız.
- O zaman çok iyi, -dedi – İşte bu dostluktur, hem iyi hem de kötü günlerde. Kötülüğü seçtiniz. Biyografinizi
de bozmamak istiyorum, -diye ekledi, – çünkü size Romada anti-terör özel biriminde görev alacağınızı konuştum. – Yani daha iyi yaparsınız, çünkü benimle suç mahallinde kalırsanız, sizi bekleyen iş yerlerini kaybedersiniz. Şu an sessiz kaldılar, sadece ona baktılar. – Sen, haklısın, -dediler. – Böyle bir cesa- reti sadece filmlerde gördük. Bizi şaşırttın kardeşim. Bu sözle- ri ikisi birden söylediler.
Vay canına, ne cesur bir kardeşimiz var! -dediler ve onu kucakladılar. – Silahın eline sağlık! -dediler ikisi birden. – Olay yerini biz düzenleyeceğiz. İntikamını bir adam gibi aldı- ğın için gururluyuz. Aynı şeyi bize yapsalardı biz de yapardık. Polisi ve iyi ismini kirlettik. – İntikam en büyük aşktır, -dedi Ballisti. – Eğer intikam olmasaydı, suçlular kimseyi ayakta bırakmazdı, -dedi Merhametsiz. – Seni öldüren kişinin, senin sevdiklerini yere serdiğinde ve senin ne olduğunu anlamadan ağlamaktan başka bir şey yapmadığında daha güzel bir his yoktur, -dedi Ballisti. – Yani kan, kanla temizlenir. Diğerleri boş laflardır.
Bu aptal güçlü olduğunu unuttu ve fahişe gibi davrandı. Neden bizden önce bir kadın gibi dua ediyordu?! -dedi subay.
- Dua etmemeliydi. Kasap mıydı, değil miydi? – Evet, kasap, bu o, -dedi Ardjani. – O zaman bu parçalarla ne yapacağız? Nasıl tekrar birleştireceğiz? -dedi subaylar gülerken. – İlk ola- rak yıkanacağız. Yeri unla temizleyeceğiz. Yanımda İzleri sileceğiz. Maskeleri ve şapkaları takacağız, dışarı çıkar- ken, kameralar tarafından yakalanmamak için. Ve bu güçlü olanı siyah bir torbaya koyacağız, çünkü ona böyle yapaca- ğımı söyledim. Sözümü tutacağım. -dedi Ardjani. – Ve onu çöp kutusuna atacağım. – Vücudu asid ile mi yok edeceğiz?
-dedi subay. – Hayır, hayır, hayır, -dedi Ardjani kafasını salla- yarak. – Ona çöp kutusunda, oraya götüreceğim. Planladığım gibi ve ona söz verdiğim gibi. – Hahaha, – sen korkutucusun şef, -dedi subaylar. – Senin affetmediğin bellidir, şaka olmaz seninle. Bizde, bütün Vlorë seni seviyor, şef, -dediler. – Onlar senin intikam alacağını biliyordu. Sen sıradan bir yazar değil- sin! Bizden birisin. Komando kardeş, komando’sun! Bizimle gel, polisle başla. Tüm yaratıklar senden korkacak. – Hayır,
-dedi Ardjani. – Ben bir suç işledim ve kendim teslim olaca- ğım, Donë’yi gördükten sonra. Onun rehabilite edildiğinden ve hapise gideceğinden emin olmalıyım. Siz kardeşlersiniz. İşinizi yapmaya gidin ve vaktiniz olursa beni hapiste ziyaret edin.
Seni asla yalnız bırakmayacağız, -dediler. – Ölürüz ama seni ihanet etmeyiz. – İyi, -dedi Ardjani. – Onun cesedini çöp kutusuna koyun ve sonra iyi bir akşam yemeği yemeye çıka- lım. Senaryoyu daha önce yazmıştım. Tanrıya şükür ki istedi- ğim gibi oldu. Kutlama yapacağız, çünkü bugün dünyada bir suçlu daha az.
İki subay, kasabın cesedini çöp kutusuna koydular ve gel- diler. – Şimdi ne yapacağız? -dediler, biraz endişeli ama karar- larından emindiler. – Şimdi…
“Adalet yerine getirildi,” dedi Ardjani, temizlenip yıkan- dıktan sonra. Yeri iyi temizlemişti ve onlara döndü: “Hepiniz her türlü iyiliği hak ediyorsunuz, ancak yarın sabah Dona’nın kliniğine gideceğim ve onunla konuştuktan sonra teslim olaca- ğım. Suçumu kabul edip mahkemeye çıkacağım. Siz, merak et- meyin. Sizi etkileyen hiçbir iz bırakmadık. Her şey temizlendi. Sonunda adaletin yerini bulmasından memnunum. Tanrı’nın cezasını aldığından ve cehenneme layık olduğundan eminim.
Kimse Tanrı’nın adaletinden kaçamaz. Geç gelir ama unutmaz ve adaletini getirir. Memnunum!” dedi Ardjani. Odayı döndü ve sonra sordu: “İtalyan polisi ne yaptı, bilgi aldınız mı?”
“Evet patron,” dediler. “Bu adamın grubunu, yirmi Arna- vut ve beş İtalyanı, suçüstü ve delillerle birlikte yakaladılar.”
“Orada çok tehlikeli insanlar varmış,” dedi Ardjani. “Po- lisin çok titiz yaptığı operasyon sayesinde, bizim taraftan hiç- bir yaralı, ölü yok. Çeteciler direnmemiş. Her şey onları şaşırt- mış gibi görünüyor. Görünüşe göre rahatlamışlar ve böyle bir saldırıyı beklemiyorlarmış. Tanrı’ya teşekkürler! Harikasın!” dedi iki polis memuru Ardjani’ye. “Her şeyi hesaba kattın ama sen bize mükemmel bir general gibi göründün,” dediler. Daha sonra eklediler: “Bu İtalyan arkadaşlarımızın yardımlarını da unutmamalıyız. Bravo polise ve İtalyan SHIK’ına!”
“Bu organizasyonu gördünüz mü?! İçeriye tüm dinleyici- leri ve istihbaratçıları sokmuşlar. Her şeyi video ve biyolojik izlerle kanıtlamışlar ve sonunda suçüstü yakalamışlar. Dinle- me yöntemleri beni şaşırttı,” diye ekledi Ardjani. “Bravo! Bu Batılılar gerçekten ilerlemişler, bizde olduğu gibi: sosyalist ideolojiye aşık, aç ve yoksul. Neyse, bunlar Roma’nın eski halkı, dünyayı fetheden ve bize medeniyet modelini sunan. Onlarla gurur duymalıyız. Biz ise geride kaldık,” dedi Ardjani ve başını biraz eğip ekledi:
“Biz doğuyuz, ne yazık ki. Liderlerimiz her zaman sadece kendi çıkarlarını gördü. Halkı umursamadılar, tıpkı kadınları soyan ve sokakta fahişe yapan bu tip gibi. Bu pisliği kemirip etini yediğim için çok öfkeliyim. İyi ki siz vardınız, yoksa etini haşlayıp yerdim.”
“Patron, bizi korkutuyorsun,” dediler memurlar. “Aha- ha,” diye güldü Ardjani. “Bu size başınıza geldikten sonra ya- şayın ve konuşalım. Hı? Neden konuşmuyorsunuz?”
Başlarını eğip cevap vermediler. “Peki, belki biz de senin gibi daha kötü yapardık. Sonuçta kimse bir başkasının karı- sını veya kız kardeşini rahatsız etmemeli, hele ki onu fahişe yapmamalı. Bu, Arnavut mafyasına bir ders olmalı. Sonuçları böyle olacak. Bakın kim kasapmış! Ne kadar para ve koruması vardı, biz sadece üç kişi onu yakalayıp hayvan gibi parçaladık. Üç araçla parçalamayı hak ediyordu. Bunu bağlayıp canlı can- lı çekmeliydik. Hak etti böyle,” dedi Ardjani. “Ama yine de Hristiyan merhametimizle onu yargılayarak öldürdük, hayvan gibi değil. O yargı halkın adaleti. Binlerce kurbanın intikamını aldık,” dedi Ardjani. “Tanrı’nın kendisi cezayı benim aracılı- ğımla verdi. Beni buraya gönderdi ve cezasını verdi. Dona’nın kurtulduğu ve intikamımı aldığım önemli. Ama kendimden endişeliyim, kötü ve katil biri oldum.”
“Hayır!” dediler memurlar. “Biz de senin gibi hareket ederiz. O adamı asla affetmezdik. Senden yana şahitlik ede- ceğiz,” dediler. “O adamın sadece Arnavutluk’ta değil, bura- da İtalya’da da birçok cinayet ve tecavüzden sonra hak ettiği cezası aldığını söyleyeceğiz. Halkın adaleti kazandı!” dediler.
“Peki o zaman, siz de böyle diyorsanız, şimdi daha raha- tım. Ruhumu hafiflettiniz! Teşekkür ederim kardeşler!” dedi ve ikisini de kucakladı. “Size borçluyum ama son onuru ver- dim. O gün müdürle konuştum ve o da sizi işe alıp size İtalyan vatandaşlığı verecek. Sizleri çok beğendi ve bana sizi serbest bırakmamı rica etti. Bu gece Milano’yu ve mahallelerini keş-
fedin. Ne kadar güzel kadın var ve ne kadar zenginler,” diye ekledi Ardjani gülerek.
“Hayır patron,” dediler ikisi de kararlı bir şekilde. “Seni her yere takip edeceğiz. Kararımız kesin ve geri dönüş yok!”
“O zaman, arabayı al ve bu gece kutlama yapacağız, çün- kü yarın ne olacağını bilmiyoruz. Yeni bir gün, yeni bir şans!” dedi Ardjani. “Tamam, bir pislikten kurtulduk. Vicdanımızı rahatlatmamız gerek. Devlet bizi ödüllendirmeli!” dedi Bal- listi.
“İtalyan devleti de bizi ödüllendirmeli, çünkü bir pislik- ten, bir kasaptan kurtulduk. Onu yozlaşmış yargıçların elleri- ne bırakmadık, bir yıl içinde serbest bırakacaklardı. Yozlaşma burada da çok yaygın. Orada bizimle pek farkı yok,” dedi Ar- djani. “Evet, sanki burada ve Tiran’daymışız gibi görünüyor,” dedi memurlar. “Ahaha,” diye güldüler üçü de. “Çıkalım ve küçük bir kutlama yapalım, ama bizim yemeklerimize benze- yen bir şeyler bulup bulamayacağımızı bilmiyoruz,” dedi Ard- jani. “Hadi bakalım, sorarız,” dediler memurlar.
Başka kostümler giydiler, yanlarına tabancalarını ve be- şer şarjör aldılar. “Bu seni kurtarır!” dedi İnsafsız. “Tamam,” dedi Ballisti. “Bu seni aklayacak,” ve tabancanın namlusunu öpüp gökyüzüne işaret etti. “Size bu gece ayın her zamankin- den daha parlak göründüğünü hissettirmiyor mu?” diye sordu Ardjani. “Biz hep geçiciyiz, ama bu dünyadan hakkımızı al- madan ayrılmak aşağılıktır!” dedi Ballisti.
“Aynı görüşlere sahibiz,” dedi Ardjani.
“Efendim,” dedi memur, “Hakkınızı aldığınız için şimdi nasıl hissediyorsunuz?”
“Mutluyum efendim,” diye yanıtladı Ardjani.
“Bak,” dedi Ballisti, “O serseri bana gülmeme neden oldu, çünkü senin yazar olmadığını söyledi.”
“Hahaha, neden yazar değilim?” dedi Ardjani.
“Şöyle dedi: ‘Kimseye yazar olduğunuzu gösterme.’ Beni güldürdü. Neden?” dedi Ardjani.
“Çünkü yazarlar öldürmez,” dedi o serseri.
“Doğru, ama benim durumumda ben bir insan ve aile ba- basıyım. Hiç kimse kanı ve rehineyi affetmez ve böyle bir ca- navarı yozlaşmış adaletin eline bırakmaz, değil mi?”
“Şaka yapıyorum efendim,” dedi Ballisti. “Aslında sana komando gibi görünüyor, açıkçası. Hem fiziksel olarak hem de bakışların ve sözlerinle güçlü bir izlenim veriyorsun. Seni patronun ofisinde gördüğümde, komando olduğuna inanmış- tım. Sana yazar dediklerinde şaşırdım. Sözleri bir sarkastik gülümsemeyle söyledi, ama başını fazla yukarı kaldırmadan ve sonra dedi: ‘Senin yazarlarla pek benzerliğin yok.’ Kötüye aldırma!”
“Doğru söylüyorsun, çünkü ben çok nazik ve sevecen bir insanım. Hiç kimseye zarar vermedim. Hiç kimseyi arkadan ispiyonlamadım ya da kötülük yapmadım. Her zaman dürüst ve titiz oldum. Her zaman Tanrı’ya inandım,” dedi Ardjani.
Bir ara durakladı ve şöyle ekledi: “Yarın kiliseye gidip bu serseriyle yaptığım günahlar için af dileyeceğim.”
O korkmuş, soğuk ve çok suçlu görünüyordu. Sonra dedi ki: “Ama, yarın teslim olup cinayetten ceza alacağım. Yaptık- larımdan kaçamam. Cezalandırılmam gerekiyor, sonra rahat olacağım, çünkü Dona’yı kurtardım ve artık benim için hiçbir şeyin önemi yok. Yeter ki o hayatta kalsın ve ciddi bir şey ol- masın. Sinir krizleri geçiriyor ama tedavi edeceğiz. Dün gece onu şehrin en iyi kliniğine gönderdik. Buradaki SHIK müdü- rüne çok teşekkür ederim. Gerçekten adam gibi bir insan, ciddi ve güvenilir biri.”
“Ancak, Vlorë’deki SHIK müdürünü asla unutmayaca- ğım. O her zaman kalbimde ve aklımda olacak. O adam bu- gün bizden gurur duymalı, çünkü onun baş düşmanını ortadan kaldırdık. Hem devletimiz hem de ben, böyle bir yöneticiden gurur duyuyoruz,” dedi Ardjani. “O, Arnavut SHIK müdürü olarak atanmayı hak ediyor. Ve daha fazlasını, çünkü o adama göz açtırmadı. Düşmanını kendi kalesinde vurdu. Ve böyle ce- sur insanlar azdır,” dedi Ardjani.
“Şükürler olsun ki orada hâlâ böyle polisler var,” dedi Ardjani. Memurlar gözlerine inanamadılar ve Ardjani’nin po- lisimiz hakkındaki güzel sözlerine şaşırdılar. Ardından şunları söyledi: “Sosyalistleri doğrudan temizleyecekler.”
“Ee,” dedi Ballisti, “Eğer sosyalistler kazandıysa, hemen hapse atılır.”
“Ölmedik,” dedi Ardjani, “Onu onların ellerine bırakma- yacağız. Telefonla iletişime geçeceğiz. Kendini tehdit altında hissederse, buraya gelsin ve ben doğrudan işe alırım.”
“Vay, bravo! Toprak!” dedi memurlar. “Sen çok iyi bir insansın! Tanrım, böyle bir insanla bizi tanıştırdığın için teşek- kür ederiz!” dediler.
“Aslında bizi gören biri, üçümüzü polis ekibi olarak alır. Sanki kuzenler gibiyiz. İyi insanlar gibi görünüyoruz,” dedi Ballisti gülerek.
“Biz Arnavut milliyetçileri: siz güneyden, ben kuzeyden. Arnavutluk, Güney ve Kuzey birleştiğinde kurtulacak,” dedi Ardjani.
“Seni damat olarak görüyoruz,” dediler.
“Ahaha,” diye güldü Ardjani. “Vlorë’ye damat olmaktan mutluyum. Güney milliyetçileri Arnavutluk’un kurtarıcıları olmuştur ve olmaya devam edecektir. Milliyetçilik güneyde doğmuştur. Güneydeki büyük evler Arnavutluk’u inşa etmek için zenginlik ve her şeyi sağlamıştır. Bunu unutmayın çocuk- lar!” dedi, onlara doğrudan bakarak.
“Bugün mutlu bir gün ve size daha fazla tarih anlatmaya- cağım, bu yüzden hikayeyi fazla uzatmak istemiyorum.” Me- murlar başlarını eğdiler ve konuşmadılar. Dışarıda hâlâ sıcaktı. Güneş zirveden henüz inmemişti. Ardjani dışarıya bakıp sonra içeriye dönerek dedi ki: “O zaman çıkıp bu gece kutlayalım, çünkü yarının ne getireceğini bilmiyoruz.”
“Biz teslim olmayı düşünmüyoruz,” dediler ve birbirleri- ne doğrudan baktılar.
“Yarın konuşuruz,” dedi Ardjani. “Arabayı alırız ve bir pizzacıya ya da restorana gideriz. Şu civarda, çünkü yemekle- rimizle benzer bir şeyler bulacağımızı düşünüyorum,” diyerek şehri güney ufkuna doğru işaret etti.
“Burada yemeklerimizle benzerlik yok efendim. Burada sanki Arnavutluk’tan çok uzaktayız. Ee, mutfağımız buraya ulaşmamış,” dedi memurlar.
“Öyle mi?” dedi Ardjani ve şaşkınlıkla baktı. “O zaman, bakalım,” dedi Ardjani ve dışarı çıkmak için yola koyuldu.
Arabaya bindiler ve birçok mahalle ve restoranda dolaş- tıktan sonra, sanki ev yapımı şeyler servis edilen bir Bar-Piz- zacaria’da durmaya karar verdiler. “Burada duracağız!” de- diler. Ve öyle yaptılar. Araba parkı yapıp, küçük ama güzel bir pizzacıya doğru ilerlediler. Orada yaklaşık ellili yaşlarda bir sahip buldular ve onlara hoş geldiniz dedi. “Güney aksanı var,” dedi Ardjani. Mekan daha çok kapuçino ve briyoş servis ediyordu ama pizza ve hazır acılı şeyler de vardı.
“Ne ile geldiniz?” diye sordu sahibi, Arnavut üçlüsüne tanıtıldıklarında. “O motor sizin mi?” dedi, mekânın küçük bahçesine işaret ederek.
“Hayır,” dediler. “Arabayla geldik.”
Umarım çeviri ihtiyaçlarınızı karşılar! Başka bir şey ister- seniz, bana bildirin. “Niye?” diye sordu.
“Çünkü sizi daha önce hiç görmedim,” dedi garson, on- ların fiziklerini: boylarını ve kilolarını gözlemleyerek şaşkın- lıkla.
“Eh, buradan iki yüz metre kadar uzakta park ettik,” de- diler memurlar.
“Eh, çok güzel,” diye cevap verdi garson, çünkü buraya genellikle motorla geldiklerini belirterek gülerek ekledi: “Siz polis misiniz?! Yoksa Amerikan İstihbarat Servisi misiniz? Size bakınca Amerikalı gibi görünüyorsunuz,” dedi garson.
“Siz nerelisiniz?” diye sordu Ardjani, İtalyanca olarak. “Napoli’liyim,” dedi garson.
“Ben de güneyliyim.”
“Demek buradan değilsiniz.” Ardjani onu biraz alaycı bir şekilde yanıtladı.
“Hayır,” dedi garson. “On bir yıldır burada Milano’dayım ve bu işi yapıyorum.”
“Siz nerelisiniz?” diye sordu garson, biraz korkarak. “Korkmayın efendim! Biz iyi insanlarız, mafya değiliz.
Sadece bize iyi hizmet edin, bir pizza ya da ne isterseniz yiye- lim,” dedi Ardjani.
İtalyan, tehlikeli üçlüye karşı barışçıl tavırlarını görünce yüzü açıldı.
“Amerikan polisi misiniz?” diye sordu.
“Ne kadar iyi İtalyanca ve İngilizce konuştuğunuzu gör- mek beni şaşırtıyor,” dedi İtalyan garson, aşçı önlüğünü giye- rek mutfak yolunu tuttu. “Meğerse Amerikalılar da bu kadar iyi İtalyanca konuşabiliyormuş. Biz İtalyanlar birbiriyle anla- şamayız. Bu kuzeyliler gerçekten kaba,” diye güldü İtalyan.
“Kuzeylilerle ne derdiniz var?” dedi Ardjani. “Kuzeyde mi çalışıyorsunuz? Sorununuz ne, yoksa iyi misiniz? Üstelik burada bolca euro kazanıyorsunuz ve yine de sövüyorsunuz.”
“Hayır,” dedi garson. “Onlar beni ve güneylileri sevmi- yorlar. Bunlar aristokratlar, biz ise köylü ve domuz olarak gö- rülüyoruz.”
“O zaman siparişi alıyorum,” dedi garson. “Sizinle tartış- mak istemiyorum, çünkü siz CIA’lısınız.”
“Hahaha,” dediler üçü birden. “Bravo, bizi buldun,” dedi Ballisti. “Tam bir kaba bu adam,” diye ekledi.
“Bunlar eğitimli değil, pek okula gitmiyorlar,” dedi diğer memur.
“Evet, çok eğitimli değiller ama ne yapalım,” dedi Ardja- ni. “Bize iyi hizmet etsinler, bir de köfte pişirsinler,” ve güldü. “Öyleyse, üç pizza ve senin yaptığı diğer şeylerden istiyo-
ruz. En iyi malzemeleri getir. Bir de iyi bir şişe şarap. Ve fazla konuşma!” dedi Ballisti.
İtalyan gülerek mutfak için yola çıktı. Çok geçmeden masa yiyeceklerle doldu, eğer onları öyle tanımlayabilirsek.
“Şerefe!” dedi Ardjani. “Sizlere çok teşekkür ederim, sağ omuzum oldunuz. Asla sizi unutmayacağım ve cesaretinizi. Bütün Arnavut polis teşkilatını ve diğer servisleri gururlandır- dınız. Sizlerle ve bizim yönetimimizle gurur duyuyorum. Hala suçtan korkmayan ve suç pisliklerinden etkilenmeyen insanlar var. Sizlerle gurur duyuyorum! Şerefe!” dedi ve kadehleri bir- birine çaldı.
Onlar ayağa kalkıp, “Seninle çalışmak bir onur ve gurur. Sen bir kahramansın, bunu filmde bile göremezdik. Hiçbir en- telektüelin böyle büyük bir suçluyu yakalayıp bu kadar şey yapacağı olmamıştı,” dediler. Ardjani’yi doğrudan gözlerinin içine bakarak izliyorlardı, o sadece bakıyordu.
“Seninle gururluyuz, kardeşim,” dediler. “Ve Vloralı da- mat olduğun için gurur duyuyoruz. O adama kızma. O adam
Dona’yı kaçırdı, ama o şehirlerimizi ve köylerimizi temsil et- miyor. Biz asla böyle şeyler yapmayız. Biz kuzeylilerle karde- şiz. Birlikte güçlü olduğumuzda Arnavutluk kurtulur,” dediler ve masaya oturdular. Sonra eklediler:
“Eğer güney ve kuzeyin sağcıları birleşirse, işte o zaman Arnavutluk kurtulur. Sağcı bir milli cephe oluşturmak, Arna- vutluk’u doğal sınırlarına kavuşturur, aksi takdirde hiç kurtu- lamayız. Bu cepheyi kurmak senin görevin, patron!” dediler.
“Hayır, hayır, Arnavutluk’a dönüp döneceğimi sanmı- yorum. Arnavutluk’tan çok üzgünüm. Beni suçlu yaptılar ve eşimi kaçırdılar. Başıma gelenlerden çok sarsıldım. Eşi- mi yanımda götürebilecekken birçok fırsatım vardı. İstersen Fransa’ya ya da Amerika’ya gidebilirdim, ama Arnavutluk’u seçtim. Çocuklarımı Tiran’da, güzel vatanımızda doğurmayı seçtim. Oradan asla ayrılmak istememiştim, ama gördüğünüz gibi beni zorla sürdüler. Orada tekrar solcular kazanacak. İtal- yan SHIK’inin bilgilerine göre büyük bir komünist ayaklanma hazırlanıyor, Yunan güvenlik ve istihbarat servisi tarafından finanse ediliyor. Önümüzdeki günlerde, Arnavutluk’taki tüm liderleri yazılı olarak bilgilendireceğim. Bu da benim yurtse- ver görevim olacak. Bu kadar ve daha fazlasını yapamam. Çok üzgünüm. Arnavutluk’a döneceğimi sanmıyorum, ama bence hayır, bir daha hiç dönmem,” dedi.
Gözlerini yere dikmiş, etrafındaki kimseyi görmeden, dü- şünceli ve üzgün bir şekilde konuştu:
“Beş yıl daha komünistler yine iktidarda olacak. Arna- vutluk’un bu durumlardan kurtulması yok. Beni ne hale ge- tirdiler! Yaptığımın intikamını aldılar. Arkadan intikam aldı- lar. Kalleş olduklarından karşıma çıkmadılar, ama kalleşlik yapmaya devam ettiler; bu onların geleneğidir. Kalleşlikleri
doğuştan var. Bütün Arnavut milliyetçilerine yaptıkları budur. Arkadan öldürdüler.”
“Belki siz de artık Arnavutluk’a gitmeyin. Patronla ko- nuşacağım ve size vatandaşlık verecek. Burada işe başlayın. Polis her yerde aynı değil mi?”
Başlarını eğdiler ve neredeyse ağladılar. “Arnavutluk bir lider kaybediyor,” dediler. “Senin gibi kimse komünistleri ala- şağı edemez ve suçları yenemez. Arnavutluk’a ihtiyacın var. Oraya dönersen, biz İtalya’da kalmayacağız. Seni her yerde ve her şeyde yanına geleceğiz. Senin askerlerin olacağız, pat- ron,” dediler ve ellerini öpmek için eğildiler. Ardjani ellerini kaldırdı.
Doğrudan ve nezaketle dedi ki, ‘Şerefe!’
Bakın buraya çocuklar, – dedi, şarabı elinde tutarak. – Ar- navutluk’un kurtuluşu yok. Solcular orada iktidarı asla bırak- maz. Onlar her şeyi özel mülk olarak görüyorlar. Biz onlar için yabancıyız. Anlıyor musunuz? İki yol var: ya kitlesel olarak öldüreceğiz ya da göçmen olarak kalacağız. Daha ne söyleye- bilirim ki! Hepimizi göçmen olarak uzaklaştırdılar ya da orada vatandaşı öldürdüler. Başka bir yol bilmiyorum. Onlara saygı gösteriyoruz, onlara zarar vermiyoruz. Biz Arnavutları öldü- remeyiz, çünkü onlar solcular. Biz barışçıl insanlarız. İç savaş istemiyoruz, ama durum hakkında çok olumsuz bilgi var. Bu bilgiler doğrudan iç savaşın yaşanacağını gösteriyor.
Arkadaşlar, – dedi Ardjani. – Size söylememiş olayım! – Hayır! – dediler subaylar. Ne yazık ki! Bizi zorla devirecekler. Kararlarını verdiler. Onların sloganı bu. Silahın namlusu ile iktidar alınır. Her zamanki gibi isyan güneyden başlayacak: ya Vlorë’de ya da Fier’de. Bu şehirler her zaman milliyetçiliğe
karşıydı ve kırmızı. Sosyalizmden ne kazandıklarını bilmiyo- rum, ama şimdi gör işte. Analiz yapmaya değmez. Ama, ora- da demokratik kurumların yakılmaya başlanacağı yer olacak. Şunu bilmelisiniz ki, çok fazla fonla finanse ediliyorlar. Şimdi, şerefe! İçin ve pizzalarınızı bitirin, soğumasın, – dedi Ardjani. Onlar şarap kadehlerini boşalttılar ve Dona’nın en kısa süre- de iyileşip eski haline dönmesi için dua ettiler. – Dünyanın güzelliği! – dedi Ardjani ve konuyu değiştirdi, ardından dedi ki: “Sensiz yaşayamam! Ve asla sensiz yaşayamam! O ölsey- di, ben de savaşta ölürdüm. Mümkün olduğunca çok pisliği öldürürdüm, ta ki sonunda beni öldürsünler. Bütün hayatım yeniden döndü, tam da o yaşadığını ve güvende olduğunu öğ- rendiğimde. O yaşıyor olduğu için daha büyük bir sevinç yok. Güzel prensesim!” – dedi ve telefonundaki fotoğrafa yöneldi. Sonra Ardjani haç yaptı ve oturdu. Onlar başlarını eğdiler ve sözlerinden ağladılar. Böyle bir sevgiyi hiç görmemişlerdi. Dı- şarıda hafif bir kuzey rüzgarı esiyor ve yapraklar hafifçe bir kuzey dansı gibi sallanıyordu. Hala gömlekler ve hafif yaz kıyafetleri giyiyorlardı. Gözyaşlarını sildiler çünkü onun gör- mesini istemediler ve ikisi birbirine baktı. Sonra işaret ettiler birbirlerine.
Bu adam bir canavar, – dediler. – Bir kadına nasıl eğilip ağlar ki?! Garip! Tanrı büyüktür! – dediler ikisi birden ve bir yudum Milan şarabıyla birlikte tamamladılar. – Bana çok yar- dım ettiniz beyefendiler subaylar. Siz kahramanlarsınız! – dedi Ardjani onlara. – Size yaptığınız iş için nasıl teşekkür edece- ğimi bilmiyorum. Ayrıca Vlorë’deki SHIK başkanına da bir hediye göndereceğim. Ve hatta ona iyi karşılandığını bildire- ceğim. Tehlikede olduğu her an evini ve işini ben hallederim. İtalyan SHIK başkanını da yakaladım. O beni nasıl istediğini
gördünüz. – Evet, – dediler subaylar, – gördük. Sizden haber- dar etmeyi ve şefimizi korumayı düşünüyoruz. Şefimiz de ko- runmalı. Şu an yalnız. Biz onu koruyamayız. Orada değiliz. Yarın ona telefon edip işi bitirdiğimizi haber vereceğim. Ve ona yaptıklarından dolayı teşekkür edeceğiz, çünkü o sizin için ve bizim için her şeyden fazlasını yaptı. – O bir yaşayan kah- raman! – dedi Ardjani. – Onun benim için yaptıklarını nasıl unutabilirim?! Asla unutamam! – Ve bardağı tekrar kaldırdı, sanki ondan yardım alıyormuş gibi ve dedi: – O benim kah- ramanım! Ona, burada ve Fransa’da fonları ve sözleşmeleri aldığımda ödüllendireceğim. Burada İtalya’da kadınlar ve kız- lar için rehabilitasyon merkezleri açacağım. Ve Arnavutluk’ta ücretsiz yatak ve yemek sağlayan evler de. Ayrıca yetimler için. – Bunu söylüyorum, – dedi ve gözleri iyi haberle gülüm- sedi, – çünkü ben basit ve savunmasız insanları seviyorum. Ben onların sesi ve mafya tiranlığına karşı kılıcı olacağım.
Ah, iyi haberi söylemeyi unuttum, çünkü sadece üzücü haberlerimiz kaldı. Bazı yayınevleri, kitaplarımı basmaları ve satmaları için bana milyonlarca dolar ve euro imzalamamı rica ettiler. Artık size zahmet vermeyeceğim. Kardeşlerim, imzala- yacağım. Bu gece yaşam amacımı başardım. Şimdi hedefleri- mizi gerçekleştirmek için paraya ihtiyacımız var. Belki Tanrı bana iyi günler getirir. Şerefe arkadaşlar! – dedi. – Şimdi ve bundan sonra iyi şeyler için! Toplanıp Donika iyileştiğinde kutlayalım, – dediler subaylar. – Sağlıklı olalım ve görelim,
- dedi Ardjani ve önündeki tabaktan meze ve yarım pizza dü- – Burada çok iyi yemek yapılıyor, yoksa bana mı öyle geliyor? – dedi Ardjani, ekmek kırıntılarını sildikten sonra. – Yarın Dona’nın hastaneye gitmek istiyorum, – dedi ve biraz rahatladı. – Nerede olduk ve nereye geldik! Kimse yarın ne
olacağını düşünmez. Sadece Tanrı bilir, bu yüzden biz geçici varlıklarız, sadece bu dünyadaki yaratıklarız. Bu bana aniden oldu ve böyle acımasız insanları unuttum, ama bu trajediyi en- gelleyebileceğim hiç bir yol olmadığını söyleyebilirim. Bana ani bir saldırı yaptılar. Ailemi tecavüz ettiler. Bana karşı her şeyi yaptılar, ama benim onlara ne yapacağımı unuttular. Ve ben onlara onlardan daha kötü bir şekilde cevap verdim, değil mi? – ve başını gururla kaldırarak iki subayı gözlerinin içine baktı ve ardından dedi: “Her insan” Kimse kadınına zarar ver- memelidir. Ancak, eğer uyuşturucu etkisi altındaysan ve neyle karşılaşacağını bilmiyorsan, o zaman suçlu ben olmam. Onlar cezasız kalmaya alışmışlar. Şimdiye kadar hiç kimse onları ce- zalandırmamış, bu yüzden denizleri altlarına yapmışlar. O suç- lu hayatımı değiştirdi: mutlu olduğum hayatı kararttı. O adam onurumu ve itibarımı düşürdü. Şimdi neden insanların intikam almak için kendi kanlarını aldığını anlıyorum. Her kim öldürür ve tecavüz ederse, ona da aynı şekilde geri dönülmelidir. Şim- di buna katılıyorum.”
“O adam, ölümünden önce bile bana alay ediyordu. Son- ra dedi ki: ‘Ne yapıyorum bu tür adamlara? Kafalarını futbol topu gibi oynuyorum. Bu uyuşturucu bağımlıları ve sarhoşlar Arnavutluk’u utandırıyor. Bunlar devletin güvenliği, işadamı- na dönüştürülmüşler. Bunlar okul ve kurslar almışlar bu günler için. Kaçırmalar, şantajlar ve düşman parti yetkililerini öldür- mek, devlet güvenliğinin protokolünün bir parçasıdır. Her şeyi okulda öğrendiler. Bunlar uyuyan ajanlar, şimdi harekete geç- me zamanı geldi. Bunlardan yüzlercesi sağcı partilere yerleş- tirildi ve gerilla metodu onların intikam alma yöntemi. Yani, güvenliğin metodologlarıdır. Bunlar mahalle çeteleri değil. Eğitim aldılar ve böyle bir iş yapmak için eğitildiler.’”
“Şarap kadehini masaya bıraktı, örtüyü itti ve başka bir şişe şarap için yer açtı, çünkü memurların da yeniden içmek istediklerini fark etti.”
“Bir bardak daha içelim dostlar, yarın ne olacağını bilmi- yoruz. – Ne düşünüyorsun?! Teslim mi olacaksın?! – dediler memurlar. – Evet, normal, Dona’yı göreceğim, polise teslim olmalarını bildireceğim. Siz Roma’ya gidin. Her şeyi planla- dım. Orada İtalyan memurları sizi bekliyor ve genel müdüre gidin. O sizi doğrudan işe alacak. Vatandaşlığı da, sanırım be- nimle birlikte hazır. O gün, başkana imza için gönderdi. Bu tamam. Sonra, ironik bir şekilde sordular: ‘Beni hapiste mi zi- yaret edeceksiniz?’ – Siz, sayın komutan, – dediler memurlar,
- hiç bir neden yok ki sizi içeride tutsunlar. Her şeyi temizle- Hem yol kameralarını, villaların ve karşıdaki mekanların kameralarını da temizledik kardeşim. Biz, sizin suçsuz oldu- ğunuzu ve her şeyi ailenizin kendini koruması için yaptığınızı kanıtlayacağız. Biz şahitleriz, merak etmeyin. – Siz komutan,
- dediler Ardjan’a, – hapse girseniz bile bir dakika bile kalma- yacaksınız. Siz öyle bir beceriye sahipsiniz ki, eğer tutuklanır- sanız bile hapishaneyi patlatırız. Sizi orada bırakmayız.”
“Ahaha, – dedi Ardjani. – Bu kadar mı beni seviyorsu- nuz? – Evet, – dediler ikisi de. – Biz bir üçlüyüz. Buna ‘Halk Adaleti’ diyelim. – Tam olarak öyle adlandıralım, – dedi Ard- jani. – Suçlulara ve masum kadınları kaçıranlara ceza. Milano ve İtalya’nın dört bir yanında bugün sokakta kaç Arnavut ka- dın var? Yirmi binden fazla, – dediler memurlar. Peki, bu ka- dınları koruyup eski durumlarına döndürmeli miyiz? Onlar bi- zim kız kardeşlerimiz ve kızlarımız. Onları terk mi edeceğiz?
Böyle bir kaderi mi hak ettiler? Hayır! Rejim, ülkeyi böyle bir duruma getirdi, şimdi bizimle alay ediyorlar ve bizi her yerde çete olarak görüyorlar. Her yerde, her denetimde, Arnavut ola- rak bize en büyük aşağılamayı yapıyorlar, – devam etti. – ‘Ar- navut’ denildiğinde, denetim ve aşağılanma en üst düzeyde. Bu insanlar mafyanın ve yolsuzluğun burada doğduğunu unu- tuyorlar. Cinayet ve kaçırma burada doğdu. Tüm kötülükler bu ülkede ve diğer Avrupa ülkelerinde doğdu. Şimdi bozulma zamanımız geldi. Yapacak bir şeyimiz yok, bu yüzden bunlar masum değil, ama bizim kötü kaderimizin sorumlusu biz Ar- navutlarız.”
“Suçluyu komşuda aramamalı, sadece kendimizde ara- malıyız. Tarih, Arnavutların sürekli olarak Arnavutluk’tan ayrıldığını gösteriyor. Dünyada yaklaşık on milyon Arnavut var, farklı zamanlarda gitmişler. Neden gitmişler? Benim gibi, sizin gibi. Komşularımız bizi yaşatmak istemiyor. Banditler ve devletimiz bize yaşamayı istemiyor. Biz, bir halk olarak, birbirimizin ilerlemesine hiç izin vermedik. Her zaman kar- deşimizi, komşumuzu engelledik. Sürekli olarak toprak kay- bettik ve maksimuma düştük, çünkü topraklarımızı koruyama- dık. Ve hala koruyamıyoruz. Biz göçmenleriz. Biz bu kadarız. Nasıl diyeyim, gezginleriz. Ve bilmelisiniz ki, topraklarımızın dışında daha fazla Arnavut var, Arnavutluk’tan daha fazla. Devlet kurmadık ve kurmayacağız. Osmanlı İmparatorluğu bizi milliyetsizleştirdi ve atalarımızın en iyi niteliklerini sildi. İlirya, Balkanların ana topraklarıydı, ama şimdi Sırbistan ve komşular bu küçük parça toprak için harekete geçti, Avrupa güçlerinin 1913’te bize bıraktığı. Suçlu biziz, bir halk olarak sakar ve inatçıyız.” Beni, herkesin ve Avrupa’yı karşıma alı- yorum. Arnavutluk’ta ne yaptılar bana?! Karımı soydular…
Ailemi parçaladılar. Yani, karım sokağa fahişe olarak çıkacak- tı. Bana böyle bir şey yaptıklarında, sıradan insanlara yazıklar olsun. Üç kişi toplanıp, diğerini pusuya düşürüp öldürüyoruz. Biz maskara bir halkız, eğitimsiz ve kültürsüz. Bunu komşu Ortodokslar kutsal toprakları kurtarma adına ve Bizans İmpa- ratorluğu’nun sınırlarını yeniden genişletme adına kullanmış- lar. Bizim halkımıza soykırım yaptılar. Bizim topraklarımızı boşaltıp, halkımızı öldürdüler ve soykırım yaptılar. Peki neden yaptılar bunu?! Çünkü devletimiz yoktu. Silahımız yoktu. Ve hala Osmanlı padişahının egemenliğindeydik. Biz kardeşler bastar olduk! – dedi.
İki subay kafalarını eğmiş ve Ardjan’ın öfkeyle dolu açık- lamalarını dikkatle dinliyorlardı. Ardjan bir iç çekişle, kelime- leri vurgulayarak ve yavaşça telaffuz ederek konuştu: „Arna- vutluk yeniden boşalma tehlikesiyle karşı karşıya, arkadaşlar,“ ve onlara baktı. – Evet – dediler subaylar, – görüyoruz. – Gü- venlik ve sosyalistler – dedi – yine katliamlar ve iç savaş yapı- yorlar ve o ülkenin ilerlemesine asla izin vermiyorlar. O ülke kırmızı bir yer ve sağcıların tekrar iktidara gelmesi çok geç olacak. O onların malı ve halkı doğru yola getirmek zor ola- cak çünkü yanlış yolda olduklarını ve kendi kara seçimlerini yaptıklarını anlamıyorlar. – Anlaştık mı? – dedi. Ardjan başını kaldırdı ve bir an için karşı sokağa baktı. Konuşmasını biraz duraklattı, gözlerini tekrar bizlere çevirdi ve şöyle dedi: „Gü- venlik güçlü bir silah oldu. Binlerce gönüllü ve işbirlikçi vardı, ama nasıl olur da hala bu demokrasi döneminde bile onların yanında olmaya devam ediyorlar, ve düşüşten sonra bile? Yani ya komünizmi sevdiler ya da başka bir açıklaması yok. Demek ki, biz hata yaptık.“ Sonra ekledi: „Ya da insan bedenli eşek- lerdir.“ – Komünistlerdir, şef – dediler subaylar hep birlikte ve
gülmeye başladılar. – Her şey net – dedi Ardjan. – Anlıyoruz. Bu halk komünist bir halk ki bu partizan ve askerleri doğurdu ve biz onları durduramıyoruz. Üç kişiyiz sadece… Pff! – diye homurdandı. – Biz gittik. Bir daha oraya gitmeyeceğiz. Peki ya diğerleri nasıl yapacaklar?! – dedim. – O ülke, dün gece öl- dürdüğümüz kişilerin ülkesi – diye ekledi. – Onlar gücü silah- sız teslim etmezler. Tüm cinayetlerin ve zorla alıkoymaların kamuoyuna açıklanması gerekiyor. Ancak bir soykırım yar- gılaması bu durumu düzeltebilir ve Nürnberg mahkemesi gibi uluslararası bir yasa bu soykırım yapanları ve liderlerini ceza- landırabilir. Onlardan kurtuluş için hiçbir tartışma yok. Şimdi toplandılar ve çok büyükler. Onlardan başka eylemler bekliyo- ruz. Ama bizde böyle nasıl olabilir?! Hiçbir halk, komünizm tarafından zarar görmediği kadar zarar görmedi – dedi Ardjan. Eski politik büroya ne oldu? Hiçbir şey! Çoğu Amerika ve Av- rupa’da siyasi sığınma kazandı. İşledikleri suçlar için hiçbir hesap sorulmadı. Onlar oradan banditlerine para ve silah sağ- lıyorlar. İkinci olarak, ekonomimizi tamamen özelleştirdiler. Tüm ekonomi onların elinde. İstediklerinde ekonomik çöküşü gerçekleştirebilirler. Piramitler icat ederler, iç savaş çok yakın olur. Bunlar kesinlikle bir program ve paraya sahipler. Bizi bölmek için stratejilerini hazırladılar. Çoğu milliyetçiyi göç etmeye zorladılar ve hala yapıyorlar, ve orada yakaladıkları kişileri ya öldürdüler ya da toplama kamplarına gönderdiler, her şeylerini confiscate ettiler ve mülklerini aldılar. Hayatta kalmak için hiçbir alternatifleri yoktu. Ya öleceklerdi ya da ülkeyi terk ederken hayatlarını riske atarak kaçacaklardı. Aynı stratejiyi şimdi kullanıyorlar. Sadece şimdi daha gizli.
Beni ve Dona’yı Rus KGB’si gibi bir planla ele aldılar. Ailem kaçırıldı ve ruhum parçaladı. Beni katil yaptılar. Ama
şimdi karşımda duruyorlar ve sağ kalan hiç kimseyi bırakma- dım. Sonra başını eğdi ve şöyle dedi: “Bunu da unuttum! Beni katil yaptılar! Neyse! Şerefe kardeşler! Size yeni yaşamınızda İtalya’da şans dilerim! Ve, unutmayın beni, çünkü birlikte ta- rih yazdık, başkalarına gösterin ki onlar göründüğü gibi güçlü değiller, sadece hainlerdir.“
Şerefe! – dediler subaylar. – Senin sağlığın için bir fincan daha içiyoruz! Artık komutanımızsın. Dediğin gibi yapacağız. Vatandaşlık alacağız ve burada işe başlayacağız. Sana her şe- kilde yardım edeceğiz. Seni asla yalnız bırakmayacağız. Ve aslında, depresyon ve stres yaşadığını anlıyoruz, söylemesen de. Yarın karakolda bir açıklama yapacağız ve her şeyi başın- dan anlatacağız. Biz Arnavutluk’tan polisiz ve Dona’nın kaçı- rılmasına karışan tüm suçluları yakalayıp adalete teslim etmek için geldik. Senin gizli servislerinle bu suç grubunu takip ettik ve yok ettik. Gerçek ortaya çıkacak ama senin durumun duy- gusal olarak pek iyi değil, şef – dediler – ve gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyoruz. Başka bir şey değil. Bunun için biz tanık- lık edeceğiz ve nasıl olduğunu anlatacağız, sen değil.
Aferin! – dedi Ardjan ve onlarla ellerini çarptı. – Kim ol- duğunuzu ve ne kadar yetenekli olduğunuzu biliyorum. Milano polisi de – diye ekledi ve sonra şunları söyledi: “Siz mümkün kıldınız…” Adaletin sağlamak için.” Evet,” dediler, “adalete hizmet ediyoruz. Hiçbir şeyi saklamıyoruz. Gerçeği anlataca- ğız, ne eksik ne fazla. Eğer sen cezalandırılırsan, adalet çöker. Bu, uluslararası bir skandal olacak! Televizyon ve hiçbir yer kalmayacak senin hakkında konuşulmadan! Amerikan kong- resine kadar gideceğiz ve gerçeği anlatacağız,” dediler me- murlar. “Biz polisiz ve adalet bizim yaşam oksijenimizdir,”
dediler. “Ama bu durumda seninle değiliz. Seni Milano’nun hücrelerinde bırakabilir miyiz? Hayır patron, bunu yapamayız. Biz tamamen netiz ve böyle bir hatayı yapmamız yasaktır.”
Ardjani kendine geldi, başını yukarı kaldırdı çünkü başı- nı dinlerken eğmişti ve dedi ki: “Tamam! Tamam! Siz iyi ve terbiyeli çocuklarsınız. Sizi bu kadar çok sevdiğim için mutlu oldum! Bunu anladım, ama bilmelisiniz ki sizi çok takdir edi- yorum ve sizi asla hapse atmazdım, ama burada adil bir savaş yok. Burada uyuşturucu ile bu insanlar arasında güven veya din yok, bu yüzden teslim olmamam için beni düşündüren bu insanlar şeytanın kendisidir ve adaletin hak etmediği adamlar- dır. Onlar aptal ve eğitimsiz görünüyorlar, ama bu dünyadaki en şeytani insanlardır. Onların yaşama hakkını hak etmediğini düşünüyorum ve yaptıkları şeyler aklımıza gelmiyor.”
“Evet, evet,” dediler memurlar, “bu böyle.”
“Haydi, kutlayalım! Konuyu değiştirelim,” dedi Ardjani. “Kutlamalarda, arkadaşlar!” Kadehler kaldırıldı. “Bu kadehi de içelim,” dedi Ardjani, “ve eve gidelim. Yarın yeni bir gün, yeni bir talih.” “Evet,” dediler, “umarım yarın senin ve bizim için şanslı bir gün olur. Şu ana kadar her şey çok iyi gidiyor,” dediler memurlar. “Geleceği nasıl olacağını göreceğiz,” ve başlarını aşağı yukarı salladılar onaylama anlamında.
“Yarın Tanrı’nın iyiliği devam etsin,” dediler ikisi de. “Amin!” dedi Ardjani ve ellerini gökyüzüne doğru dua şeklin- de kaldırdı. “O zaman, ödeyelim ve çıkalım. Arabayı nereye park ettin, Ballist?” diye sordu Ardjani. “Beş katlı binanın kö- şesine,” dedi. “Tamam, arkadaşlar, o zaman gidelim!” Ardjani
ilk kalktı, siyah ceketi giydi ve onu kapattı. “Yanıma çok kıya- fet aldım. Uzun bir yolculuk olacağını biliyordum,” diye güldü Ardjani. “Yarın bakalım,” dediler memurlar. Onlar kalktılar, temizlediler ve masayı düzenlediler iyi bir izlenim bırakmak için. Ardjani, İtalyan pizzacı sahibine 100 Euro vererek ödeme yaptı ve dışarı çıktı. Gözlüklerini taktı ve iki metre yürüdükten sonra belindeki kemer sıkışmasından dolayı tabancayı düzelt- ti. Ayrıca, yolda, gecenin sakin olduğunu ve sokakların insan- larla dolu olduğunu belirtti.
Kadınlar güzel ve zarif giyinmişti, erkekler ise cep tele- fonlarına bakıyor ve sakız çiğniyorlardı. Gotik tarz, bu şehrin sokaklarında egemendi. Eve döndüler, tekrar yıkandılar, uzun saatler duş aldılar ve her biri kendi odasında dinlendi. Bu vil- la, eski olmasına rağmen çok iyi çalışıyordu. Hem duş hem de elektrik ve gaz düzenliydi. Biraz nem kokusu vardı, ama uzun zaman inşa edildiği zamandan beri kendini göstermişti. Eski evler veya villalar yabancılara kiralanıyordu. Yabancılar bu şehirde çok fazlaydı. Ziyaretçiler birçok şey satın alıyor ve müzeleri ve yerel kültürü ziyaret ediyordu. Bu şehir için büyük gelir sağlıyordu.
Milano, kendisi bir kültür anıtıydı. Her yirmi metre de bir karakteristik bir ev ve eski yapılar vardı. Milano, Kuzey İtalya’nın ana şehri ve Lombardiya bölgesinin başkentiydi. Bu, modern bir metropol olup, ülkenin iş merkezi ve finans merkezi olarak kabul edilir. Milano, modanın ve iş dünyasının başkenti, İtalya’nın en şık, en pahalı ve en zengin şehri olup, Paris ve Londra ile aynı seviyede yer almaktadır. Milano Mer- kez İstasyonu, Torino, Roma, Napoli, Floransa, Venedik gibi İtalya’nın çoğu büyük şehrinden tren alır.
Bir diğer önemli demiryolu istasyonu Cadorna’dır. Mal- pensa havaalanından gelen ekspres burada durur ve bir metro hattı da vardır. Bu bilgileri memurlara şehir hakkında açıkladı.
“Yarın çıkın ve gezinin çocuklar!” dedi. Onlar gözlerini açtılar ve ne diyeceklerini bilemediler. “Yarın teslim olma- yacaksın,” dediler. “Biz polisiye belgeleri sunacağız ve olayı rapor edeceğiz. Bu adam bir dram yaşadı ve ne söylediğini bilmiyor. Biz tamamen gidebilir ve hiçbir şey söylemeyebi- liriz, ama hiç birimiz bunu yapmayacağız. Biz entelektüel ve devlet memurlarıyız. Gerçeği anlatacağız. Senin konuşmana izin vermeyeceğiz çünkü biz polisiz, sen değil. Ve durdurmak için kanıt gerekli. Biz hiçbir kanıt bırakmadık, efendim.”
Biraz güldü ve düşünmesi gerektiğini söyledi çünkü gerçekten çok net değildi. “Ve ben her zaman gerçeğin ya- nındayım, bunu siz de biliyorsunuz ama iyice düşünmem gerekecek,” ve biraz gülümsedi. “Yeter, patron! Biz gerçeği anlatacağız,” dediler memurlar keskin bir şekilde. “Patron, sakıncaları bırak! Biz gerçeğiz ve adalet devletiyiz!” dediler. “Bu sefer adaleti sağlayacağız.”
Ben de onu seviyorum,” dedi Ardjani. “Gerçeği anlatmak yaşamda en önemli şeydir! Hiç yalan söylemedim ve şimdi ya- lan söyleme zamanı değil. Yaptığım suç için cezalandırılma- lıyım ki, vicdanım her zaman benimle huzur içinde yaşasın.”
Gözlerini bu kişinin söylediklerinden açtılar ve sonra başlarını salladılar. “Bunu daha önce hiç görmedik. Sen bi- zim için bir ilk, şef,” dediler. “Birinin kendi suçunu polisin tutuklamadan önce kendiliğinden açıklamasını hiç görmedik. Neyse şef, bu gece seni sağ salim yatağına bırakacağız,” ve
biraz güldüler. “Ayrıca, merkezimize olan biteni bildireceğiz ve ne yapmamız gerektiği konusunda talimat alacağız: gerçeği mi söyleyeceğiz yoksa hesapları kapatıp o adamı, kasabı çöp konteynerine mi atacağız. Varsın öyle olsun!” “Hahaha,” ikisi de güldü. “Şeflerimiz bizim için nihai kararı verecekler,” diye tekrar güldüler.
“Tamam, bilirsiniz,” dedi Ardjani. “O zaman gidelim!” Ballisti direksiyon başına geçti, diğer ikisi ise arkaya oturdu. Tabii ki, tabancalarını çıkardılar ve savunma için koltuklarına hazır şekilde bıraktılar, kasabın grubunun ya da başka bir maf- ya üyesinin intikam için saldırması durumunda. “Hadi başla- yalım,” dedi şoför ve beyaz benzin dumanı yolda iz bıraktı. Hızlarını artırdılar ve on dakika içinde eve vardılar.
“Akşam, yeryüzündeki yaşamın dengedir,” dedi Ardjani. “Akşamları hayvanlar bile uyur. Akşamları her şey gezegenle- rin etkisi altındadır ve onların çekim kuvvetinin etkisindedir,” dedi. “Akşam, her canlı varlığın gündüz acılarının sonudur. Akşamları insanlar hem aşık olurlar hem de entrikalar ve iha- netler kurarlar. Akşam, gün ölür. Yeni bir gün doğar ki, eski- ye benzemez. Her gün ölür ve yerini bir sonraki güne bırakır. Yeni bir gün diyoruz, bu da eski günün öldüğü anlamına gelir. Bir gün ne kadar kısa ömürlüdür! O sabah doğduğunda yaşa- mının kısa olduğunu bilmez. O kadar kısa ki, eğer bilseydi hiç doğmazdı. Aslında, o yerde doğmuş olmamız bizim suçumuz değil,” diye düşündü Ardjani. “Biz nereye doğacağımıza ve hangi biçimde doğacağımıza karar vermiyoruz. Bunu Tanrı bi- lir. Evrende her şeyi böyle düzenlemiştir, ama eski her zaman yeninin doğması için ölür.”
İkisi de birlikte uzun süre bırakmadılar. Bu fenomeni kimsenin yakalayıp yakalamadığını bilmiyorum ama böyle oluyor,” dedi Ardjani. “Tanrı, hastalıkların ve salgınların bu tür kötü insanların sayısını azaltacağını istiyor. Her on yılda bir yeni bir salgın olacak çünkü bu insanlar yaratıcılarının ku- rallarını açıkça çiğniyorlar. Her şeyi açıkça belirlemiş, normlar ve kurallar koymuş, ki bu insanlar zamanla onları ihlal etmiş- lerdir. Degenerasyon, sapkınlık ve homoseksüellik bu insan ırkının sonunu getiriyor. Sizi hikayelerle yordum, çocuklar! Yaşlı bir adam oldum. Her şeyin bir hikayesi var. “Ahaha,” kendine güldü. “O zaman bu gece, iyi uykular ve yarın konu- şuruz. Uzun ve rahatlatıcı bir duşun ardından uyudular. Sonuç- ta, başarılı bir şekilde hedeflerine ulaşmışlardı. Yarın, Arnavut SHIK’ı bunlara ne yapacaklarını gösterecek. Tanıklık edecek- ler mi yoksa etmeyecekler mi, ve şefin bulunmadığı başka ko- nular hakkında konuşacaklar.
Casusluk imkansızın sanatıdır. Casusluktan daha fazla za- rar veren hiçbir şey yoktur. Casus olmak özel bir sanattır, her olay ve fenomen için yetenek, teknoloji ve genel bilgi gerekti- rir. Herkes casus olamaz. Casus, devletin temel birimidir. On- lar bu şekilde doğarlar. Yetenekleri yüzyıllardır hükümetleri ve imparatorlukları kurtarmıştır. Casus, devletin her yerdeki koludur, dünyanın her köşesindedir. Casuslar, hükümetlerin gözü ve hareketli kameralarıdır. Her yaşam parçasıyla birlikte varlar ve bizim asla bilmediğimiz her şeyi bilirler. Casusluk, her gün gerçekleşen ve gerçekleşmesi beklenen orijinal bir gerçektir.
Casusları çok severim!” Ardjani kendi kendine güldü, uyuyamadığı için yatağın diğer tarafına döndü. “Haha!” kendi
kendine güldü. “Neler düşünüyorum. Neyse, SHIK olmadan hiç karımı bulamazdım. Bu hizmeti çok kötü eleştiriyoruz,” dedi. “Onlara ‘kötü casuslar’ diyoruz. Onları değerlendirmi- yoruz ve onları gördüğümüzde onlardan mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışıyoruz. Ama şimdi onlarla hata yaptığımı- zı söylemek isterim. Polislerden ve tüm istihbarat hizmetleri çalışanlarından özür dileyeceğiz. Onlar da vatanlarını koruma görevini bizim kendi vatanımızı koruduğumuz gibi yerine ge- tiriyorlar. Her devletin kendi casusluğu vardır.
En iyi casusluk yapan kazanır. Kasap hakkında her türlü bilgiye sahip olduğumuz için biz kazandık. Onu bir fare gibi yakaladık ama SHIK olmasaydı hiçbir şey yapamazdım. O bana her saniye güler, karımı tecavüz ederdi ya da onu fahişe yapardı.
Ne kadar şeref verdiklerini görebiliyor musun? Herkese kamuoyunda teşekkür edeceğim. Onları sevdiğimi söyleyece- ğim. Ulusal İstihbarat Servisi ve stratejik ortaklarımız yaşasın. Tabii ki o İtalyan. Onlar olmasaydı, karımı boşuna arayarak delirmiş olurdum. Acıdan kendimi öldürürdüm. Şimdi onu bulduğuma göre, herkes için mutlu ve minnettarım. Yaşasın, hayatımı kurtardınız! Yarın sabah tıbbi kliniğe gideceğim ve Donika’yı göreceğim. Onu, nerede olursa olsun en iyi doktor- larla tedavi edeceğim. Onu tekrar eski haline getireceğim, ne- şeyle, mutlulukla ve yaşamla dolu. -Tanrı’nın izniyle,” dediler memurlar, “her şeyin eskisi gibi düzenlenmesini umuyoruz.” “Tamam,” dedi Ardjani, “düzene girecek. Allah’ın izniyle!”
“Öyleyse, iyi geceler çocuklar. Yarın, aldığım kararlarla ilgili daha uzun konuşacağız. Allah’ın izniyle her şey iyi olur,”
dediler subaylar ve “iyi geceler” diyerek kapattılar. Ardjani de onları selamladı ve yatıp uyudular.
Ertesi gün her zamanki gibi hızlıca geldi. Dünya kendi etrafında ve güneş etrafında dönüyor, ama bu gece Ardjani’ye Donna’sız geçen gece uzun gibi göründü. Donna onun için her şeydi. Hem eş, hem aile, hem de devamlılık. Ertesi gün Ardja- ni’yi Milano’nun kenarındaki bir ruh sağlığı kliniğinde buldu. Klinik çağdaş standartlara sahipti ve çok iyi doktorları vardı. Çoğu psikiyatristti. Resepsiyona kendini tanıttı ve daha fazla doğrulama için beklemesi gerektiğini söylediler. On dakika sonra bu kişinin eşi ve aynı zamanda ünlü yazar Ardjani Vus- ho olduğunu doğruladılar. Eserleri İtalya’da da yayımlanmıştı. Doktorlar ve personel onu tanıyıp ek bir kontrol yapmadılar çünkü Donna’yı başına gelen olaydan sonra görmek çok zor- du. Binanın etrafında çok sayıda özel ajan vardı, ziyaretçi veya başka işleri olan kişiler gibi görünüyorlardı. Ardjani onları iyi tanıyordu ama bir şey söylemedi. Onay verildi ve klinik kıya- fetleri giydirildikten sonra üçüncü kata çıktı, Donna’nın yattı- ğı yere gitti ve onu iki güvenlik görevlisi ve bir doktorla birlik- te buldu. Onlar Ardjani’yi tanıdıklarında kendilerini tanıttılar ve o da eşinin kocası olduğunu söyledi. Ardjani’ye kendilerini takip etmesini önerdiler. Ardjani, eski gotik tarzda ve Roma dokunuşlarıyla harmanlanmış binanın güzelliğini fark etti. Bi- nanın çok iyi çalışıldığını ve temiz olduğunu, iyi bakıldığını gördü. Mermer merdivenlerle üçüncü kata çıktılar çünkü görü- nüşe göre asansör kullanmıyorlardı. Böylece sırayla birer birer Donna’nın odasına ulaştılar. Oda güzeldi, genişti ve sadece bir yatak vardı, yani sadece Donna ve oksijen cihazları ve diğer sakinleştirici ilaçlar vardı.
“Onu uyandırmamız mümkün değil,” dedi psikiyatrist. “Birkaç gün daha uyuması gerekiyor. Yarın tepkisini görece- ğiz. Çok ağır bir duygusal travma geçirdi, ama beyin veya baş- ka bir yerinde herhangi bir hasar yok. Yani akıl sağlığı yerin- de mi?” diye sordu Ardjani korkarak. “Hayır efendim,” dedi Milano’nun en iyi psikiyatristi Dr. Davide. “Bak, devletimiz onun için benimle iletişime geçti. Endişelenme. Uluslararası bir mesele olduğunu biliyorum ve senin hakkında bilgilere sa- hibim, sen Arnavutluk Parlamento Başkan Yardımcısı ve dün- ya çapında bir yazarsın. Yani endişelenme! Söylediklerim için ceza ve sosyal sorumluluk taşırım.”
“Teşekkür ederim doktor!” dedi Ardjani. “Size ve İtal- yan devletine minnettarım, çünkü halkım için bu kadar çok şey yapıyorsunuz,” dedi Ardjani. “Zor durumlarda iyi arkadaşlık kendini gösterir. Bu işi en iyi şekilde yapıyorsunuz. Ancak, de- diğimiz gibi, ormanda domuzlar olmadan olmaz. Hiçbir unsur arkadaşlığımızı bozamaz,” dedi Ardjani, Donna’nın yanında olmasına veya yanına gitmesine izin vermelerini istedi. Yak- laşmasına izin verildi ve Donna’nın karşısında yaklaşık yarım metre uzaklıkta durdu. Hem duygular hem de sevinç vardı.
“Dokunabilir miyim?” diye sordu. “Evet, tabii ki dokuna- bilirsin,” dediler doktorlar, “ama çok fazla değil.”
“Duymuyor mu?” diye sordu Ardjani. “Hayır, çünkü sa- kinleştirici etkisi altında ve duymadığını düşünüyoruz,” dedi- ler doktorlar. “Yarın çok daha iyi olacak,” dedi Dr. Davide. “Küçük bir şok geçirdi. Bir ay kadar burada tutacağız ve her şeyi atlatacak. Bu kötü olayla ilgili hafızasında hiçbir şey kal- mayacak. Buradan çıktığında onu Avrupa’nın en iyi psikolo-
guna götüreceğiz. Ciddi vakaları tedavi etti, bu ise küçük ve yüzeysel bir vaka.”
“Allah yardımcınız olsun!” dedi Ardjani. “Sizin en iyiler- den biri olduğunuzu biliyorum ve işinizle beni gururlandırdı- nız,” ekledi.
“Yani, eşinizi tamamen iyileştireceğiz Sayın Milletve- kili,” dediler. “Kabuslar olabilir, uyandığında, ama biz bunu kendi yöntemlerimizle geçireceğiz. Bu şeyler rüyalarında uzun süre çıkabilir ama bunları da aşacağız. Büyük bir korku ve aşağılanma travması geçirdiğini biliyoruz, ama vücudu çok güçlü. İki kalbi var. Bir deyimle, o bir aslan dişi.” Ardjani, ağ- zında olan maskeyi biraz kaldırdı ve dedi: “Doktor, o çete çok tehlikeli. Kimseyi affetmediler.”
“Biliyorum,” dedi doktor, “ama size kişisel olarak onlar- la dövüştüğünüzü duydum, çünkü çetenin lideri kaçmış ve siz onu yakalamışsınız. Her yerde dedikodular dolaşıyor. Değil mi?” dedi doktor.
“Size baktığımızda, böyle bir dev gibi adamı görünce başta korkmuştuk,” dedi doktor, “Merak ediyorum, ne kadar uzunsunuz efendim?” diye sordu doktor.
“İki metre yirmi santim,” dedi Ardjani gülerken, yeniden dik durmaya başladı. “Vay canına!” diye şaşırdı doktor. “Hiç bu kadar uzun birini görmemiştim.”
“İşte beni gördünüz,” dedi Ardjani gülerek. “Bir kez, bu kadar güçlü ve cesur olduğunuz için sizi tebrik ediyorum! Çok
tehlikeli bir çeteyle savaştınız ve eşinizi oradan çıkardınız. Bravo efendim! Kalpten tebrikler!”
Ardjani sadece gülümsedi ve bakışlarını Donna’ya çevirdi. Donna derin bir uykuya dalmıştı ve yüzü biraz solgundu. Çok zayıflamış ve çok güzel bir ışıltı kaybetmişti. Cildinin rengi, yeni doğan güneşin ışınlarına karşılık geliyordu ve pencerenin camında yansıyordu, sanki bu bir güneş toplayıcıydı. Yüzünde bazı yumruk izleri ve ağzında yaralar vardı. Ayrıca göğsünün üst kısmında bazı kesikler vardı. O bir savaşçı. Doktor devam etti: “Asla pes etmedi. Ayrıca bir jinekoloğa da muayene ettik ve tecavüze uğramamış, söylemeyi unuttum. Kurtuldu. Tanrı onu korudu!” dedi doktor. Ardjani, doktorla el sıkıştı, doktor gözlerinin üzerine düşen beyaz başlığı biraz kaldırdı ve şöyle dedi: “Onu bulduğunuz ve tecavüze uğramadığı için çok şans- lısınız. Kaç haftadır kayıptı?” “İki hafta efendim,” dedi Ard- jani. “Ve bu kadar çabuk mu buldunuz?! Bravo! Ya da aklıma gelen diğer şey,” dedi doktor, “senin o çetelerden daha güçlü olduğun.” “Ee?” “Hayır efendim,” dedi Ardjani. “Onlar güçlü değiller. Onlar hainler.” “Her suçlu gibi,” dedi doktor.
“Evet, doğru doktor,” dedi Ardjani. “Biz, diktatörlükten yeni kurtulmuş yozlaşmış bir postkomünist toplumda yaşıyo- ruz ve çıldırdık, çünkü yasaları ve demokrasiyi uygulamıyo- ruz. Yeni devleti ve özgürlüklerimizi yanlış anladık.” “Bizde de böyle oldu,” dedi doktor. “Suç ve mafya burada her yerde çok yaygındı. Suç grupları ve uyuşturucu çeteleri İtalya’da da hüküm sürdü. Ve en güzeli, iktidarda İtalyan sosyalistleri var- dı. Görünüşe göre siz de bizim 1970-80’lerde yaşadıklarımızı yaşayacaksınız.” “Bizde de aynı şey oldu. Güney İtalya hâlâ devlet tarafından tam olarak kontrol edilmiyor,” dedi doktor.
“Yani kötü durumda olan sadece siz değilsiniz, biz de öyle- yiz. Yüzlerce kez İtalya’dan ayrılmayı düşündüm, çünkü suç ve mafya tıbbı bile ele geçirmişti.” “Biliyorum doktor,” dedi Ardjani, “durumunuzu iyi biliyorum. Tarih ve Coğrafya oku- dum ve politikanızı iyi biliyorum,” dedi. “Ah, çok güzel,” dedi doktor. “Ama burada, otuz yıllık demokrasi boyunca yüzlerce insan öldürüldü,” dedi doktor. “Evet, biliyorum,” dedi Ardja- ni, Donna’ya sürekli bakarak. Sonra şöyle dedi: “Mafya’nın vatanı yoktur. Her yerde aynı, katiller ve insanların mallarını gasp edenler. Onlar, kalkınmanın ve ilerlemenin düşmanıdır. Getirdikleri yolsuzluk ve pislik ölümle cezalandırılmalıdır,” dedi Ardjani. “Bizde, komünizm sona erer ermez, bu tipler le- tarjik uykularından uyandı ve şimdi kahramanlık yapıyorlar. Kardeşim doktor, bizim talihsizliğimiz ve bizim neslimiz, ko- münizmde doğmuş olmamızdı,” dedi.
“Bu kadın ne kadar güzel,” dedi doktor, ona işaret ederek. “Evet,” dedi Ardjani, “hem görünüş hem de kalp olarak güzel. O bir melek. O gökyüzünde yaşamayı hak ediyor, bu dünyada- ki pisliklerle kirlenmeyi değil. Bu pislikler doktor, hayatımızı mahvediyor ve kanımızı emiyor. Hitler, bu tipleri kurşuna diz- diğinde haklıydı,” diye güldü Ardjani. “Evet evet, Hitler böy- lelerini sokaklarda bırakmazdı,” dedi doktor, Donna’nın ateşi- ni ölçerken ve ardından termometreyi kontrol edip Ardjani’ye yaklaştı ve konuştu: “Biraz ateşi var ama kötü bir şey yok. Şu an rüyalarında uyuyor. Ne kadar kalacaksınız efendim?” dedi doktor. “Eğer izin verirseniz, iki ya da üç saat kalacağım,” diye cevap verdi Ardjani. “Hayır!” dedi doktor. “Bir saat, sana izin veriyorum ve onunla hasret gider. O dinlenmeye ihtiyacı var ve uyandığında seni görmesi ona iyi gelmez, çünkü çok güçlü duygular yaşar ve bir şey olmasından korkarım,” dedi
doktor. Ardjani korkuyla gözlerini kapadı ve “Nasıl isterseniz efendim,” dedi. “O zaman, bir saat kalın ve bugün için ayrılın. Yarın belki uyandıracağız. Kabul mü efendim?” dedi doktor. “Kabul!” dedi Ardjani ve sevinç gözyaşlarını sildi. “O, uyan- malı ve benimle konuşmalı çünkü buradan çıktığımda bir karar alacağım doktor,” dedi. “Ne kararı?” dedi doktor. “Şimdi söy- leyemem, ama karımı iyileştirip ayağa kaldırmanıza güveni- yorum, eskisi gibi,” dedi. “Bu konuda endişelenme efendim,” dedi doktor. “Çok teşekkür ederim!” dedi Ardjani, gözleri se- vinçle parlayarak ve siyah ceketin düğmelerini ilikledi, bu da anormal boyutlarda bir bedeni örtüyor gibiydi. “Doktor, bak!” dedi. Ardından boğazını temizleyip başını kaldırarak devam etti: “Bizim köyde, mısır çapalama işinde kötü bitkileri ayık- lardık. Yaşamasına izin vermezdik. Daha fazla açıklamayaca- ğım ama bu, sağlıklı ve iyi bitkilerin yaşamı ve çoğalması için bir seçimdi.” “Ahaha,” diye güldü doktor. “İnsanlar arasında da orijinde bir seçilim olması gerektiğini mi söylüyorsun?” “Öyle düşünüyorum efendim,” dedi Ardjani. “Kötü tohumun çoğalmasına gerek yok. Bilinir ki armut, armutun dibine dü- şer. Kötü ırk, bağımlılar, eşcinseller, alkolikler, fahişeler… çoğalmalarına ve soylarını sürdürmelerine gerek yok, çünkü bu yüzden bu duruma geldik. Onların çoğalması, topluma ve milletlere büyük zararlar verir. Bakın, eğer devlet, bu kötüleri doğuranları doğumda müdahale edip ya da kısırlaştırmış ol- saydı, durum bugün farklı olurdu. Cinayetlerden korunmaya ihtiyacımız olmazdı. Ve bu kadar çok hapis cezası olmazdı. Doktor, düşün, bu kötü tohumun düzeltilmesi için ne kadar milyonlar harcanıyor. Hapishanelerde ve nerelerde olduğunu kim bilir. Ölüm cezasının kaldırılmaması gerektiğini düşünü- yorum ve bu cezanın kaldırılması tüm pislikleri ve çöpleri ce- saretlendirdi. Mafyayı yakalayın doktor. Bana bak, bana—”
Kaçırılmış bir kadın. En kötü rüyalarımda bile böyle bir şeyi düşünmemiştim. İnanabiliyor musun? Hem Arnavutluk hem de İtalya devletleri olmasa, onu asla bulamazdım. Onu soka- ğa atıp fahişe yaparlardı. Doktor konuşmadı. Başını eğdi ve düşündükten sonra dedi ki: “Bir doktor olarak, idam cezasını onaylamıyorum ama bir vatandaş ve sağcı olarak, ırk seçimini çok destekliyorum. Kötü ve olumsuz mirastan muzdarip olan- ların acı çekmesine gerek yok.” -Kurtuluş ölümden gelir,- dedi Ardjani. -Nazisiniz!- dedi doktor, şaka yollu. -Hayır, değilim, ama olacağım. Bak doktor. Arnavut kadınlarını ve kızlarını ka- çırıp sokakta satanların yasalarla cezalandırılmaları için elim- den geleni yapacağım. Tanrı’nın cezasından kaçamayacakları zaten biliniyor. -Tanrı geç kalıyor,- dedi doktor. -Karma geç kalıyor, yazar,- diye ekledi.
-Evet, geç kalıyor, bu yüzden burada onları sokakta ve her bulduğum yerde vurmak için buradayım. Ardjani, nefesini tıkayan koruyucu maskeyi biraz çıkardı. Ona biraz daha yak- laştı ki başkaları duymasın ve dedi ki: “Bu öfkeyi ve nefreti her yerdeki mafya klanlarına boşaltacağım. Bak saygıdeğer doktor,- dedi, neredeyse dişlerini sıkarak.
-Tüm Avrupa’da basın toplantıları yapacağım. Onları her yerde ifşa edeceğim ve kimle konuşursam konuşayım. Savun- masız halkıma daha fazla trajedi yaşanmasına izin veremem,” dedi Ardjani. -Evet, evet, yapın. -Ben de her basın toplantısına seninle geleceğim,- dedi doktor. Sonra, biraz sessiz kaldıktan sonra konuştu:
-Başka bir yerde konuşmak daha iyi olur, çünkü burada bizi dinliyorlar. Belki Dona da bizi duyuyordur ve bu onun için iyi bir etki yapmaz. Ve hastanın küçük masasındaki eşya- larını alıp her şeyin yolunda gittiğinden emin olduktan sonra dedi ki: “Öyleyse, gidelim!”- ve kartvizitini Ardjani’ye verdi.
-Burada uzun süre kalmanızı umuyorum,- dedi. -Çok iyi bir projen var. -İyi olmasını umuyorum,- dedi Ardjani ve dokto- ra elini uzattı. Sonra dedi ki: “Dona’yı sana emanet ediyorum doktor.” Daha fazla konuşmadı, sadece Ardjani’yi kucakladı. Ve hafif bir gülümsemeyle dedi ki: “O bir hanımefendi ve ha- nımefendi olarak kalacak. İki hafta içinde, bu yaşadığı travma- dan hiçbir iz kalmayacak. Diğer psikiyatristleri de çağırdım. Bir grup olduk, bu yüzden.” O an konuşmadı çünkü kapıya doğru yürüdü. Biraz durdu ve dedi ki: “Endişelenmeden git sa- yın milletvekili. Biz buradayız. “Kapıyı açtı ve çıktı, ve Ardja- ni yalnız kaldı. O, Dona’ya bir melek gibi uyurken bakıyordu. Uyu sevgilim! Şimdi seni buldum, artık seni bırakmam. Her yerde birlikte olacağız. Seni asla yalnız bırakmam ve tek bir dakika bile yalnız kalmana izin vermem. Sen benim hayatımın en güzel şeyisin. Bu zalim dünyada sevginin de olduğunu an- lamamı sağladın. Sen her sabah çiğ ile yıkanan gökyüzünün gülüsün. Ay bile gece ışınlarını senden alır, gözlerinden güneş ışığı gibi yansır. Sen gökyüzünün ve havanın insanısın, her zaman hüküm süren cennetle birleşmiş. Tanrı seni korusun!
-ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Gözyaşlarını sildikten son- ra dedi ki: “Sen duymuyorsun. Ben teslim olmaya gidiyorum. Her şeyi sana yazılı olarak bıraktım. İntikamımı aldım. Bunu sana yapanları hayatta bırakmazdım. Ama sadece sana değil… Arnavut kadınları ve kızları için de intikam aldım, sokak-
ta ve her yerde kaçırılanlar için. Tanrı beni intikam almak için gönderdi, sana her gece rüyamda gördüğüm gibi söz verdiğim gibi. Rüyamda onu parçalayıp bir torbaya koydum ve layık ol- duğu yere, çöpe gönderdim. Bunu gerçeğe dönüştürdüm. Bu- gün polis onu bulmalı. Uçurum beni kendine benzetti. Şimdi bir katilim ve hapse gidip işlediğim suçun cezasını çekmem gerekiyor. Teslim olmazsam, asla huzurlu olamam. İlahi ada-
let, işlediğim suçu hapiste temizlememi emrediyor. Tüm bun- ları ben anlatacağım, kanıt olmasa bile, çünkü memurlar her şeyi sildiler.
Benim hiçbir izim ve herhangi bir tür kanıt yok. Bana tes- lim olmamam için yalvardılar. Şimdi dışarıda beni arabayla bekliyorlar. Onları kardeşim gibi görüyorum. Onlar, ben ol- mazsam, seni her yerde koruyacaklar. İkisi için de İtalyan va- tandaşlığı istedim. Umarım bir hafta içinde çıkar. Ve Avrupalı vatandaşlar oluruz. Artık Arnavutluk’a gitmeyeceğiz. Orası bizim yerimiz değil. Moza gibi gitmeliydik. Hata benimdi. Özür dilerim, çünkü sosyalist parti ve güvenlik bana kızgındı ve seni hedef alarak beni vurdu, tam da en çok acıdığım yere, bildikleri gibi, sırtımdan. Beni Arnavutluk’tan uzaklaştırmayı başardılar, bizim tüm milliyetçi kanadımızla yaptıkları gibi. Bizi sürgün edip öldürmekte deneyimliler, biz ise sadece kaçıp Arnavutluk’u onlara bırakıyoruz. Bizim için de böyle yazılmış- tı. Seni bir daha oraya götürmem. Bize yapılabilecek en büyük suçu işlediler, Arnavutluğu her yerde temsil eden iki kişiye. Bu yüzden kasabı parçaladım ve diğer kasapları da parçalaya- cağım. Karşıma çıkan herkesi. Hapishaneye gitmeliyim çünkü vicdanım beni bir katil olarak yaşamaya bırakmıyor. Devlet, evimiz ve her şey için önlemler aldı, burada çalışmak için de. İtalyan devletinin ve parlamentosunun desteğini aldım. Moza, Amerika Kongresi’nde senin ve benim için bir konuşma yaptı. O, Başkan Bush’un dışişleri yardımcısının asistanı oldu. Seni seviyorum, gökyüzünün gülü! Ve unutma, çabuk kalk! Burada ‘La Scala’da keman çalma hayalini gerçekleştirelim. Ve bil ki sen ve sevgin olmadan hiçbir şeyin anlamı yok. Benim hayatı- mın sen olmadan hiçbir anlamı yok, bu yüzden kendine dikkat et ve kendine iyi bak. Mahkemeye yakında çıkmayı ve kaderi- min belirlenmesini umuyorum. Dokunulmazlığımı ve diploma-
tik pasaportumu teslim edeceğim, Arnavutluk Parlamentosuna bir mektup göndereceğim. Talebimin bir kopyasını bugün İtal- yan hükümetine de gönderiyorum, çünkü diplomatik koruma istemiyorum. Bugün diplomatik pasaportumu teslim edeceğim çünkü artık istemiyorum. İtalyan vatandaşlığı kazanacağımı- zı söylemeyi unuttum. Ne söylediğimi bilmiyorum çünkü çok heyecanlıyım ve belki kendimi tekrar ediyorum. Bak! Tanrı seni tekrar bana getirdi, trenle o zaman olduğu gibi. Bu güzel bir tanışma değil miydi?! Kimse inanmaz. Gazetecilere nasıl tanıştığımızı söylediğimde düşün. Sen ve Moza ile gülmem geliyor. Kabinden beni kovmak istediniz değil mi? Belki beni bir boksör sandınız, kim bilir. Neyse, seni görür görmez sana aşık oldum, seni sevmediğimi numara yapsam bile.
Tanrı bizi tanıştırmak istedi çünkü ben yetimim ve her yerde acı çektim. Ve şimdi Fantocit’in de işleri ters gidiyor. Her şey bana oluyor. Ahaha… Yapacak bir şeyim yok, kade- rime boyun eğeceğim. Ama kaderimi kendim imzalayacağım. Kötülerle kötü biri olarak bile, çünkü maalesef başka bir dil bilmiyorlar. Bir şeyden daha üzgünüm, Arnavutluktan kaçtık, ama senin kaçırılmandan kaçtık, çünkü kaçmayı hiç düşünme- miştim. Onlarla her yerde kavga ederdim ve nasıl isterlerse.
O solculara Arnavutluğu bıraktığımız için üzgünüz, ama yapacak bir şeyim yok. Bana başka yol bırakmadılar. Arna- vutluk solcuların toprağı olduğunu söyledim. İnsanların zih- niyetini değiştirmek çok zor olacak. Yoksulluğa ve solcuların onlara yaptığı her şeye katlanıyorlar ve ayağa kalkmıyorlar. Yani Avrupa’nın son ideolojik halkı onlar.
Biz ki değiliz, atalarımızın yaptığı gibi göç etmek zorun- dayız. Görünüşe göre bu iş miras kalmış. Uyanır uyanmaz, beni cezaevinde ziyaret et. Seni bekliyorum ve seni seviyorum. Sen benim hayatımdan daha değerlisin! Kucaklamalar Ardia-
ni, Milano. Bir şey daha, sana mektup yazmayı hiç düşünme- miştim, çünkü komünizmin yıkılmasından sonraki son hare- keti iyi düşünmemiştik. Bize bunu yapanlar Arnavut değiller ve işgalci gibi savaşılması gerekiyor. Kadını elinden almak ve seni vatanından kaçmaya zorlamak kadar kötü bir şey yoktur. Gözyaşlarımı tutuyorum çünkü seni üzmek istemiyorum. Hız- la ayağa kalk! Ve dünya görsün, düşman görsün ki ayaktasın ve kötülüğe karşı tekrar savaşıyorsun. Yakında görüşürüz!
Ardiani, Milano
Oradan çıktı, arabayı aldı ve arabada bekleyen iki subayla birlikte kafeye yöneldiler. Kahveye oturduktan sonra, Ardiani onlara ne yaptıklarını sordu. İyi vakit geçirip geçirmediklerini ve onu beklerken sıkılıp sıkılmadıklarını sordu. -Şef, dediler subaylar. -Dün gece merkezimizle konuştuk. Uzun uzun ko- nuştuk, olayın nasıl geçtiğini ve o tipe ne yaptığımızı anlattık. Hiçbir şeyi saklamadık. Anlıyor musun? Görevimiz, o kişinin öldürülmesi ve suç grubunun yakalanmasıyla sona erdi. Olayı senin dediğin gibi anlattık. Her şey doğru. Burada bütün çeteyi yakaladığımızı anlattık. Orada da aynı şey olmuştu. Birçoğu İtalya’ya iade edilecek ve burada cezalandırılacak. -Çok iyi! dedi Ardiani. O şefler, teslim olmamanı ve tekrar Arnavut- luk’ta ve parlamentoda hoş karşılandığını söylediler. Biz de kesin olarak söylüyoruz ki seni suçlayan hiçbir kanıt bırakma- dık. Hiçbir video görüntüsü, hiçbir biyolojik iz yok. Her şeyi hallettik. Her şey detaylarda temiz, şef. -Biliyordum, dedi Ar- diani. Ve başlarını okşadı. -Biliyordum ki beni seviyorsunuz. Biliyordum ki her şeyi temizleyeceksiniz. Sonra elini Ballis- ti’nin omzuna koydu. -Sizin gibi subaylar Arnavutluk’ta nadir bulunur. Vatansever ve dürüstsünüz. Siz olmasaydınız hiçbir şey başaramazdım. Ve Vlora’nın şefi, benim kardeşimdir. O sinir bozucu adamı seviyorum! Haha, güldü Ardiani.
Hiç durmaz. Her zaman harekette, her şeyi bulana kadar. Tanrı aşkına büyük bir adam. Onu SHIK başkanı yapardım, çünkü komünistlere ve çetelere karşı gelir. O evet! Yediği ekmeği hak ediyor! Böyle adamlar Arnavutluk’u yapar, her gün vatanımızı utandıran bu pislikler değil. -O zaman ne ya- pacağız? dediler subaylar birden. -Siz vatandaşlığı alacak ve Milano ve Roma’da çalışacaksınız. Arnavutluk ofisini, yani SHIK’imizi İtalyan SHIK’i ile koordine edeceksiniz. Müdürle konuştum. Yarın vatandaşlığınız çıkacak ve işe devam ede- ceksiniz. Arnavutluktaki ofislerle konuşun ve ayarlayın. Mü- dür yarın sizi imzalamaya bekliyor. -Peki siz ne yapacaksınız beyefendi? dediler onlar. -Kararınızı kesin olarak verdiniz mi? ve başlarını aşağı eğdiler, neredeyse ağlayacaklardı. -Başını- zı kaldırın! dedi Ardiani. -Hiçbir kötülük yapmadık ve suçlu değiliz, ama bu acıyla yaşayamam. Sözde işlediğim suç için hesap vermek istiyorum. Ben katil değilim ve asla olmazdım ama zorlandım. Ve vicdanımı rahatlatmak ve adaletin yerini bulması için burada suç mahallinde tutuklanmam ve hapsedil- mem gerekiyor. -Efendim! dediler onlar. Her şeyi temizledik. Hiçbir kanıt yok,” dedi subaylar tekrar. “Haaaaaayır!” diye sözlerini kesti. “Beni sevdiğinizi biliyorum. Pislik birini or- tadan kaldırdığımızı biliyorum. Onun sokak köpeğinden daha önemli olmadığını biliyorum ama bu üzüntüyle yaşayamam. Beni anlayın. Bu yüzden şimdi Arnavutluk’a göndereceğim bir mektup ile dokunulmazlığımdan feragat edeceğim. Bugün diplomat pasaportumu polise teslim edeceğim. Sıradan bir va- tandaş olarak yargılanacağım. Kendimi suçlayacağım.
“Yapma efendim!” diye yalvardılar. “Karar kesin!” dedi. “Her şeyi teslim edeceğim. Sizinle kahvemi içtikten sonra, bu- gün karşımızdaki karakola teslim olacağım ve hemen tutuk- lanmamı talep edeceğim.” “Çok üzgünüz efendim. Kardeşi-
miz gibi acı çekiyoruz. Sizin kardeşiniz yok, bu yüzden biz sizin kardeşleriniziz. Sizi asla yalnız bırakmayacağız. Hapse gitmek mi istiyorsunuz? Sizi hiç anlamıyoruz, çünkü iyi de- ğilsiniz. Travma geçirdiniz, ama sizi orada bırakmayacağız. Siz karışmamışsınız diye kanıt ve deliller getireceğiz. Onun adi bir suçlu ve merhametsiz bir katil olduğunu, kurşunu hak ettiğini göstereceğiz. Tanrı intikam aldı, çünkü o adamın kaç kişi öldürdüğü ve tecavüz ettiği biliniyor. Arnavutluk ve İtal- ya’da yüzlerce masum kız ve erkeği öldürdü. Cinayetleri ve kaçırmaları içeren birkaç saatlik görüntüler hazırladık, bunları savcılığa sunacağız. Sizi durduramayacağımızı biliyoruz ama sizi yasal olarak savunacağız. Bunu engelleyemezsiniz. Şu an Milano’nun en iyi avukatını arıyoruz. Sizi mahkum etmeyece- ğiz. Dona da dışarıda bekliyor. “O iyileşecek,” dedi Ardiani. “İtalyan profesör bana garanti verdi.” “Öö, bravo! Şükürler olsun! Onun sadece sarsıldığını biliyorduk,” dediler subaylar, fincandaki kahvelerini bitirip seslerini daha iyi ayarlamak için bir bardak su içtiler. İkisi de çok üzgün ve başları öne eğik- ti. Dışarısı hala çok sıcaktı. Neden olduğunu bilmiyorum ama böyleydi. Hafif bir rüzgar esiyordu, ama işe yaramıyordu. Ar- diani onları üzgün görünce dedi ki:
“Teşekkür ederim! Siz benim kardeşlerimsiniz! Emirle- rimi yerine getirmeyi unutmayın. SHIK’in Vlora şefine selam söyleyin. Onu da seviyorum. Onu asla unutmayacağım.” “Ha- haha,” diye güldüler üçü de. Kısa bir aradan sonra, Ardiani bir dakika düşündükten sonra dedi ki:
“Eğer kahvenizi bitirdiyseniz, beni karakola kadar eşlik edin ve orada ayrılın.” “Haaaayır,” dediler. “Milano’da ka- lacağız, masumiyetini kazanana kadar.” “O zaman kalkalım ve gidelim.” Üçü de kalktı ve arabaya bindi. Ballisti Ardia- ni’nin kapısını açtı ve onu arka koltuğa oturttu. Ön koltuğa
diğer subay oturdu. On dakika sonra karşıdaki karakola vardı- lar. Orası, çeşitli sorunları için görüşmeye gelen vatandaşları kabul etmeye yeni başlamıştı. Ardiani ve subaylar, karakolun girişindeki sırayı beklediler. Orada önlerinde beş kişi vardı ve hızlı bitmiyor gibi görünüyordu. “Herkesin sorunları ve acıları var,” dedi Ardiani. Ceketini çıkardı ve eline aldı. İnsanlar bu adamın fiziksel büyüklüğüne şaşırdı. Ona sırayı vermek iste- diler ama o nazikçe reddetti. “Hayır,” dedi, “Sıranızı bana ver- menizi istemiyorum. Size saygı duyuyorum!” diye içtenlikle teşekkür etti. Subaylar, Arnavutluk Parlamentosu’nun başkan yardımcısı olan, organize suçla savaşan en ünlü savaşçılardan biri olan şeflerinin davranışına şaşırdılar. Hiçbir zaman üst düzey bir yetkilinin mafya ve suçla doğrudan savaş alanında savaştığı görülmemişti. En büyük kurgularda bile, Hollywood böyle bir senaryoya sahip olmamıştı, bu yüzden bu adam halk ve Tanrı tarafından her türlü övgüyü hak ediyordu,” dedi su- baylar.
“Şef, sıranız geldi,” dediler subaylar ve onu halkı bekle- yen subayın önünde tanıttılar. “Halkla ilişkiler şefiyim,” dedi. “Peki, şef,” dedi bizim subaylarımız, “Biz Arnavutluk polisi subaylarıyız,” ve belgelerini çıkardılar. Subay mutlulukla ba- şını salladı. “Evet,” dedi. “Burada ne arıyorsunuz? Bir sorunu- nuz mu var?” “Hayır, biz,” dediler. “Arkamızdaki kişi Arna- vutluk parlamento başkanı.” Subay gözlerini şaşkınlıkla açtı. “Bu koca adam milletvekili mi?!” diye ekledi. “Evet, evet,” dediler bizim subaylarımız. “Ama onun sorunu ne? Yani an- layamıyorum,” dedi ve şapkasını çıkarıp tekrar takarak başını salladı. “Biz size anlatalım,” dediler subaylar ve resmi bir du- ruş sergilediler. “Biz buraya görevle geldik. Merkezinizi bilgi- lendirdik. Derinlemesine girmeyeceğiz. İki polisin bir operas- yonunu organize ettik. Bizim polisimiz ve sizin polisinize ait.
Çok başarılı olduk. Bunu bildiğinizi düşünüyorum.” “Nasıl bilmem? Bizim ve sizin mafyanın birlikte yakalandığı tutuk- lamalar gibi bir şey yirmi yıldır olmamıştı. Bu bir başarıydı. Tüm İtalya kutladı. Biz de, tüm İtalyan polisleri, sizinle gurur duyduk,” dedi İtalyan subayı.
“Şeflerinin öldürüldüğünü, paketlenip çöp kutusuna atıl- dığını duydum,” dedi İtalyan subay gülerek. “Kendi aralarında öldürdüler,” dedi. “Grubun içindeki rakipler.” “Tam olarak, bu mesele için şefinizle görüşmek istiyoruz,” dediler ve Ardia- ni’nin diplomatik pasaportunu gösterdiler.
Bir dakika sonra, Milano polis şefi üçünü de toplantıya kabul etti. Ardjan’ın önünde durarak ona hoş geldin dileklerin- de bulundular. Bir kahve ve su ikram ettikten sonra, komiser- liğe gelme sebepleri hakkında konuştular.
“Teslim olmaya geldim,” dedi Ardjan.
“Nasıl? Ne anlama geliyor bu?” dedi polis şefi.
“Kasap’ı öldürdüm, bugün çöplükte bulduğunuz adamı.
Onu ben öldürdüm.”
“Anlamıyorum,” dedi komiser. “Siz Arnavutluk Parla- mentosu’nun başkan yardımcısı mısınız?” diye şaşkınlıkla sordu.
“Evet, evet, komiser bey. Benim, ama öncelikle diploma- tik pasaportumu teslim etmek ve bu cinayeti üstlenmek istiyo- rum. Tiran’dan diplomatik ve milletvekili dokunulmazlığımı kaldırmalarını istedim. Bu mesele hiçbir sorun teşkil etmiyor,” dedi Ardjan.
“Yine anlamıyorum,” dedi komiser, ayağa kalkıp şapka- sını çıkarırken. “Kendinizi suçluyorsunuz.”
“Evet, evet,” dedi Ardjan tekrar.
“Bu, benim başıma ilk defa geliyor,” dedi komiser. “Böy- le bir durum hiç olmamıştı.”
“Komiser, lütfen yasaya uygun şekilde hareket edin,” dedi Ardjan.
“Peki,” dedi komiser. “Üstlerimle birkaç telefon görüşme- si yapacağım ve size bilgi vereceğim. Lütfen koridorda bekle- yin,” dedi şaşkınlık içinde, şapkasını yeniden takarak masanın üzerine başka bir şey koyarken. Sonra dahili telefonun ahize- sini alarak genel müdürüyle konuştu. Üçü, ikinci kattaki ko- ridorda, geniş olmasa da çok uzun olan bir yerde beklediler. Burası dolu odalar ve gelip giden birçok müfettişle doluydu. Herkes, koridorda bekleyen uzun boylu ve büyük üç kişiyi me- rakla izliyordu. On dakika sonra kapı açıldı ve komiser çıktı.
“Bakın beyefendi, diplomatik dokunulmazlık nedeniyle sizi tutuklayamayız çünkü hala Arnavutluk diplomatisiniz. Sizi tutuklama prosedürlerinin tamamlanması bir ay sürer. Bu arada, bugün serbestsiniz ve size kartvizitimi veriyorum. Öğleden sonra buluşup birlikte kahve içeriz çünkü bazen, yakınlarının ölümünden travma yaşayan kişiler buraya gelip kendilerini suçlarlar. Bu konuda hiçbir delilimiz yok. Gidin ve bir psikiyatriste görünün, çünkü soruşturma devam ederken, tekrar ediyorum, sizi bu olayla bağlantılı gösteren hiçbir delil yok. Olaydan dolayı sarsılmış olabilirsiniz ve ne söylediğinizi anlamıyor olabilirsiniz. Size bir psikolog numarası vereceğim. O benim arkadaşım. Onunla konuşun. Belki bir psikologa ih- tiyacınız vardır çünkü sizi tutuklayamam. Hele delil olmadan. Beyan eden vatandaşlar var: ‘Amerikan başkanını öldürdüm’ diyorlar ve her tür şey, çünkü zihinleri yerinde değil. Modern toplumun getirdiği birçok sağlık sorunu var, iklim değişiklik- leri veya başka tür sorunlar dışında.”
Ardjan konuşmuyordu, sadece dinliyordu, bizim memur- larımız İtalyan meslektaşlarına hak verdiler. “Bizi anlayamaz-
lar,” dediler Arnavutça, “Çünkü sen suç işlemedin şef. Halü- sinasyon görmüşsün. İyi değilsin. Seni muayene ettireceğiz.”
“Ahaha,” güldü Ardjan. “Sizi ölüme bırakmazlar,” biz Ti- ran’da böyle deriz.
“Beyefendi,” dedi bizim memur. “Sizi suçlu gösteren hiç- bir delil yok, bu yüzden gitmeliyiz çünkü rezil olduk ve bizi aptal sanacaklar. Haklısınız,” dedi Arnavutça.
Sonra Ardjan tekrar İtalyan polisin önüne çıktı ve dedi ki: “Komiser, beni tutuklamanız için ne söylemem gerekiyor? Kasabı parçalara ayırdığımı, paketleyip çöp kutusuna attığımı söylemem mi lazım? Evet, eğer birini her gün görürsem, her gün aynı şeyi yapacağım. Benim kim olduğumu herkese gös- tereceğim. Özellikle o pisliklere ve onları destekleyen herkese. Tanrı onları cezalandırsın!” Kendini haç işareti yaptı. Sonra duasını Tanrı’ya iletmek için gözlerini gökyüzüne çevirdi. Bir süre sessizce durduktan sonra dedi ki: “Onlar en kötü şeyleri hak ediyor. Onlar ve onların soyundan gelenler. Tüm akrabala- rı. Sonra yüksek sesle devam etti: “Bu alçaklar bizi deli ediyor. Tanrı’nın bize verdiği hayatı yaşamamıza izin vermiyorlar.”
“Tamam,” dedi komiser. “Sakin ol! Gidin. Size her şeyi bildireceğim. Bir kahve içmek için buluşalım, orada konuşu- ruz.”
“Duy, “dedi sinirli Ardjan. “Ben uluslararası bir yazarım. Ruhsal olarak kötü bir durumdayım. Hey, bak ne hale geldim, bir serseri ve suçlu oldum, çünkü onlar beni böyle yaptı. Onlar beni bu hale getirdi ki, intikamımı onlardan alayım ve onla- rın arkadaşlarının, kadınları ve kızları öldürüp tecavüz etmeyi akıllarına getirmemelerini sağlamak için. Bu suç mafya tara- fından finanse ediliyor, komiser, bu yüzden ülkemin bu suç sarmalından çıkmasına yardımcı olun.”
Komiser hiç konuşmuyordu.
“Beyefendi milletvekili,” dedi. “Sizi istediğiniz yere ye- meğe davet ediyorum ve açık ve sorunsuz bir şekilde konu- şuruz,” diye tekrar etti. “Senin söylediklerinle, sana kelepçe takamam çünkü diplomatik dokunulmazlığın var. Ayrıca, su- çüstü yakalanman ve her şeyin filme alınması ve belgelenmesi gerekirdi. Çok iş var. Ama sizin durumunuzda suçüstü yaka- lanmanız gerekirdi. Bu bir kural şef,” dedi komiser. “Diplo- mat, ancak suçüstü yakalanır, aksi takdirde yapacak bir şey yok. Ve ikincisi, hiç delil yok. Hiçbir polis ekibi size karşı ifade vermedi veya beyanatta bulunmadı, bu yüzden, sadece özel olarak sizi tutuklamak kalıyor,” Ve tekrar gülerek Arna- vut memurlara el sallayarak onları sessizce dışarı çıkarmaları- nı söyledi. Sonra ekledi: “Siz de acı çekiyorsunuz. Anlıyorum, ama bunu hem bizim psikoloğun hem de diğer doktorların yar- dımıyla atlatacaksınız. Size psikoloğumla tanıştıracağım. O benim arkadaşım ve çok yetenekli. Ona ihtiyacınız var. Sarsıl- mışsınız. Anlıyorum. Karınız bir çete tarafından rehin alınmış- tı ve sizi suçlamıyorum çünkü suçluluk kompleksi sizi rahatsız ediyor, biliyorum. Biliyorum ki kendinize bu olanlar için suç buluyorsunuz. Biliyorum çünkü benim alanımda böyle feno- menler var. Biliyorum çünkü böyle vakaları inceledim. Çoğu zaman, eşlerden biri.. Jeton kendini sevgilisini kaybettiği için öldürüyor. Bunlar da olur. Sen katil olduğun izlenimini edin- din. Bunlar normal belirtiler. Diğerleri, hareketsizlikleri veya eylemleriyle yakınlarını öldürdükleri izlenimini edinirler ve kendilerini suçlarlar. Yani bu psikolojiktir. Freud bunu doğru bir şekilde tanımlar, -dedi. – Ve size psikoloji kitabından bir sayfa gösteririm, kendi durumunu anlatan, yani suçluluk duy- gusu hakkında.
Freud haklıydı: “Suçluluk duygusu, olayın başlangıcın- dan sonuna kadar beyninizi etkisi altına alan depresyonun temelinde yatar. Ünlü psikoloğun hipotezi, Manchester Üni- versitesi’nden bir ekip nöropsikiyatrist tarafından, depresif kişilerde sağlıklı aşama sırasında bile beyinlerinin normal insanlardan farklı çalıştığını manyetik rezonans görüntüleme sayesinde göstererek doğrulandı. Yani depresyondan kay- naklanan birçok sorun var, sayın milletvekili. Bunlar limbik sistem, duyguların işlendiği bir dizi sinir yapısı ve sosyal du- rumları hatırlayan ve analiz eden sağ anterior temporal kor- tekstir. Freud’un teorilerine göre, depresif bir kişinin duygusal devrelerden uzak tutulan psikolojik yaralar, zaman bağlamın- da alınır. İngiliz nöropsikiyatristler, depresyon geçmişi olan 25 kişinin beynindeki bilişsel süreçleri, bu tür belirtileri hiç yaşamamış 22 kişiyle karşılaştırarak fotoğrafladılar. Bu şekil- de, depresiflerin çoğunluğunda beynin iki kısmının “sintonik olmayan” işlenmesini belirlediler. Bu, anlaması zor bir hasta- lık,-dedi İtalyan komiser.
Bak, Freud’u okudum. Beyin fonksiyonu hakkında birçok farklı görüş var, ama daha fazla ısrar etmeyeceğim, -dedi Ar- dian. – Kesinlikle bir psikologla görüşmelisiniz, -dedi komiser ve özel numarasını bir kartvizite yazılı olarak verdi. Ardian aldı, itiraz etmedi ve Arnavut subaylarına dönüp güldü. – Bu adam bizi aptal yerine koydu, -dedi alçak sesle. – Evet, yapa- cak bir şeyim yok. Ben görevimi yaptım, yani artık Tanrı’nın önünde suçlu değilim, -diye iç çekti Ardian.
Şef, sana delil olmadan durdurmayacaklarını söyledik. Seni aptal yerine koyarlar. Şimdi gerçeği gördüğün için anla- dın. O adam önünde titriyordu ve sen ona seni tutuklamasını
söylüyordun. O çok nazikti, çünkü ben direkt dışarı atardım,
-dedi Ballsiti öfkeyle. Sonra biraz duraksadı ve şöyle dedi: “Artık rahatladık ve seni durdurmadıkları için çok mutluyuz. Yani tutuklanmadın, çünkü bunlar tehlikeli tipler. İtalyan po- lisinden ne çıkacağı belli olmaz. Arkadaş gibi davranırlar ve seni tuzağa düşürürler. Bizim durumumuzda, onlar iyi davran- dılar, ismin ve uluslararası şöhretin onları korkuttu. Şef, burada bile seni tanıyorlar. İsmini söylediğin anda, hazır ol pozisyonu alıyorlar. Sen dünyanın en büyük yazarlarından birisin şef!” – diye övündü Ballsiti. – Ayrıca çok iyi bir komando, -dedi diğer subay. – Senin verdiğin yumruğu ringde bile görmedim. Tek vuruşta yere düştü. Hiç böyle bir yumruk görmemiştim.
Bak, -dedi Ardian, – çıkalım ve konuşalım. Çıkalım yani, şükürler olsun, -dediler. – Sonunda çıkmaya ikna oldun. Ve ona sarılıp sevinçle karşıladılar. – Artık tamam, iyi yaptın. Şimdi eskisi gibi geri döndün: Ardian gangster. Ahaha, -diye güldüler. Geri dönmek için yola çıktılar. Komiseri selamladı- lar ve Ardian koridorda düşürdüğü kartviziti almak için geri döndü. – Haydi çocuklar, gidiyoruz, -dedi Ardian, ceketini çı- karıp omzuna attı, yola çıkmaya hazırlanan biri gibi. Polisler yolu açtılar ve şaşkınlıkla izlediler. Üç iri, uzun ve kaslı adam. Bir operasyon olursa, sokakta çetelere karşı düzeni sağlayacak üçlü bir polis ekibi gibiydiler. Üçü kiraladıkları eve gitmek için yola çıktılar. – Bugün güzel bir gün, -dediler. – Yarın veya öbür gün Dona uyanacak ve onunla konuşacağız.
Kim aldı ve tuzağı kuran kimdi, çünkü içeriden birisi yap- mış, -dediler. Ardian da aynı fikirdeydi. Her şey içeriden orga- nize edildi. Bunu, o uyandıktan sonra açıklığa kavuşturacağız. Bir şikayet yapacağız, -dedi Ardian, – çünkü bana göre sek-
reteri tuzağı kurdu, çünkü onu işten çıkarmadı. İşinde bıraktı, kırmızı ve komünist olmasına rağmen. Ona acıdı. Dona kimse- ye zarar vermez, -dedi Ardian. – O bir melek, sokak köpekleri ve kedilerine bile acır. Onları her gördüğünde durur ve besler.
Dona, “Tüm canlılar yaşamayı hak eder. Bu dünyada, şid- detli çatışmalar ve entrikalar her yerde. Tüm yaratıkların ruhu vardır ve ruhları sessizdir, bu yüzden hayvanları sevmeliyiz ve onlara bakmalıyız. Bu bizim görevimiz,” der. Hatta et bile yemez çünkü gözlerinin önüne kesilmiş hayvan gelir. Yani ar- kadaşlar, bu kadar iyi ve sevgi dolu bir insana kötülük yapılır mı? Onu bulduğum ve onunla evlendiğim için çok şanslıyım. Bu hayatta aşkı kaybetmiştim. Kadınları sevmiyordum. Öyle olduğum için değil, annem beni yetimhanede terk ettiği için kadınlara hiç güvenmemiştim. Bu yüzden onları hiç sevme- dim, kötü, şeytani ve vicdansız olarak görüyordum. Koltuk- larına yayıldıktan ve telefonla pizza siparişi verdikten sonra, Ardjan’ın cep telefonu çaldı.
-Alo, merhaba, – dedi telefondaki ses.
-İtalya Cumhurbaşkanlığı Personel Dairesi’nden arıyoruz.
-Evet, – dedi Ardjan, buyurun.
-Siz, Arnavutluk’tan Ardjan Vusho, milletvekili ve yazar mısınız?
-Evet, – dedi Ardjan, benim.
-Güzel, – dedi kadın. – Bilgi dairesinin başkanının öneri- si, bu tarih… ve cumhuriyetimizin anayasası uyarınca, cum- hurbaşkanına verdiği yetkiye dayanarak, siz ve iki refakatçi subayınız, eğer eşiniz de dahilse, İtalyan vatandaşlığı kazandı- nız. Eşiniz ne zaman yükselebilir? Çünkü yemin töreni Cum- hurbaşkanlığı’nda yapılacak. Sizi ve olayınızı ünlü kişiler lis-
tesine aldık. Ayrıca Roma Belediyesi’nde yapılacak. Telefonu kapattıktan sonra, size tarih ve günü bildireceğim, çünkü cum- hurbaşkanının takviminde boş bir gün olması gerekiyor. Size böyle söylüyorum çünkü o, sizi ve refakatçi subaylarınızı şah- sen görmek istedi. Bunu bana yükledi, efendim, ve sizi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.
Sizin gibi ünlü kişilere vatandaşlık verme konusunda ilk vakayız. Siz aynı zamanda uluslararası bir yazarsınız ve bi- zimle birlikte birçok şeyi konuşacağınız bir basın toplantısı yapacaksınız. İki ülkenin en tehlikeli çetesinin çökertilmesi için nasıl işbirliği yaptığını konuşacağız. Anlaşıyor muyuz? Cevabınız nedir?
Ardjan, telefonun sonuna kadar hiç konuşmamıştı ve dedi ki: “Tanrı sizi ve başkanınızı kutsasın! Elbette, kabul ediyo- ruz ve telefonunuzu bekliyoruz ve memnuniyetle Roma’ya geleceğiz.” Tabii ki bu harika bir gündü. İki hafta içinde bek- lenmeyen bir şekilde vatandaşlık almak çok sürprizdi. Başka hiç kimse böyle ve bu kadar hızlı vatandaşlık almadı. İtalya, misafirperver bir ülke oldu ve artık onun yeri. Cumhurbaşkan- lığı’ndaki yemin töreninden sonra İtalyan vatandaşı olacak. Yarın Dona’ya gideceğim ve ona göstereceğim, dedi Ardjan, tüm sevinciyle subay arkadaşlarına.
-Gerçekten İtalyan polisi ve Bilgi Servisi için de mi çalı- şacağız? – dediler.
-Evet, – dedi Ardjan. – Benim yalan söylediğimi veya bana yalan söylendiğini nerede gördünüz ki! – Hayır, – dedi- ler hepsi neşeyle. – Bize bir yaşam fırsatı verdiniz, – dediler tüm alçakgönüllülükle iki Arnavut subayı. İtalyanca’yı çok iyi biliyorsunuz ve işinizi de çok iyi biliyorsunuz. İtalyan SHIK (Gizli Servis) müdürü, benimle birlikte Arnavut subaylardan oluşan özel bir birim oluşturmayı düşündü, yani siz ve İtal-
yan subaylarla. İnsan kaçakçılığı ve uyuşturucu maddelerinin Arnavutluk’tan İtalya’ya ve geri gitmesini önlemek için bir merkez oluşturacağız. Bunu ben istedim, dedi Ardjan, çünkü kötülüğü kaynağında savaşmamız gerekiyor. İşe başladığınız- da, Arnavutluk’taki tüm fuhuş merkezlerini ve Roma ve di- ğer İtalyan şehirlerindeki merkezleri bulmanız gerekiyor. Her şeyi filme almalı ve en basit hizmetkârdan liderlerine kadar her şeyi kaydetmelisiniz. Hepsini yakalayana kadar durmaya- cağız. Bu savaş benim savaşım da. Aileniz ve benim için de savaşmalısınız. Ne kadar çok insanı hapse atarsak, toplum için o kadar iyidir.
-Tüm suçluları yakalayacağız, – dedi heyecanlı subaylar.
- Seninle tanışmak ne kadar güzel. Tanrı bizi gördü. Hiçbir zaman burada polis olarak çalışabileceğimizi düşünmemiştik. Bu bir rüya gibi, – dedi Ballisti.
-Gör, – dedi Ardjan. – Takma adını değiştirme, yoksa seni öldürürüm.
-Yoo, biz Ballistiyiz efendim, hem aile olarak hem de köy olarak Vlorë’de.
-Biliyorum, biliyorum, – dedi Ardjan, biraz güldü. – SHIK Vlorë’nin başkanı her şeyi bana bildirdi. O büyük bir adam, – dediler subaylar ve güldüler. – O, komünistleri hiç umursamıyor efendim. Çok cesur. Ve korkuyorum ki bir bom- baya veya ne bileyim başka bir şeye hedef olabilir, – dedi Bal- listi. Ama, bana en küçük tehlike hakkında bilgi vereceğini söyledi ve biz hemen oraya gideceğiz. Şimdi Avrupa Birliği pasaportlarını alıyoruz, bizim gibi kim var! Diğerleri üç aylık vize için milyonlar ödüyor, biz ise paşalar gibi. İtalyan polisi- nin bu pisliklerinin kontrollerini umursamıyoruz. Arnavutlara çok kötü davranıyorlar efendim, – dediler Arnavut subaylar. İçişleri Bakanı’nı bilgilendirmemiz gerekiyor, – dedi Ardjan.
- Bize, karşı karşıya geldiğimiz her şey ve İtalyan polisinin na- sıl yozlaştırıldığı hakkında bir not hazırlayın ve doğrudan bu gece gönderin, – Subaylar çok heyecanlıydı. – İşte şimdi hazırlayacağım, – dedi Ballisti ve diğer subay laptopunu alıp notunu İtalyanca yazmaya başladı.
-Sen bir kurumsun efendim, – dediler iki subay Ardjan’a.
- Her zaman hazırsın, hatta bugün karakolda bir sorun yaşasan Sorun değil. Yaşadığın travma yüzünden. Sana kızmıyo- ruz, ama çok dürüst bir şefsiniz. Hiçbir zaman bu kadar yüksek rütbeli bir yetkilinin, uluslararası önemi olan birinin bu kadar sade ve ilkesel olduğunu görmemiştik. Bazen bana vaiz gibi geliyorsun efendim. Sen, barış ve sevgi vaazı veren kardina- lere benziyorsun. Seni neyle karşılaştırsak bile, gerçekten bizi şaşırttın. Ve çok güçlü birisin, aman Allah’ım. Ne yumruk. Şampiyon boksörsün. Boşuna süper ağır sıklet yarışmasına girmiyorsun efendim.
-Ahaha, – diye güldü Ardjan. – Gençken çok boks yap- mıştım, okulda, salonlarda. Gazeteci olduktan sonra da dü- zenli olarak boks antrenmanı yaptım, ama gazeteci ve yazar olduğum için bu iki işi bırakmam mümkün değil. Profesyonel işimi asla bırakmam. Şimdi diğer romanlarım için yayın evle- rinin kontrat tekliflerini göreceğiz. Bir roman yazmak zor mu?
- Biz böyle bir şeyi asla yapmayız.
Evet, zor. Roman yazmak çok iş gerektirir, ama Tanrı herkese mesleklerini vermiştir. Siz, Tanrı tarafından çok yete- nekli ve vatanına sadık polisler oldunuz. Ardjan ayağa kalktı, pencereye doğru yürüdü ve konuyu değiştirdi. Bugün güzel bir gün arkadaşlar, dedi Ardjan. Ardjan, biraz eğilip Ballisti’nin ne yazdığını gördükten sonra, Çok iyi yazmışsın. Devam et! dedi memoya. Ama ben artık başkan yardımcısı değilim.
Sen şefsin, dediler. Resmen parlamentodan istifanın onaylanması gerekiyor. Ve sen istifanı meclis salonunda ver- melisin. Resmi gazetede yayınlandıktan sonra iş tamamlanmış olacak.
Evet, biliyorum, ama parlamentoya başkana bir mektup yazdım ve ne olduğunu bilmiyorum. Mektup ne kadar sürede oraya gider?
Bir hafta sürer, dediler memurlar.
Öyleyse neden cevap yok ve telefon etmediler?
Evet, dedik ya, dediler iki memur. Bir hukuki prosedür var, dediğimiz gibi. Başka türlü onaylanamaz, çünkü yasa böyle. Onlar da yasayı yapıyorlar ve hata yapmazlar.
Tamam, dedi Ardjan. Unuttum. Çok stres yaşadım ve belki doktor haklıdır, polis komiseri… Ben de bir psikologla görüşmeliyim. Sürekli unutuyorum ve olaylar uyduruyorum. Sanki aklımı kaçırmışım gibi geliyor. Eğer bir şeyler ters gi- derse bana yardımcı olmalısınız. Değil mi?
Tabii ki, seni asla yalnız bırakmayız. Her gün sana gele- ceğiz ve ihtiyacın olan her şeyi soracağız. Nerede yaşadığını göreceğiz ve güvenliğini organize edeceğiz. En az üç ay bu- rada olacağız, çünkü şef grubunun intikamından korkuyoruz. Korku anlamında değil, ama onlar hain ve beklenmedik za- manlarda saldırabilirler.
Biliyorum, biliyorum, dedi Ardjan. Güvenlikçidirler.
Tamam, dediler. O yüzden seni Milano’da mı yoksa Ro- ma’da mı yerleştireceğimizi göreceğiz. Nerede olmak istersin şef?
Hayır, Milano’da olmak istiyorum. Onlardan korkmuyo- rum, denesinler! dedi Ardjan. Dünyada benden korkan kimse yok, ama dikkatliyim. İkincisi: Milano’da kalacağım çünkü Donika da buraya gelecek. Donika, ‘La Scala’ orkestrasında yarışmak istiyor. Hastaneden çıkınca. Bu konuda eminim, dedi Ardjan. Tanıştığımız günden beri bu rüyayı taşıyor. Bura- da kalacağız, bu yüzden. Yataktan kalkar kalkmaz bunu bana isteyecek. Ben de bunu bozmak istemiyorum.
Bu zor, dediler memurlar. Bu tiyatroda burada başarılı ol- mak zor.
Bunlar ırkçı şef. Göçmenler hakkında söylediklerine bak. Nasıl hakaret ediyorlar… Biz çocukluktan beri dili bildiğimiz için, biz onlara İtalyan gibi görünüyoruz.
Evet, dedi Ardjan. Her yerde ırkçılık var, ama biz onlara devlet nasıl yönetilir göstereceğiz. Çeteleri nasıl çöktürdüğü- müzü ve Arnavutluk’tan buraya getirdiğim ekibi göstereceğiz. İşinizi ve benim işimi gördüklerinde, kapınızı çalanın kim ol- duğunu anlayacaklar.
Biliyoruz, biliyoruz şef. Seninle her zorluğu aşarız. Bura- da seni durduracak kimse yok. Ne kadar sevdiklerini ve saygı duyduklarını gördük. Burada kaldığın için iyi yaptığını düşü- nüyorum. Artık ormana geri dönmeyeceksin. Artık savaş gü- cün ve böyle bir iç savaş politikası için gücün kalmadı. Git ve
geri dönme. Aileni tecavüz eden ve seni üzüntüden delirten yerden git. Vatanın seni istemedi şef. Üzgünüz ama bu böyle. Kriminalleri yapanlar eğitimsiz, parti yanlısı ve güvenlikçi ki- şilerdi. Hepsi doğru!
Evet… Seni saldırmak, Skanderbeg’in anıtına veya Ar- navutluk’taki kiliselere ve camilere saldırmak gibidir. Bütün Arnavutlar seninle gurur duyuyor. Sen dünyanın her yerinde en tanınmış yaşayan Arnavutsun. Bak, sana İtalyan devleti ev vermediği ve tüm hayallerini gerçekleştiremediği için bu sade- ce yazıp iyi konuşmakla olur. Görüyorsun, devletin tüm yet- kilileri sana eğiliyor, oysa Arnavutluk’ta aileni hedef aldılar. Bu çok ağır. Biz de başına gelenlerden çok üzüldük ve burada kalıp, Arnavut kadınlarını ve kızlarını kaçıran diğer grupları acımasızca vurmayı kabul ettik. Bu, seni ve tüm fakir ve ko- runmasız insanları savunmak için savaştır. Bu tür eylemler ya- pan herkesi uyarı yapmadan öldüreceğiz. Kemiklerini asidinde eritip çöpe atacağız. Hiçbir mezar hakkı dahi vermeyeceğiz. Arnavut, Arnavuta böyle yapmaz. Yüzyıllardır birbirimizi öl- dürdük ama kadınları asla rahatsız etmedik. Bu yüzden Samir sana bir borç daha var çünkü karını rehin aldı. Bu yüzden ce- saretlerini ve akrabalarını çekmeliler, çünkü Samir her şeyden yoksun. Bu pislikler acımasız ve kan içici. Seni eve yerleş- tirmelerini ve İtalyan ve Arnavut polisleriyle güvende olma- nı sağlayacağız. Her gün evini koruyacağız, çünkü dikkat ve bilgi savaşın anahtarıdır. Sadece bir savaşı kazandık ama savaş uzun. Mafya her zaman yeniden doğar ve her seferinde başını kesmelidir. Değil mi şef? dediler memurlar.
Evet, benim gibi konuşuyorsunuz. Kopyam oldunuz, dedi Ardjan, kendi sözlerine hafifçe gülerken.
Peki, biz nasıl senin gibi olabiliriz şef! dediler memurlar. Birbirlerine bakarak, “Sana ulaşma teorik şansımız yok,” dedi- ler. “Sana denk geldiğimiz için şanslıyız, bu kesin. İşte, İtalyan vatandaşlığı bile aldık ve Vlorë’deki polislikten, şimdi on iki milyonluk bir şehirde polis olduk. Hayat bize böyle gülümse- di.” dediler. “Şef, büyük bir insansın ve seni seviyoruz,” diye eklediler. İkisi de hiç soru sormadan, hemen kucaklaştılar. “İn- sanlığın senin gibi insanlara ihtiyacı var, efendim,” dediler.
“Hayatınızın bir daha asla talihsizlik yaşamayacağına inanıyoruz, çünkü siz her gün daha iyi bir hayatı hak ediyorsu- nuz. Siz iyi ve çok sevgi dolu bir insansınız. Tanrı size yardım etsin! Ve Laç Katedrali de!” dedi Ballisti. “Amin!” dedi Ard- jani. “Size de Tanrı yeni görevlerinizde ve yeni yaşamınızda yardım etsin!”
“Şef,” dediler, “Ne yapacaksın? Yarın Dona’ya mı gide- ceksin yoksa bugün mü?”
“Yarın akşam,” dedi Ardjani. “Sanırım henüz uyanma- mış, çünkü bugün orada kalmama izin vermediler, sürekli doğrulama yapıp kamerayla çekim yaptılar. Normal, çünkü yüksek güvenlikli bir klinik, ama endişelenmiyorum. Yine de, geceyi eşimle geçirebilmem için birkaç gün daha geçmesini bekliyorum. Belki iki hafta içinde tamamen iyileşir. Umarım Tanrı da bunu ister!” dediler ofiserler ve ellerini gökyüzüne kaldırdılar. “O da en iyi şekilde yaşamayı hak ediyor, çünkü mafya ve komünist güvenlik saldırısından çok çekti. Ben de onu savunmak için borçluyum,” dedi Ardjani. “O, şikayet et- meyen ve kendisi hakkında konuşmayan bir insan. Çok üzgü-
nüm. O yatağında görünce kalbim yerinden çıktı. Neredeyse kalp krizi geçirecektim, yüzü şişmiş ve çok kötü görünüyordu. Yüzüne darbe almış ve çok işkence gördüğü belli. Ardjani acı- dan bütünüyle çökmüş gibi göründü, sanki tüm o dev adam küçülmüştü, ama toparlandı ve şöyle dedi: ‘O asla pes etmez ve hiç pes etmedi. Komünistlerle açıkça savaştı. Herkes bili- yor. Öncelikle gücünü, sonra da demokrasiye, Arnavutluğa ve bana olan sevgisini biliyoruz. Benim yüzümden başına geldi, ama intikamını alacağım ve her gün bu pisliklerle savaşaca- ğım. Hiç kimse benden kaçamayacak. Burada kalacağım ve hayatlarını cehenneme çevireceğim. Hiçbir Arnavut kadını böyle bir muameleyi hak etmiyor. Sonuçta, biz Arnavut ka- dınlarından doğduk. Onlar her türlü övgüyü ve fedakarlığı hak ediyorlar. Arnavutluk’un iyiliği için, onlar en iyi şekilde ve en çok özenle muamele görmelidir. Vatanımız anne ve babadan başlar. Onlar olmadan hiçbir şey yok. Bizi doğuranlar pren- ses gibi muamele görmelidir, çünkü anneler olmadan hayat ve süreklilik olmaz. Ama bu köpekler anneler tarafından değil, köpekler tarafından doğurulmuş. Korunmasız, hasta ya da fa- kir kadınlara zerre merhametleri yok. Fakir olanlar da saygıyı, nazı ve adaleti hak ediyor. Onlara iş ve barınak bulmalıyız, böylece çocuklarını büyütebilirler. Yüksek maaşlar ve hayat sigortaları olmalı. Avrupa’lı gibi muamele görmeliler, seks kölesi gibi değil. Bu yüzden, bugün ve gelecekte savaşımız bu. Tabii ki, milli mesele de ajandamda olacak. Arnavutluk ve Kosova için elimden geleni yapacağım. Kosova babamı- zın toprağı ve Kosovalı olduğumla gurur duyuyorum. Özgür- lüğünü ve demokrasisini kazanacak. Ve ben, ikinci vatanım olan Peja için her an savaşmaya hazırım. Sırplarla savaşacağız ve topraklarımızı özgürleştireceğiz. O barbarların orada böy- le zulüm yapmasının anlamı yok. Bunu CNN’de yapacağım
röportajda ve Amerikan Kongresi’nde de söyleyeceğim. Ko- sova’nın meselesini her yerde gündeme getireceğim. Vatanım Ni ’ten başlayıp, Molla e Kuqe’ye kadar ve Preveze’ye kadar Ambrakia Körfezi’nde sona eriyor. Bunu kimse inkar ede- mez. Özellikle komşu Yunanlılar ve Sırplar. Hayat böyle işte, dostlar,” dedi. “Güçlü olan kazanır. Ve en güçlüler bunlar, bu barbar Sırp-Yunanlar. Onlara cevap vermeliyiz. Ama sade- ce birbirimizi öldürüp tecavüz etmek yerine, Arnavutları bir araya getirip Arnavutluk’u seven liderlerle hareket etmeliyiz. Bu acı verici,” dedi. “Arnavutluk, anti-Arnavut politikalarla boşaltılıyor. Komşu ülkelerimizin sessiz ölüm politikalarıyla, hepimizi bölüp zayıf bırakmak için uğraşıyorlar, böylece hiç- bir zaman karşı koyamayalım. Bu, akademisyenlerinin poli- tikasıdır ve ulusumuzu yok etme planları yüz yıldan fazla bir süredir gerçeğe dönüşüyor. Biz de yanıt veremedik, çünkü za- yıf bir milletiz ve düşmanlarımız tarafından etkilenmişiz. Sa- dece beş kuruş için birbirimizi öldürüyoruz. Bundan fazlasını yapmıyoruz. İç savaş hiç ayrılmadı, ne yapalım. Örneğin, bana birkaç pislik saldırdı. Ne yapmalıydım? Kadınımı kaçırdıkla- rında kollarımı bağlayıp mı oturmalıydım?! Hayır!! Oturmaz- dım. Ben de öldürürdüm. Kesin bir yemin ettim. Bütün suçlu- ları yok edeceğim, yani bu tür eylemler gerçekleştiren herkesi. Herkes kapımda olacak, eğer ben kaçakçılık yaptıklarını fark edersem.” Ardjani, oficerlerle konuşurken oldukça tutkulu ve aynı zamanda öfkeli görünüyordu. Onlar sadece dinliyorlardı, konuşmuyorlardı. Ardjani, şunları söyledi:
“Bu durum, toplumumuzda yaygınlaşan ahlaki çöküş ve dejenerasyondan kaynaklanıyor. Birbirimize gizlice sal- dırıyor, yani arkamızdan iş çevirmeye devam ediyoruz. NA- TO’dan yardım almak zorundayım ki eşimi bulabileyim. Eğer
ben hiç kimse olsaydım, eşimi bulmam imkansız olurdu. Tıpkı diğer binlerce basit insanın ailelerini bulamadıkları gibi. On- lar hayatları boyunca insanlarını bulamadıkları için ağlıyorlar ve kızlarının veya eşlerinin nerede olduğunu bilmiyorlar. Bu yüzden güçlü ve hassas bir ekip oluşturacağız. Savaş için hazır olacağız. Şu anda savaşa başlasam bile Donika’nın ne zaman uyanacağını bilmiyorum,” dedi bütün umutsuzlukla. Tekrar koltuğa oturdu ve devam etti:
“Duygularımı ve içimdeki her şeyi ifade edemedim, çün- kü burada İtalyan profesörler ve polis vardı. Ama ona bir mek- tup yazmayı düşünüyorum ki, uyanınca ilk olarak göreceği şey bu olsun. Belki affeder, ve her zamanki gibi birlikte oluruz,” dedi. Gözyaşları yüzünden döküldü ve masaya düştü. O, olay- dan dolayı tamamen umutsuz ve Donika’ya olan sevgisiyle doluydu.
“O seni suçlamamalı,” dediler memurlar. “Çünkü senin hiçbir suçun yoktu ve eşini bulana kadar hayatını savaştın. Şef, bunu asla unutmadık. Ayrıca Donika’nın esaret günlerinde yazdığı bir günlük aldık,” dedi biri.
“Nerede?” diye sordu Ardjani.
“Çantamda,” dedi memur ve elini odasına doğru hareket ettirdi. “Gerektiğini düşünmedim,” dedi.
“Evet, getir lütfen,” dedi Ardjani.
“Uuu, neler yazmış. O oraya neler yazmış,” dedi memur kendi kendine, çok geçmeden Donika’nın günlüğünü getirdi.
“İşte şef, getirdim,” dedi. “Al.” Ardjani titreyen elini uzattı ve dikkatlice masanın üzerine koydu. “Şu anda açamam, çünkü çok duygusalım ve kalp krizi geçirebilirim,” dedi Ard- jani.
“Ama hazırlanıp sonra okuyacağım, çünkü önünüzde ağlayacağım ve bu beni rahat hissettirmiyor,” dedi Ardjani. “Yoksa ‘ağlayan köylüler’ derler,” dedi.
“Hayır, şef, biz böyle demeyiz,” dediler ve başlarını eğ- diler. Gözlerinden yaşlar aktı. Biz, bir aşk ve büyük bir traje- dinin tanıklarıyız. Sen, iyiliğin zirvesisin şef. Ve çektiğin tüm bu acıları hak etmiyorsun.
“Eh,” dedi Ardjani ve göğsündeki nefesi bıraktı. Ardın- dan büyük bir acı ve üzüntüyle inledi, bu duygular dev bir vü- cudunu kapladı.
“‘Peygamber’e’ karşı çok haksızlık yapıldı şef,” dediler. “Ama sonunda kazandı. Sen de aynı şekilde çok acı çektin şef,” dediler memurlar ve onu biraz olsun teselli etmeye çalıştılar.
“Üzülme, kötülük gitti!” dediler. “Kur’an’ın söylediği gibi, geceden sonra gün gelir ve kederden sonra mutluluk ve sevinç gelir. Belki Tanrı, seni bu üzüntü ve keder işaretiyle sınadı ama sen, yiğitler gibi direndin. Bütün Vloralılar seni övgüyle anıyor, kimseyi umursamadan suçla ve zalimlerle sa- vaşan bir dev gibi çıkıyorsun. Düşünüyorum ki, çocukların ve torunların seninle gurur duyacak ve hikayelerini nesilden nesi- le anlatacak. Sen bir savaşçı insandın ve asla teslim olmadın.
Hiçbir kasap seni alt edemedi ve sonunda kendisi kasaplıkta sona erdi. İnsanlar, senin için şarkılar söyleyecek çünkü sen de ulusal mesele için savaşıyorsun. Demokrasi ve Batı’nın Ar- navutluk’a gelmesi için savaşıyorsun ve bizler Avrupa ülkesi olacağız, tarihte bize düşen yeri alacağız. Kesinlikle sen, çif- teliyle de ve isopolifoniyle de şarkılara konu olacaksın çünkü sen bizim damadımızsın. Vlora seninle gurur duydu ve seni, en tehlikeli çeteyi parçaladığını öğrendiğinde daha da gurur- lanacak. O çete, piyasadan çoğu mafya ve suçluyu çıkardı. En acımasız çeteydi, sadece öldürüyordu. Hiç kimseyle tartışma yapmıyordu. İnsanlar ona ‘kasap’ takma adını koydu, ki o çete çöplükte sona erdi.”
“Şaşırdım,” dedi Ardjani. “Bu kadar tehlikeli olduklarını mı söyledin?”
“Evet şef, ama neyse, unut gitsin. Artık değiller,” dedi memurlar.
“Ahaha,” dedi üçü birden. Akılları karışmıştı. Nereye gitse, hep Donika’ya geri dönüyordu. Donika’nın nasıl kar- şılayacağını bilmiyorum. Çok endişeliyim,” dedi Ardjani ve başını eğdi. Henüz üzerlerini çıkarmamışlardı ve sadece atlet ve pantolon giymişlerdi. Milano’daki kiralık villanın bekleme odasında oturuyorlardı.
“Eminim ki seni affedecektir,” dedi Ballisti. “Çünkü o da, senin onun için yaptıklarını duyduğunda senin için bir şarkı besteleyecektir. Eminim.”
“Gerçekten mi?!” dedi Ardjani ve onaylamak için gözle- rini açtı.
“Dediğim gibi,” dedi Ballisti. “Halk senin için şarkılar besteleyecek ve o seninle gurur duyacak. Ayrıca çocukların da seninle gurur duyacak,” dedi Ballisti. Ardjani tekrar ayağa kalktı ve konuşmak üzere düşündüğü sözleri güvenceye aldık- tan sonra şunları söyledi:
Tamam! – dedi Ardjan ve ortadaki masanın yanındaki sandalyeye oturdu. Bir kağıt aldı ve yazmaya başladı.
O, komünizmin yıkılmasında öğrenci protestolarına ön- cülük eden başlıca öğrenci olan Donika’ydı. Donika, barışçıl bir devrime öncülük eden kemancı kızdı. Her iki tarafın da silahlarla hazır olduğu bu süreçte, ne polis ne de göstericiler tarafından şiddete izin vermedi. O, uzun ve kıvırcık saçlarıyla güzel bir melekti, herkese öncülük etti ve gözünü kırpmadan liderlik etti. O, sadece gülümseyen ve herkese güç veren iyi- liksever bir insandı, hepimize kazanacağımıza dair güvence verdi. O doğaüstü biriydi. Nasıl ve kimle karşılaştıracağımı bilmiyorum. Ancak onun, Tiran’ın mavi göğünde komünist diktatörlüğü yıkan bir meteor olduğunu söyleyebilirim. Neden Arnavutluk’ta kaldığımızı bilmelisiniz. Ben sebebim. Benim yüzümden. Arnavutluk’u çok seviyordum ve olacağına inanı- yordum. Mimoza bana inanmadı ve benim aracılığımla tanıştı- ğı doktorla Amerika’ya gitti. Bugün bile Amerika’da Dışişleri Bakanlığı’nda yardımcı yardımcı olarak çalışıyor. Kongrede Donika’nın ve benim durumum için bir konuşma yaptı ve beni Arnavutluk’a özgürlüğü getiren yazar olarak tanıttı. Salondaki herkes Donika, Kemancı Kız için ağladı. Onun tüm özgeçmi- şini yaptılar ve onun pluralizmin ilk leyleği olduğunu söyle- diler. Büyükelçiler aracılığıyla demokratik baskı yaparak onu bulmaya çalıştılar. Hem Arnavutluk’ta hem de İtalya’da ona ve Amerikalılara çok minnettarım. Onlar olmasaydı ayakta ka- lamazdık. Biz küçük ve bölünmüş bir halkız. Hiç kimse bizi
sevmiyor, çünkü biz de kendimizi sevmiyoruz. Kendi kötü- lüğümüzüz. Herkes Arnavutluk’tan kaçtı ve kaçmaya devam ediyor çünkü güvenlik mafyaya dönüşerek ülkeyi yaşanamaz hale getirdi. Onların ne vatanı ne ailesi ne de bir şeyi var. Tek bir idealleri var: biz milliyetçileri öldürmek ve Arnavutluk’u kendileri için sömürmek. Çünkü alışkınlar kardeşler. Ne oldu- ğunu umursamıyorlar. Ya iktidarda olacaklar ya da Arnavutluk olmayacak. Normal, silahlarla iktidarı aldılar. Talibanlar gibi, orijinal olarak onlar gibi, bu yüzden kan dökecekler ve iktidarı tekrar şiddetle alacaklar. Yapacak bir şeyim yok, – dedi ve ağladı. Başını iki elinin arasına koymuş ve yarı sesle konuşu- yordu. Başını kaldırdı ama çok üzgün bir şekilde söyledi:
Başka bir alternatif yok, bu yüzden nasıl yapacağımı bil- miyorum. Kendi işimi yaptım. Onlara karşı yazılar yayınla- dım. Demokratlara ve milliyetçilere sosyalistlerin iktidara sa- vaş ve silahlarla geleceğini net bir şekilde belirttim. Bu devrim çok hızlı olacak, önlemler alın. İki uzun yazı yayınladım ve ne yapacaklarını ve ne yapacaklarını açıkladım. Şimdi böyle olacak. Yapacak bir şeyim yok. Arnavutluk uzun süre istik- rarsız kalacak, iç savaşların ve çete iktidarlarının varlığıyla. Kendi işimi yaptım kardeşlerim ve oraya gitmeye niyetim yok. Onlar hiç konuşmadı, sadece başlarını sallayarak onayladılar: Haklısın, – dediler. – Detaylı bilgiler ve İtalyan hizmetine vereceğiz, – dediler subaylar. – Daha fazlasını yapamayız. – Evet, biliyorum, – dedi Ardjan. – Görevimiz açık: ne olacağını göstermek. Onlar başka bir odada toplandılar ve alçak sesle konuştular. Şefi sakinleştirmeliyiz. Dikkatini başka bir şeye çekmeliyiz. – Evet, doğru. Ve akıllarına geldi. Kendi odasına girdiler ve biraz çekingenlikle yaklaşıp söylediler: Evet, hak- lısın şef. Boş durmayacağız. Ne yapmamız gerektiğini söyle.
Yani, bugün planımız nedir şef? Bugün ne yapacağız? – tek- rar sordular subaylar. Onu sakinleştirmek için konuyu değiş- tirdiler: Bugün Donika’ya mı gideceksin? – dediler subaylar,
- değil mi? – Bugün ona bir mektup yazacağım ve her şeyi özetle açıklayacağım, – dedi o bir sessizlikten sonra, – çünkü sarsılmasını istemiyorum. Hikayeyi yavaş yavaş öğrenmesini Sadece oradan çıktıktan sonra açıklayacağız. İyi bir şekilde öğrenmelerini sağlayacağız ve sonra psikologlarla bir- likte ya da kademeli olarak gerçeğe döndüreceğiz. Bu arada ben de Milano’daki tiyatroda iş başvurusu yapacağım. Artık uluslararası üne sahip bir kemancı. Ayrıca vatandaşlık, küçük bir engel olan şey, artık engel değil. Yarın sabah başvuracağım çünkü dün akşam haberlerde operadaki bu kemancıyı istedik- lerini gördüm. Başını kaldırdı ve acıdan gözünden birkaç dam- la yaş geldi, her zaman onun adı geçtiğinde olduğu gibi.
Donika o kadar iyi kemanı biliyor ki, beş dakikada onları sınavdan geçirecek. – Ahaha, – herkes güldü. Onun kemanı bir oyuncak gibi. Avrupa’daki en iyisi, – dedi Ardjan, memnuni- yetten başını kaşıyarak ve gözyaşlarını sevincin yanında bir- leştirerek güldü. Onun ilk turda kazanacağını biliyordu. – Ama bugün ona bir mektup yazacağım ve odasında bırakacağım ki uyanır uyanmaz benim onun yanında olduğumu ve her şeyin eski gibi olduğunu öğrensin. Nasıl mucizevi bir şekilde kur- tulduğunu açıklayacağım ve bizlerin eskisi gibi olduğumuzu belirteceğim. Bizde hiçbir şey değişmiyor. – O zaman yaz, – dediler subaylar. – Biz de odalarımıza döneceğiz. Dinlenece- ğiz ve akşam üçte çıkacağız.
Umarım çeviri ihtiyacınızı karşılar! Mektup!
Milano, 23.11.1995
Kime: Donika Malaj, Kemaneyle Kızım! Sevgili Donika,
Uyuyorsun ve seni uyandırmak istemedim, çünkü derin bir uykudasın ve ülkemizin tarlalarında ve dağlarında rüyalar görüyor olabileceğini düşünüyorum. Donika, sen bir uçan me- lek ve seni karasal hale getirmek için sana yazıyorum. Önce- likle, rüyan kemaneydi ve öyle kalacak. Onu her zaman, ölü- müne kadar yanında bulacaksın. Asla benden ve kemanından ayrılmayacaksın. İkincisi, rüyalarımızı gerçeğe Onlar bunu söylediler ve Ardjani’nin masa üzerinde bıraktığı, beyaz kağıt üzerine yazılmış mektubu okumak için gözlerini açtılar. Mek- tup el yazısıyla yazılmıştı. Sadece bir kez baktılar ve konuş- madılar.
Bu gece klinikaya sen götüreceksin, – dedi Ardjani Bal- list’e.
Sen gitmeyecek misin? – dediler subaylar.
Hayır, hayır. Bu gece değil. Bu gece uyumasına izin ve- receğim ve yarın almaya düşünüyorum, eğer klinikaya izin verirse çünkü sıkı kuralları var ve ben de sıkı kurallara uyuyo- rum. Ardjani yataktan kalktı, Donika için mektubu yazıp dü- zenledikten sonra geri döndü ve uzun yıllardır kullanılmayan eski bir masanın ortasında oturdu. Masaya dikkatle bakarken şunları söyledi:
Arkadaşlar, cumhurbaşkanı tarafından vatandaşlık onay- landı. Nihai mesaj geldi. Hepimiz: ben, Donika ve siz, baş- kanlıkta yemin edeceğiz. Bize yaptıkları büyük bir onur ve biz de bunu iş ile karşılık vereceğiz, – dediler subaylar ve ayakta durarak selam durdular.
Ne yapmalıyız? – dediler sonra. Görevi Arnavutluk’ta na- sıl devredeceğiz?
Hayır, devretmeyeceksiniz, – dedi Ardjani ve görünüşü- nü engellediği için saçlarına elini koyarak başını kaldırdı ve ekledi: – Yemin töreni Roma ile saat üçte. Ve sonra sordu: Kiraladığınız aracı kaç gün daha kullanacağız?
Üç gün daha, – dediler subaylar.
Neden? Kirayı birkaç gün daha uzatalım mı? – diye sor- dular.
Evet, iyi olur, – dedi Ardjani düşünceli bir şekilde. Bir sorun mu var? – diye sordular.
Hayır, ama işlerimizin nasıl iyiye gittiğini görmek tuhaf.
Bir hafta önce intihar etmeye hazırdım.
Şefin tanrısal mucizesini görüyorsun, – dedi subaylar, ona ve tanrıya saygı olarak hafifçe omzuna dokunarak.
Nerede olduğumuzu ve nereye geldiğimizi. Bu yüzden her savaşın sonuna kadar sıkı durulmalı, çünkü sadece tanrı sonu bilir.
Evet, – dedi Ardjani. CNN’den en büyük Amerikan haber televizyonu tarafından aranmayı bekliyorum.
Ne zaman? – dediler, – O zaman odanı düzenleyelim, böyle röportaj yapılmaz. İş için olduğunu düşünüyorum, – dedi Ardjani.
Ouuu, neden bize söylemedin? –
Size söylemedim. Sizden yüklenmek istemedim çünkü benimle hizmet ettiğiniz sürece çok çektiniz. Size minnettarım ve nasıl karşılık vereceğimi bilmiyorum, – dedi Ardjani.
Bize Avrupa vatandaşı yaptın şef. İnanılmaz. Başka bir şey istemiyoruz senden. Bu işin bu kadar hızlı çözülmesi ina- nılmaz. Sen büyüksün! Senden Arnavutluk için yaptıklarını asla unutmayacağız. Sadece adın sayesinde burada hayatta kaldık ve seninle gurur duyuyoruz, hem de damat olarak, – de- diler ve gurur ifadesiyle durdular.
Hımm, tamam, – dedi Ardjani gülerek.
Ben Vlora’nın damadıyım. Bu benim için bir onur. Hiçbir kuzeyli, – dedi, – Vlora’yı sevmez. Bizim için o, milliyetçili- ğin ve Arnavutluk’u devlet yapmanın merkezidir. Hiç kimse, o kasap köylü kadının benim eşime o yarayı verdiğini unutamaz. O Vlora’lı değil. O bir pislik, kendini Vlora’lı olarak adlandı- ran biri. Tanrı onu cehenneme yollasın o pisliği. O, hayatımı cehenneme çevirdi, hem bana hem de eşime. Ama o dünyada olduğu halde bile, yine de benim düşmanım olacak. Dişlerini sıktı ve elini yumruk yaptı. Daha fazla işkence yapmalıydım
ama nefret nedeniyle işini çabuk bitirdim. Daha kötü bir sonu hak ediyordu ama neyse ki gitti. Şimdi diğer o iğrençleri o gün yakaladığınız dosyaları hazırlamalısınız. İtalyan polisiyle iyi bir işbirliği yapmak istiyorum. Elinizde olan her şeyi ve hizmetimizi sunmanız gerekiyor ki, daha fazla delil toplayabi- lelim, onları cezalandırmak için. İtalyan polisi ve SHIK, onları yakalama konusunda bilimsel bir iş yaptı, ama yine de Vlora ve Arnavutluk’taki diğer yerlerde yaptıkları diğer cinayetler için delil istiyorum.
Sadece böylece vatanımıza hizmet ederiz. İtalyan vatan- daşlığı aldık diye Vlora ve oradaki suçları unuttuğumuz an- lamına gelmiyor. – Tamam şef, – dediler. – Odanı röportaj için düzenlememiz gerekiyor çünkü sadece iki saatimiz var. Tamam, – dedi Ardjani, duş alıp CNN ile İngilizce röportaj yapmaya hazırlanmak üzere hazırlandı. Duşa gitti, bu arada subaylar hızla pazara gidip Ardjani’nin ofisi olarak adlandı- rılan oda için dekoratif eşyalar aldılar. Hızla hazır olmaları gerekiyordu çünkü bu, Arnavutluk dışında ilk röportajıydı ve şimdiye kadar Nene Tereza dışında hiçbir Arnavut o kanalda konuşmamıştı. Bu, uluslararası çapta röportaj yapılan ikinci Arnavut, – dedi subaylar birbirlerine. Acele ettiler ve villanın bulunduğu mahallenin pazarına çıkıp gereken şeyleri aradılar. Saat hızla geçiyordu. Her zamanki gibi, dünya ne olursa olsun umurunda değildi. Gereken tüm ofis dekorasyon malzemeleri- ni aldılar ve hızla kiraladıkları villaya döndüler. Bu, onların ilk ofisiydi ve uluslararası suç ve mafya ile savaş alanıydı. Bura- da, yoksul ve kaçakçıları savunarak savaşacaktı.
Ardjani hazırlanmıştı ve birkaç şeyi el yazısıyla yazmış- tı, böylece röportaj sırasında konuşurken takılmamak için ve
Arnavutluk’taki suç ve yolsuzluğun özetini yazmayı unutma- mıştı. Eski komünist politik polis tarafından demokratik rejimi devirmek için yapılan hazırlıkları delil ve gerçeklerle kanıtla- dığı kısa bölümler yazdı. Yani, ABD’den hükümeti korumak için doğrudan bir çağrı yapıyordu.
dönüştüreceğiz çünkü sen benim ve bizim için dünyadaki en önemli kişisin. Ben ve kemane seni çok seviyoruz. Kalbinin meteorundan bir parça olarak gökten düşeceğim, ölene kadar. Ve keman için, sen onun annesisin. Onu canlandırdın ve bir eşyadan şarkı söyleyen bir şey yaptın…
Donika! Sen, deniz kıyısında akşamları esecek rüzgar gibisin ve dalgaları kalbime getirip beni kucaklıyorsun. Ben, yalnızca plajda seni bekleyen biri olarak senin dalgalarınla ku- caklaşmak istiyorum, Adriyatik Denizi’nin kardeş dalgalarıyla birlikte. Sen, karları tüm kuzeyimi ısıtan bir sıcaklıkla gelen güney rüzgarısın. Ben, kuzeydeki kutbum olarak, güney rüz- garının kalbimin damarlarını eritmesini ve yağmur getirmesini bekliyorum, çünkü kar uzun zamandır kuzeyini kaplamış du- rumda. Senin denizinin dalgalarının düşmesini ve birkaç gün ve ay boyunca seni beklediğimiz bu buzların erimesini sabır- sızlıkla bekliyorum. Adın Donika ve sen Donika Skender-Bey gibi birisisin. Güney ve kuzeyin insana özgü sanatla birleşmiş hali, bir peri kızı gibi boyutların var. Sen, sonsuz denizimsin ve boşuna Donika denmiyor, çünkü özgürlüğü getiren barışçıl bir gösteri liderisin. Sen, yazın gelen bir kartal gibi, bize çok sesli bir toplum getirdin. Sen, Donika, ilk Donika’dan daha iyisin, çünkü sen özgürlük için savaştın. Kılıç kullanmadın, ancak bizi melodiler ve sözlerle büyüledin. Sen, Tanrı’nın öz- gürlük şeklindeki elini getirdin ve bizi onunla destekledin. Ve dedin ki: “Bu özgürlüktür!” Sen, kuzey kıtasında sabah çiği-
sin, ilk çiçeklerin üzerine düşen ve sonra onlara güney rüzgarı gibi davranan, çünkü sen kıyıdan gelen rüzgarsın. Ben Vlo- ra’yı seviyorum çünkü Vlora sensin.
Senin olmadığın bir yaşam, hiçbir gezegende ve iki kut- bumuzda da anlam taşımıyor. Orada bizimle olmayacak kuşlar ve yağmur bile yağmayacak. Tüm leylekler gidecek, çünkü sürekli bir buz çağını egemen kılacak. Sen gelmezsen ve ke- manenin sesi duyulmazsa, dünya hareketini durduracak ve yö- rüngesini bozacak. Bu yüzden, dağlarda sabah havası gibi gel- melisin; kiraz çiçeklerini toplayan arılar gibi, çünkü her yerde olacağını biliyorum, mayıs çiçeklerinde ve bizim çektiğimiz hava moleküllerinde, Karaburun’un ve benim dağlarımda. Bu yüzden, ben Arnavutluk’u seviyorum, çünkü sen o varsın.
… Bu yüzden gel! Değerli Donika,
Bir demokrasi savaşçısı olarak gel. Senin huzurlu olma- nı istiyorum, çünkü sana zarar verenler artık yoklar. Çöpler gibi çöpe atıldılar. Seni asla yalnız bırakmayacağım! Her yer- de ve her şeyde seninle olacağım, çünkü sen benim ve geze- genimizin oksijenisinsin. Sen benim tek aşkımsın. Tirana’ya giden trende seni tanıdığım o günü kutsasın! Tanrı, seni bana tanıdığı için kutsanmış olsun! Sen, çocuklarımın annesi olarak sadece kalbimde ve çocuklarımızda değil, şarkılara da konu olacaksın. Demokrasi ve baharı sen getirdin. Her şeyin gü- zelliğisin, Donika. Yarın, senin için “La Scala”da başvuruda bulunacağım. Hatırlıyorsan, trende bana bu tiyatroda keman çalma hayalini anlattın, işte şimdi bu isteğini gerçekleştirecek
gün geliyor. Vatandaşlık hakkımızı da kazandık. Yarın Mila- no’da bir ev kiralıyoruz. Rüzgarın bizim tarafımızda estiğini düşünüyorum. Artık yetim ve kaderden terkedilmiş olmayaca- ğım, çünkü sen ailemsin.
Sen, bulutları dağıtan ve tüm fırtınaları güneyde yağmur için gönderen rüzgarsın. Sen, Tanrı’ya inanmayı bana öğreten, çünkü Tanrı var ve biz tekrar birlikte tanıdığımız zamanlarda- ki gibi mutlu yaşayacağız. Mutluluk var. Ve sevgiyi bana sen öğrettin, çünkü benim için aşk ölmüştü. Sen, aziz Donika’sın! Yoksulların temsilcisisin. Onlar için savaşıyorsun ve onların sesisin… Sevgili Donika, artık sen, ulusal kahramanımız Gjer- gj Kastrioti’nin diğer Donika’sından daha iyisin. Kitaplarda çocuklar, kemanla özgürlük ve demokrasi için gösteriler dü- zenlediğini öğrenecekler. Hapis yattığını ve şantaj yapıldığı- nı ama geri çekilmediğini öğrenecekler. Sen, güneşin her gün kendini gördüğü ve ardından ışınlarını bıraktığı aynasın. Seni seviyorum, sana ne kadar sevdiğimi söylemek bile yetersiz geliyor. Senin için hayatımı veririm ve sadece senin yaşaman için eririm ki tüm dünyaya bahar getiresin. Tanrı seni korusun!
Sabırsızlıkla bekliyorum, Sonsuza kadar senin olan Ardjani
Yazdım!- diye bağırdı Ardjani. Gel ve bak! Ekleyebilece- ğim bir şey var mı? İki odadan iki oldukça endişeli subay çıktı. Henüz uyumuşlardı ve korkarak uyandılar. -Ne oldu?- dediler.
-Hiçbir şey, Donika için mektubu bitirdim. Aaa, Demokratik Arnavutluk Hükümeti. O, fahişelerin sayısını ve çetelerin eski rejimle bağlantılı olarak işledikleri diğer suçları not aldı. Ayrı- ca, bölgede çetelerin başında olan eski siyasi polislerin, fuhuş,
uyuşturucu ve silah kaçakçılığına karışan isimlerini kaydetti. Subaylar, patronlarının sahip olduğu bilgiden şaşkına döndü- ler. “Nasıl oluyor da bu adam her şeyi biliyor?” dediler. Ve Milano’daki eski villanın ofis-dairesinin dekorasyonuna de- vam ettiler. Bu villa, içindeki kadar ünlü bir insanı bugüne ka- dar hiç ağırlamamıştı. Ve onun bu konaklama günlerini unut- mamalıydı.
“Unuttum mu?” dedi Ardjani. – “Röportajı bitirir bitir- mez, buradaki ‘La Scala’ tiyatrosuna gitmek istiyorum. Onun önemini bildiğinizi düşünüyorum,” dedi çekim sahnesini hazır- layan subaylara. – “Evet, şef, biliyoruz ama klasik müziği hiç sevmiyoruz.” – “Haha,” diye güldü. – “Yalnızken ya da plajda dinlemeyi deneyin, size zevk verecek. Çok iyi besteciler var, ama gerçekten çok iyi. Ayrıca, iyi operalar yapan Arnavutlar da var, ama bir deneyin,” dedi ve okuduğu bir kağıda baka- rak gözlerini aşağıya çevirdi. – “Bu konuyu sonra konuşuruz. Röportajı bitirir bitirmez, Donika için tiyatro yönetmenliğine iş başvurusu yapmayı planlıyorum çünkü onun her zaman bu tiyatroda keman çalmak bir hayaliydi. Ve bunu gerçekleştire- ceğim! Onun hemen mülakatı kazanacağına kesinlikle inanı- yorum, yeter ki keman çaldığını dinlesinler. O, kemanı ağla- tıyor ve şarkı söylüyor. Nasıl yaptığını bilmiyorum ama onun keman yeteneği eşsiz. Burada ondan daha iyi olan kimse yok. O, dinlediğim tüm filarmoni orkestralarının en iyi kemancı- sıdır.” – “İnşallah!” dediler iki subay. – “Sözünüz, Tanrı’nın kulağında!” – “Ama şimdi, İtalyan vatandaşlığına sahip oldu- ğu için hukuki bir engel yok,” dedi Ballisti. – “O Paris’te ya da istediği yerde çalışabilir çünkü o bir Avrupa vatandaşı. Size teşekkürler şef,” dedi, – “Tüm iyi şeyler oldu!” – “Hayır efen- dim,” dedi Ardjani gülerek. – “Bu konuda talihsiz olduğumu
düşünüyorum. Yetimim ve dedikleri gibi, yetimlere talihli ola- bilmek çok zordur. Yine de, acılarımı tamamladığımı ve artık sadece iyi günlerin geleceğini umuyorum, hem benim için hem de sevgili vatanımız için.” – Ardjani, hayatının boyunca peşin- den gelen acılardan kurtulmuş gibi rahatlamış bir şekilde aya- ğa kalktı. Bir süre sonra Ardjani şöyle dedi: “Vatanımızı terk etmedik. Arnavutluk bize acı çektirdi ve depresyona soktu. Ama annelere her şey affedilir. Biz de annemiz Arnavutluk’u affedeceğiz. Onunla hiçbir sorunumuz yok ama buradan ve Pa- ris’ten ya da Washington’dan vatanımıza katkıda bulunacağız. Her yerde ve her zaman vatan için çalışacağız! Anlaşıldı mı? Yabancılar değerimizi daha iyi biliyorlar. Bizi nasıl gördükle- rini görün. Sonuçta insan, güvende olduğu ve sevildiği yerde durur. Gerçekten burada hiçbir yetkim yok çünkü ben Arna- vutluk Parlamentosu’ndan bir milletvekiliyim. Burada hiçbir kamu görevim yok. Eğer isteseler de bize yardım etmezlerdi, çünkü burada da yolsuzluk ve yeni mafya türlerinin her türlüsü var ama yine de yardım ettiler ve buna çok teşekkür etmeliyiz. Burada yeni mafya, eski mafyayı domine ediyor. Her zaman ve her yerde yeni, acımasız ve kanlı olanlar gelir ama bizde daha karmaşık bir durum var. Bizde güvenlik mafyaya dönüş- tü ve bu, onları mafya yapan yeğenlerine de olanak sağladı. Çok geçmeden onları iktidara getirecekler. Kötülük, bizde de- vam edecek çünkü genç bürokratlar babalarınınkilerden daha kötü ve acımasız. Bizde sadece dönemler değişti. Şimdi, sanki şöyle diyorlar: ‘Komünizm ve politbüro çöküyor,’ ama gerçek böyle değil. Onlar, hem orada hem de burada tüm güçlere sa- hip. Burada da her şeyi parayla satın alıyorlar. Dokunulmazlar. Bunu görün ve aklınızda tutun!” Ve yere hafifçe tekme atarak ekledi: “Size ne söylüyorum… Çocukları ve yeğenleri gele- cek. Arnavutluk’ta ikinci nesil tamamen iktidara gelecek ve
iktidarı bırakmayacak. Avrupa ve Amerika’daki karar merci- lerini de yozlaştıracaklar. Devlet güvenliği protokolü numara beşi okudum, burada iktidarı ele geçirme, ekonomiyi kontrol etme ve küçük bir iş adamları grubunu oluşturma hakkında her şey detaylandırılmış; ekonomiyi sadece kendi ellerinde nasıl toplayacakları; ve vatanımızın servetinin bir damlasının bile ellerimize geçmesini nasıl engelleyecekleri; ve eski köylüle- re ve Arnavutluk’taki mağdurlara. Onlar şaşkınlıkla bakıyor- du ve durumu tam anlamıyorlardı. – “Şef,” dediler. – “Böyle olursa, bizim için çok kötü olacak.” – “Evet, bu yüzden bu ka- dar karamsarım, ama işimizi şimdi halledelim ve konuşmaları sonra yaparız.” O, masanın üzerindeki işi bıraktı ve siyah bir takım elbise ve siyah bir kravat giydi. Röportaj için hazırlandı. Ayrıca beyaz bir gömlek giydi, güzel bir kombin. Her şey si- yah-beyaz, eski bir milliyetçi gibi. “Görünüşümün uluslararası gözlerin üzerine düşeceğini düşünüyorum,” dedi gülerken. – “Siyah-beyaz Juventus gibi, şef,” dediler gülerken. – “Evet, öyleyim,” dedi. – “Şef,” dediler. – “Çok yakışıyor size çünkü arka planda Butrint’imizin beyaz ve siyah bir resmi var. Güzel vatanımızdan birkaç zeytin dalı koyduk ve üzerine ‘Albania’ yazdık. Çok güzel!” dedi Ardjani. – “Ve arka planda Arnavut- luk bayrağını da istiyorum, ayrıca küçük bir masanın üzerinde bir tane daha ve hepsi bu. Daha fazla uğraşmayın! Çok güzel olmuş! Kübist sanatsal bir zevkiniz var. Bravo!” Onlar biraz güldüler ve söylediler: “Biz…” Şefin dekorasyonu hakkında fazla bir bilgimiz yok, ama milliyetçi şeyler yapmaya çalıştık çünkü senin tercih ettiğin renkleri biliyoruz. Kırmızı ve siyah renklerini kullandık çünkü hala milletvekili ve parlamento başkanısın. Hala öyleyim, dedi Ardjan gülerek, ama istifa et- meye gideceğim, çünkü mektupla kabul etmediler. Uzun bir konuşma yapıp orada olan ve olacakları doğrudan uyaracağım.
Ailemize yapılan saldırı, gerilla savaşının ilk işaretiydi ve bize yapılacak diğer saldırıları bekliyoruz. Politbüro ve güven- lik birliği bize karşı birleşti. Bir süre için iktidarın bırakılması, Amerika ve Avrupa’ya orada halkın demokrasiyi kazandığını göstermek için bir stratejiydi. İktidarı sürdürmemizi imkansız hale getirecekler. Her yerde, meydanlarda, gösterilerde ve si- vil itaatsizlikle kendilerine bağlı bir halk oluşturacaklar. De- mokratik hükümete karşı çok sayıda eski güvenlik görevlisi ve eski komünisti bir araya getirdiklerini ve aileleriyle birlikte mitinglerde yer alacak büyük bir insan sayısı oluşturacaklarını söyleyebilirim. Şu anda olduğu gibi bunu kafanızda canlandı- rın. Anladınız mı? – dedi Ardjan ve devam etti. – Aldatmanın ustalarıdır, gösteri yapsalar bile, uluslararası toplumu bize kar- şı harekete geçirecekler ve muhalefetimizin acı çektiğini, bas- kı altında ve demokratik bir zulüm yaşadığını gösterecekler. Komünist stratejilerini kullanacaklar, dünyayı orada bir faşist rejim olduğuna inandırmak için. Şüphesiz uluslararası dikkat çekecek. Her şeyi senaryo ile yapıyorlar. Yazılı ve program- lanmış. İktidarı almak için her türlü yöntemi kullanacaklar, savaşla bile olsa. Bu yüzden, insanları her yerde uyaracağım. Hem parlamentoya hem de bana oy verenlere, dikkatli olmala- rını söyleyeceğim, çünkü kötülük geliyor. Birlik olun ve kapı- nıza çalan yeni komünizme yol vermeyin. Yukarıda belirttiğim gibi, çocuklar babalardan daha acımasızdır. Hiçbir merhamet- leri yok ve olmayacak. Bana ne yaptıklarını gördünüz mü? Evet, gördünüz! Her zaman yanınızda oldunuz ve oldunuz, ne kadar cevap verdiysem de. Bu çok kötü bir işarettir, çünkü onları öldürdüğümüz bir gabel için sorun değil, başka çokları var. Üzgünüm ki, Arnavut halkı her zaman bu solculara boyun eğdi. Nasıl olur da bu kadar çok ideolojik ve yoksul Arnavut var? Gelişme, entegrasyon ve hiçbir şeyi istememek üzücü.
Avrupa’da yaşandığı gibi yaşamak istemiyorlar. Yarı nüfusun gitmiş ve gitmekte olduğu umurlarında değil. Kadınlarımızı ve kızlarımızı Avrupa’da fahişeye ve suç kurye yapmış olmaları umurlarında değil. Eski rejimin devrimci muhafızları binlerce masum Arnavutu öldürüp, yerinden ediyor. Bunların hepsini röportajda ve Arnavutluk Parlamentosu önünde söyleyeceğim. Biz kendi işimizi yapacağız, efendiler, dedi Ardjan subaylara.
- Ardından, hükümetimizin bilgimizi uygulayıp uygulamaya- cağı görevdir. Aynada kendini gördü ve dış görünüşünü bir kez daha düzeltmeye çalıştı. Sonra şöyle dedi:
“Komünistlerin ve eski komünizmin devrimci muhafızla- rının ne olduğunu tüm dünyaya İngilizce olarak uyaracağım. Amerika bunların gerçekten ne tür canavarlar olduğunu bilmi- yordu ve bilmiyor. Eski güvenlik dosyaları açıldığında, bunla- rın halkımızın çoğuna neler yaptığını göreceksiniz. Gücü zorla ellerinde tuttular ve aynı sahneyi tekrar oynayacaklar. Hedef- lerine ulaşmak için Amerika ve Avrupa’da her türlü kişiyi sa- tın alıp yolsuzluk yapmayı sorun etmeyecekler. Bunu bir fe- nomen olarak yakalayamadınız mı? Bütün birinci sekreterler ve politbüro aileleri Amerika’da vize ve siyasi sığınma aldı. Bizden hiç kimse orada ne vize ne de sığınma aldı. Kastedilen bizim katmanımız ve siyasi zulme uğramış olanlar. Yani, hala aynı şekilde dünya kamuoyunu terör ve intikam altında olduk- larına inandırmak için sahte ve yanıltıcı bir politika izliyorlar. Bizim görevimiz efendiler, burada İtalya’da onları gerçeklerle ve videolarla teşhir etmektir çünkü bize yaptıkları şeyler asla unutulmaz, eski cezalandırma kamplarındaki işkencelerden başlayarak. Bunlar eski komünistlerdir. Milliyetçi ailelere ya- pılan zulmü de unutmayacağız. Avrupa, belgeler ve videolar istiyor, boş laflar değil, çünkü bunlar bizimle ilgilenmiyorlar
ama belgelerimiz ve kanıtlarımız olduğunda soykırımı yargı- lamadan kaçamazlar. En kötüsü oldu. Geçmiş rejim tarafından binlerce Arnavuta yapılan soykırım için kimse cezalandırılma- dı. Ne özür dilediler ne de diğer şeyler. Yapacak bir şeyimiz yok, dediler üç kişi. – Ama suçlarının çoğunu kamuya açıkla- yacağız ve şu anda suç işleyenleri de ifşa edeceğiz, suç çeteleri gibi maskelenmişler. Bunlar güvenlik ve devrimci muhafızlar, çeteler olarak maskelenmişler. Hepimizi tanıyoruz ve biliyo- ruz. Kanıtlarımız var, çünkü onlarla bir savaştan yeni çıktık. İkinci olarak: gerçek yüzlerini herkese açıklayacağız. Bunların hiçbir Hristiyan merhameti tanımadıklarını ve sözlere hiç al- dırış etmediklerini göstereceğiz. Bunlar sadece kafaya kurşun isterler. Sadece kurşun, bu devrimci muhafızların şişmiş kafa- sını tedavi eder.” Evet, sadece bana yapılmadığını ve bunun küresel bir fenomen olduğunu söyleyelim. Ama neden bana ve ona?! Sadece biz politikayla ilgileniyoruz. Yani cevap şu: Bizi yoklukta cezalandırdılar ve ceza kararını uyguladılar, değil mi? Ve ardından masanın üzerine yumruğunu vurdu ve şöyle dedi: – Başka nasıl açıklanabilir ki? Birisi bana neden ve nasıl böyle bir şeyin başıma geldiğini söylesin. Cevap şu: Kimse, karımın kaçırılmasının sadece bir tesadüf olduğunu ve kim ol- duğumu ve geçmişimi bilmediklerini yemez. Beni, sizleri ik- tidardan devirdiğimiz için yok etmek istediklerini göstermek için vurmuşlar. Ayrıca, iktidarın onların ve ailelerinin olacağı konusunda uyarı verecekler. Ayrıca bu pislikler eski hizmen- ciydi ve vatanımızı özelleştirecekler. Onlar şimdi ayrıcalıklı bir sınıf olup Arnavutluk’u yönetecekler. Bizler, babalarının onları gözlerden uzaklaştırmak zorunda bıraktığı köylülerin çocukları, torunları ve yeğenleri değiliz. İdeolojik ve maddi olarak şekillendirilmişlerdir ve bu iş için hem program hem de yazılı statü ile kesinler. Bu yüzden doğru bilimsel strateji-
ler geliştirdiler. Aynı stratejiyi babalarımıza karşı uyguladık- ları gibi bizim üzerimize de uygulayacaklar. İki yolları var: birincisi, bizi devrim ve silahlarla ortadan kaldırmak. İkincisi, dünyayı bizim iktidarı yönetme yeteneğimizin olmadığını ve yolsuz olduğunu inandırmak. Bunların hepsi Katovica ve kötü ünlü güvenlik tarafından önceden belirlenmiştir.” Ardjan, ar- kadaşlarıyla konuşurken yüksek sesle söyledi. Röportaj için hazırlığı unuttu. – Saat kaç oldu? – dedi Ardjan, – sizi ko- nuşmalarla yordum. Affedin! – Sonra ayakkabıları parlak mı, değil mi kontrol etmeliyim, çünkü kamera genellikle ayaklara odaklanır. – Ayakkabılarım nasıl? – diye sordu memurlara. – Evet, çok iyi şef! Biraz daha mı parlatmamız gerek? Bekle!
- dedi ve ayakkabıları aldı, onu terlik ve çoraplarla bıraktı. Ba- şını eğdi ve sonra söyleyecekleri hakkında düşündü. Ardından memurun sesi duyuldu: “Hepsini yaz, böylece daha güvenli olursun! Bunlar Ballisti’nin sözleriydi. – Önemli noktaları yaz, böylece konuşmada güvende olursun. Saat yaklaşıyor ve gazeteciler Dönüş yolundalar. Beş dakika içinde bura- da olurlar. Tüm önemli noktaları not alman iyi olur, hiçbir şeyi unutma. Konuşmanın tüm ana noktalarını yaz!” – dedi tekrar.
- Sonra bunları tek tek kendin geliştirirsin. – Çok iyi yapıyor- sun, – dedi Ardjan ve Amerikan kanalına vereceği ilk röportaj için taslağı yeniden yazmak üzere kalemi aldı. Üç dakika sonra kapı çaldı ve Amerikalı gazeteciler ekibi geldi! Üç gazeteci ve bir kameraman, doğrudan yayın ekipmanlarıyla birlikte geldi- ler: yayın vericisi, bağlantılar ve parabol Diğer parçalar arasında birinci ve ikinci kameralar vb. de vardı. – Merhaba! – dedi Ballisti Arnavutça, Amerikalı gazetecilerle tanışmak üze- re sıraya girerken. Ben Ardjan Vusho’yum! – dedi ve İngilizce olarak kendini tanıttı. – Aa çok güzel, – dediler. – Romanla- rınızı okuduk. Çok beğendik! Şeflerimiz bizi buraya röportaj
için gönderdi, çünkü sizi yakından tanımıyorduk. Romanları- nızda kapalı komünist gulagında hayatı gerçekçi bir şekilde verdiğinizi okuduk. – Karakterlerinizin kötü sonu oldukça et- kileyici. – O zaman ne içersiniz? – dedi Ballisti. Bu sefer Ar- navutça konuştu, atmosferi biraz değiştirmek ve onları rahat- latmak için, Ardjan ise İngilizce olarak tercüme ediyordu. Her şey yolunda gidiyordu. Birer İtalyan birası tercih ettiler. Hatta Arnavut rakısı hakkında da sordular. – Ahaha, – üç Arnavut güldü – Maalesef yanımızda yok, çünkü hiç birimiz içmiyoruz ama sipariş edeceğiz. Ayrıca bize Washington’daki adresini- zi verin ki size iş yerinize gönderelim. Gazeteciler memnun oldular. Canlı röportajı en büyük Amerikan gazetecisi Bob Lesly yapıyordu, programında otuz milyondan fazla takipçisi vardı. Dünya olumlu yönde dönüyordu. Belki kötü şansımız kalmaz, – diye düşündü. – Ardından şunları söyledi: Vay, ne büyük bir onur benim için! Bu adam tarafından röportaj ya- pılmak! Bravo! – dediler memurlar. Artık bizimle konuşma, çünkü canlı yayın başlayacak. Bobi, Arnavutluk’taki durumu özetledi. Komünist soykırımından ve hem ebeveynlerine hem de Ardjan’a yapılan zulümden bahsetti. Şimdi zulüm devam ediyor, – dedi Amerikalı gazeteci, – kadınını şehir ortasında kaçırmaları, yüksek bir devlet yetkilisi olmasına rağmen de- vam ediyor. Bunların hepsi bir açıklama istiyor, – dedi. – Ay- rıca, Donika Malaj’ın, Vlorë Şehir Tiyatrosu Genel Müdürü olan karısının kaçırılması hakkındaki uzun hikayeyi anlatmak için buradayız. O nasıl bulundu, hem Ardjan’ın hem de iki ülkenin polislerinin büyük fedakarlıkları sayesinde, zekaları ve bilimsel çalışmaları ile gerçekleştirildi. Onlar, direktörünü suçluların elinden alarak yüzyılın buluşunu yaptılar. – Bilgim var, – dedi, – Gerçek bir komando olarak savaştınız, bir sanat- çı ve kültür insanından bir özgürlük savaşçısına dönüştünüz.
Hayatınızı hiçe sayarak savaştınız, karınızı onların ellerinden aldınız, şimdi doktorların gözetiminde. Şu anda Milano’daki bir devlet klinğinde yatıyor ve bu şehirde ve Avrupa’da en iyi psikiyatristlerin gözetiminde.
Umarız ki, o çok kısa sürede iyileşir ve işine kaldığı yer- den devam eder,” dedi Billi. Ardından, Ardjan’ın sağcı bir milletvekili olduğunu ve bugün hem kendisinin hem de eşinin İtalyan vatandaşlığı kazandığını açıkladı. Onlar, eski rejimi deviren anti-komünist gösterilerin önderleriydiler. Bu yüzden eski rejimin devrimci gardası ve siyasi polisi intikam aldı ve eşinin, kemancının kaçırılmasını sağladı. Bu tamamen siyasi bir intikamdır,” dedi. “Bu, tüm dünya ve hükümetimiz tarafın- dan kınanmalıdır.”
“Bayanlar ve baylar!” diye ekledi Amerikalı gazeteci, “Bu, dünya çapında oldukça tanınmış bir kişi ve özgürlük sa- vaşçısıyla yapılan olağanüstü bir röportajdır. Canlı yayında- yız. Merhaba, Bay Ardjan! Siz kimsiniz?! Yani, özgeçmişinizi tanıtın ve kanalımız CNN için neler söyleyeceğinizi bize bil- dirin. Özgeçmişinizi kısa ve öz bir şekilde sunun ki, izleyicile- rimiz bilgilensin!”
“Merhaba!” dedi Ardjan İngilizce olarak. “Ben Ardjan Vusho, bir Arnavut yazar ve gazeteciyim. Belli olduğu gibi, Arnavutluk’tanım. Kosovalı bir Arnavutum. Babam Yugoslav rejiminden kaçtı ve Arnavutluk’a geldi; orada da zulme uğra- yarak bir kez daha ceza aldı, bu sefer Yugoslav ajanı olarak. Babamı hiç tanımadım. Birçok aile gibi ben de yetim olarak büyütüldüm. Kapitalizm ve Batı’nın varlığını ancak geç fark ettik, çünkü her şey kapalıydı. Açlık ve yoksulluktan çektiğini- zi biliyorduk, biz ise mutluyduk, bu da bir tür parantez içinde.
Ancak orada yaşadıklarım ve çektiğim acılara rağmen Arnavut olmaktan gurur duyuyorum. Daha da gururluyum ki Kosovalı Arnavut’um. Kosova halkını selamlıyorum ve onlara, Sırbis- tan’dan tam bağımsızlık diliyorum; çünkü onlar da komünist şovenist Sırp terörüne ve soykırımına maruz kalıyorlar. Size sosyalizmin bir aldatmaca, yoksulluk ve ölüm olduğunu söy- lemek istiyorum. Sosyalistler, dünyanın dört bir yanında halk- ları en çok kandıran kişilerdir. Komünizm her yerde aynıdır!” dedi. “Ve dünyayı, Kosova’daki Sırp soykırımını ve Arnavut- luk’taki komünist soykırımı duyurmak istiyorum.”
Gazeteci, “Arnavutlar arasındaki Sırp soykırımı” ifadesi- ni duyduğunda gözlerini açtı. “Evet, böyle oldu,” dedi Ardjan. “Bunu saklamanın gereği yok. Eşim, eski komünist devrimci gardanın eline geçti. Bu çete, bir suç çetesi olarak gizlenmiş bir siyasi geçmişe sahip, aslında emir ve gerçek bir güvenlik yapısına sahip, yani Arnavutluk’un siyasi polisi. Yani, hayatta olduklarını ve bize hızlı bir şekilde saldıracaklarını gösteriyor- lar. Bu nedenle, iki yıllık bir ara sonrası devrimci etkinliğe geçtiler. Bize savaşın başladığını duyurdular. Şimdi uyanmış durumdalar ve her gün saldıracaklar, çok iyi organize olmuşlar ve büyük miktarda para ve fonları var. Ayrıca düzenli bir ordu kurmuşlar. Maalesef, Yunan istihbarat servisi tarafından da yardım ediliyor; Yunanistan, Arnavutluk’un güneyi için tekrar iddialarda bulunuyor.”
Gazeteci, gözlerini tekrar açarak “Yunan ve Sırp kom- şuların Arnavutluk’ta kargaşayı nasıl destekledikleri ve nasıl tekrar toprak taleplerinde bulundukları nasıl olabilir?” diye sordu. Ardjan not defterini çıkarıp iki tarafın işlediği soykı- rımları sıraladı ve sonunda şöyle dedi: “Söylediğim her şey için kanıtlarımız ve görüntülerimiz var.”
Amerikalı gazeteci, komşularla yaşanan çatışmaları uzun bir şekilde özetledikten sonra, “Lütfen bize büyük bir yazar olarak Amerikan yayınevleriyle hangi sözleşmeleri imzala- yacağınızı söyleyin? Amerikan pazarında büyük bir patlama yaptığınızı duyduk,” dedi. “Evet,” diye yanıtladı Ardjan, “şu günlerde imzalayacağım yirmi sözleşme var. Ayrıca, halka burada İtalyan vatandaşlığı kazandığımı duyurmak istiyorum. Ben bir Avrupa vatandaşıyım. Belki Paris’te de yaşayacağım.”
“Artık Arnavutluk’a geri dönecek misiniz?” diye sordu gazeteci. “Hayır, hayır! Birkaç yıl boyunca hayır! Bana yap- tıkları şeyin hiçbir açıklaması yok. Depresyondayım ve yaşa- dıklarım nedeniyle çok stresliyim,” dedi Ardjan.
“Şimdi siz İtalyan mı yoksa Arnavut yazar mısınız?” diye tekrar sordu gazeteci. Ardjan kafasını kaldırarak “Ben Koso- valı bir Arnavutum ve İtalyan vatandaşlığı kazandım,” dedi. “Aa, çok güzel!” dedi gazeteci cevabına şaşırarak. “Arnavut- luğu ne kadar sevdiğinizi görüyorum!” diye ekledi.
“Doğal Arnavutluk için hayatımı veririm!” dedi Ardjan yüksek sesle. “Ne zaman ki vatan çağırırsa, ben Arnavutluk ve Kosova’nın ön saflarında asker olacağım. Buradan ve nerede olursam olayım hizmet edeceğim. Nefes aldıkça vatanımı asla terk etmeyeceğim. Arnavut olmaktan gurur duyuyorum, ama ne yazık ki çok acı çekiyoruz ve göç ettik. Orada komünist devrimci gardadan kaçan benim gibi yüzlerce insan var, ama biz Arnavutuz ve Arnavutluk’u seviyoruz. Bu yüzden ölene kadar Arnavut’um!” dedi.
“Ve son bir soru,” dedi Amerikalı gazeteci. “Donika’yı, halkın ‘Kemanlı Kız’ olarak adlandırdığı eşinizi nasıl kurtardı- nız?” “Bunu en iyi İtalyan ve Arnavut polis organları söylesin. Onlara bu iş için içten teşekkürlerimi sunuyorum,” dedi Ard- jan ve yardım eden polis memurları ve yöneticilerinin isimle- rini saydı.
şte, İtalya gibi gelişmiş ve dost bir ülkemiz var, her za- manki gibi bizi kurtarıyor! Ve dünyanın en büyük dostumuz, ABD. – Ve son soru,- dedi Billi,- Nobel ödülünü ne zaman ala- caksınız? Bu yıl mı alacaksınız? Ve nerede kutlayacaksınız?
Ardjani kameradan başını kaldırarak şöyle dedi: “Orada bana ve aileme yaptıkları her şeye rağmen, ben bir Arnavut’um ve bir Arnavut olarak öleceğim. Sonuçta polis ve devlet galip geldi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, burada da suçlular- dan karşı birlikte durduk. Hepimiz bir aradayız.”
Milano’da tamamen mi yerleştiniz?- diye ekledi, birçok izleyicinin bu konuda soru sorması üzerine. Bu yüzden bu so- ruyu sordum. Nerede yaşadığını bilmek isteyen birçok kişi var.
Milano’ya yerleştim,- diye yanıtladı kısa bir şekilde. – Burada bir ev aldım ve sözleşme ödemeleri geçtikten sonra, birkaç gün içinde yeni evimizin ödemesini yapmayı düşünü- yorum.
Yani, kitaplarınız için birçok sözleşme imzaladınız.
Evet, evet,- dedi Ardjani. – Bu günlerde imzalayacağım ve her şeyi yayımlayacağım, endişelenmeyin.
Röportaj sona erdi. Gazeteciler çıktıktan sonra, iki Arna- vut polis memuru ona sarıldılar ve kucakladılar.
Sen çok büyük bir insansın!- dediler. Arnavutluğunu asla küçültme. Tebrikler! Ben demiştim,- dedi Ballisti,- senin için Güney’den Kuzey’e kadar şarkılar söylenecek. Ayrıca lab po- lifonisi uzun bir iso ile sana adanacak!
Ahaha! Öyle mi?- dedi Ardjani ve güldü. Evet, bunun için eminim.
Ve onu tekrar kucakladı.
Dona bu röportajı görmek isterdi,- dedi Ardjani.
Endişelenmeyin efendim,- dediler polis memurları. – Biz de kameralarımızda kaydettik. Merak etmeyin! Kaset olarak vereceğiz. Ayrıca bir CD yapıp hastaneye göndereceğiz. Teb- rikler! Her şeye hazırlıklısınız,- dedi Ardjani. – Profesyonel olarak İtalyan polisinin üstesinden gelebilirsiniz. Profesyonel olarak ve dil olarak, bu işte ne kadar yetenekli olduğunuzu bel- gelerle gördüm. Çok seviniyorum ve sizinle gurur duyuyorum, kendimle gurur duyduğum gibi. Allah Arnavut kardeşlerimize yardım etsin!- dedi. – Sana da Allah yardım etsin!- dediler.
Bu gece röportajı nerede kutlayacağız?- dediler polis me- murları, mutluluk içinde.
Pizzacıda,- dedi Ardjani. – Orayı beğendim. Sade ve uy- gun fiyatlıydı. “Uygun fiyatlı” dediğinde gözlerini açtılar.
Tamam o zaman,- dediler. – Ödüller hakkında soru sor- mayacağız. Bu gece yakacağız! – dedi üçüncü kişi.
Üçümüzün başına aynı zar geldi gibi görünüyor. İnşallah öyledir!- dedi Ardjani. Görüyorsunuz, her gün sadece zafer kazanıyoruz,- dediler.
Eee,- dedi Ardjani. – Sanırım Allah bizi gördü, dualarımı- zı duydu ve dikkate aldı. – Ahaha,- diye güldüler üçü birden. Allah bizi ne kadar çok görürse o kadar iyi, çünkü birçok zor- luk yaşadık. Önümüzde çok bilinmeyen ve tehlikeli bir yaşam var. Ne beklediğimizi biliyoruz,- dedi Ardjani, – ama birlikte her şeyi aşacağız. Birlikte ve dürüst olarak her şey olur.
Şef, bunu biliyoruz,- dediler. – Allah’a şükür, seni tanıma fırsatı bulduk! Allah’a ve Vlorë şefine sana çalışmamız için bizi seçtiği için çok minnettarız. Siz sadece fiziksel olarak çok güçlü bir insan değil, aynı zamanda çok yönlü ve prensip sahi- bi bir insansınız. Bizi şaşırtan şey, hem kendi vatanın hem de bizim vatanımız için söylediğin sözler oldu. Arnavut olmaktan gurur duyuyoruz ve senin vatanseverlerinizi gururlandırıyo- ruz. Şimdi, nereye gidersek gidelim seninle gururlanacağız. Şef, söylemeyi unuttuk,- dediler.- Milano’da, havaalanlarında, kitapçılarda ve her yerde kitapların var. Her yerde insanlar alı- yor. Kardeşim, seninle çok gurur duyuyoruz,- dediler iki polis memuru.
El ele tutuşup üç kişi bir daire şeklinde birleşerek, kolla- rını çapraz yaparak bir yemin ettiler: “Uyuşturucu satanları ve kadınları fuhuş için trafik edenleri asla affetmeyeceğiz! Arna- vutluk’u asla karalamayacağız! Amin!” – dediler üçü birden.
Yarın Donika’nın cevabını almak için gitmemiz gereki- yor,- dedi Ardjani.
Bu gece nerede yemek yiyeceğiz?- dediler polis memurları.
Evde,- dedi Ardjani. Ve öyle yaptılar. Akşam yemeğini odada pizza ve bira ile sundular.
O, rüya görüyor olmalı,- dedi Ardjani. – Hala uyuyordur ve doktor demeden uyandırmak istemiyoruz. Doktorla konu- şup bir şeyler yaptıracağım, çünkü onu bu durumda görmek istemiyorum. Kalp krizi geçireceğimden korkuyorum. Bu dramayı başlatan o alçaklardan geliyor, bunu her zaman yaşa- yacağız. Kâbuslar ve kötü rüyalar görmesinden korkuyorum,- dedi Ardjani, – her ne kadar klinik dünyadaki en iyi klinik- lerden biri olsa da. Göreceğiz, ama sonuçlarını olmayacağına inanıyorum,- diye ekledi tekrar.
Bu durumu yaratanlar pişman olacak ve iki dünyada da hesap verecekler. Onları asla rahat bırakmayacağım, çünkü bu canavarlara ev sahipliği yapan yeri altlarına yıkacağım.
İyi ki bu aşağılık hayatın sonu geliyor ve günleri bitiyor. Son, beş milyar yıl sonra gelecek,- diye ekledi bir duraksa- madan sonra. – Güneş yandığında. Ayrıca etrafındaki tüm ge- zegenlere aynı şeyi yapacağım. Güneş aniden parlayacak ve oluşturduğu maddeleri çıkaracak. Sonra her şey toza dönüşe- cek, bu soysuz insan ırkıyla birlikte. – dedi Ardjani.
Beş milyar yıl çok uzak,- dediler polis memurları şaka yaparak.
Hayır!- diye yanıtladı Ardjani, henüz yatağından kalk- mamıştı, çünkü CNN röportajını kutlamak için bol miktarda bira içmişti. Unutmayalım arkadaşlar!- dediler polis memur- ları,- Öğleden sonra tiyatroya gideceğiz. Evet çocuklar,- dedi Ardjani, sadece bir ayağını yatağından çıkararak yere koydu. Hala kiralık evlerinin ipek örtüsüyle kaplıydı. – Tiyatro açıldı mı? Öğleden sonra şef,” dedi çocuklar. “Evet, evet. Bunlar iki vardiya çalışıyor. Akşam vardiyası da işte. Sadece, yarışmanın ne zaman olduğunu bilmemiz gerekiyor,” dedi Ardjan.
Bu sırada Ardjan’ın cep telefonu çaldı ve karşı tarafta biri İngilizce konuştu.
“Bay Ardjan Vusho,” dedi diğer kişi. “Evet,” dedi Ardjan.
“Ben, Amerika’nın New York merkezli ‘Ulliam Country’ yayınevinin genel müdürüyüm. Dünyanın en büyük yayınevi olarak, CNN-TV ile doğrudan bağlantımız var. Sizi orada gör- dük ve yayımladığınız her roman için sizinle bir sözleşme im- zalamak istiyoruz. Size kitabınızı yayımlama ve peşin ödeme yapma teklifinde bulunacağız.”
“Peşin ödemenin miktarı nedir?” diye sordu Ardjan, yata- ğından kalkıp odanın penceresine yaklaştı.
“Otuz milyon dolar üzerinden anlaşmayı düşünmeyi planlıyoruz,” dedi diğer kişi. “On milyon dolar peşin ödeme olacak. Eğer kabul ederseniz, lütfen bugün bize hesap numara- nızı gönderin, ancak sonrasında kar ve… her şeyi biz alacağız.
Ayrıca, her romanınız üzerinde beş yıl boyunca satış ve yayın haklarına sahip olacağız. Ayrıca, kitaplarınızı dünyanın her yerinde biz dağıtıp satacağız. Yani, eğer kabul ederseniz, avu- katımız Milano’ya gelecek ve sizinle iletişime geçecek, ama önce kabul etmeniz gerekiyor. Yani, prosedürlere başlamayı kabul ediyor musunuz? Kabul ederseniz, peşin ödemeyi ve is- tediğiniz bir evi: Milano, Paris veya sizin istediğiniz herhangi bir yer de ödeyeceğiz,” dedi diğer kişi telefonda.
“Ciddi olduğunuzu düşünüyorum,” dedi Ardjan ve yerde bıraktığı gömleği giydi. Spor kıyafetlerini de giydi ve heye- canlı bir şekilde ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ne kadar ciddi ol- duğunuzu bilmiyorum ama, eğer bu iş ciddi ise, her şeyi noter huzurunda ve avukatlarımızın ve sizin avukatlarınızın önünde bir sözleşmeyle yaparız.”
“Evet efendim,” dedi diğer kişi. “Toplantıya ne zaman hazırsınız?” diye tekrar sordu.
“Ben yarın öğlen hazır olacağım,” dedi Ardjan.
“Tam zamanında geldiniz. Hesap numarasını Milano’da size yarın göndereceğim, çünkü henüz hesap numaram yok. Dün İtalyan vatandaşı oldum.”
“Ah, çok iyi. Başarılar!” dedi telefondaki ses.
“O zaman hemen açın ve yarın bize SMS ile gönderin,” dedi Amerikalı yönetici.
“Evet, hemen gideceğim açmaya,” dedi Ardjan.
“Sözleşme imzalandıktan sonra, hesabınıza on milyon dolar yatıracağız,” dedi diğer kişi.
“Başvurunuzu kabul ettiğimiz için çok mutluyuz. Sahibi- mizin ve tüm ekibimizin selamlarını alın. Sahibimiz de anti- komünisttir ve size ve Arnavutluk’a büyük sempati duymak- tadır.”
“Ah, çok teşekkür ederim!” dedi Ardjan.
“Yarın efendim, avukatları göndeririz ve imzalarız.” “Merak etmeyin,” dedi yönetici. “Tamam!” dedi ve tele-
fonu kapattı.
Görevliler şaşkın bir şekilde kaldılar. “Bu kadar hızlı mı oldu şef?” dediler.
“Evet, evet,” dedi Ardjan.
“Ne kadar iyi!” dediler görevliler, mutlu bir şekilde. “Size çok teşekkür ediyorum!” dedi Ardjan. “Çünkü bu
başarı sizin payenizde. Her şeyi rekor sürede hazırladınız. Tek başıma olsaydım, hiçbir şey yapamazdım, çünkü çok endişeli- yim ve kafam karışık.”
“Hayır!” dediler. “Size hizmet etmek bizim için bir onur- dur efendim.”
“O zaman giyinelim ve tiyatroya gidelim, çünkü bugün şanslı günümüzmüş,” dediler.
“Bu işi de halledelim,” dedi Ardjan. “Tanrı’ya daha faz- la dua etmiyorum, çünkü bu Donika’nın rüyası: Bu tiyatroda keman çalmak. Bu rüya gerçekleşirse, Milano’da kalmak ger- çekten değer. O, keman çalmak istiyor. Bu orkestranın şefliği onun rüyasıydı.”
“Yola çıkalım!” dediler. Giyindiler ve dışarı çıktılar. Ti- yatro, evlerinden araba ile yaklaşık çeyrek saat uzaklıktaydı. Oraya gittiler ve kapı görevlisine ve tiyatronun bilgi masasına kendilerini tanıttılar. Genel sanat yönetmeni tarafından karşı- landılar. Bu yönetmen ve bu kadar kültürlü yönetimle tanış- mak bir zevkti. Burada kendinizi tamamen başka bir dünyada, sıradan insanların entrikalarından ve ihanetlerinden uzak, his- sediyordunuz. Onların torunları, kıyamet tarafından beş mil- yar yıl sonra silinecek.
“Gerçekten çok uzaklar,” dedi Ballisti Ardjan’a, toplan- tıdan dönerken merdivenlerden inerken. “Yıllar çok hızlı ge- çiyor. Zamanımız ne kadar hızlı geçiyor. Bu yıllar çok hızlı geçiyor ve pislikler hak ettiği cevabı alıyor, yani Tanrı var,” dedi Ardjan. “Ve bana öyle geliyor ki, beni gördü ve onu kur- tarmak için günlük dualarımı duydu.”
“Tiyatronun bunları ne yapacağını düşünüyorsun?” diye sordu Ballisti.
“Alacak gibi görünüyorlar,” dedi Ardjan. “Onlara Do- nika’nın yeteneğini görmeleri için bir fırsat verdim. Onlar, benim ve Donika’nın bu tiyatronun bir parçası olmamızdan çok memnunlar. O sahneye çıktığında ne yapacağını görece- ğiz. Ne yaparsam yapayım, onun iyiliği için yaparım. O be-
nim için dünyadaki her şeydir. O insanı asla yalnız bırakmam. Nereye gidersek gidelim, artık birlikte olacağız. İnsanlardan korktuğum için değil, ona kendim bakacağım, çünkü Vlora’da bana yaptıklarını kolayca unutamam,” dedi Ardjan, tiyatronun merdivenlerinden inerken ve park yeri olmayan araba yönüne doğru yola çıktılar. Bir kişinin arabada kalıp arabayı koruması gerekiyordu.
“Park yeri çok az,” dedi görevli, “ama yapacak bir şey yok. Biz gençiz ve burada öğrenip alışacağız,” dedi Ardjan ve gülümsedi. “Kooperatifimizden yaptığımız değişiklikleri düşünün. İtalya’nın en gelişmiş merkezine geldik. Yani, ya- vaş yavaş öğreneceğiz ve uyum sağlayacağız,” diyerek güldü Ardjan. Araba aldılar ve Milano’nun banliyölerinde bir klini- ğe gittiler. Klinik bilgilendirme masasında kayıt yaptırdılar ve Donika’nın uyanmadığını, ama başında mektubun bıra- kıldığını öğrendiler. Uyanınca mektubu okuyacak. “Tamam, ayrıca tiyatroda işe başvurduğumuzu da söyleyin, çünkü çok sevinecek.” Ardjan ekledi: – Tamam! – dedi klinikaların bilgi görevlisi. – Kesinlikle şef! – diye yanıtladı Ardjan’a. O kaza- nacak, – dedi görevlilere klinikteki. O çok yetenekli bir ke- mancı. Kazanacağından eminim! Ayrıca bu yarışma için hiç sorun olmayacak, – dedi Ardjan eşi hakkında. – Hiçbir zaman bir kemanın başkasının ellerinde ağladığını görmedim, ama onun ellerinde ağlıyor. Onun elleri harikalar yaratıyor. Nasıl çaldığını kimse onun gibi çalamaz. Ayrıca mükemmel bir ha- fızaya sahip. Her bestecinin eserini bir kez okuyup ezberliyor. Bilgisayar gibi bir kadın. – Ahaha! – diye güldü görevliler. Ne kadar çok şey yapıyorsun onun için! Bravo! Bu aşk, – dediler, birbirlerine bakarak sessizleştiler.
Size bir Arnavut ile evlenmenizi öneririm, – dedi Ardjan.
- Ve aşık olduğunuzda beni hatırlayacaksınız. Size de böyle Seveceğiniz kişi dünyadaki en değerli insandır. Özel- likle tüm güzelliklere sahip böyle bir kadını bulmak bugün çok zor. Prostatlarıyla erkekleri kandıran ve aileleri aldatıp ihanet eden kadınların rezilliklerine bakın. Nasıl olduklarını görün, tıpkı çiftliklerimizin dosyaları gibi. Bu tipler ne tür ço- cuklar doğuracaklar? – diye güldü. – Evet şef, alacakaranlıkta erkekleri var. Bu yüzden Arnavutlarla aşık olun, kendi top- raklarımızdan daha iyi. Şimdi onları tanımadan kötülediğimi düşünmeyin, çünkü biz komünist rejimde büyüdük ve isteme- sek de biraz komünist özelliklere sahibiz. Kapitalizmi yavaş yavaş öğreneceğiz, – dedi. – Çünkü biz bu soğuk ve acımasız dünyada ilk başaracak olanlar olacağız. Nüfus artışı insanların birbirlerini yemelerine ve böylece sadakatsiz ve ahlaksız ol- malarına neden oldu. Davranışta ve inançta. Hadi gidelim, sizi bu konuşmalarla yordum arkadaşlar, yarını bekleyelim. İnşal- lah, Tanrı isterse, o uyanır!
Günlüğüyle ne yaptınız? – dediler görevliler. – Çantam- da. Henüz açmadım. Şimdi açacak gönlüm yok, ama sonra sa- kinleştiğimde açacağım, – dedi Ardjan. – Ve neler yazdığını göreceğim. O cesur bir insan, – ekledi. – Güçlü olanları umur- samıyor, ama onu hainlikte yakaladılar. Sekreterine dava aça- cağım. Yazılı olarak buradan yapacağım ve posta ile göndere- ceğim, – dedi Ardjan. – Çok iyi. O hilekârı da tutuklayacaklar. O, onu kendi insanı olarak kabul etmişti, oysa ki o hainliğe gir- miş. Ne hain! Onun soyu tükenmesin! – dedi Ardjan, elleriyle gökyüzüne doğru dua ederek, Tanrı’nın bu hainliğe layık bir ceza vereceğini umut ederek, çünkü eylemi son derece alçakça ve maksimum yasal cezayı hak ediyor.
Dona hastaneden çıktığında ne yapacağız? – diye sordu Ballisti. – Kutlama mı yapacağız, ne yapacağız? – dediler iki görevli. – Önce o iyileşsin. Travmasız olsun ve her şey düzene girer. Ayrıca evi alırım, o uyanınca. Bildiğiniz gibi, kadınlara her şeyde onay almanız gerekiyor, çünkü bir kez yaptığınız şeyi tamamen bozmak zorunda kalıyorsunuz, – dedi. – Evet, evet, – dediler görevli. – Siz henüz evlenmediniz, – dedi Ard- jan. – Ama bunu denediğinizde, beni hatırlayacaksınız. – Aha- ha, – dediler ikisi de. – Hayat kısa şef, – dediler. – Evet, – dedi Ardjan. – Hiç anlamadan geçip gidecek ve sonrasında son ge- lecek. Ama, umarım Tanrı bizim için onurlu bir son belirle- miştir! – Amin! – dediler.
Ben yetimim, – dedi Ardjan, – ve şimdiye kadar hiç iyi bir gün görmedim. Tanrı’ya umut ediyorum, – dedi ve gözlerini yukarıya kaldırarak, – umarım hayatımın baharını yaşayaca- ğım! – Evet şef, – dediler görevli. – Şimdi her şey iyiye doğru sayılacak. Yarın büyük sözleşmeyi imzalayacaksınız ve bir daha asla çalışmak zorunda kalmayacaksınız. Ardından, Dona hastaneden çıkacak ve hayatınıza tekrar başlayacaksınız, Ar- navutluk’tan uzaklaşarak. – O, ne zaman iyi olur bilinmez. O gün çok uzak olacak, – dedi Ardjan. – Hala elli yıl daha geçse de, olmayacak. O halkın kendine gelmesi ve komünizme karşı oy vermesi uzun zaman alacak. O zamana kadar sosyalizm her zaman kazanacak. Ve orada bizim için yer olmayacak. – Öyle mi?! – dediler görevliler, şaşkın. – Evet efendim, – dedi Ard- jan. Küçük, unutulmuş bir yer haber olamaz, yoksulluk içinde bırakılacak. Avrupa bile onunla ilgilenmeyecek. Amerika da özgürlük ve gelişim istemeyen bir halktan hızla bıkacaktır. Bu halkı kim ister ki? Sadece göç eden ve kendi ülkesini inşa ede-
meyen?! Şu anda bir milyon insan Arnavutluk’u terk etti. O yer boşalacak. Sadece Politbüro’nun adamları ve onların yö- netimi kalacak. Hepimiz sonsuza dek gideceğiz, çünkü bize sadece bu seçenek bırakıldı. Ya git, ya da bana yaptıkları gibi yap. Ben de gitmek zorunda kaldım. Beni zorladılar, değil mi? Görevliler başlarını eğdiler. – Evet şef. Gitmek zorundaydın çünkü hayatını zorlaştırdılar ve karını esir aldılar. – İşte, bana böyle, başkalarına başka şekilde. Sağcı milliyetçilere karşı platformları var. Arnavutluk, komünizmin yavrularıyla olmaz. Onların çeteleriyle de olmaz. Biz onları öldürme ve onlara benzer şeyler yapma yeteneğine sahip değiliz. Bu yüzden git- mek zorundayız. İşte ben de gittim ve bir daha asla geri dön- meyeceğim. O yeri tamamen ihanet ve vurdumduymazlıkla kirlettim. Bunu size özel olarak söylüyorum, asla kamuoyunda açıklamıyorum. Arnavutluk’u asla reddetmeyeceğim! O suçlu değil. Biz suçluyuz. Onun alçak çocukları ve yabancı hizmet- karları suçlu. Toprağım ve ulusum için ağlıyorum, ama yapa- cak bir şey yok. *Biz soykırım yapamayız çünkü demokratız, bu yüzden bize ve ailelerimize yapılanı yapamayız. Onlar ise, Arnavutluk’a olan sevgimizi zayıflık olarak görüyor. Bizi za- yıf insanlar olarak nitelendirip sürekli olarak saldırıyorlar ama artık buna izin vermemeliyiz. Öfkemiz tüm kötü niyetli kişiler ve kırmızı gardist yetimlerini kapsayacak. Vatanımız, hem nü- fus azalması hem de yok olma tehdidi altındadır. Yapabilece- ğimiz tek şey konuşmak ve anlatmak. Yarın Moza da gelecek. Size söylemeyi unuttum, kafam karıştı. Moza kimdir şef? – diye sordular memurlar, şaşkın bir şekilde. – Dona’nın en ya- kın arkadaşıdır. Şu anda Amerikan Yönetiminde çok yüksek bir pozisyondadır. – Ouu! – dediler memurlar. – Ne kadar gü- zel! Onu tanımıyoruz. – Tanıyorsunuz, antikomünist öğrenci gösterilerini takip etmediniz. O, kemancı kızlardan biridir. –
Ee! Bunu bilmiyorduk, – dediler mahcup bir şekilde. O zaman öğrenin. Yarın onu havaalanında karşılayacağız ve burada eşiyle birlikte vilada ağırlayacağız. – Arnavut mu? – diye sor- dular. – Evet, eski doktor arkadaşım. – Aaah, çok güzel! Ke- sinlikle yarın havaalanında karşılayacağız şef. Merak etmeyin!
- diyerek arabalarına yöneldiler ve evlerine gitmek üzere yola çıktılar. Üçü de iyi haberler bekliyordu ve sanki günü zorla geçirip yeni günün haberlerini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Son- ra, emin olmak için yarı sesle sordular: – Kendi arabamızla mı karşılayalım şef, yoksa daha güzel bir araba mı alalım? – ve ona döndüler. – Hayır, önemi Bu çok güzel, – dedi Ardja- ni. – O lükse alışkın değil ve resmi bir ziyaret için değil, özel olarak bizim için geliyor. Bu yüzden başka şeyler yapmak zo- runda değiliz, çünkü o da bunları istemiyor. Yani resmi toplan- tılar yapmayacak mı? – diye net bir şekilde sordu Ardjani. Resmi saçmalıklardan uzaklaşın. Onu ve eşini burada ağırla- yacağız. Arnavut olduğumuz için rahatça bir arada olacağız, resmi protokoller falan olmadan. Ayrıca boş odalarımız var. Otel de gerekmez. Biraz burada dinlenip, sonra doğrudan Do- nika’ya götüreceğiz, çünkü özellikle onun için Amerika’dan gelmiş. Onun rehin alınması trajedisi tüm demokratik hükü- metleri alarma geçirdi, dünyanın her yerinde. Bir demokrasi kurucusu ve yöneticisi rehin alındığında, diğerleri için üzülür- sünüz! – dedi Ardjani. – Bir Avrupa halkının trajik hikayesi, Türkleştirilmiş ve Avrupa karakteristiklerini ve kültürünü kaybetmiş, – diye ekledi. – Ne dersiniz, biz Arnavutlar olarak konuşuyoruz ve bunu kötü anlamayın. Bu evimizin eşiğinden dışarı çıkmamalı. Hatta, bu günlerde alacağım evimde Arna- vut bayrağı dalgalanacak. Orada iyi ve dürüst Arnavutlar için bir konsolosluk olacak. Yapacak bir şey yok. Göçmen bir hal- kız. Kendi ülkemizde mutluluğu bulamadık, bu yüzden hayat-
ta kalmak için uzaklara gitmek zorundayız, yaralı kuşların bir ağacın altından diğerine kaçması gibi, kurtuluş arayışında. Beyler, – dedi Ardjani, – eve gidelim, sohbet edeceksek tüm gece burada kalabilirim. – Ahaha, – dediler ikisi de. – Harika- sın, şef! Sohbeti bitirdiler, arabalarına bindiler ve kiralık evle- rine doğru yola çıktılar. Büyük ve gelişmiş şehre çok çabuk adapte oldular. Bir kooperatife geldik, – dedi Ardjani, ama modern yaşamla çok iyi uyum sağlıyoruz. – Biraz gülerek ek- ledi. – Tekrar turist olmayı isterdim, burada ve dünyanın her yerinde sadece gezmek için. Hayatımın baharını yaşamak iste- dim ama kader böyle istedi. Tanrı bizim için böyle düşündü ve biz de onun yazdığı şeyi yapacağız. Araç hızlandı ve çok geç- meden kiralık villalarının önünde belirdi. Gece, taş şehirde ve ortaçağdan günümüze kadar iyi düzenlenmiş binalarla yaklaş- makta. Burada çöp ve sokak köpekleri yok. Her şey temiz ve düzenli. Asfalt yollar, köpekler ve sokaklarda inekler yok. Yyy, ne büyük bir değişim. Burada gotik stil her yerdedir ve yeni modern yapılar eskiyle uyum içinde, ama eski olan daha güzeldir. Her şey iyi yapılmış ve iyi korunmuş. Evde yemek siparişi verdiler, neredeyse her gece olduğu gibi. Yemek geti- ren motorcu, onlarla arkadaş oldu. Neredeyse her zaman aynı siparişleri ve aynı ödemeleri yapıyordu. – Ne zaman bir banket yapacağız? – dedi ve biraz alaycı bir şekilde. – Bir arkadaşımız hastaneden çıkınca, – dediler memurlar. – O zaman ne sipariş vereceğimizi göreceksin. – Tamam, göreceğiz, – dedi motor- cu. – Bana iyi bir bahşiş var mı? – diye güldü, motorunu çalış- tırarak, gece siparişlerine doğru yola çıktı. Saatler hızla geçti. Yarın da aynı hızla geldi! Saatler, dünya kendi etrafında dö- nerken ne kadar hızlandığını bilmeden geçti. Onlar için Mila- no’yu ilk kez gezip doymak istemeleri ne kadar hızlı geçti. Bu şehir kolayca tatmin edilip öğrenilmez. Şehri iyi tanımak için
çok zaman gerekir, – dediler aralarında. Bu şehrin bir parçası olmak da kolay değil. Her şey zaman ve taktik gerektirir. Bu şehir, üç Arnavutu’nu kendine çekmeye devam edecek ve bu- rada kalmalarını sağlayacak. Artık İtalyan vatandaşları oldu- lar. Burada mı yoksa Roma’da mı kalacaklarını seçecekler. İşte mesele bu. Burada her şey… Burada her şehir sanki kendi başına bir devlet gibi görünüyor. Her insanın kendine has gü- zellikleri ve tarzı var. Bizden tamamen farklılar. Biz azız ve geri kalmışız. Hepimiz birbiriyle akrabayız. Küçük bir halkız, bu yüzden birbirimizi sevmeli ve birlikte olmalıyız; aksi tak- dirde asimile oluruz. İşte asimilasyon başladı. Gitmiş olan her- kes bir daha geri dönmeyecek. Orta Çağ’dan beri böyleydi, Osmanlılar bizi fethettiğinde, komünizm bizi fethettiğinde vs. Sadece kaçtık çünkü bize karşı politika böyle. O toprağı bo- şaltmamız gerekiyor ki komşularımız fethetsin. O toprak ve iklim dünyadaki en iyi olanıdır, bu yüzden başkaları almış ve almaya devam edecek. Yabancılar sürekli olarak bizden aldı. 1913 yılında topraklarımızın yüzde altmış dokuzu dışarıda kaldı. O toprağa saygımız yoktu ve sürekli olarak geri geldik. Korkak ve kardeşini öldüren bir soyun torunları olduğumuz için ne kadar kötü. Ilir kökenimiz için layık değiliz. Balkanlar ve Avrupa’da egemen bir halktık ve şimdi evsiz bir halk olduk. Eskiden Yahudiler gibi, dünyanın dört bir yanına dağılmış du- rumda. Zaman geçti ve gece unutuldu. Gün geldi. İki subay ve Ardjani’nin Moza’yı havaalanında alıp buraya villa getirmele- ri gerekiyordu. Saat hızla geçiyordu. İkisi de Malpensa Hava- alanı yakınlarına gidip park ettiler, havaalanının içinde Moza ve kocasının gelişini bulmak için girdiler. Ardjani’nin inter- netten Moza’nın fotoğraflarını gösterdiğini unuttum, bu yüz- den kim olduğunu iyi biliyorlardı. Moza’nın gelişi Dona için çok iyi olacak, dedi Ardjani. Bu yüzden, şükür ki geliyor. Onu
memnun etmek ve her yerde gezdirmek için elimizden geleni yapın, diye talimat verdi. Moza geldiğinde doğrudan uyana- cak, dedi Ardjani. Tanrı’nın planımın işe yaramasını ve Moza ile birleşirse ayağa kalkıp bir hafta sonra işine direkt başlaya- cağını ümit ediyorum. Ardjani’nin sözleri aklına geldi ve gü- lümsediler. O çok öngörülü bir adam, dediler ofiserler ve ha- vaalanını içeriye doğru incelerken durdular. Amerikalı iki yolcuyu bekliyorlardı. Şefin bu Moza işini çok iyi düşündüğü- nü biliyorum. Onun Dona üzerindeki etkisini biliyor. Çok ya- ratıcı bir fikir. O, düşünme ve harekete geçirme başıdır, dedi- ler ofiserler, omuzlarına “Polis” rozeti asılı olduğu için her yerde ve kontrolden geçmeden hareket edebildikleri için. Ha- vaalanında büyük bir gürültü vardı ve anons sesini duymak zorlaşıyordu. Moza geldiğinde bizi göremezse, şefin üzülür, çünkü o bunu duyurdu. O, havaalanında iki Arnavut polis bek- lediğini biliyor. Bu kez özel bir ziyaret yapıyordu ve İtalyan devletine varışını bildirmemişti, bu yüzden onu şehirde her yerde koruyup gözetmek bizim görevimiz. Ayrıca mafya gru- bunun hiçbir zaman bilinmeyen kısmını da bilmekte fayda var. Hep Ardjani’nin senaryosuna göre, dediler ve gülüştüler, ar- dından hareketli merdivenleri çıkarak ikinci kata çıktılar. Ora- da Amerikalı yolcuların gelişlerini daha iyi dinlemek için. Ha- vaalanında her yerde asılı elektronik tabelaları gördüler ve New York’tan Milano’ya gelen uçakların hangi saatlerde gele- ceğini kontrol ettiler. Moza’nın uçağının ne zaman ve hangi kapıda olduğunu öğrendiler ve büyük bekleme salonuna yer- leştiler. Polis olduklarından, doğrudan yabancı yolcuların gel- diği kapıya gittiler, yani henüz gümrük kontrolü yapılmadan. İki polis, mavi koltuklarda oturarak, yolcu kapısındaki kapıyı sessizce izliyorlardı, çünkü uçağın varış saati yaklaşıyordu. Varış saati Milano havaalanının tüm ekranlarında yazılıydı.
Ayrıca, spiker, yolcuların çıkacağı kapıyı sürekli olarak duyu- ruyordu. Moza’nın fotoğraflarını bir kez daha gözden geçirdi- ler, böylece onun gitmeden önce görmelerinden emin oldular. İkisi de Moza’nın tüm görünümünü, saç rengini doğru şekilde tasvir ettiler çünkü resmi bir görevde bile kadınlar saç rengini sıkça değiştirebilirler, dediler şaka yollu. Ardından, sonuçta o da bir kadın, Amerikan devlet memuru olsa da. Ahaha, dediler. Bu doğru, dediler ikisi de şakayla birbirlerine. Kadın öyledir, dünya devrilse bile. Kendi kafasında olanı yapar ve erkek ne kadar cesur ve zengin olursa olsun hiç kimse bunu değiştire- mez. Kadın ya seni sever ya da sevmez. Sevmezse, dünyanın tüm servetini versen bile, seni sevmez. İlk fırsatta terk eder. Onlar, aptal aşklara ve aptal, eğitim görmemiş erkeklere eği- limlidirler. Böyle bir takıntıları vardır ve böyle yaparlar. Ge- netik bir mesele, der şefimiz. Ahaha, tekrar güldüler. Tama- men genetik bir mesele. Eğer iyi ve üstün bir ırk iseler, böyle şeyler yapmazlar. Burada her şehir kendi başına bir devlet gibi görünüyor. Her bireyin kendine özgü güzellikleri ve tarzı var. Bizden tamamen farklılar. Biz az ve gelişmemişiz. Hepimiz birbiriyle akrabayız. Küçük bir halkız, bu yüzden birbirimizi sevmeli ve birlikte olmalıyız, aksi takdirde asimile olacağız. İşte, asimilasyon başlamış bile. Gidenlerin geri dönmeyeceği bir gerçek. Orta Çağ’dan beri böyleydi; Osmanlı bizi işgal et- tiğinde, komünizm bizi işgal ettiğinde ve daha fazlası. Sadece kaçtık, çünkü politikamız böyle. O toprağı boşaltmamız isteni- yor, komşularımız işgal etsin diye. Orası dünyadaki en iyi top- rak ve iklime sahip, bu yüzden başkaları da bizim yerimizi aldı ve almaya devam edecekler. Yabancılar sürekli olarak toprağı- mızı alıyor. 1913 yılında topraklarımızın yüzde altmış dokuzu Arnavutluk dışında kaldı. O toprağa saygı göstermedik ve sü- rekli olarak geri geldik. Ne yazık ki korkak ve kardeşini öldü-
ren bir halk olarak kaldık. İlir kökenimizi hak etmiyoruz. Bal- kanlar ve Avrupa’da egemen bir halktık ama şimdi evsiz bir halk haline geldik. Bir zamanlar Yahudiler gibi, dünyanın dört bir yanına dağılmışız. Zaman geçti ve gece unutuldu. Gün gel- di. İki subay ve Ardjan, Moza’yı havaalanında alıp buraya vil- la’ya getirmeliydiler. Saat hızla geçiyordu. İkisi de ayrıldı ve Malpensa havaalanının yakınında yer aldı; bu havaalanı çok büyüktü. Bir stadyumdan bile büyük, mavi camlarla ve güzel sanat eserleriyle kaplıydı. Moza, terminale saat birde geleceği- ni bildirmişti. Onlar park ettiler, havaalanının önüne geldiler ve Moza ve eşinin gelişini bulmak için içeri girdiler. Unutmu- şum söylemeyi; Ardjan ona internetten fotoğraflarını göster- mişti, bu yüzden onu iyi tanıyorlardı. Onun gelmesi Don için çok iyi olacak, dedi Ardjan. Bu yüzden gelmesi iyi oldu. Onu memnun etmek ve her yere götürmek için her şeyi yapın, de- mişti. Moza’nın geldiğini öğrendiği an hemen uyanacak, di- yordu. Tanrıya şükür ki planım başarılı olur, Moza ile birleşir- se, ayağa kalkar ve bir hafta sonra hemen işe başlamak ister. Ardjan’ın sözleri akıllarına geldi ve güldüler. O adam çok ön- görülü, dediler ve havaalanına bakarak durdular. Amerikan yolcularını bekliyorlardı. Şefin bu Moza işini çok iyi planladı- ğını biliyorum. Onun Don üzerindeki etkisini biliyor. Çok ya- ratıcı bir fikir. O bir düşünce ve hareket başıdır, dediler. Bo- yunlarına “Polis” rozeti takmışlardı, her yerde ve kontrolsüz olarak hareket etmek için. Havaalanında büyük bir gürültü vardı ve dünyadaki tüm yolcuların gelişleri hakkında duyuru- lar yapılmıyordu, büyük bir karmaşa vardı. Burada her zaman böyle. Bu ülke çok gelişmiş. Evet, dediler ikisi de birden. Biz çok gerideyiz ve asla gelişmeyeceğiz, şefin söylediği gibi. Bu ülke gelişimi istemeyen komünistlerle dolu. Sadece marksist politikayı istiyorlar, başka bir şey istemiyorlar. Hiçbir şey kal-
mıyor çünkü herkes gidiyor ve kimse kalmıyor. Bu, Afrika ül- kelerindeki gibi, herkes nereye gitse gitmek istiyor. Arnavut- luk’taki göç eski bir şey. Giden herkes o yerle sorun yaşadı. Bir Arnavut başkasının hayatını zorlaştırdı, gitmelerine neden oldu. Bu bir deyim gibi, doğrulanması gerekmiyor. Biz Os- manlı halkıyız. Türkleri ve bizi karşılaştır. Neredeyse aynıyız, ama biz geride kaldık, onlar ilerlediler, biz yerimizde sayıyo- ruz. Halkımızın bu şekilde olmasına üzüldüm.
Havaalanı ekranlarında Moza’nın uçağının gelişine dair çağrılar artmıştı. Konuştuklarınızı bırakın! Diğer köşeye ge- çin, büyük şef kaçmasın, sonra sıkıntı yaşarız, dedi Ballisti. Tamam, bağırma, dedi Acımasız, gideyim. Asker gibi davra- nıyoruz, puf puf! Evet, tam olarak öyle. Şimdiye kadar iyi ça- lıştık. Şefi bizle dalga geçmesin diye bunu bozmayalım. Aha- ha, dedi Ballisti. O adam bir şey demiyor. Sadece bizi ironize ediyor ya da biraz dalga geçiyor, o kadar, dediler. Sanki onun güvenliğinde çalışıyor olsaydık, harika olurdu, dedi Ballisti.
Onu hiç yalnız bırakmayacağız, dedi Acımasız. Nerede olursa olsun yanındayız. Ceketinin düğmelerini düzeltti, kra- vatını ayarladı ve büyük şefin Amerika’dan geleceği tören için hazırlandı. Amerika’dan gelen her şey iyidir kardeşim, dedi Ballisti. Mafya bile, dedi diğer subay. Yeter ki Rusya ve Sır- bistan’dan olmasınlar. Amerikan mafyası bile iyidir. O ülkeyi ve toprağı seviyoruz, dediler polisler, Amerika’ya saygıyla. Onlar her zaman bize yardım ettiler. Küçük ve desteklenme- yen bir halk için mucizeler yarattılar.
Amerika olmasaydı, komşularımız bizi haritadan silerdi, dediler. Uçak geldi ve yolcu sırası büyüdü. Yolcular birer birer
çıkmaya başladılar. Bunlar bizim Arnavutlarımız olmalı, dedi Ballisti Moza ve eşine. Nereden biliyorsun? dedi Ballisti. Bi- linçli bir şekilde bak, kardeşim. Birer birer çıkıyorlar ve elle- rinde çantaları var. Bizim görünümümüz var. Her zaman tanı- rız, çünkü ekmeği az yedik ve bu yüzden yiyeceği çok değerli buluyoruz. Ahaha, dediler ikisi de. Moza siyah bir elbiseyle gi- yinmişti ve uzunluğu ve güzelliğiyle dikkat çekiyordu. Ayrıca vücut hatlarıyla da kendini belli ediyordu. Tanımasaydın, onu Hollywood’dan bir aktris ya da ünlü bir soprano olarak alırdın. Tam bir Amerikan görünümü vardı, ama Arnavut güzelliğiyle harmanlanmıştı. Herkes etrafında dolaşıyordu ve hazır bekli- yordu. İtalyan polisi de onun çıkışı için bir koridor oluşturdu. Ballisti havaalanı polisine başvurdu ve kendini polis olarak ta- nıttı, Moza’yı beklediğini ve Milano’da kaldığı süre boyunca kişisel koruması olacağını açıkladı. Yani burada kaldığı süre boyunca, tekrar etti. Milano’daki ziyaretinin tamamında, şefle birlikte olacağız ve İtalyan polisi size yardımcı olacak, dedi Havaalanı Polisi Şefi. Telefonla merkezi veya İtalyan SHIK’ı aradı ve iki subayı tanıttı.
Kısa bir süre sonra, ikisini de çağırdılar. Evet, sizi tanı- dık. Gerçekten bizim özel polislerimizsiniz. Ayrıca hanımı eş- lik etme özgürlüğüne sahipsiniz, dediler. İkisi de yolcu çıkış kapısına doğru zaferle döndüler.
Ballisti ilk olarak konuşma görevini üstlendi, çünkü şef kadın gümrük geçiş kapısına yaklaşmıştı ve büyük bagaj sa- lonuna varmak üzereydi. Ballisti telefonunu çıkardı ve elinde tutarak ona yaklaştı. Yaklaştığında, Arnavutça konuştu:
Merhaba şef! Ben Ballisti, polis memuruyum. Arnavutum ve aynı zamanda Bay Ardjan Vusho’nun refakatçisiyim! Ve
telefonu Ardjan’a doğrulama için uzattı. Moza bir süre sessiz kaldı ve sonra şunları söyledi: Merhaba vatansever! Arnavut- luk’tan hangi bölgedensiniz? Vlora’dan, şef. Arnavut polisi- yim. Ayrıca milliyetçiyim, komünist değilim. Size önceden anlattım, çünkü şefimiz Ardjan’dan talimat aldım. Yani merak etmeyin, çünkü işimize başladık ve hem sizin hem de bizim hükümetimizle çalışıyoruz. Ahaha, güldü Moza. Size güve- niyorum, merak etmeyin. Siz bizim insanlarımızsınız. Nasıl- sınız? Çok mu yoruldunuz? diye sordu doktor, kocası. Savaş içerisindeyiz efendim, dedi Ballisti. Sadece iki gündür dinle- niyoruz ve iyi haberler alıyoruz, çünkü çok kötü bir dönem geçirdik, dedi Ballisti kadına, dışarı çıkmasını davet ederken. Bagajları “Merhametsiz” adında bir subay alacakmış. – Biz iki kişiyiz, hanımefendi, – dedi bu kişi. – Hiç endişelenmeyin! Bir yüz kişi kadar insanız! Kimse yaklaşamaz! Yani, istemediği- niz şeyi. Ve elleriyle, merdivenlerin aşağısına inmek ve araç- larının park edildiği yere çıkmak için işaret etti. Özel otopark havaalanından çok uzakta değildi. İnsanlar ve araçlarla tıka basa dolmuştu. Neyse ki, bu park yerinde boş bir yer bulmayı başardılar. – O zaman siz, Bay Ardjan’ın ünlü korumalarısınız,
- dedi kadın. – O, sizden çok güzel sözler etti. Cesur ve an- tikomünist olduğunuzu, bir ordunun sizi karşılayamayacağını söyledi, çok güçlü olduğunuzu – Aa, teşekkür ederiz,
- dediler subaylar. Bagajları aldılar ve arabalarının arkasına yüklediler. Yanlarında birkaç eskort aracıyla İtalyan polisi vardı ve tüm yol boyunca alarm veriyorlardı. Moza, Amerikan yetkili olarak bekleniyordu, ancak ziyaretinin özel olduğu ve kız kardeşi gibi gördüğü bir arkadaşına olduğu anlaşılmıyordu.
- Dona’nın kaçırılmasını çok kötü karşıladım, – dedi Moza. – Geceyi uykusuz geçirdim. O benim kardeşimden fazlası, – di- yerek gözyaşlarını – Şu anda nasıl? Kendine geliyor mu?
- Evet, evet, her şey yolunda, – dediler subaylar. – O sadece hastanede iyileşme döneminden geçiyor, arkasında herhangi bir olumsuz etki olmaması için. Burada en iyi doktorlar tara- fından tedavi Ardjan ve biz İtalyan vatandaşlığı aldık ve o, Amerikan yayın evleriyle çok iyi sözleşmeler imzaladı. Paralar hesap numarasına geçti ve Ardjan şimdi mali olarak da çok iyi durumda. – Aa, ne güzel, bu yüzden ben de geldim, finansal olarak yardım etmek için, – dedi Moza. – O benim ünlü kardeşim. Orada Arnavutlardan yüzlerce telefon aldım, CNN’deki röportaj için. Amerikan yetkililerinden Arnavut polislerinin çalışmaları için teşekkürler aldım. Herkes onun el değmemiş ve tecavüze uğramamış eşini bulmasına sevindi. Bu, Tanrı’nın Dona’yı bu kadar iyi korumasının bir işareti, – dedi. – Yanımda kemanımı getirdim. Bir sürpriz yapacağım,
- dedi Moza. – Her şeyi eski haline getireceğim. “Kemanlı Kızlar” burada da denecek. Burada da çalacağım. – Aa, siz Arnavutluk’taki komünizmi Aralık 1990’da yıkan kemanlı kı- zırsınız. – Evet, Ben ikinci kişiyim. – Aa, – dedi Arnavut subay şaşkın bir şekilde. – Bunu bir hikaye olarak duymuştum ama siz olduğunuzu bilmiyordum. Helal olsun! Tanrı sizi kut- sasın! Siz, biz politik kurbanlardan daha güçlü oldunuz. Biz bekledik ve sizinle hızlıca birleşemedik. Ama oylarımız asla sola gitmeyecek. Hep sağa. Kızıl mafyaya ve güvenliğe karşı,
- dedi Ballisti. – Ballist olduğunuz belli, – dedi Moza ironik bir şekilde. – Tavuk yediniz mi? – Hayır, – dedi bu kişi. – Ta- vukları sevmem, sadece balıkları yerim, çünkü ben bir Vlon- jak’ım. – Dona gibi. – Evet, biz de vatanseveriz. O, Vlonjak olduğunuzu öğrendiğinde çok mutlu olacak, – dedi Moza. – Bunu bilmiyoruz çünkü Vlonjaklar kaçırıldı. – Hayır efendim,
- dedi Moza. – O eğitimli ve kimlerin bizim olduğunu, kimle- rin diğer olduğunu ayırt – Evet, umarız şef hanım
bize kızmaz, – dedi Ballisti. – Hayır, – dedi Moza. – O bana böyle söylüyor. Bizi ne kadar çabuk götürürseniz, arkadaşımı görmek istiyorum, – diye ekledi. – Ardjan’ın dediği gibi, sonra villaya gideriz. Orada mı? – Evet, evet, yazıyor, – dedi Bal- listi. – Ve geldiğinizi bekliyor. Size güzel bir haber verecek,
- dedi Ballisti. – Şef, Dona’nın burada bir tiyatroda çalışma- ya başlaması için başvurdu. Daha fazla ayrıntı veremem ama Dona burada solist olmak istiyor. – Evet, o onun hayaliydi, – dedi Moza neşeyle. – Umuyorum kazanır ve burada çalışmaya başlar. O çok yetenekli ve kolayca başarır. Endişelenmeyin,
- dedi Moza tekrar. – Hatta kelepçeli olarak bile dişleriyle sa- vaştı, – Ardjan Moza’ya anlatmıştı, – ve o pislikleri yaraladı. Asla teslim olmadı, hele ki şimdi zafer Tanrı isterse, o çirkin olayın bir sonucu olmamış olur! O zaman zirveye kendi başına ulaşır. – Evet, – dediler subaylar. – Biz müzikten hiç anlamıyoruz, sadece konuşuyoruz. Müzikle hiçbir bağlantımız yok. Klasik müzik bile bize hitap etmiyor. Özellikle operalar çok sıkıcı. – Aa, – dedi Moza gülerek. – Sorun değil! – Şimdi size buradaki Opera Tiyatrosu’nda izleyici olmayı öğretece- ğiz ve bayrağınızı tutan taraftarlar olacaksınız, – dedi gülerek. Gerçekten de, Skodra şehrinin aksanını hiç değiştirmemişti ve Amerika’dan geldiği görünmüyordu. Basit bir insan! Çok güzel ve çok esprili biri. Biz eski yatılı okul arkadaşlarıyız, subay kardeşim, – dedi. – Çorba ve reçel ile büyüdük. – Aha- ha, – dediler gülerek. – Bizim halkımız da öyleydi. Biliyoruz, çünkü bizim de hiçbir şeyimiz yoktu, tavuk bile yok. – Evet, evet! Aynıydık. Sadece Politbüro’daki bazı insanlar Batı’da yaşamıştı. Biz tamamen fakirdik. – Bırak, – dedi Moza. – Şim- di onlar birleşiyorlar ve bizi devirdiklerimizden intikam almak istiyorlar. Güce geri dönmek istiyorlar çünkü güçsüz kalma- ya alışmamışlar. Bu süre zarfında biz iktidardayken, güçleri
kendilerine bırakıldı, bizimle alay etmek için, çünkü asla güç bırakmazlar. Sanki yaralarımıza basmışız gibi görünüyorlar ve işte bunu görebilirsiniz, – dedi. – Ama tekrar almadılar. Ar- navutluk dünya komünizminin merkezidir, kardeşim, – dedi Moza. – Orada sosyalizmi devirmek kolay değil. Kızıl Arna- vutluk için “Bir Fener Var Avrupa’da” şarkısını unuttunuz mu? İşte, şimdi yaşayın ve görün bu ne olduğunu. Mafya, Eski Cumhuriyet Muhafızları ve güvenlik bir arada. Şimdi demok- rasiye darbe yapmak ve komünizmi veya sosyalizmi yeniden kurmak istiyorlar, bu yüzden Ardjan ve Dona’yı hedef aldılar. Ancak bizim ve sizin cevabımız ezici oldu. Ballistlerin ne ya- pacağını öğrenmeliler, onları kızdırdığınızda ne yaptıklarını,- dedi Moza gülerken. – Sadece tavuklar konusunda o unvanı pek iyi kullanmıyorsunuz,- dedi Moza tekrar gülerken. – Bunu komünistler uydurdu,- dedi Ballisti. – Ahaha, biliyorum, bi- liyorum ama ben de şaka yapıyorum. – Evet, teşekkür ede- rim şefim,- dedi. – Komünistlerin bizimle ilgili ne tür iftiralar attığını bilmiyorsun sanmıştım. – Biliyorum efendim,- dedi Moza, sağ elinin parmaklarıyla gözlerinin üzerine düşen saç- ları toparlarken. Subaylar sadece ona bakıyorlardı ve bu büyük şefin arabalarında olduğunu inanamıyorlardı. O, Hollywood filmlerindeki gibi uzun ve çok güzeldi. Eşi ise o kadar yakışık- lı değildi. Hatta ondan daha kısa ve pek konuşmayan biriydi. Sadece dinliyor ve onaylar bir şekilde gülüyordu. Konuşmayı Moza başından sonuna kadar yaptı.
Sonunda doktor konuştu. – Bu hanım çok şaka yapıyor,- dedi. – Ballistlerle ilgili şaka için üzülmeyin. – Hayır efen- dim,- dedi subaylar. – Şakayı anlıyoruz, merak etmeyin. Bir- kaç dakika sessiz kaldılar ve araba Dona’nın kliniğine vardı. Moza gözlerini yaşla doldurdu, elindeki kağıdı silerken dedi
ki: – Çok heyecanlıyım! Dona ile karşılaştığımda kendimi tu- tup tutamayacağımı bilmiyorum. Üç yıldır birbirimizi görme- dik,- dedi,- ve bakın Tanrı nasıl da bizi buluşturdu. Yabancı bir yerde ve bu kadar absürd bir durumda karşılaştık. İnsan hiçbir zaman neyle karşılaşacağını bilemez. Günden güne bu dün- yada ziyaretçiyiz ve Tanrı’nın kaderimizi belirlediğini unutu- ruz. Araba durdu. Subaylar aceleyle hanımın kapısını açtılar ve sırayla ikisini de bekleyerek dışarı çıkmalarını sağladılar. Moza çıktı ve ardından eşi, kaba ve tembel biri gibi görünen biri çıktı. – Bu kadını nasıl sevmiş olabilir?- dediler subaylar. Ama sözle konuşmadılar. Sadece işaretlerle anlaştılar. – Ha- nımefendi,- dedi Ballisti.- Bir dakika kadar klinik sekreterli- ğiyle konuşmaya gidip size kim olduğunuzu açıklayacağım ve size giriş izni verecekler, çünkü kimse içeri giremez. Bu, İtalyan devletinin Dona için aldığı mutlak güvenlik önlemi.
- Ah, bravo! – O zaman,- dedi Moza,- git ve bilgilendir. Biz bekliyoruz, laf atmamamız için, çünkü bizi tanımıyorlar ve anlamsız sorular sormaya başlıyorlar. – Emredersiniz şefim!- dedi Ballisti, diğer subay da önünde durarak onu korumak için etrafında bekledi. – Tamam, bekliyorum,- dedi Moza.- Bal- listi çıktı ve klinikteki metal kapıya girdi. O, büyük bir villa tarzında, Akdeniz ağaçlarıyla çevrili bahçeleri olan, ama ço- ğunlukla zeytin ağaçlarıyla dolu bir yerdi. Moza, bu tür ağaç- ların deniz seviyesinden yüksekliğiyle karakteristik olduğunu düşündü. Subay gitti ve yabancıyı gişe memuruna tanıttı ve iki dakika sonra döndü. – Şefim,- dedi, pozisyon alıp selam – Size bildireyim ki nöbetçi şefle konuştum ve sadece sizin Dona’yı ziyaret etmenize izin verildiğini söyledi. Ardjan içeri girmedi bile. Sadece bir kez girmiş, çünkü İtalyan istih- barat servisi tarafından verilen kesin talimatlara göre kimsenin içeri girmesine izin verilmiyor. Kaçırılmasından sonra, dört
güvenlik ekibi nöbet tutuyor ve sivil giyimli olarak etraftalar. Fark edilemiyorlar ama biz polis olduklarını biliyoruz. – Çok iyi yapıyorlar,- dedi Moza. – Bunlar yapılandırılmış bir devlet, bizim gibi Vlorë’de fasulye alıyormuş gibi kaçıran değil,- dedi Moza gülerken.
Her şeyi bıraktı ve subaylarımızın onaylayıcı bakışlarını aldıktan sonra, yalnız başına Dona’yı görmek üzere yola çıktı.
Bu, sadece kardeşten daha fazla olan arkadaşların buluş- masıydı. Hiç kimse onların birbirlerini ne kadar sevdiklerini bilmiyordu. Moza yola çıktı ve gözleri yaşla doldu. – Ağla- mayacağım,- dedi. – Çünkü kız kardeşim kurtuldu. Her gün ve her gece onun için ağladım. Artık ağlamak istemiyorum! Şimdi sadece en iyi günler onu bekliyor ve ben bunun için çok savaşacağım. O, burada ve dünyada sanatın zirvelerini yakala- yacak. O, yeteneğin, dürüstlüğün ve antikomünizmin sembo- lüdür. O, beni de yanına alıp komünizmi devirmeme yardımcı olan kemancı kızdı. O olmasa ben kimse olmazdım. Bir müzik öğretmeni olarak Şkodër’de kalırdım ve bu kadar. Bu yüzden, hayatım onun hayatıdır. Kimse artık ona yaklaşmaya ve ona zarar vermeye cesaret edemez. Ardjan’ın intikamı beni rahat- latıyor ve bana iyi geliyor çünkü her gün acıdan titriyordum. O, Kasap gibi bir canavarın ellerinde olduğunu düşünmek kor- kunç. Güçlü kardeşime ellerini öpüyorum! Sizleri de takdir ediyorum, onu ceza almasına izin vermediniz! Bravo! Sizler benim kardeşlerimsiniz! Yaşayın! Moza merdivenleri çıkma- ya başladı.
İtalyan subayları “Gadit!” pozisyonu aldılar. O, gitti ve fazla uzun sürmedi, çünkü izin verilen süre bu kadardı. Ama
üzülerek söyledi ki, hala uyanmamış.- Sadece ben konuştum. Her şeyi hatırladım, ama o uyuyordu. Beni duyup duymadığını bilmiyorum. Şimdi rahatladım. O, yakında uyanacak,- dedi.- Ve sadece travma var, burada iyileşir. Ayrıca diğer psikiyat- ristlerle konuşacağız ve iyileşmesi için her şeyi yapacağız. Onun böyle bir durumda olduğunu görmek korkunç. O çok zayıflamıştı. Kötü beslenme ve işkencelerden dolayı görünüşe bakılırsa. Zavallı kız kardeş, ne kadar acı çekmiş! Bana onun bir günlüğü olduğunu söylediniz. Onu kim aldı? Ne yaptıkla- rını bilelim… —Şefin elinde,— dedi memurlar, Donika’nın durumu hakkında Moza tarafından yapılan betimlemenin ar- dından gözyaşları içinde. —Peki,— dedi Moza, sesi titreyerek ve yeşil ve o kadar güzel gözlerinden tekrar gözyaşlarını sile- rek. —Gördüğümde söyledim,— diye tekrar etti Ballisti. — Bu kadın çok güzel. Hollywood aktrisi gibi, Shkodra’dan bir Arnavut gibi değil. Kemanımı da aldım,— dedi, memurların şaşkın bakışlarıyla karşılaşınca ve ekledi: Birlikte çalacağız, eskisi gibi. Buradan gitmeden önce onu sahnede, bu tiyatroda görmek istiyorum. Ayrıca, televizyon kameraları ve seyirciler önünde onunla birlikte çalmadan gitmeyeceğim, tıpkı eskisi gibi “Kemanlı Kızlar”ın meydanında. Burada da rezil edece- ğiz!— dedi, hem ağlayıp hem gülerek.
O adamı kendimden daha çok seviyorum. Anlıyor musu- nuz? Bir hafta önce onunla konuştum ve onu Ardjan’la birlikte Washington’a davet ettim ve geleceklerini onayladıklarında, Ardjan telefonla aradı ve bana: “Kaçırdılar” dedi. Neredeyse kalp krizi geçirecektim ama evde bir doktorum olduğu için ilk yardımı aldım.
Bu işin ne olduğunu biliyor musunuz?— dedi. —Bir eli- nizi kesiyormuş gibi. Onu tekrar görecek miyim bilmiyordum ama Tanrı’ya şükür ki bir Tanrı var ve onu kurtardı!— dedi, ağlayarak. Size çok borçluyum, Arnavut memurları!— dedi Moza. —Bu kadar iş yaptınız ve onu kurtardınız. Ardjan beni sizin hakkınızda bilgilendirdi. Size çok yetenekli, çok vatanse- ver olduğunuzu söyledi. Tebrikler! Şimdi burada iyi çalışın ve kimseyi esirgemeyin! Tüm suçlu grubu adalet önüne çıkarın ve kadınlarımıza ve kızlarımıza karşı böyle hareket eden tüm grupları adalete teslim edin. Biz Arnavutlarız ve başkalarının kadınlarını taciz etmek asla alışkanlığımız olmadı. Sadece ora- da, Vlorë’de, sadece bu alçaklar böyle şeyler yapar. Ölsün- ler!— dedi. —Hapiste en uzun süre ceza almalarını sağlamak için her şeyi yapacağım. Romadaki Büyükelçiliğimize baskı yapacağım. Gelsinler ve yargılamalarını takip etsinler. En yüksek ceza istiyorum! Kimse tekrar yapmasın! Kız kardeşle- rimize dokunmaya cesaret etmesinler!
O zaman, villaya mı geçiyoruz şef?— dedi memur ve Amerika’dan Donika için özel olarak gelen şefin son emirle- rini almak için hazırlandı. Şef başıyla onayladı. Ardjan ile bu- luşuruz ve sonra orada konuşuruz. Memurlar, emrinize amade dedi. Ardından, doğrudan araca bindiler ve eve doğru yola çıktılar. Yarım saat sürdü, çünkü trafik yoğundu ve sanki tüm şehir o gün yollara çıkmış gibi görünüyordu. —Burada her za- man böyle,— dedi memurlar. —Bu yüzden küçük bir araba seçtik. Küçük ama bize çok iş yaptı. —Satın aldınız mı?— diye sordu doktor. —Yoksa kiraladınız mı?— Hayır, kirala- dık, çünkü geldiğimizde pek iyi yönlenmemiştik. Şimdi şehri biraz öğrenmiş olduk, ancak tamamen değil. Haritalarımız ve navigatörümüz var ve onlar bizi yönlendiriyor. —İyi yapıyor-
sunuz,— dedi. —Bu, Avrupa için büyük bir şehir,— dedi, bi- raz sonra ekledi— Ama çok güzel bir şehir,— dedi memurlar.
Araç evlerinin önüne yaklaştı. Ardjan kapıda duruyor ve Moza ile doktorun, eski arkadaşının gelişini büyük bir heye- canla bekliyordu. Ardjan kapıda mı çıktı!— dedi Moza, büyük bir sevinçle. —Evet,— dedi memurlar. —O sizi çok değerli görüyor. Sizinle ilgili tüm hikayeleri bağladı. Üçünüz ne kadar çok zaman geçirmişsiniz!— dedi memurlar. —Evet,— dedi Moza. —Biz hiç ayrılmayacak bir üçlüyüz. Tanrı bizi tekrar bir araya getirdi. Şimdi, Arnavutluk’tan uzakta… Yani ya- pacak bir şeyimiz yok. Kartal yüksek kayalıklarda yuva ya- par,— dedi. —Ardjan, kendi yuvanı koruyan bir kartal gibi. O, hayatımda tanıdığım en iyi ve cesur insan. Onun Donika’ya duyduğu aşk normal sınırları aşıyor. O, gece bile uyanıyor ve onu örtüyor. Bunu Donika bir zamanlar anlatmıştı. —Ve onu nadir bir hazineden koruyor. Bu, insanların başına gelen ve dünyalıların yaşadığı aşkın bir açıklaması yok. Belki bu iki kişi uzaylıdır,— diye güldü Moza. —Geldik!— dedi, refakatçi memur.
Araç kapının önünde durdu. Ardjan ve Moza, kardeş gibi sarıldılar. İkisi de ağladılar. Gözyaşlarını biz refakatçi memur- lar bile tutamadık. Biz, Arnavutluk’ta doğmuş iki büyük insan arasında büyük bir olayın tanığı olduk. —Merhaba doktor,— dedi Ardjan ve onu da kucakladı. —Tanrı sizi Milano’daki konağımıza getirdi, beyefendi! Bu günleri beklemiyordum doktor, ama işte, Tanrı işte kapıyı açmak zorunda kaldı. Biz dünyalıların yapabileceği bir şey yok, Tanrı’nın sözünü değiş- tiremeyiz. Gülümsedi, sağ elinin kenarıyla gözyaşlarını sildi. Spor kıyafet giymişti ve altına gri bir tişört, üstüne ise mavi
kot pantolon giymişti. Sanki bir yürüyüşe çıkacak gibi giyin- mişti. Biz arkadaş ve dostuz,— dedi,— protokol yapmamıza gerek yok. —Ahaha,— üçü birden güldü.
O zaman, yukarı çıkalım çünkü bu villayı kiraladık ve bolca oda var. Ayrıca sizin için bir banyo ve her şeyle bir oda hazırladık. Otelden daha iyi. Size garanti ederim!— dedi Ard- jan. Moza ve doktor sadece güldüler ve merdivenleri çıkmaya başladılar.
Henüz yerleşmişken, Ardjan’ı tiyatrodan telefonla aradı- lar ve Donika’nın burada çalışma hakkı kazandığını söylediler. Teste gerek yok. Bilgisayarda ve internet üzerinde yaptığı işler ve orkestrayı inceledik. Eğer bu kurumu kabul ederse çok gu- rurluyuz. Yönetimimiz de onu tüm iki yüz kişilik senfoni or- kestramızın sanat yönetmeni yapmaya karar verdi. Ardjan ku- laklarına inanamadı ve telefonla birkaç kez sözleri tekrar etti. Bizim… Sizin de belirttiğiniz gibi, onun sahnemizde bir konser vereceğini düşündük. Biz de hemfikiriz. Yani, bir konser resi- tali yapmak istiyoruz. İki eski okul arkadaşı, Arnavutluk’tan. Moza Buna’nın, Amerikan Departman Başkanı olarak, keman çalmasını istiyoruz. Yani, siz değerli birinin de belirttiği gibi, orkestramızla birlikte keman çalmasını istiyoruz. Eskiden Ar- navutluk’taki gibi… Üç gün sonra olacak. Ne dersiniz? Katıl- mak istiyor musunuz, efendim? – dedi telefonla. Tüm medyayı bilgilendirdik ve yabancı televizyonlar da olacak. Ayrıca sizin de katılımınızı bekliyoruz çünkü bilgilerimize göre İsveç Aka- demisi tarafından Nobel Ödülü’nü kazandınız. – Ne söyledi- niz? – diye sordu Ardjani. – Evet efendim, kazandığınız kesin. Güvenilir bilgilerimiz var, bu yüzden sizi de sahnede görmek istiyoruz o gün. Giriş ücretsiz olacak. Bilet olmayacak. Her-
kesin sizin yetenekli ve vatansever Arnavutlar olduğunuzu bilmesini istiyoruz. Ve herkes bilmelidir ki siz Nobel ödülü kazandınız. Bilgimiz doğru efendim. Yayınlanması bekleniyor gelecek hafta. – Vay canına!!! – dedi Ardjani. – Şaşkınım. Ne oluyor?! Her şey birkaç gün içinde düzenleniyor. Komünist cehenneminden çıkıp yabancı topraklarda yeşeriyoruz. Tan- rımızın neler yapabileceğine inanmak zor. Yalnızca Tanrı’ya şükrediyorum! Çok kez Tanrı’nın bana yardım etmediğini ve beni görmediğini düşündüm, karanlıkta kaybolmuşken, Dona kaçırıldığında. Kendimi öldürmeyi düşündüğümü biliyor mu- sunuz? O kadar büyük bir üzüntü ve acı yaşadım. – Hala efen- dim! – dedi Ardjani. – O diğerine telefonda konuştu. – Hala sol tarafım uyuşmuş durumda. Korkunç bir korku ve üzüntü yaşadım. Kendi gözlerimle cehennemi gördüm. Başkalarına yaşadıklarımı yaşatmayı asla istemem, bu yüzden size ve hü- kümetinize çok minnettarım. Her bir rüyanın gerçekleştirilme- sine katkı sağlıyorsunuz, hem benim hem de eşimin. Size ve hükümetinize teşekkür ederim! İtalyan halkına, zor günlerim- de beni nasıl iyi karşıladıklarına ve organize ettiklerine. Siz ve hükümetiniz Nobel ödülüne layıksınız. Her şeyin sizin için ve Arnavutlar için yaptığınız şeyleri halka açıklayacağım. Ayrıca dürüst ve fakir insanlara da. Suçun rengi ve vatanı yoktur. Suç her yerde aynıdır, bu yüzden bir arada olmalıyız ve buna karşı savaşmalıyız, – dedi Ardjani Milano Operası Genel Müdürü ile konuşurken. Son olarak müdür şöyle dedi: “Lütfen unutma- yın, üç gün sonra sahnede olmalısınız! Yönetim ekibimiz gele- cek ve her şeyi detaylı olarak açıklayacak. Şimdi kapatıyorum, hoş geldiniz! Sizi sabırsızlıkla bekliyoruz! Bugün Milano’daki yerel televizyonlarda reklam yayınlandı, – dedi müdür. – Şe- hirdeki her televizyonda görebilirsiniz. Beni hayal kırıklığına uğratmayın!” – Teşekkür ederim! Ve görüşmek üzere! – Vay,
- dedi Moza, – sizler için en mutlu olan benim! Sonunda ay- dınlık günler geliyor! Tanrı büyüktür! – diye bağırdı ve Ardja- ni’yi kucakladı. Hepimiz birbirimizi kucakladık, ruhumuz gül- dü ve kalplerimiz Tanrı, keman ekibi ve büyük Arnavut yazar için güzel günler getiriyordu, ki o da dünya üzerindeki en büyük ödül olan Nobel ödülünü kazandı. – Neyse, bu görü- lür, – dedi Ardjani. – Resmi hale geldiğinde, kutlayalım! Artık fakir değiliz Moza, bu yüzden bizde para yok diye endişelen- me! Endişelenme! – dedi Ardjani. – Masraflar için, dün söz- leşmelerden dolarlar geldi. Endişelenme, kardeşim! Her şey yolunda. Sadece Dona’nın uyanmasını ve hayatımıza eski gibi başlamayı bekliyoruz.
Bir süre sonra, hepimiz Milano’daki “La Scala” tiyatrosu- nun önünde olmalıyız. Ayrıca ihtişamlı sahnesini detaylı ola- rak açıklayacağız.
İki yüzyıldan fazla bir süredir bu bina milyonlarca seyir- ciyi ve dünyaca ünlü sanatçıları ağırladı ve uğurladı. Tiyatro yüksek kapılar ve kemer şeklinde tasarlanmış. Ön yüzde dört, yanlarda bir kapı var. Hemen arkasında kahverengi ahşap ka- pılar, küçük cam pencerelerle kesilmiş. Mimari cazibeler sıkı bir titizlikle ve sınırlı restorasyonlarla tanımlanıyor, ancak iç tasarımı gerçek bir ihtişam ve lüks örneğidir. Salondaki kol- tuklar kırmızı kadife ile kaplı, duvarlar zarif süslemelerle de- kore edilmiş, sanatçıların kostümleri en pahalı malzemelerden yapılmış ve zarif dekorasyonlar bir sanat eseri olarak kabul edilmeye değer. Çoğunlukla tanınmış politikacılar, işadamları ve kamu figürleri, şık kostümlerle katılırlar. Bu da konser sa- lonunda egemen bir atmosferi vurgular. Tiyatroda, farklı za- manlarda Giuseppe Verdi, Giacomo Puccini, Richard Wagner,
Peter Tchaikovsky, Sergei Prokofiev gibi ünlü bestecilerin eserleri oynandı. Ayrıca La Scala döneminde Enrico Caruso, Luciano Pavarotti, Placido Domingo ve Fyodor Shalyapin gibi dünya çapında sanatçılar da performans sergiledi.
Moza, Ardjani’nin anlattıklarını ezbere biliyordu. Her yerde konuşuluyordu. – Bu gece Arnavut sanatçılarının “İki Keman Kızı” performansını görme şansları olacak, – diye fı- sıldıyordu insanlar. Salon tamamen dolmuştu. Ardjani’nin adı, Milano halkını kendine çekmişti. Onlar, Arnavut polis memur- larıyla birlikte ilk sıralarda oturdular. Dona ve Moza içeridey- di,
Sanatçıların oturduğu yerde. Milano’nun birçok televiz- yonu ve uluslararası televizyonlar, bu konseri yüksek sesle ya- yınlamak için ekiplerini göndermişti.
Bir süre sonra gösteri başladı. Spiker şunları söyledi: “Bu akşam sürpriz bir gösteri olacak, iki Arnavut kemancıyı izle- yeceksiniz: Donika Malaj ve Mimoza Buna. Ve gösterimizin başlangıcının ardından, gösterinin üç başrol oyuncusuyla bir röportaj yapılacak, buna büyük Arnavut yazar Ardjan Vusho da dahil. Kendisi bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahi- bidir.” Salon beş dakika boyunca alkışlarla patladı, ardından “Arnavutluk! Arnavutluk!” çağrıları duyuldu. Salonda birçok Arnavut vardı.
“Biz Arnavutlar, Yahudiler gibi bir araya geliriz. Her za- man birbirimize yardım ederiz,” dedi Ardjan’ın bir arkadaşı, gülerek ekledi: “Sadece Arnavutluk dışında!”
Tüm dünyadaki önde gelen televizyonlar bu gösteriyi canlı olarak yayınlıyordu. Kızların kemanla sahneye çıkışı
uzun ve güçlü alkışlarla karşılandı. Daha sonra spiker şunları söyledi: “Şimdi gösterinin en büyük anı geliyor! Arnavutluk Ulusal Marşı çalınacak! Bayanlar ve baylar, şimdi en büyük- lerin ve en iyilerin zamanı. Her şeye rağmen Arnavut olmak- tan gurur duyan insan!” Ardından gözlerini Arnavut üçlüsü- nün oturduğu koltuklara çevirdi: Ardjan ve iki polis memuru. Ayakta alkışladı, sonra ortada güzel kemancı kızlara doğru gitti. Arnavutlar her zaman bir kahramana, insan onurunun ve Hristiyan normlarının koruyucusuna sahip olacaktır. Bu kah- raman Ardjan Vusho’dur! Rai ana spikeri Giuseppe Sacnione şunları ekledi: “Bu büyük yazar olarak biz İtalyan halkı için bir onurdur, ama aynı zamanda suç çetelerine karşı savaşan bir insan olarak da. Ardjan, aynı zamanda Arnavutluk Parlamen- tosu’nda bir milletvekilidir ve artık İtalyan vatandaşlığına sa- hiptir. İşte büyük Ardjan Vushoooo!” diye bağırdı ve salon, bir kasırga gibi alkışlarla patladı. Polis memurları bu mutlu olayın kaydını tutmak için fotoğraf çekip video kaydı yapıyordu ve birbirlerine şaşkınlıkla bakıyorlardı. Bu nasıl olabilir?! Sonra sessizleştiler çünkü söz hakkını Ardjan aldı.
“Merhaba!” dedi Ardjan İtalyanca. “Ben Ardjan. Arna- vutum, İtalyan vatandaşlığına sahibim. Acı içinde doğdum ve yetim olarak büyüdüm. Vatanımda çok acı çektim, ama her şeyi Arnavutluk denen o anneme affettim. Çocuk, annesine öfkelenir, ama anne her zaman annedir. Asla terk edilmez! Ve yüksek sesle bağırdı: ‘Arnavutluk’u seviyorum, ama aynı zamanda bana suç ve suçlularla savaşmak için destek ve güç veren İtalya’yı da seviyorum. İtalya, birdenbire ikinci aşkım oldu ve bunu asla unutmayacağım. Zorlu bir geçiş dönemi ge- çiriyoruz ve büyük bir yoksulluk yaşıyoruz. Bu acıların hepsi sosyalizmin bize yaşattığı acılardan. Bu yüzden diyorum: dik-
kat edin insanlar! Sosyalizm varsa, yoksulluk, acı ve boşaltma vardır. Sosyalizm, yoksulları ve savunmasızları en çok ezen ve en ağır şekilde baskı yapan bir düzen ve sınıftır. Sosyalizm, saf bir köleliktir. Sosyalizmin yılları, Arnavutluk’un yaşadığı en zor yıllardır. Vatanım bu epidemiden kolayca kurtulamıyor. Eski şeyler kolayca yıkılmıyor!
Değerli izleyiciler! Eski komünistleri ve sosyalistleri asla oy vermeyin. Değerli Arnavutlar, bize ne yaptıklarını unutma- yın. Biz, Avrupa’nın eski bir halkıyız ve yerli bir halkız. Hris- tiyanlığın ve Batı kültürünün katkıcılarıyız. İtalyanlar! Arna- vutlar sevgi dolu ve Avrupalıdır, ama komünizm ve istilacılar bizi geride bıraktı. Şu anda çok ağır bir sosyal dram yaşıyoruz. Yüzlerce genç kız ve kadın burada İtalya’da daha iyi bir yaşam arayışında göç etti. Lütfen İtalyan hükümetine ve tüm Avru- pa’ya, halkıma, özellikle Arnavut ve yabancı mültecilere iyi davranın. Onlara barınma ve yiyecek verin! İş verin! Kimse kendi ülkesini boş yere bırakmaz. Kimse evini ve ailesini dram olmadan terk etmez. Onlar kendileri ve aileleri için daha iyi bir yaşam arayışında geldiler.
Afrikalı ve Arnavut mülteci botlarını geri göndermeyin! Biz, komünizm ve devrimci gardiyanlarından bir post-drama geçiriyoruz. Siz komünizmi ve komünist hapishaneleri ne an- lama geldiğini bilmiyorsunuz. Arnavutluk tekrar kırmızı terör altındadır. Onlar, siyasi rakiplerine soygun, terör ve cinayet getiriyorlar.
Ben de büyük bir dram yaşadım. Ailemi kaçırdılar: Şu anda keman çalan Donika. O gerçek bir cehennem yaşadı. Yetim ve komünizmin yatakhanelerinde büyüdüm. Yalnızlı-
ğın benden ayrılmayacağını düşündüğümde, güzel, akıllı ve cesur bir kadın buldum. Onu sevdim ve ölünceye kadar sevi- yorum. O beni milliyetçilerimden, kırmızı mafyadan kaçırdı. O kadar büyük bir dram yaşadım ki intihar etmeyi düşündüm. Hayatımın onun olmadan hiçbir anlamı yoktu. Ve hala yok! Ama Tanrı’ya teşekkür ederim. Buraya geldik ve kendimizi bulduk. O artık sanat yönetmeni ve güvende. Kimse ona zarar veremez. Arnavut polis hizmetlerine teşekkür ederim! Arka- daşlarıma teşekkür ederim! İtalyan polis teşkilatına teşekkür ederim! Ve İtalyan güvenlik hizmetlerine! Onlar olmasaydı Donika’yı kaybeder ve kendimi öldürürdüm… Teşekkür ede- rim insanlara! Sizleri seviyorum!” dedi.
“Birkaç ricam var, Avrupa televizyonlarında yayınday- ken. Arnavutluk’taki sosyalizm gitmedi, sadece biçim değiştir- di. Size çok rica ediyorum, bunu toler etmeyin! Oradaki fuhuş ve kırmızı mafya ile savaşın! Değerli polisler, her iki ülkede! Tecavüz ve kadınların para karşılığında satılmasını savaşın! Bu modern kölelik ve yeni mafyanın bu kasapları için çok kazançlı. Bu insan kaçakçılığını diğer kaçakçılıklardan daha fazla savaşın! Gücünüzü kullanın ve asla bir ailenin daha akra- baları ve kız kardeşleri için ağlamasına izin vermeyin! Suçlu- ların ne vatanı ne de partisi var. Her yerde aynılar. Onları toler etmeyin, değerli yargıçlar! Yasa gücünü ve en ağır cezaları kız kardeşlerimizin ve kızlarımızın kaçakçılarına karşı kullanın! Göçmenlerle savaşmayın, ama her ay ve günde milyonlarca euro kazanan kaçakçılarla savaşın. Adriyatik, bu suçlular ta- rafından denizde boğulan cesetlerle doldu, onları hayvan gibi boğdular. Arnavutluk’a bir daha asla dönmeyeceğim! Vatanım beni yaraladı. Gerçek demokrasi oraya gelmesi için çok yıllar
geçmesi gerekecek. Arnavutluğu seviyorum, kalbimde ama uzaktan. Sonra İtalya’nın yetkililerine döndü ve şöyle dedi:
“Saygıdeğer Başkan ve Başbakan! Unutmayın ki suçun rengi ve vatani yoktur. Biz Arnavutlar Asyalı veya İslamcı de- ğiliz. Biz Hristiyanlık ve medeniyetin kurucularıyız.”
Salon alkışlarla patladı. Ardından, kemancı Donika söz aldı. “Değerli izleyiciler,” dedi. “Tanrı’ya ve eşim Ardjan’a teşekkür ederim, bugün burada sizinle olduğum için. Arnavut ve İtalyan devletleri olmadan burada olamazdım. Ölürdüm çünkü asla küçülmeyi ve fuhuş hizmetlerini kabul etmezdim. Umutlarımı Tanrı’ya ve eşime koymuştum, yalnız bırakma- yacaklardı. Mucize gerçekleşti. İnsanlar, ne kadar çok sevgi gösterirseniz gösterin! Hepinize çağrıda bulunuyorum, çünkü aşk bizi birleştirdi ve kaçırılmaktan kurtardı. Hastanede Ard- jan’dan aldığım mektup, eşler arasındaki aşkın marşıdır. Seni seviyorum Ardjan!” dedi ona. “Arnavutluğu ve post-komünist yaralarından acı çeken Arnavutluğu da seviyorum. Saygıdeğer Batılılar, vatanımı destekleyin! İtalyan devletine minnettarız, bize vatandaşlık verdi ve hayatımızı kurtardı. Sizleri seviyo- rum!” dedi.
“Daha önce kaçırılan çok sayıda kız ve kadın vardı, dün- yanın dört bir yanından, cinsel kölelikte izole edilmişlerdi. Bu büyük kötülükle savaşın! Lütfen insanlara, Tanrı’ya ve devle- tinize inanın! Gelecek adil olanların!” Teşekkürler! Herkes ağ- lıyordu ve kemancı kızı hayretle izliyordu. O, Tanrı’nın insan biçiminde dünyaya gelen görüntüsüydü. İki saat sonra konser- den zor çıktılar. Tüm dünya medyası haberle çalkalandı. O,
subaylar, Moza, doktor ve Donika ile birlikte arabaya bindi ve çevrede, bol ağaçlı bir restorana doğru yola çıktılar.
Eylül’ün sonuydu. İlk kara bulutlar yağmur getirecekti. Onlar, Arnavutluk’ta her zaman sahip oldukları hayalleri bir- leştirdiler. Hayaller asla değişmez, sadece doğduğun yerlerde her zaman görülürler. “Ve orada her zaman olacağız!” dediler. “Orası sonsuz aşkımızın göğü.” Ardjan, babası gibi gördüğü baş editörüne telefon etti. “Alo, şef!” dedi. “Sana savaşın ka- zandığını haber vermek için aradım. Emekli olduğun için seni tebrik ederim. Yarın bir hesap numarası aç, sana yüz bin dolar göndereceğim, böylece mutlu bir şekilde yaşarsın. Sen gerçek babam oldun ve oldun. Ah, unuttum. Dona’nın annesi de bi- zimle yaşamaya gelecek,” dedi Ardjan sonunda.
“Bizim şefimiz ne olacak?” diye sordu Ardjan biraz iro- nik bir şekilde. “O, görüş değiştirdi,” dedi eski baş editör ve güldü. “Sağcı oldu ve büyük bir yönetici olarak işe başladı.” “Ahaha,” dediler birlikte. “Bu bizim sağımız. Hoşça kal baba- cığım!” dedi Ardjan. “Seni ev alır almaz burada bekliyorum.” Ve telefonu kapattı. “Orada yağmur yağacaktır,” dedi Ardjan. “Uçan kuşlardan Adriyatik’e doğru gittiğini anladı.”
Başını yukarı kaldırdı, çünkü bazı kuşlar gökten yukarı doğru uçuyorlardı. Belki de bunlar, bizim hikayemizi göstere- cek meleklerdi?!”